“Felaketimizin kaynağı kültür yokluğu. Hayatı anlamadan geçip gidiyoruz. Olgunlaşmak, kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekanın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek, Harami mağaralarının kapılarını değil, hükümdar hazinelerinin kapılarını açan büyü, kitap!…”
Gözlerinin ışığı tükenene kadar gözünü kitaptan ayırmayan Üstad Cemil Meriç böyle söylüyor kitap hakkında…
Bir başka kitap aşığı da “Benim sevgilim kitap ve kalemdir. Geride kalanların hepsi mihnet, endişe ve gamdır.” diyerek muhabbetini dile getiriyor.
Matbaanın bulunmadığı ve kitapların büyük zorluklar içinde çoğaltıldığı çağlarda kitabın, ilmin ve ilim adamının gördüğü itibar aranır hale gelmişse; kitaplar çoğaldıkça, matbaalar arttıkça okuma oranı düşüyorsa; ve artık “medeniyet” sahnesinde bize bir rol verilmiyorsa, kitaba yeniden dönmenin vakti gelmiştir.
Dursun Gürlek, medeniyet tarihimizdeki yolculuğu esnasında derlediği kültür hazinesini bir bardak demli çay eşliğinde paylaşmak üzere sizi Çınaraltı’na davet ediyor.
İÇİNDEKİLER
Önsöz……..11
BİRİNCİ BÖLÜM / Kitap Sohbetleri
RAİF YELKENCİ…16
HANGİSİ DOĞRU?……..17
DOĞU’DA KİTAP SEVGİSİ……18
AHMET MİTHAT EFENDİ’NİN KİTAP AŞKI…….21
AYAKKABISI YAMALI EDEBİYATÇI.22
SULTAN REŞAD’IN DUASI…..23
İŞTE DOSTLUK BUDUR25
DÎVÂN-I LÜGATİ’T-TÜRK SADAKASI…….28
HAFIZA ŞAMPİYONLARI ……30
İBN-İ SİNANIN GEMİ YOLCULUĞU.32
HANGİ CEVDET…34
İMZALI KİTAPLAR……..36
SAİD HALİM PAŞANIN KİTAPLARI.37
EDEPYAHU41
KİTAP OKUYAN CUMHURBAŞKANI42
HAŞAN SABBAH’IN KÜTÜPHÂNESİ……..45
KOPYA ÇEKEN PROFESÖR: MÜKRİMİN HALİL YINANÇ……47
OKUMA DİSİPLİNİ……..49
İSMAİL ARARIN KİTAPLARI.51
ÂSÂF HALET ÇELEBİ VE BÜTÜN YAZILARI ….52
ÖLÜM ALLAH’IN EMRİ55
KARLI FIKRA…….57
“KÖR KAZMA’…..58
ORHAN ŞAİK GÖKYAY PİREYİ NASIL YAKALADI?…..60
ŞEYHÜLİSLAM EBUSSUUD EFENDİ…….61
TELAFFUZ FACİASI……64
ÜSLUP YİNE ÜSLUP…..65
TASHİH HATALARI…….68
OSMANLICA KİTAPLAR70
KİTAPLAR DA İNSANLAR GİBİDİR.73
OKURYAZAR ADAM…..75
KÂĞIT MEDENİYETİ…..78
KÜLTÜR KIRAATHANELERİ..80
SAHHAFLAR’DAKİ KAYIKÇI…82
VANKULU…85
KİTAP BOYATTIRAN YAZAR..88
KİTAP OKŞAYAN ADAM90
ALİ EMÎRÎ’NİN BÜYÜK KEŞFİ……..92
HOCAEFENDİNİN KİTAPLARI97
BÜYÜK TARİHÇİMİZ İSMÂİL HÂMİ DÂNİŞMEND
DİYOR Kİ……100
KİTAP DENİLEN SERVET…..103
İKİNCİ BÖLÜM / Düşünürken Gülümsemeniz İçin
BESMELE DUYMUŞ ŞEYTAN GİBİ 111
DÜNYAMİSAFİRHANEDİR.. 112
GÜMÜŞHANELİ SOKAK OLUR MU?…… 113
TELİF ÜCRETLERİ……113
İSTANBUL KABADAYILARI..114
BİZİ CAHİL BIRAKAN KİTAPLAR.. 115
MÜCELLİDİN CİLDİ….117
KURAN’I ÇİZEN CAHİLLER.117
KİM Kİ OKUR FARİSİ..119
ŞİİRLERİNDEN ANLAŞILIYOR…… 119
ERMENİ GELİNİ120
HOCA, ÇOCUĞU NASIL UYUTTU? 121
ÂLİMLER VE MASKARALAR……..122
EFENDİMİZE DE Mİ YEMİN ETTİRDİ?… 123
MÜKEMMEL DÜĞÜN.125
MERSİYE SÖYLEYEYİM Mİ?125
ÖYLE EFENDİ ADAM Kİ…….126
DÜNYA AHİRETİN TARLASI DEĞİL Mİ? 126
HELVA YEDİKLERİNİ BİLMİYORDUM…. 127
MÜKEMMEL CÜMBÜŞ……..127
ROMAN KAHRAMANI NASIL BAYILDI?. 128
DELİ ROMAN OKURKEN….. 129
BİRAZ DA ÇOCUKLARA KALSIN… 130
GÜNEŞ BATARKEN SARARIR…….130
