Cahiz’in Cimriler Kitabı, dünya edebiyatında cimrilik üzerine yazılmış, felsefî içerik taşıyan derli toplu ilk kitaptır. Cimrilerin, servetlerini koruma adına başvurdukları oldukça şaşırtıcı önlemler; kiracılardan şikâyetleri, misafir ağırlamamak için bulunan yöntemleri kısa, özlü hikâyelerle anlatılmakta; sofraya konulan ekmek sayısından suyun ekonomik bir biçimde değerlendirilmesine, elbiselerin yama yapılarak mümkün olduğunca uzun süre giyilmesine kadar, yaşam için gerekli olan her şeyin nasıl tutumlu bir şekilde kullanılabileceği çeşitli örneklerle gözler önüne serilmektedir. Cimrilik ruhu, cimrileri filozoflaştırmış ve bir anlamda iktisat felsefesinin ilk nüveleri onların kendi fikirlerini savunma çabalarından doğmuştur.
Cimriler Kitabı: Bu kitap, cimrileri anlamak ve aklımızı başımıza devşirmek için ilk evrensel çağrıdır!
***
…..
Ana Fikirlerini Yansıtan Eserlerinden Seçmeler
Câhiz’in çeşitli görüşlerini en iyi yansıtan en ünlü eseri, ‘Kitâbü’l-Hayevân’ yani ‘Hayvanlar Kitabı’dır. Bu yapıt sadece hayvanlardan bahsetmez; aynı zamanda çeşitli kültürlerin hayvan anlayışından, hayvanla insan arasındaki ortak ve farklı yönlerden, hayvan psikolojisinden, hayvanların ve insanların mutasyonundan, hadım edilmiş hayvan ve insanlardan, kâinatın nasıl oluştuğundan; sudan, havadan, Zerdüşt dininden, ateşin doğasından, insan ve ateş arasındaki benzerliklerden, yazı yazmanın külfet ve zevkinden bahseder. Ancak kitabın ana konusu hayvandır ve Câhiz pek çok hayvanı tasvir ederken kendi gözlemlerinden faydalanmıştır. Ona göre, halka sunulacak kitaplarda bilimsel konular biraz komik, alaycı ve basitçe verilmelidir; çünkü halkın bir konuya dikkatini çekmenin yolu budur.
Câhiz’in bu eserinde evrimci yaratılış teorisinin izleri vardır. İlk Yaradılış, Tanrı’nın özgür iradesiyle olmuştur ve yine Tanrı’nın doğaya koyduğu yasalar (= Sünnetullah) çerçevesinde bitkiler, hayvanlar ve insan, kendi coğrafî konumuna uygun bir şekilde evrilip değişime uğramıştır. Kısaca evrim, Tanrı’nın yaratılış yasasıdır. Câhiz esasında kozmolojik evrimi benimsediği için bitki, hayvan ve insanı da bu çerçeve içinde belli yerlere koyar. Türlerin evriminde sabitliği değil değişkenliği öne çıkarmıştır.1
Aşağıda Kitâbül-Hayevân’dan bazı ilginç bölümler bulunmaktadır.
Canlılardaki Yapısal Değişime Dair
İnsanlar “Mish”2 hakkında birbirlerinden farklı şeyler söylemişlerdir. Kimileri onların üreyemeyeceğini savunarak halka ibret olacak kadar yaşayıp öleceğini söylerler. Böylece bu garip canlılar, Tanrı’nın varlığının ve kudretinin kesin belgesi olarak algılanacaklardır. Kimileri de değişim geçirmiş bu tür canlıların uzun süre yaşayabileceğini ve üreyebileceğini savunmuştur.
