Bahanelerin ardında yatan gerçekliği sorgulamak…
Alman çocuk ve gençlik edebiyatının yükselen yıldızlarından Salah Naoura’nın yeni “harikası” Çılgın Süpürge Şipşak, kırmızı bir kanepede başlayıp tozlu çöl yollarına uzanan, casusluk filmlerini aratmayan, çılgın mı çılgın bir roman!
Hakikatlere ve uydurmacalara meydan okuyan olağanüstü kurgusuyla en çetrefilli maceralara bile parmak ısırtan bu sürükleyici roman, yalana başvuran ile yalandan sakınanı baş döndürücü bir hikâye zincirinde buluşturuyor.
İnsanların zaafları ile yersiz istek ve arzuları üzerine düşündüren çok katmanlı anlatımıyla bir çocuk romanından fazlasını vadeden Salah Naoura, tüketim kültürünün vazgeçilmez unsurlarından reklam ve pazarlama taktiklerini de ince ince eleştiriyor.
Hafta sonu ödevimi ne yazık ki yapamadım. Hepsi, Şip-Şak’ın suçu.
Bir elektrikli süpürge bu. 3A sınıfından arkadaşım Gerti ile birlikte onu değiştirmemiz gerekiyordu, bu yüzden dünya turuna çıkmak zorunda kaldık. Yetkili firma dünyanın öbür ucundaymış. Avustralya’nın oralarda bir yerde. Geri döndüğümüzde pazar akşamı olmuştu bile, saat çok geçti ve ben de çok yorgundum. Ödevimi yarın yaparım.
Akıllara durgunluk verecek hikâyemiz; bu kısa, öz ve son derece inandırıcı (!) mazeret yazısıyla başlıyor. Lara, Gerti ve Ralf, Güven Müdür’ün odasında, tam on beş gün boyunca anlattıkça anlatıyor. Fakat, başlangıçta ceza olarak planlanan bu buluşmalar kısa bir süre sonra arkası merakla beklenen hikâye anlatma oturumlarına dönüşüyor. Olaylar dallanıp budaklandıkça işin içine esrarengiz sırlar ve tuhaf insanlar karışıyor. Ve heyecan her geçen gün artıp büyük sona doğru nefesler tutuldukça, dinleyenlerin merakı ve ilgisi katmerleniyor!
Çocuklardaki hayal gücünün sınır tanımazlığını dâhiyane bir kurguyla bizlere göstermeye çalışan Salah Naoura, insanlığın en kadim geleneklerinden hikâye anlatıcılığına bambaşka bir yorum kazandırıyor.
Başından sonuna kadar eğlenceyi bir an bile eksik etmeyen Çılgın Süpürge Şipşak, ezber bozan yapısıyla son yılların en etkileyici çocuk romanlarından biri!
İnek Tuzağı
Müdür Günter Güven, çocuklardan nefret ediyordu! Küçük, kırmızı arabasıyla okula giderken, ah şu çocuklar! diye düşünürdü her sabah. Kim icat etmişti ki bunları? Salyalı malyalı, düzenbaz, hilebaz, ele avuca sığmaz, yerinde durmaz küçük canavarlar! Ceketlerini, ayakkabılarını sağda solda bırakıp dururlar, kapıları çarparlar, küstah cevaplar verirler ve tüm dişleri kararana dek ağızlarına şekerleme tıkıştırırlar! Avazları çıktığı kadar öyle bir bağırırlar ki cam çerçeve iniverir! O iğrenç çikletlerini duvarlara, sıraların altına, tahtaya yapıştırırlar! Büyük teneffüste ellerindeki çöpleri öylece yere atıverirler; üstelik okul bahçesinin her bir köşesinde gıcır gıcır, devasa çöp kovaları olmasına rağmen. Hele de uydurdukları şu bahaneler yok mu… Palavranın bini bir para! İnsanı suya götürüp susuz getirirler!.. Günter Güven’e, yani herkesin hitap ettiği şekilde Güven Müdür’e göre, en fenası da bu bahanelerdi işte. Yıllar yıllar önce, kendisine maval okuyan çocuklarla acı tecrübeler edinmişti. O zamanlar genç bir adam sayılırdı ve henüz müdür değil, öğretmendi; hem de işini çok seven ve her sabah büyük keyifle okula giden genç bir öğretmen. Şu korkunç “inek tuzağı faciası” meydana gelene kadar… Sıcak bir yaz günüydü. Güven Öğretmen, şehrin epey dışındaki bahçeli evine varmıştı.