ŞAİRİN CEVABI.131
SAKALIM YALAN SÖYLÜYOR…….131
ŞİİRİN ÇALINDIĞINI BİLİRDİM AMA….. 132
SULTAN ABDÜLHAMİD HAN’IN TÜRKÇE SEVGİSİ.. 132
KİTAPSIZLAR….135
DOĞRU MÜSLÜMAN..136
SÜLEYMAN NAZİF’İN MEZARI….137
BÖYLE HATTAT GÖRÜLMEMİŞ…..138
BADANACI RESSAM…139
DARÜLÂCEZE YOLCULARI..140
HAŞAN ÂLİ YÜCEL’İN MANTIĞI VAR MI?……. 141
EVLİYA ÇELEBİ’YE BABA NASİHATİ….. 142
MEÇHUL MEZAR…….143
DÜMBELEK KAFALI…143
EŞEĞİM KAMİLDİR….144
NEYZEN’İN SAKALI NASIL KARARDI?.. 144
OSMANLI ZARAFETİ..145
ÖNCE GİYİN BAKALIM……..146
SÜNNET EDİLEN BASTON..147
ELMALILI HAMDİ EFENDİ’NİN FETVASI…….. 148
MÜZEDEKİ KABİR TAŞI……149
CİMRİNİN CEVABI……149
İKİ CENNETLİK..150
LALELİ BABA…150
BİLMİYORUM….152
HÂZİNEDEN PARA ÇEKEN ŞAİR ……153
ADI VURAL OLUNCA..153
RIZA PAŞANIN ŞEKERLERİ.154
VEZİR ELBİSE DİKER Mİ?…155
DELİ BÖYLE YAPAR MI?……155
ŞEYHÜLİSLAM SAKALI…….155
HAYVAN HAKKI BÖYLE KORUNUR……. 156
DERİN AHMAK..157
ÇOK KULLANILAN ÇENE…..158
YANLIŞ TÜKÜRÜK…..158
İREM BAĞI’NIN GÜLLERİ….159
DİLENCİNİN DUASI….160
BİR DEMETGÜL……..161
KATIR TEPERSE161
YAŞLI SAKAL….162
KEŞKE ÖNCE NAMAZ KILSAYDIK 162
KALBİ ORAYA DÜŞMÜŞ……163
ATTARIN HAZİN ÖLÜMÜ …163
FENERLE GEZEN KÖR……..164
ALLAH KERİM..165
ABARTMA VE KABARTMA..166
LAHANA YAPRAĞI…..166
GÜLİSTAN OKUMUŞTUK…..167
BİR VİRGÜLÜN AZİZLİĞİ….168
CENNET KADIN.169
MUALLİM NACİ’NİN GÜZEL ÖLÜMÜ…. 169
SÖZ GÜMÜŞSE ÜSLÛP ALTINDIR 171
GÖZLÜĞÜN CAMI……172
İLİM BİR NOKTADIR…173
HARAM LOKMA YİYEN HARAMİ OLUR. 173
HÜKÜMDAR VE İMAN174
SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD…..175
FİRDEVSÎ’NİN CEVABI175
YÜZÜ KIZARAN YAZILAR…176
HAFIZA ŞAMPİYONLARI…..178
NASREDDİN HOCANIN KİTABI…..180
KADIN DIRDIRI.181
FIKIH ALİMİ……182
SÖZÜN ÖZÜ……183
ÇAYIN ZARARI..183
HAZRETİ İSANIN BEZİ…….184
MUKADDES ÇAMUR…184
DERİN SÖZ……..186
ŞEYTANIN RESMİ…….187
BEN DE AHMET RASİM……188
ÇALMAKÜZERİNE…..189
KONYANIN HELVASI..190
KAT’İ VACİPTİR.190
BİR SİNEĞİN AZİZLİĞİ……..191
GÖZÜ KÖR EDEN NOKTA….191
ÖKSÜZ NASIL ÖKÜZ OLDU?……..192
KORKUNÇ TERTİP……193
KEŞKE TOPRAK OLSAYDIM.193
ALTIN BEYİNLİ ÇOCUK……..194
BOYNUZSUZ KOÇ…….195
DİKİLİR DİKİLMEZ MEYVA VEREN FİDAN….. 195
İBRAHİM PAŞANIN HEYKELİ…….197
HOCADAN İYİ Mİ BİLİYORSUN….. 197
DİLENMEYE UTANMIYOR MUSUN?…… 198
EYÜP SULTAN HAZRETLERİNİN KABRİ
NASIL BULUNDU?.199
HOCAYA DUYULAN SAYGI..200
ZEBANİLER NE İŞ YAPIYOR?…….201
GERİ KALANLARI DA SAY…201
AYRANDAKİ ÇÖPLER..202
TERZİLİKTEN KİTAPÇILIĞA.202
KİTAP NASIL ÇALINIR?…….206
İMAM-I AZAM’IN BÜYÜKLÜĞÜ…207
VEFA DENİLEN ŞEY…209
KADIN VE KİTAP……..211
GAZETECİLİK KÂĞIT İSRAFI DEĞİLDİR.212
BUNLARA KİTAP OKUYUCUSU DENİR Mİ?….214
HAZRETİ TÜRKİSTAN215
O, VALİ DEĞİL KÜTÜPHANEDİR…216
MUKADDES ANKARADAN MEKTUPLAR……..217
HAZRETİ ÂDEM TÜRK’MÜŞ218
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM / Kitap Adamları Kitap Hakkında Dediler ki…
Kitap Korkusu…223
Kitap Üzerine Notlar..228
Kitaplara Karşı Büyük Alâka……..237
Kitaplarla Konuştum..245
Eski Muharrirlerin Geçim Zorlukları……253
Muharrirlik Yüzünden Çekilen Istırap…253
Kitapların Talihi……..257