“Mesh”3 olayının bizzat kendisine gelince, insanlar bu konuda da görüş ayrılığına düştüler: “Dehriyye” grubu4 iki kısma ayrıldı; kimileri meshi inkâr edip sadece “hasf”i5 bir deprem türü olarak yorumlayıp kasırga, tufan gibi doğal olayların varlığını; “kazf”ı6 ise ancak irileşmiş dolu tanesinin yere sertçe düşmesi anlamında kabul ederek taşların asla gökten düşmeyeceğini savundular. Bu türden dehrîler; “Bu dünyada meydana gelebileceği konusunda herkesin görüş birliği ettiği şeyleri kabul ederiz, başka bir şeye inanmayız,” demişlerdir. Bu grup “mesh”i tamamen inkâr etmiştir.
Diğerleri ise havanın bazı bölgelerde aşırı kirlenip bozulmasından ötürü o civardaki suların da değişime uğrayıp bozulacağını, bu kirlenmenin orada bulunanların, zamanla, önce yaşam biçimlerine tesir edeceğini; daha sonra o kimselerin doğalarının da değişebileceğini savunmuşlardır. Meselâ Zenciler, Slavlar ve Ye’cûc-Me’cûc ırkının doğasında bu tür bir dönüşüm gerçekleşmiş olabilir. Biz, tanık olduğumuz bir dönüşümden bahsedelim; bedevî Araplar Horasan’a girdiklerinde sıradan bir bedevî idiler. Ama tüm özelliklerinden nasıl da sıyrıldılar! Sen Türk toprağında yetişmiş yabani yahut evcil develere ve sığırlara baktığında onların da karakterinin çevreye uyum gösterdiğini; Türkler gibi dayanıklı olduğunu görürsün.
Bilmen gereken bir gerçek de şudur; yeşil alanda yetişen çekirge, tırtıl ve kurtların yeşil olduğunu; ama yine bu familyalardan olan hayvanların başka ortamlarda başka renkler aldığını görürsün. Bitleri düşün, siyah saçlı delikanlının başında siyah, ak saçlı ihtiyarın başında beyaz; alaca saçlarda alacadır.
Biz bazı nehirlerde teknecilik yapan öyle Nebatlılar gördük ki suratları adeta bir maymun gibiydi. Batı Afrika’dan gelen bir adamla “Mish” denen dönüşüme uğramış canlı arasında bize göre çok az bir fark vardır. Batı Afrikalı veya Nebat ırkından olan bu tür insanlar bozuk hava, kirli su ve pis topraktan etkilenerek bu hale gelmiş olabilirler. Herhalde bilgi seviyeleri çok düşük olmalı ki o topraklardan göçmeyi düşünemediler ve böylece birbirlerine, yurtlarına ve evlerine duydukları aşırı bağlılık nedeniyle bu şekle dönüştüler. Zaman geçtikçe içinde yaşadıkları çevre, onların saçlarını uzatmış, kuyruklarını büyütmüş, yüzlerini soldurmuş ve onları şeklen maymuna dönüştürmüş olmalı…
İşte bu son grup, saydığımız çevre ve doğa koşulları altında “mesh”i; yani yapısal dönüşümü kabul etmişler ve “Çünkü o canlılar doğa yasalarına boyun eğdi; büyük zaman dilimleri içinde evrilerek bu hale geldi. Bu da bizim görüşümüze aykırı değildir; sizin görüşünüz için bir dayanak olmasa da,” demişlerdir.7
Câhiz’in, çağındaki çeşitli siyasî ve dinî gruplar hakkında da yazdığını belirtmiştik. O dönemde ırk unsurunu öne çıkartan Araplara karşı güçlü bir muhalefet sergileyen “Şuûbiyye” akımının ciddî yazarları vardı ve eserleri hem merkezde hem de çevrede takip ediliyordu. Câhiz, temelde Arapları sevmesine rağmen zaman zaman hem Şuûbiyye’nin, hem de Arapların aşırılarıyla alay etmiştir. Bir dost ricasıyla yazdığı siyahlarla ilgili ünlü eserinde yarı şaka yarı ciddî, siyah ırkın nasıl da en şerefli, en temiz ve en asil kana sahip olduğunu(!) tumturaklı ifadelerle –ve bıyık altından güldüğünü hissettirerek– anlatmaktadır. Ona göre siyah ırk asıldır. Araplar da ikinci dereceden siyah sayılırlar;8 yani zencilerin bir koludurlar! Siyahlar iyi savaşır, iyi sevişir, iyi dans eder, çabuk öğrenir ve amaçlarına varmak için her acıya dayanırlar. Câhiz’e göre siyahlar, pembe ve beyaz tenlilerden daha gelişmiş, daha zekî bir ırktır!