Bahçenin dört bir yanında çiçekler açmıştı; harikulade, kıpkırmızı kirazlar olgunlaşmış, güneşin altında ışıl ışıl parlamaya başlamıştı. Ancak ne yazık ki birkaç gün sonra bu küçük bahçeye kiraz hırsızları dadanmış, alttaki dalları öylece, dımdızlak bırakmışlardı. Küçücük bir kiraz tanesi bile kalmamıştı! O incecik dalları, yaprakları bile koparmışlardı! Üstelik, içeri girerken, medeni insanlar gibi bahçe kapısını kullanmak yerine Güven Öğretmen’in bahçesini çevreleyen o eski, fevkalade çiti yıkıp geçmişlerdi, hem de kaba ve dikkatsiz bir şekilde.
Güven Öğretmen içini çekti. Çiti onarmak için garaja gidip alet çantasını almak üzereydi ki tuhaf bir ses işitti. Önce bir yaprak hışırtısı, derken kısık sesli bir “Şşt!” nidası. Çok tuhaftı! “Çıkın ortaya!” diye seslendi Güven Öğretmen. Hiçbir şey olmadı. “Sadece bir kez daha söyleyeceğim: Ortaya çıkın!” Kiraz ağacının yanında, ortancaların hemen arkasında iki oğlan çocuğu, kararsız adımlarla beliriverdi. Biri sarı, diğeri kahverengi saçlıydı. İkisinin de sırtında tıka basa dolu çantalar vardı ve Güven Öğretmen, o çantaların içinde ne olduğunu gayet iyi biliyordu: kirazlar! Onun kirazları! “Hırsızlar!” “Biz hırsız değiliz!” diye haykırdı sarışın oğlan. “Görürsünüz siz…”
“Bir dakika! Sakın kıpırdamayın!” diye seslendi kahverengi lüleli oğlan. “Ya? Peki, çok affedersiniz ama, neden acaba?” “Çünkü… çünkü iki adım ötenizde inek tuzağımız duruyor!” İşte bu, Güven Öğretmen’in o âna dek duyduğu en saçma bahaneydi, ki bu zamana kadar yüzlerce, hatta binlerce bahane duymuştu. Daha önce kulağına inek tuzağı diye bir şey çalınmamıştı. Öyle bir şey yoktu ki zaten! Ah şu sevimsiz, küçük hırsızlar!.. Vakit kazanmak için, ceza almadan paçayı yırtmak için zırvalayıp duruyorlardı işte… Güven Öğretmen, “Görürsünüz siz, sizi keratalar,” diye homurdandı ve iki adım attı. “Hele sizi bir elime…” Ama daha fazla devam edemedi, çünkü toprağa kazılmış bir çukur onu yutuverdi.
Lara Petek
İnek tuzağı öyle fazla derin sayılmazdı ama Güven Öğretmen’in düşüp bacağını kırmasına yetmişti. Üstelik bu bacak, saçma bir şekilde, bir türlü eskisi gibi kaynayamadı ve Güven Öğretmen de o günden beri mecburen baston kullanmaya başladı. Arada bir, özellikle de yağmurlu havalarda, şiddetli ağrılara katlanmak zorunda kalıyordu artık. O iki çocuk ise ortadan sıvışmayı başarmıştı ve bu, son derece can sıkıcıydı. Gerçi Güven Öğretmen’in, yaşananlara dair en ufak şüphesi yoktu: Bu iki hırsız, peşlerine düşenleri atlatmak için tuzak kurmuştu! Güven Öğretmen içine düşsün diye hazırlanmış bir öğretmen tuzağıydı bu. Aksayan bacağıyla hastaneden çıktığı gün intikam yeminleri ediyordu Güven Öğretmen. Çocuklar! diye düşündü. Küçük yalan canavarları! Ama buraya kadar! Bir daha kanmam! Bana sökmez! Bana sökmez! Çok daha sonraları Güven Öğretmen başka bir okula atandı, müdür oldu ve okulunda yalan söylenmemesi için elinden geleni yaptı. Tüm bahaneler, masumane yalanlar ve uyduruk hikâyeler; ne var ne yok hepsi cezalandırıldı.