KİTAP FIRINI…..260
ALİ EMÎRÎ EFENDİ’NİN ANLATTIKLARI261
YABANCILARIN GÖTÜRDÜKLERİ.262
BİR KİTABIN PEŞİNDE……..264
Yabancı Ellerdeki Türk Kitapları…267
VİYANA KUŞATMASI’NDAN KALAN BİR KURAN….268
…VE BUSBECO’İN TOPLADIĞI ARABALAR DOLUSU
KİTAP..271
Kitap Hakkında Anket272
Peyami Safa:…..272
EthemİzzetBenice: ..273
Nizamettin NazifTepedelenlioğlu:……..274
Burhan Cahit:…275
İskender Fahrettin Sertelli:..277
Orhan Seyfi Orhon:….278
YAYINCILAR NE DİYOR?……279
Semih Lütfi:……279
Ahmet Halit ve İbrahim Hilmi:…..281
İlyas Bayar:…….282
Remzi Bengi:…..283
Yere Serilmiş Kitaplar………284
Önsöz
Abbasi halifelerinden biri, sohbet ve muhabbet etmek için, devrin büyük âlimlerinden bir zatı saraya davet eder. Görevli şahıs, durumu bildirmek üzere o âlimin evine gider; renk renk, cilt cilt, boy boy kitapların ortasında oturduğunu görür. Bu güzel manzarayı kısa bir süre seyrettikten sonra, dört bir yanı kitaplar tarafından kuşatılan âlime seslenir:
– Halife Efendimiz sizi saraya davet ediyor.
Kitapların Efendisi, şu cevabı verir:
– Mü’minlerin Emiri’ne söyleyiniz. Şu anda yanımda bulunan ilim, irfan ve hikmet ehli bir grup insanla sohbet ediyorum. Onlarla işim biter bitmez, halife efendimizin davetine icabet edeceğim.
Görevli şahıs, bu sözleri nakledince halife büyük bir merakla sorar:
– Kendisini bu kadar etkileyen o âlimler acaba kimlerdi?
Saray görevlisi, “Vallahi efendimiz, yanında hiç kimse yoktu!”
deyince büsbütün meraklanan halife son kesin emri verir:
– Onu filan saatte mutlaka saraya getir!
Halife, apar topar huzura çıkarılan âlime, biraz da yüksek bir sesle sorar:
– Sizi, bizim yanımıza gelmekte geciktiren âlimler kimlerdi?
Âlim tek kelimeyle cevap verir:
– Kitaplar!
Evet, her kitap bir âlimdir. Eğer yüzlerce, binlerce kitabınız varsa, yüzlerce, binlerce âlimin ilminden istifade ediyorsunuz demektir ki, bu da dünyada cennet hayatı yaşamak anlamına gelir. Hazreti Peygamber “Nerede bir Cennet ağacıyla karşılaşırsanız, gölgesinde dinleniniz!” buyuruyor. “Ey Allah’ın Resûlü! Bu dünyada cennet ağacını nerede bulacağız?” diye sorulduğu zaman da şu veciz cevabı veriyor: “Her âlim, bir cennet ağacıdır!” Meseleye bu açıdan bakacak olursak, her kitap için de bir cennet meyvası diyebiliriz.
Dört yanı çiçeklerle süslü bir bahçe, duvarları kitaplarla dolu bir ev, selim zevk sahipleri için en büyük hazinedir. İşte kitaplar bu zengin hazinenin en değerli pırlantalarıdır. Onlarla hem ufkunuzu, hem yolunuzu aydınlatabilirsiniz.
Bakınız, aradan geçen yüzyıllara rağmen, Sâdî Gülistanıyla gül kokuları saçmaya, Mevlânâ Mesnevisiyle gönüller açmaya devam ediyor. Evliya Çelebinin Seyahatnamesiyle, çıktığınız gezinin sonunu hâlâ getiremiyor, Gazâlî’nin İhyâ’sını bir türlü bitiremiyorsunuz.
Bir zamanlar ortaya koyduğumuz muhteşem tablolarla bütün dünyanın gözünü kamaştıran kitap medeniyetini yeniden ihya etmek için, önce kendi yakın çevremizi “Bostan ve Gülistan” haline getirmek gerekiyor.