Bu yüzden işi abartıp hiç üşenmeden –belki de dost ricasıyla– Siyahların Beyazlara Üstünlüğü9 başlığıyla yüz sayfalık bir kitap yazmaktan kendini alamamıştır. Gerçi Câhiz biraz da modern zamanların üslup düşkünü profesyonel yazarlarına benzediği için; gerektiğinde Türklerin veya Arapların üstünlüklerini de gayet ciddî ve inandırıcı bir tarzda anlatmaktan geri durmaz, ama hiçbiri zencilerle ilgili kitapçık kadar keyif verici değildir.10 Bakalım ne diyor Câhiz Usta:
Siyahların Beyazlardan Üstünlüğüne Dair
“Çok merhametli ve çok bağışlayıcı Allah’ın adıyla;
“Dostum! Daha önce yarı zencilerle ilgili kitabımı11 okuduğunu ve büyük keyif aldığını belirtmişsin. Orada ben, asıl zencilerin üstünlüklerine pek değinmemiştim. Bilesin, özellikle bu işi geriye bıraktım… Ayrıca benden, zencilerle ilgili, şöyle dopdolu bir kitap yazmamı istemişsin; tam da denk düştü; epeydir onların üstünlüklerine dair malzeme topluyordum. İşte şimdi sana yazıyorum. Önce ünlü kişilerden başlayayım…
“Lokman Hekim var ya, hani şu meşhur tabip, Kur’an’da adı geçen bilge kişi… İşte o adam zencilerdendir. Haccac’ın öldürdüğü cesaret ve bilgi timsali ulu insan Saîd b. Cübeyr de zencidir. Saîd hiçbir zaman ve hiçbir şartta gerçeği söylemekten çekinmezdi, İbn Abbâs’ın yakın dostlarındandı. Bilâl Habeşî de zencidir. Hz. Ömer, o koca heybetli halife, Bilâl’e öyle saygı beslerdi ki şöyle dediği kayıtlara geçmiştir: ‘Ebûbekir bizim efendimizdir, beyimizdir; o, başka bir efendimiz olan Bilâl’i azat etti. O, bu dinin üçtebiridir.’ İslâm’a girdiğini cesurca haykıran ve bu din için at sırtında ilk mücadele eden Mikdâd İbnü’l-Esved de bir zenciydi.12 Fakih Mekhûl da zenciydi.13 Aklı, ileri görüşlülüğü, tutarlılığı ve etkileyici şiiriyle öne çıkan Şair Haykutan da siyahlardandır. Haykutan’ın Kureyşliliğe karşı Yemenliliği öne çıkaran ünlü şiiri başta Habeş zencileri olmak üzere pek çok yabancı Müslüman tarafından (ırkçı) Araplara karşı güçlü bir edebî silah olarak kullanılmıştır.14 Gelelim, zencilerin meziyetlerine…
“İnsanlar yeryüzünde zencilerden daha cömert bir ulusun mevcut olmadığı konusunda neredeyse hemfikirdirler. Yine herkesin malûmudur ki hiçbir millet kanı kaynayan şu zenci milleti kadar usta değildir ritmin ve ölçünün başı çektiği danslarda.15 Ayrıca yine onlar kadar hiçkimse usta olamaz, küçük davulları özel bir maharetle çalmada. Hem de hiç ders almadan, kendiliğinden beceriverirler en zor vuruşları16 En kolay, en keskin ritimli ama en az uzatılan hecelerle dolu dil onlarındır. Zenciler aynı zamanda güçlü bir bedene, dayanıklı kaslara