Yalan söylerken yakalanan herkes, yere dökülen yaprakları süpürmek, tırabzanları cilalamak ya da fayansların arasındaki kararmış derzleri bembeyaz oluncaya dek diş fırçasıyla fırçalamak zorundaydı. Ama meseleyi bunların da kökten çözdüğü söylenemezdi; çocuklar yine de yalana başvuruyordu. Ödevlerini unuttuklarında ya da bir haltlar karıştırdıklarında, en utanmaz bahaneleri uydurmaktan geri durmuyorlardı. İşte bu yüzden, Bayan Tizses bir cuma sabahı odasına girip de Lara Petek hakkında yeni şikâyetler yağdırmaya başladığında, Güven Müdür hiç şaşırmadı. 3B’den Lara Petek, tüm okulun en felaket yalan ve bahane üreticisiydi. Her şey bir yana, müthiş bir hayal gücü vardı. Şimdiye kadarki bahaneleri o kadar ikna ediciydi ki Güven Müdür hepsine kanmıştı. En azından, ilk başta. Tabii sonradan, her seferinde, yine bir yalanın tuzağına düştüğünün farkına varmıştı. Ah şu korkunç, işgüzar, hayalperest Lara’nın uydurduğu hikâyeler yok muydu!.. “Lara beni deli ediyor!” diye ciyakladı Bayan Tizses. “Hiç durmadan yalan söylüyor!” Bayan Tizses, Güven Müdür’ün en gözde öğretmeniydi. Kadının sabahtan akşama kadar saçma sapan bahaneler uyduran iki kızı vardı (tabii bu bahaneler Lara’nınkilerle kıyas kabul edecek türden değillerdi) ve bu yüzden Bayan Tizses, tıpkı Güven Müdür gibi, çocukların yalan söylemelerinden nefret ediyordu. “Bahane, bahane, bahane! Bir türlü bitmek bilmiyor; tıpkı evdeki gibi!” diye söylendi Bayan Tizses. “İşte en fenası da o bahaneler!” dedi Güven Müdür. “Sahi, size şu inek tuzağı meselesini anlatmış mıydım?”
“Evet Müdür Bey. En az on defa.” “Hadi ya…” Müdür içini çekti. “Eh, o zaman Lara’yı çağırın lütfen.” Bayan Tizses kapıyı açtı, Lara Petek içeri girip çalışma masasının önündeki “yalan kanepesi”ne oturdu. Kırmızıydı bu kanepe. Güven Müdür bu rengi özellikle arayıp bulmuştu, çünkü tüm ikaz levhaları da bu kırmızıdan yapılırdı. Çocuklar bunu görür görmez yanlış bir şey yaptıklarını anlarlardı. Ayrıca kanepenin ayakları o kadar kısaydı ki, orada oturdukları sürece çocuklar Güven Müdür’e aşağıdan, hem de bir hayli aşağıdan bakmak zorunda kalıyorlardı. Kanepenin bu özelliği müdür için ayrı bir öneme sahipti, çünkü böylece bu baş belası küçük canavarlar okulda kimin lafının geçtiğinin farkına varıyorlardı.
“Evet Lara… Sana bu kez ne ceza vermem gerektiğini gerçekten bilemiyorum artık…” diye homurdandı Güven Müdür. “Şimdiye dek söylediğin yalanlar sayesinde kızlar tuvaletinin fayansları pırıl pırıl oldu.” “İyi de ben yalan falan söylemedim!” dedi Lara, yüzüne düşen bir tutam saçı üfleyip uzaklaştırarak. “Artık tahammülüm kalmadı!” diye ciyakladı Bayan Tizses. “Bu kez ne oldu bakalım?” diye sordu Güven Müdür. Lara hafta sonu ödevini yapmamış, güya buna zaman bulamamıştı. “Ben de kendisinden, o hâlde bir zahmet oturup ödev yapmaktan daha önemli işi her neyse onun hakkında bir kompozisyon yazmasını istedim!” dedi Bayan Tizses, Lara’nın kompozisyon defterini elinde sallayarak. “Peki o ne yazdı dersiniz? Külliyen yalan dolan!” “Hiç de bile!” diye itiraz etti Lara. “Pekâlâ Bayan Tizses. Konuyla ben ilgilenirim,” dedi Güven Müdür. “Siz gidebilirsiniz.” Bayan Tizses kompozisyon defterini müdürün çalışma masasına fırlattı ve hışımla kapıdan çıktı. Güven Müdür defteri açtı ve kompozisyonun başlığını okudu:
Çılgın Süpürge Şipşak
“İlginç bir şeye benziyor,” dedi. Ardından, Lara’nın kompozisyonunu baştan sona okudu ve koca bir kahkaha patlattı. “Bu, yapılmamış bir ödevle ilgili duyduğum en eğlenceli bahane!” Lara, müdüre öfkeyle baktı. “Bahane falan değil bu! Hem, sizin başınıza böyle bir şey gelmiş olsaydı bunu hiç de eğlenceli bulmazdınız!” Güven Müdür kurnazca sırıttı. “Burada yazanlara göre, 3A sınıfından arkadaşın Gerti de tüm bunlar olup biterken senin yanındaymış. E o hâlde, buradakilerin hepsinden haberi vardır, değil mi?” Bu küçük, acımasız numarası sayesinde Lara tüm hikâyeyi uydurduğunu itiraf edecekti; Güven Müdür buna adı gibi güveniyordu. “Niye gidip ona kendiniz sormuyorsunuz?” diye karşılık verdi Lara, omuzlarını silkip.