Üç bölümden oluşan bu küçük eserle, o bahçeden bir demet gül sunmaya çalıştım. Kitaplarınızın sayfaları gül yapraklarıyla süslensin efendim.
BİRİNCİ BÖLÜM
Kitap Sohbetleri
Hikmet anda ma’rifet anda hakîkat andadır
Hâsılı sermâye-i dünyâ vü dînimdir kitâb
Göz Kamaştıran Kitap
Sık sık uğradığım Millet Kütüphanesine geçen gün bir daha gittim. Kütüphanenin müdürü aziz dostum Mehmet Serhan Tayşî Bey ile yaptığımız sohbet tam kıvamına ermişti ki, beni daha fazla heyecanlandıran konuya temas etti. Endülüs’te kaleme alınan bir yazmadan, 63 ciltlik bir eserden söz açtı. Derken bu şaheserin ilk iki cildini masaya koyarak gözlerimize bayram ettirdi.
Büyük, çok büyük kitâbiyyât bilginimiz Ali Emîrî Efendi antika bir eseri dostlarına gösterme lütfunda bulunurken “Alın bakın, inceleyin” gibi sözler söylemez; “Ziyaret buyurun!” dermiş. Ben de o gün Ali Emîrî Efendiye ait hazinelerin arasında bulunan ve Ebû Hayyân el-Endelüsî tarafından yazılan altmış üç ciltlik bu hazinenin ilk iki cildini ziyaret ettim. Karşılaştığım manzara o kadar muhteşemdi ki, bir ara gözlerim kamaştı. Düşünebiliyor musunuz her biri 540 varak olan, yani bin sayfa tutan ve bundan yaklaşık 700 yıl önce yazılan 63 ciltlik bir hazine karşımızda arz-ı endâm ediyordu. Böyle bir hazineden hâlâ haberiniz yoksa, siz de nedâmetinizi istediğiniz yere arz edebilirsiniz.
Bir “Bitkiler ve Hayvanlar Ansiklopedisi” diye kaleme alınan ve asıl adı “Kitâb-ı Nebâtât ve Hayvânât” olan bu büyük ansiklopedi, bugün Millet Kütüphanesinin raflarını süslemeye devam ediyor. Peki, böyle bir kültür hazinesi şimdiye kadar niçin Türkçe’ye çevrilmedi veya olduğu gibi yayınlanmadı, diye bir soru sormaya hazırlanıyorsanız hemen cevabını vereyim: Efendiler, unutmayınız ki burası Türkiye. Birbirlerine “Türk’ü ye” diye teşvikte ve tahrikte bulunanlar Türkiye’yi de, Türk kültürünü de yiyip bitirdiler.
Her ne ise… Bu hamur çok su götüreceğinden, kendimizi fazla yormayalım. Sadece bir müjde verelim ve Kurtubalı bu âlimin adı geçen şaheserinin Almanya’da bir enstitü tarafından basılacağını bildirelim. Düşünün bir kere, İslâm kültürüne kimler sahip çıkıyor?
Bahis yazma eserlerden açılmışken bir iki söz daha etmek istiyorum. Eski sahhaflar ve onların baş müşterileri basma kitapları kitap kabul etmezler, kitap deyince akıllarına yazma eserler gelirdi. Öyle ki matbu eser almak için dükkânlarına gelen müşterilerine o kadar önem vermezler, yazma müşterisine nisbetle daha az ilgilenirlerdi.
RAİF YELKENCİ
İstanbul sahhafları içinde -bir zamanlar- çok sayıda yazma eser uzmanı bulunmakla beraber, bunların en salâhiyetlilerinden, en büyüklerinden biri de -hiç şüphesiz- merhum Raif Yelkenci’ydi. Sahhaflar çarşısının girişinde bulunan küçük dükkânı, üst üste yığılı nadir yazmaların bir hazinesi olarak arz-ı endam ediyordu. Dünyanın dört bir köşesinden bu küçük ve loş dükkâna akan antika eserlerin sayfalarını açarken, asırların ötesinden yankılanan kalem cızırtılarını duyabiliyordunuz. Ve bu kalem cızırtıları size, Levh-i Mahfûz’daki kader yazılarını yazan kudret kalemini ve Hakk’ın kelâmını hatırlattığı için mukaddes mi mukaddesti. Mithat Cemal Kuntay’ın dediği gibi, rafları istilâ eden tozlar, bir veli türbesinin tozları kadar kutsaldı.
Hazretin dükkânına girme bahtiyarlığına eren ilim adamları hemen münhal bir yer bulurlar, derhal kitaplarla “hemhal” olurlardı. Çünkü merhumun dükkânı sıradan bir sahhaf dükkânı değil, tabiri caizse tam bir ilim akademisiydi. Kendisi de rastgele bir kitapçı değil, Ali Emîrî Efendi gibi, Muallim Cevdet gibi bir bibliyograftı.