sahiptirler. Şu bedevî Arapların bir bölüğü toplansa, tek bir zencinin kaldırdığı taşı yerinden kaldıramaz. Cesaret ve cömertlik; kuvvet ve merhamet ancak gerçek asillerde bulunur. Sen zenciye baktığında bunları görürsün. Şu güçlü, iyi huylu zenciye yaklaş ve nasıl da yumuşak bir kalbe sahip olduğuna, otuz iki dişi görünecek denli nasıl da kahkaha attığına17 bak! İşte dostum bence insânî yücelik, şan ve kalite budur! Biliyorum azizim, bazı kendini bilmez zır cahiller burun kaldırıp dudak bükerek ‘Hıh!..’ diyecekler, ‘Zenci milletinin cömertliği ve cesareti ancak saflığından, herkesin onları kandırmasından dolayıdır. Adam geleceğini düşünmüyorsa, onu övmek mi gerek?’ diye sürdürecekler laflarını. Madem böyle bir üslupla kafa ütülüyorlar, onlara sormak gerek; milletin en meymenetsiz, en acımasız, en cimri ve en korkağına en akıllı, en bilgili ve en yetkin kişi mi diyeceğiz?
“Enteresandır, siyah renk çoğu yerde kalite, asalet ve heybetin belirtisi olmuştur. Devenin siyahı, koyunun siyahı, atın siyahı hep aranmış, nadide sayılmıştır. Hatta şöyle bir bak çevrene, incele tabiatı; nerede kapkara bir taş, nerede simsiyah bir dağ görürsen o taşın ve o dağın çok sert olduğunu ve insanlarda saygı uyandırdığını keşfedeceksin. Hurmanın hası siyahtır, en kaliteli parfüm kaynağı olan öd ağacının hası simsiyahtır. İnsan bile kendi dekorunu, simsiyah saçlar ve iri gözlerle tamamlıyorsa çok etkileyici değil midir? Bir de siyah sürme çektiyse o gözlere… Sen de bilirsin, bir kadının en muhteşem anındaki en güzel parçası, öpmeye hazırlanırken kıvrılan dudaklarıdır. İri, siyaha çalan kan rengi dudaklara hangi can dayanır bu dünyada? Şair Zürrumme’nin şu dizelerine kulak ver:
‘Sevgilimin dudakları yumuşak, siyâhî kızıl,
Gülümser, güldüğünde çözülür dizimin bağları.
Ağzı sığınağımdır, orada depreniş, huzur,
Beyaz dişlerinden eser, taze sabah rüzgârı’18
Câhiz’in ilginç kitaplarından biri de Türkler hakkında yazdığı Menâkıbu’t-Türk’tür. ‘Türklerin Erdem ve Üstünlükleri’ diye çevrilebilecek bu eser, Abbâsî ordusunda gittikçe güçlenen Türklerin sosyal konumunu takviye etme ve Araplardan doğacak bazı hoşnutsuzlukları giderme amacıyla yazılmış gibidir.19
A. Sait Aykut
CİMRİLER KİTABI:
PSİKOLOJİK VE TOPLUMSAL BİR ELEŞTİRİ KLASİĞİ
Zeki insanların komik ve yer yer marazî cimrilikleri, Kindî gibi ünlü bir filozofun kira ve kiracılar konusundaki şikâyetlerinden tutunuz da yemeğini misafirinden saklamak için kaç yönteme başvurulabileceğini araştıran sivri akıllıların kusursuz bahanelerine kadar yüzlerce hikâye yer alıyor bu eserde.