Üç dakika sonra Gerti, Lara’nın yanında, kanepedeki yerini almıştı. Güven Müdür bu kızı iyi tanırdı. Lara’ya göre çok daha uslu ve ürkekti, üstelik bugüne dek bir kez bile yalan söylediği görülmemişti. Fakat bu ikili, birbirinin en yakın arkadaşıydı, bu yüzden belki de Gerti, Lara ne diyorsa onu yapıyordu, kim bilir? “Pekâlâ Gerti. Şu Şip-Şak Kek-Ver 320 ile ilgili neler biliyorsun bakalım?” diye sordu Güven Müdür, bir yandan Lara’nın defterini kapatırken. “Her şeyi,” dedi Gerti, “hem de gayet iyi.” “Ayrıca, adı Şip-Şak Eks-Per 23. Kek-Ver 320 değil,” diye düzeltti Lara. “Şu süpürge, başımıza epey iş açtı, değil mi Gerti?” Gerti başıyla onayladı. “Hem de nasıl… Başımıza öyle işler açtı ki ödev yapmaya bile vaktimiz kalmadı.” “Tabii. Çünkü acilen yola çıkmanız gerekiyordu!” dedi Güven Müdür, iğneleyici bir sesle. “Evet. Çok, çok hızlı olmalıydık,” dedi Lara, müdürün sözlerini onaylayarak. “Daha önce hiç böyle acilen yola koyulmak zorunda kalmamıştık.” Güven Müdür, kızların söyledikleri tek bir kelimeye bile inanmıyordu. “Güzel. O hâlde, şu maceranızı iyice bir anlatmanızı istesem bana karşı çıkmazsınız, değil mi? Şimdi şöyle yapacağız: Siz ikiniz, gelecek haftadan itibaren büyük teneffüslerde odama geleceksiniz ve olan biten her şeyi bana etraflıca anlatacaksınız. Başından sonuna, ne varsa.”
“Yok artık, daha neler!” diye içini çekti Gerti, gözlerini devirerek. “Teneffüse ne ara çıkacağız peki?” dedi Lara huysuzlanarak. “Ah. Onu unutun gitsin işte,” diye karşılık verdi Güven Müdür.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çocuk Kitapları Roman (Yabancı)
- Kitap AdıÇılgın Süpürge Şipşak
- Sayfa Sayısı160
- YazarSalah Naoura
- ISBN9786052853290
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviTudem Yayınevi /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sular Yükselirken ~ Anja Kampmann
Sular Yükselirken
Anja Kampmann
Açık denizde petrol sondajı yapan namıdiğer Waclaw Wenzel Groszak fırtınalı bir gecede tek arkadaşı Mátyás’ı kaybeder ve ardından Mátyás’ın eşyalarını ailesine teslim etmek üzere...
- Siddhartha ~ Hermann Hesse
Siddhartha
Hermann Hesse
Brahmanın Oğlu Evin gölgesinde, ırmak kıyısının güneşinde, sandallar arasında, söğütlerin, incir ağacının gölgesinde arkadaşı Brahman oğlu Govinda’yla birlikte büyüdü Siddhartha, Brahmanın yakışıklı oğlu, yavru...
- İnez’in Sezgisi ~ Carlos Fuentes
İnez’in Sezgisi
Carlos Fuentes
İki hikâye, iki tutku. İlki, insanlık tarihinde, kadınla erkeğin ilk buluşması ve bu buluşmanın kahramanları Neh-el ile Ah-nel’in tarih öncesi çağlardaki tutkulu hikayesi;ikincisiyse tanınmış...