Raif Yelkenci de diğer seçkin meslektaşları gibi, kitabı erbabına satmaktan büyük bir haz alırdı. Onun için para pul o kadar önemli değildi. Yeter ki kitap sahibini bulsundu. Evet şimdi bu bilginlerden eser kalmadığı gibi, dünkü medeniyetimizin muhteşem tabloları da hâk ile yeksân oldu. Oysa “Bir zamanlar biz de milletmişiz, milliyet nedir dünyaya öğretmişiz.”
Depremzedelerden “Depremzâdeler” diye söz eden bakanların hükümet ettiği bir ülkede, vatandaşların “sahhaflar”la “sarraflar”ı karıştırması normaldir.
HANGİSİ DOĞRU?
Nedim, bir taşına bütün Acem mülkünü fedâ ettiği İstanbul’u anlatırken çarşılarında ilim, irfan satıldığını söyler. Tabîî o devirler artık hayli geride kaldı. Şimdi caddeler, yollar salya sümükten geçilmiyor. Bir yandan cep telefonuyla konuşurken, diğer taraftan adım başı tükürmeye devam eden insanların çoğunluğu teşkil ettiği bir ülkede ilimden, irfandan bahsetmek abes ötesi abestir.
Kültür dünyamızı istila eden kara bulutlar öyle yoğunlaştı ki, bir avuç insanın ziyaret ettiği kitapçılarda bile cehalet kol geziyor. Oysa eskiler bizim bugün farkında bile olmadığımız ayrıntılara dikkat ederler, soru sorarken veya bir konuyu anlatırken hata yapmamak için azamî gayreti gösterirlerdi. Bir gün Kadıköy’de bir kitapçıda tozlu rafları karıştırmaya devam ediyordum. Derken içeri bir müşteri girdi. El yazması kitap olup olmadığını sordu. Karşılıklı konuşurken “el yazması” sözünü o kadar çok kullandı ki, kitapçı -biraz da yüksek sesle- “Efendi, el yazması, ayak yazması diye bir şey olmaz. Bunun doğrusu yazmadır!” diye ikaz etti.
Basma eserlere gelince, bugün zaten kitap deyince hemen aklımıza onlar geliyor, Merhum Neyzen Halil Can, bu “basma” sözünü de yerinde bulmaz, “Hocam kitabınız ne zaman basılacak?” diye soranlara, “Evladım, o ne biçim söz? Kitap mâlum yerler basılır gibi basılmaz, kisve-i tab’a bürünür” diye cevap verirmiş.
Süleymaniye Kütüphanesi’nin eski müdürlerinden sayın Muammer Ülker’in verdiği bilgiye göre, ülkemiz yazma kitap bakımından oldukça zengindir.
Buna göre, adı geçen kütüphanede 125 bin, Topkapı Sarayı’nda 18 bin, Üniversite Kütüphanesinde 17 bin, Millet Kütüphanesi’nde 6 bin, Beyazıd Devlet Kütüphanesi’nde 10 bin yazma eser bulunmaktadır. Toplam 200.000 civarındaki yazma eser hazinesi, -doğrusunu söylemek gerekirse- Türk kültürü için bir şeref tablosudur. Fakat “Varâk-ı mihr ü vefâyı kim okur, kim dinler!”
DOĞU’DA KİTAP SEVGİSİ
Kapağı hiç açılmamış, sayfaları asla kesilmemiş, bu demektir ki, kat’iyen okunmamış kitaplarla karşılaştığım zaman onların hem yazanları, hem yayınlayanları adına üzülmekten kendimi alamıyorum. Oysa önemli satırları çizilmiş, sayfa kenarlarına not alınmış eserleri gördüğüm vakit kendimde bir rahatlık hissediyor, o türlü eserlere, fonksiyonunu yerine getirmiş kitaplar gözüyle bakıyorum. Eskiler bunu çok yapar, okudukları hemen her kitabın kenarına not düşmekten kendilerini alamazlardı. Kendisi de bu işe son derece önem veren merhum Prof. Dr. Süheyl Ünver Hoca’nın notlarını karıştırırken “Şark’ta kitap sevgisi”ni dile getiren nefis bir yazısına rastladım, onları da burada nakletmekten kendimi alamadım. Ünver Hoca diyor ki:
“Yazma kitaplarımızın başlarına, ortalarına ve sonlarına kitap sevgisi hakkında kaydedilen Türkçe, Arapça ve Farsça hem mensur hem manzum çok güzel sözler vardır. Kırk yıllık kütüphane hayatımda bulduklarımı topladım. Bunları Necati Lügal, Ahmet Remzi, Nazmi Tura gibi hocalarımıza ve üstadlarımıza tercüme ettirdim. En anlamlılarından bazılarını buraya aktarıyorum:
– Kitabımın kâğıdının bir köşesini her kim ki nişan için bükerse, bana hançer çekmiş, kanımı dökmüş bir katil olur.
– İade etmek için kitap verdiklerimden o kadar ziyan gördüm ki, muvakkat bile olsa, kimseye kitap vermemek için kendime söz verdim.
– Bu kitap benim ruhumun ve ömrümün mahsulüdür. Ben ölünce nâdân bir cahile kalacak diye korkarım.