Kitabın kahramanları dikkatle araştırıldığında, karşımıza birkaç temel tip çıkacaktır. En dikkat çekici tip kuşkusuz, saraya yakınlığıyla epey palazlanmış ama sahip olduğu zenginlikten çevresine zırnık koklatmayan bürokrat tipidir. Böyle bir bürokrat, saraydan çıkacak hediye başkalarına gitmesin diye akıl almaz çarelere başvurabilir. Bir diğer tip ise ticaret veya tefecilikle zengin olmuş yeni tacirlerdir. Zaman zaman İngiliz hasisliğini ve disiplinini andıracak şekilde görüş beyan eden bu yeni zenginler paranın kıymetini çok iyi bilmekte; yatırım yaparken kılı kırk yarmakta, parayı verirken oğullarına bile güvenmemektedirler. Başka bir tip de henüz şehir hayatına ve klasik Arap mürüvvetine alışamamış yeni göçmen sınıftır. Bunlar Horasan ve İran gibi uzak diyarlardan gelmişler, okumuşluk oranları ve servet düzeyleri yüksek olsa bile gerektiğinde harcamayı ve zevk u safâyı öğrenememiş ham adamlardır. Câhiz gerçekçi olduğu kadar, alaycı ve şüphecidir de. Zekâlarıyla övünen zenginlerin ve kültürlü adamların cimriliklerini ince bir espriyle sunar bize; ama yer yer kırıcı davrandığı da olur.
Câhiz’in cimrileri tamamen yerme, cömertleri göklere çıkarma gibi bir amacı yoktur. Cimrilerin para ve servetin birikimiyle ilgili savunmalarını o kadar dikkatli verir ki, kendi çapında bir iktisat felsefesinin nüvelerini bulursunuz bu söylevlerde. Yine Filozof Kindî örneğine dönersek küçük kentsoylu okumuş kimselerin evlerini bir birikim aracı olarak kullanma ve koruma konusundaki titizliği okuyucuyu şaşırtacaktır. Kiracı, ev sahibi için sütü sağılacak bir inek olmaktan da öte hakiki bir baş belası haline gelebilir. Eve ciddi hasarlar verebilir, kendisinden sonra kullanılamayacak duruma düşürebilir güzelim evi; üstelik kiralarını asla tam zamanında ödemez, hatta saf ve iyi yürekli(!) ev sahibini kandırarak onu sonu gelmez masraflara sokabilir, iflas ettirebilir ve evini elinden alabilir. Oysa sermayenin korunması ve gelecek nesillere daha kârlı bir şekilde aktarımı için kiracının kurduğu tuzaklara düşmemek gerekmektedir.
Servetin nasıl kullanılacağı ve korunacağına ilişkin olağanüstü ilginç ve hatta bazılarına göre son derece gerçekçi fikirlere sahip olan Sehl b. Harun’un ünlü söylevine bakarsak para, bilimden de önce gelir ve kendi başına bir değer ifade eder. Çünkü bilimin üretilmesi ve çeşitli amaçlara yönlendirilmesi parayla olur. Bu yüzden zenginlik ve sermayeyi elinde tutanlar gücün de sahibi olurlar. Sehl b. Harun serveti koruma ve israftan kaçınma konusunda verdiği öğütlere gülenleri eleştirmekte ve israfla ilgili evvelce yaşanmış acı örnekleri vererek muhataplarını sert bir şekilde uyarmaktadır.
Câhiz, cimriliğin insanları nasıl da zekice örnekler vermeye yönelttiğini anlatır bize. Cimrilik ruhu, –ki bazılarına göre tutumluluk ve iktisatçılık diye adlandırılmalıdır(!)– peşine taktığı insanları, hikmet, felsefe, tıp bilgisi ve toplum alanlarında olağanüstü yetenekli yapmıştır. Bu “tutumlu” ve “ileri görüşlü” insanlar, hurmanın dış kabuğunun nasıl yenmesi gerektiği, çekirdeğinin hangi hastalıklara ilaç olarak kullanılacağı, balığın gözlerinin ne işe yaradığı gibi onlarca konuda halkı aydınlatmakta; yemeği ne şekilde yiyen insanların ne tür huylara sahip olacağı konusunda psikoloji dersleri vermekte; para-insan ilişkisinin sağlık ve uzun ömürle irtibatını açık seçik ve reddedilemez bir biçimde gözler önüne sermektedirler.