– Kitabın yüzüne baktıkça gönlüm eğlenir, emdiğim şeker kamışının sütü gibidir. Sakın kitabımı benden isteme. Çünkü bu, elimden sevgilimi almak gibidir.
– Eğer kendine hilesiz dost istersen, yalnız olduğun zaman eline kitap al. Benim için dünyada en aziz, en mukaddes ve en hayırlı arkadaş ve dost kitaptır.
– Eğer okuduklarını hafızanda saklayamazsan, kitap toplamanın hiçbir faydası yoktur. İlmin evdeyken bir mecliste bulunmayı ister misin?
– Bu benim malımdır diye övündüğün bir şey hakkında herkesin, bu vaktiyle falan kimsenin elindeydi demesi, onun senin de elinde kalmayacağını göstermek için yeterlidir.
– Bu zamanda en hayırlı arkadaş kitaptır.
– Dostların kitabına tama’ etmek kötü huyluluktur. Okuyup geri vermemekse civanmertlik değil, nâmertliktir.
– Benim sevgilim kitap ve kalemdir. Geride kalanların hepsi mihnet, endişe ve gamdır.”
Ali Emîrî’nin Kitap İçin Söylediği Şiir
Sîne-i şevkimde bir hırz-i mübînimdir kitâb Dîde-i endîşede nûr-i yakînimdir kitâb
Kalbgâhım merci’-i feyz-i necâtım rehberim Destgîrim mürşid-i hikmet karînimdir kitâb
Yâdgârıdır birer şems-i zekânın her biri Nûrdan bir âlem-i feyz âferînimdir kitâb
Bir mutalsam kenz-i lâ yüfnâsıdır endîşemin Şebçerâğım gevherim dürr-i semînimdir kitâb
Gülsitânımdırgül-i neşküftedir manâları Bir meserretgâh-i vicdân-ı hazînimdir kitâb
Sünbülistândır hutût-ı nevbenevdir sünbülü Bir teferrücgâh-ı tab’-ı şevkbînimdir kitâb
Âşıkan maşûk-ıgûnâgûnâ rabt-ı kalb eder Ehl-i aşkım ben de ma’şûk-ı güzînimdir kitâb
Dilber-i nevhatta bakmam var iken hatt-ı sutûr Yâr-ı cânımdır habîb-i nâzenînimdir kitâb
Âlemin mâzideki ahvâl-i gûnâgûnunu Keşf içün mu’ciznümâ bir dûrbinimdir kitâb
Hûr ile gılmâna benzer anda mazmûn u meâl Hoş geçer ömrüm benim huld-i berînimdir kitâb
Andadır esrâr-ı Kur’ân andadır feyz-i Kadîr Arş-ı dilde levh-i mahfûz-i yakînimdir kitâb
Hikmet anda marifet anda hakîkat andadır Hâsılı sermâye-i dünyâ vü dînimdir kitâb
Hâlik’a hamd u senâ olsun Emîrî rûz ü şeb Kurratülayn-i hayâtım hemnişînimdir kitâb
AHMET MİTHAT EFENDİ’NİN KİTAP AŞKI
Aziz dostum Muhsin Karabay’ın takdir ettiğim yönlerinden biri de, kitap konusunda gösterdiği titizliktir. O kadar ki, kendisine hediye edilmek istenen bir eserin bile parasını mutlaka verir, bu hareketiyle bedava bir hayatı ancak “bedava” insanların yaşayabileceğini isbat eder.
Gariptir ki insanlar her şeye para verirler de sıra kitaba geldi mi elleri bir türlü ceplerine girmez. Kitabın da bir meta’ olduğunu asla düşünmek istemezler. En lüzumsuz eşyalara yüksek meblağlar ödedikleri halde, -eğer azıcık okuma hevesleri varsa- onu da ucuz yöntemlerle gidermeye gayret ederler; “beleş” kitap için size “tebelleş” olurlar. Bir ara filan veya falan kitapları mutlaka okumak istediğini belirten ve sık sık kitap isteyen bir arkadaşa “Yahu, ben istediğin kitapları sana veririm, ama senin de para ödeyerek kitap alma hazzını yaşamanı çok istiyorum” demek zorunda kalmıştım.
Hemen belirtelim ki ödünç kitap vermek oldukça riskli bir iştir. Çünkü kitap elden çıktı mı -büyük ihtimalle- bir daha geri dönmez. Kısaca söylemek gerekirse, ödünç verilen eserin yerinde yeller eser.
Oğlu doktor Kâmil Bey’in verdiği bilgilere göre Hâce-i Evvel Ahmet Mithat Efendi’nin son derece zengin bir kütüphanesi vardı. Arapça’yı, Farsça’yı, Fransızca’yı, ve Çerkezce’yi mükemmel bir şekilde konuşan; İngilizce’yi, Bulgarca’yı, İtalyanca’yı ve Yunanca’yı da okuyan “Kırkambar” yazarının ambarında her türlü malzeme mevcuttu. Ayrıca kendisi büyük kütüphanelere aboneydi. Her hafta dünyanın dört bir yanından gelen kitaplarla, gazetelerle ve dergilerle bu hazine daha da zenginleşirdi.
Diğer kitap düşkünleri gibi Ahmet Mithat Efendi de, kimseye emanet kitap vermezdi. Bu konuda bir taleple karşılaştığı zaman gülümser ve şöyle derdi:
– Ben kütüphanemden dışarıya kitap vermem! Çünkü siz onu geri getirinceye kadar zihnim devamlı o kitapla meşgul olur. Ve benim başka işlerle uğraşmama imkân kalmaz. Eğer okumak istiyorsanız buyurun; kütüphanem emrinize âmâdedir. İstediğiniz kitabı çekip okuyun. Fakat alıp götürmemek şartıyla…
Tanıdıklarından birisi, Efendi’nin bu cevabından dolayı darılıp, “Demek bize bir kitabı bile emanet edemiyorsun?” şeklinde konuşunca da şunları söyler:
– Hayır, bu konuda bana gücenmeye hakkınız yok. Çünkü ben size değil, bizzat kendime güvenemiyorum. Meselâ, herhangi bir kimse bana iade etmek üzere kıymetli bir kitap verse, ben o kitabı geri veremem. Buna elimin ve içimin bir türlü varmayacağına eminim. Ne yapayım, kitap konusunda böyleyim. Herkesin de benim kadar kitaba âşık olduğunu, kıymet verdiğini umduğum için ödünç vereceğim kitabın geri gelmemesinden korkuyorum. Dolayısıyla kitap vermeyişim, dostlarıma emniyetsizlikten değil, aksine onların kitap sevgilerine karşı duyduğum emniyetten ileri geliyor.
Nitekim, sağa sola verdiği kitapların bir daha geri gelmeyi-şinden iyice bîzâr olan kitap âşıklarından biri, kütüphanesinin en göze çarpan bir köşesine şöyle bir levha asmış:
Sana yindek nasîhatim olsun
Ki ihtiyârınla ateşe girme
Karındaşın da olsa bir kimesne
Öpmek için bile kitabını verme Lâedrî
AYAKKABISI YAMALI EDEBİYATÇI
Bir toplumun seviyesi o toplumda yetişen bilginlere, sanat ve maharet erbabına gösterilen saygıyla doğru orantılıdır. Üzülerek belirtelim ki, bu ölçüyü kendi ülkemizin değerlerine uyguladığımız zaman, son derece vahim bir manzara ile karşılaşıyoruz. Hiç kuşkunuz olmasın ki, bu ülkenin en mağdur, en mâzlum insanları olarak kalem erbabını görüyoruz. Gazeteler ve televizyonlar sanatçı geçinen, fakat o güzelim kavramla hiçbir ilgisi olmayan bir âşüftenin, bir soytarının ölüm haberini günlerce sütunlarında ve ekranlarında büyüte büyüte, ballandıra ballandıra veriyorlar da bir bilginin veya gerçek bir sanatkârın vefatını ya duymazlıktan geliyorlar veya bir iki cümleyle geçiştiriyorlar.
Türkçe’nin en büyük, en kapsamlı sözlüklerinden birini yaklaşık dört bin sayfa ve dört büyük cilt halinde kaleme alan, eski valilerimizden Hüseyin Kâzım Kadri Bey, dünyasını terk ettiği zaman, bugün olduğu gibi o gün de devrin gazeteleri susmuşlar, onun ölüm haberine, sevgilisini öldüren kundura boyacısının haberinden daha az yer vermişlerdi.
26 Ocak 1934 tarihli Son Posta gazetesinde yayımlanan bir makaleden öğrendiğimize göre, merhum Hüseyin Kâzım Kadri Bey, bir gün yamalı bir lâstikle Galata Köprüsü’nde yürüyen tanınmış bir edebiyatçıyı yanındaki arkadaşına gösterir; bu hazin manzara karşısında üzüntülerini dile getirdikten sonra şunları söyler:
“On beşinci yüzyılın büyük üstadlarından Mevlânâ Hüsrev, İstanbul kadısı iken namaz kılmak için Ayasofya’ya gittiği zaman bütün halk mutlaka ayağa kalkardı. Ön safa geçmesi için kendisine yol verilirdi. Bugünün üstadları ise, işte gördüğünüz gibi, sağlam bir ayakkabı bile bulamıyorlar, âdeta yalınayak geziyorlar.
SULTAN REŞAD’IN DUASI
Osmanlı padişahlarının hemen hepsi dinine, vatanına ve milletine bağlı kimselerdi. Gerek yerli, gerekse yabancı tarihçiler tarafından kaleme alınan eserlerde onların dini konularda ne derece hassasiyet sahibi olduklarını çarpıcı tablolar halinde görüyoruz. Nitekim son Osmanlı hükümdarı Sultan Vahideddin’in “Bizim hanedanımızdan her türlü insan gelmiştir; fakat dinsiz birine rastlamak mümkün değildir” şeklinde konuştuğu rivayet edilmiştir. “Padişahlarımızın Din Gayreti ve Vatan Muhabbeti” adındaki eserinde Ahmet Refik Altınay bu konuyu en güzel şekilde incelemektedir.