Câhiz kitabında ciddiyetle şakayı ustaca karıştırır ve yorumu daima okuyucuya bırakır. Sadece bir iki yerde kendi görüşünü belirtmiştir.
Bu kitabın dünya edebiyatında bir benzeri yoktur.
A. Sait Aykut
Mayıs 2004, İstanbul
————
1 İslâm düşüncesinde evrimci yaratılış konusunu inceleyen kısa ama en yetkin eser Mehmet Bayraktar’ın kitabıdır; meraklılar oraya başvurabilirler. M. Bayraktar, İslâm’da Evrimci Yaratılış Teorisi, Kitabiyat Yay., Ankara, 2001.
2 Mish: Arap edebiyatında ve kutsal metinlerde çeşitli nedenlerle görünümü değişmiş, metamorfoz geçirmiş canlılar.
3 Mesh: Arapçada hem çarpılma hem de metamorfoz, fiziksel dönüşüm demektir.
4 Dehriyye: O çağın materyalist gruplarıdır; onlar sadece tabiata ve zamanın etkisine inanırlardı.
5 Hasf: Arap edebiyatında ve kutsal metinlerde yerin ansızın çökmesi, çok büyük bir alanın ansızın altüst olması demektir. Zelzeleden daha farklı ve korkunç olduğu belirtilir.
6 Kazf: Kutsal metinlerde gökten taş ve benzeri iri şeylerin düşerek insanları öldürmesi anlamına gelir. Arapça “kazf” fırlatmak demektir. Mecazen birine suç yükleme, iftira atma anlamında da kullanılır.
7 Bkz.: Câhiz, Kitâbü’l-Hayevân, bilimsel ed-kritik: Abdüsselam M. Harun, Beyrut, 1969, c. 4, s. 68-73; ayrıca bkz.; A. Sait Aykut, “Câhiz ve Kitâbü’l-Hayevân”, Cogito, Sayı: 32, Yaz 2002, s. 28-32.
8 Câhiz, Araplar için “Eşbâhü’l-Hüllas” der. Bu terim melez anlamına gelir.
9 Kitabın Arapça başlığı: “Kitâbu Fahri’s-Sûdân ale’l-Bıydân” şeklindedir. A. Sait Aykut tarafından yapılan çevirisi yakında Bordo-Siyah Yayınları’nda çıkacaktır.
10 Câhiz’in söz konusu kitabı ve zenci ırkı hakkındaki görüşleri için bkz.: A. Sait Aykut, “Kan: İsmi Cisminden Ağır”, Cogito, Sayı: 37, Güz 2003, s. 162-180.
11 Câhiz, bazı uluslara, –onları halis siyah zencilerden farklı gördüğü için– zenci kırması ve melez anlamında Eşbâhü’l-Hullas demiştir. Onun yarı zencileri başta Hintliler, Sindliler, Seylanlılar olmak üzere Benî Süleym gibi Arap kabileleridir. Araplar da ulusça eski siyah ırkın biraz rengi açılmış torunlarıdır. Yarı zencilerle ilgili kitabı “Kitâbu’s-Surahâ ve’l-Hücenâ”dır. Bkz.; Câhiz, Resâil, “Kitâbu Fahri’s-Sûdân”, neşreden: Abdülemîr Ali Mühennâ, Beyrut, 1988, s. 125.
12 Mikdâd, peygamber tarafından övülen bir savaşçıydı. Peygamber şöyle demişti bir keresinde: “Allah bana dört yiğit adamı sevmemi emretti ve kendisinin de bu dört kişiyi sevdiğini haber verdi; Ali, Mikdâd, Ebû Zer ve Selmân’dan bahsediyorum.” Bk., Câhiz, age, s. 128.