Sultan Reşad da ecdadı gibi dini hassasiyet sahibi bir hükümdardı. Yaşlı başlı bir “şehzade” olarak tahtta çıkan Hünkâr’ın bir ara mesanesinde taş olduğu tesbit edilir. Cemil Paşa’nın da araya girmesiyle ameliyat kararı verilir ve Berlin’den İsrael adında ünlü bir cerrah getirtilir. Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra Yıldız Sarayı’nda başarılı bir ameliyat gerçekleştirilir.
O sırada Mâbeyn Başkâtibi olan ünlü romancımız Halid Ziya Uşaklıgil hatıralarında manzarayı şöyle anlatır:
“Bunu haber alınca Hünkâr’ın hatırını sormak için acele Yıldız’a gittim. Her zaman olduğu gibi, Başmabeyinci Tevfik Bey’in odasına uğradım. Daha sonra Esvapçıbaşı Sâbit Bey de oraya geldi. ‘Efendimiz sizin geldiğinizi işittiler, pek memnun oldular. Kendileri yatakta yorgun bir haldedirler. Fakat mutlaka sizi görmek istiyorlar. Onun için hemen gitmelisin!’ dedi.
Büyük mabeynden Hünkâr’ın hususi dairesine kadar epeyce uzun bir yol vardı. Sabit Bey’le görüşerek yürüdük. O, bana Hünkâr’ın tevekkülünden söz etti. Ameliyat başlamadan önce kıbleye dönerek dua etmiş, “Memleket ve millet için zararlı olacaksam Cenab-ı Hak beni bu ameliyat masasından kaldırmasın!” demiş ve etrafındakilerden helâllik diledikten sonra büyük bir metanetle yatarak kendisini tabiplere teslim etmişti. Sultan Reşad’ın ne kadar mütevekkil ve mütedeyyin olduğunu bildiğim için bu hikâyeyi hiç hayret etmeden dinledim”
Mevlevî padişah bu ameliyattan sonra iki yıl daha yaşadı. Vefat ettiği zaman Eyüp’te bizzat kendisinin yaptırdığı türbeye gömüldü.
İŞTE DOSTLUK BUDUR
Üç şey vardır ki dünyada onun verdiği lezzet gibi başka bir lezzet yoktur:
1- Tilâvetü’l-Kur’an
2- Mülâkatü’r-Rahman
3- Müsâhabetü’l-İhvân
Kur’an-ı Kerim, Allah kelâmıdır. Dolayısıyla bu ilâhi kitabı okuyan kimse Cenab-ı Hak ile mülâkatta bulunmuş olur. Dostlarla sohbet etmek ise, fâni hayata ebediyyetin izlerini nakşeder. Hiçbir lezzet kalıcı değildir. Oysa gerçek anlamda dostlarla yapılan sohbetin tadına doyum olmaz ve böyle meclislerde söylenen sözler, hükmünü sürdürür. Böyle bir tane bile dostunuz varsa kendinizi mutlu insanlardan kabul edebilirsiniz.
Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Akif’le Babanzâde arasındaki samimiyeti anlatırken şöyle çarpıcı bir cümle kullanıyor: “Akif ile Ahmed Naim Bey, her gün birbirlerine muhtaç olacak kadar dosttular.”
Elhak doğrudur. Onlar bugün de Edirnekapı Mezarlığı’nda yan yana yatıyorlar ve mahşer sabahını birlikte bekliyorlar.
Unutmayalım, “Kişi sevdiğiyle beraberdir!”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Anı - Anlatı Deneme Edebiyat
- Kitap AdıÇınaraltı Kitap Sohbetleri
- Sayfa Sayısı296
- YazarDursun Gürlek
- ISBN9789753626668
- Boyutlar, Kapak13,5 X 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviTimaş / 2009
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Çivisi Çıkmış Dünya (Uygarlıklarımız Tükendiğinde) ~ Amin Maalouf
Çivisi Çıkmış Dünya (Uygarlıklarımız Tükendiğinde)
Amin Maalouf
Türk okurunun daha çok tarihsel romanlarıyla tanıdığı Maalouf, bu kez “medeniyetler çatışması” adı altında kuramsallaşıp yasallaşan ve dünyadaki bütün kültürler ve halklar için felakete...
- Son Voli – Serserilik Zor Zanaat ~ Vecdi Çıracıoğlu
Son Voli – Serserilik Zor Zanaat
Vecdi Çıracıoğlu
Deniz mutedil dalgalıya geçmişti; gök bulutsuz, fare tüyüydü. Başımı kaldırıp bakmadım ama öyleydi, mutlaka öyleydi. Çünkü denizin rengi de aynıydı. Bu mevsimde, bu aylarda,...
- Leuko ile Söyleşiler ~ Cesare Pavese
Leuko ile Söyleşiler
Cesare Pavese
Pavese’nin en iyi kitabı olarak değerlendirdiği Leuko ile Söyleşiler, İtalyan edebiyatının olduğu kadar dünya edebiyatının da benzersiz başyapıtlarından biridir. Leuko ile Söyleşiler’de Pavese, yaşam...