13 Mekhûl b. Ebî Müslim Şohrâb b. Şâdil el-Hüzelî (ö: 112 h./730 m.). Kendi döneminde Sûriye ve civar bölgelerin en iyi hukukçusuydu. Yüzlerce öğrencisi vardı. Hayat öyküsü ilginçtir. İran’dan gelen Mekhûl’un asıl vatanı Kâbil’dir. Gençliğini orada geçirdi, sonra savaş esiri olarak Mısır’a getirildi, Mısırlı bir kadın onu beğendi ve satın aldı. Kendi soyadı el-Hüzelî, kitaplarda geçtiği üzere bu kadının soyadından alınmıştır. Nihayet, formalite icabı süregiden kölelik/ev kâhyalığı vazifesinden azat oldu ve kendini kitaplara verdi. Irak, Sûriye ve Hicaz’ı gezerek onlarca bilginden ders aldı. Belki Hint Dravid ırkından gelip rengi tamamen esmer olduğu için Câhiz onu bu bölüme koymuştur. Bkz.: Zehebî, Târîh, Beyrut, 1985, c. 5, s. 3-6.
14 Metinde efsanevî şair Cerir’le zenci şair Haykutan arasındaki atışmadan bahsediliyor. İki sayfa süren 34 dizelik şiir, etkileyici bir fahriye ve ihticâc (= övünç ve polemik şiiri) örneği. Usta Câhiz bile şiiri beğenmiş olmalı ki beş sayfa boyunca şiirde geçen tarihî kişileri ve sembolleri açıklamış. Bkz.: age, s. 130-136.
15 Metindeki ifade: “el-Muwakka’ el-Mevzûn” şeklindedir.
16 Tam 1150 yıl önce yazılmış bu satırlar, zenciler ve dans konusunda târihî belgelerden sayılmalıdır. Câhiz, milâdî 864 yılında vefat etmiştir.
17 Metindeki ifade: “Tayyibe’n-nefs, dahûke’s-sinn” şeklindedir.
18 -B-kafiyeli bir şiir. Şöyle başlıyor: Lemyâu fî şefeteyhâ huvvetun leas; Ve fil-lethâti ve fî enyâbihâ şeneb.
19 Bkz.: Câhiz, Resâil, “Menâkıbu’t-Türk”, neşreden: Abdülemîr Ali Mühennâ, Beyrut, 1988, s. 11-72.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Felsefi Metinler Hiciv-Mizah
- Kitap AdıCimriler Kitabı
- Sayfa Sayısı192
- YazarCâhiz
- ÇevirmenSelahattin Hacıoğlu
- ISBN9786053541264
- Boyutlar, Kapak12x21, Karton Kapak
- YayıneviBORDO SİYAH / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Başıma Gelenler Şaka Mı? – Neşeli Günlük 3 ~ Selcen Yüksel Arvas
Başıma Gelenler Şaka Mı? – Neşeli Günlük 3
Selcen Yüksel Arvas
Hayat ne kadar güzel! Ağzım kulaklarımda, burnum havada, gözüm yükseklerde, keyfim yerinde. Kalp kalp kalp… Yaşadıklarım rüya mı yoksa gerçek mi diye sık sık...
- Türk Mizahçıları Nüktedanlar ve Şairler ~ Hilmi Yücebaş
Türk Mizahçıları Nüktedanlar ve Şairler
Hilmi Yücebaş
Hiciv oklarıyla donanmış bir dil, mizah muhafazasına yerleştirilmişse inanın insanı öldürmez süründürür. Böyle bir dilden yararlanmış insanın vay haline! Mizah, hiciv oklarının açtığı yaraya...
- O Kadar da Uzun Boylu Değil ~ Akif Beki
O Kadar da Uzun Boylu Değil
Akif Beki
“Neden bitti!” diye soruyorlar İlk kırılma nerede yaşandı? Nasıl başladığını soran yok Besmele her şeyin başı İlk kırılma da oydu Son kopuşsa şu cümlede...