Yıllardır kayıp olan kızı Lucy’yi arayan Gates Foster. Kusursuz çığlığı elde etmeye çabalayan Mitzi.
Hollywood filmlerindeki çığlık efektlerinin arkasında saklı olan sır.
Gates Foster, kızı Lucy’yi on yedi yıl önce kaybetmiş olsa da onu aramaktan bir an olsun vazgeçmez. Yıllardır içinde sakladığı umudunda haklı çıkar ve yeni bir gelişmeyle yıllardır görmediği kızına dair ilk ize rastlar. Onu korkunç gerçekle buluşturacak bir iz.
Mitzi Ives, Hollywood filmlerinin özgünlüğünü sağlayan önemli ses efektlerini yaratan Foley sanatçılarıarasında kendine önemli bir yer edinmiştir. Kendisinden önce bu işi yapan babasıyla aynı gizli teknikleri kullanarak şiddet ve korku sesleri konusunda sektörün önde gelen uzmanlarından birine dönüşmüştür. Tüyler ürpertici çığlıkların yaratıcısıdır.
Foster ve Mitzi, çok geçmeden kendilerini Hollywood’un göz alıcı renklerinin altında karanlıkta gizlenen şiddeti ortaya çıkarmakla tehdit eden bir çarpışma rotasında bulurlar.
Acının metalaştırılması ve sanatın tehlikeli gücü üzerine acımasız, bir o kadar rahatsız edici bir yansıma olan Çığlık, Chuck Palahniuk’in edebi gücünün zirvesinde olduğu, şimdiye kadarki en gerilim dolu, en cüretkâr ve türe meydan okuyan eseri.
Birinci Bölüm
Günahlarımızı Bağışla
Вir ambulans sirenlerini acı acı çalarak caddelerde ilerlerken köpeklerin hepsi uluyordu. Pekinez ve border collie çoban köpekleri birbirine benzerdi. Alman çoban köpekleri, Boston teriyerleri ve tazılar. Melez köpekler ve safkanlar. Dalmaçyalılar, dobermanlar, kanişler, baseler, bulldoglar. Çoban köpekleri ve süs köpekleri. Evcil köpekler ve sokak köpekleri. Kırma cins ve safkanlar… Ambulans, sirenini çala çala geçerken hepsi aynı anda uluyordu.
O uzun süre boyunca her biri aynı sürünün üyesiydi ve her köpeğin ayrı ayrı uluması hep bir ağızdan tek bir uluma gibi duyuluyordu. Hatta bu uluma öylesine gürültülüydü ki siren sesini bastırıyordu. Onları birleştiren bu ses yavaş yavaş kaybolana kadar ulumaları devam etti.
Birlik oldukları bu anı bozmak için köpeklerden hiçbiri ilk adımı atamıyordu.
***
Jimmy yattığı yatakta bir dirseğinin üzerine yükselerek etrafı dinledi. “Neden?” diye sordu.
Yanında uzanan Mitzi kımıldanıp yerdeki şarap kadehine uzanarak “Ne neden?” diye karşılık verdi.
Caddenin karşısındaki ofis binasında sadece tek bir camdan ışık yansıyordu. O pencerenin arkasındaki bir adam, bilgisayar ekranının karşısında otururken yüzü hareketli görüntülerin değişen ışığıyla aydınlanıyordu. Bu ışık gözlüğünün camında dans ediyor ve yanağından süzülen gözyaşlarında parlıyordu. Sadece orada değil, onları çevreleyen apartmanlardan da havlama sesi gelmeye devam etti. Jimmy’nin nemli, sarkık penisindeki tüylerin arasında bir nokta iltihaplanmıştı. Pembe beyaz irin, şişmiş bir sivilce gibi patlamaya hazır görünüyordu. Jimmy, “Köpekler neden böyle uluyor?” diye sordu.
Mitzi sivilceyi patlatmak için uzandığında bunun bir iltihap olmadığını fark etti. O şey artık her ne ise derisine yapışmıştı: Bir hap. İlaç. Rahatlatıcı bir uyku hapı. Uyku sorunlarında kullanılan bir Zolpidem. Mitzi onu bulunduğu yerden alıp ağzına attı ve şaraptan bir yudum alıp yuttu. “Limbik rezonans,1” diye yanıtladı.
“O da ne öyle?” diye sordu Jimmy yataktan kalkarken. Jimmy pek öyle beyefendi biri sayılmazdı. Bir mağara adamı desek yeriydi. Çıplak ayaklarıyla cilalanmış ahşap zemine basıp üzerinde Mitzi’nin de olduğu yatağı bir ucundan tutarak bazayı çekti. Saçından tutmamıştı, en azından bu sefer öyle yapmamıştı ama yatakla birlikte genç kadını da yakalayarak yatak odasının karşısına, şehre bakan uzun pencerelerin yanına sürükledi. “Şu yampiri çük de neyin nesi…?”
“Limbik,” dedi Mitzi. “Limbik rezonans. Benim işim.” Boş şarap kadehini pencere eşiğine bıraktı. Rastgele dizilmiş yıldızların kaosu altında sokak lambaları parlıyordu. Köpeklerin uluması giderek azalmıştı. “Benim işim,” dedi Mitzi, “dünya üzerindeki insanların hepsinin aynı anda çığlık atmasını sağlamak.”
***
Foster bir avukat yerine grup lideri olan Robb’u çağırmıştı. Bu polisler gerçek polis bile değildi. Bir tek havaalanında çalışıyorlardı. Foster’a gelince, sadece küçük kıza dokunmuştu. Bu suç sayılmazdı ki… Gözaltındaydı ama sadece uçak bileti gişesinin arkasındaki yemekhanedeydi. Katlanır metal bir sandalyeye oturdu. Otomatlar tüm duvarı kaplıyordu. Elinin üstünde küçük hilal şeklinde bir ısırık izi vardı ve kanıyordu. Sadece bir uçuş, küçük kızın uçuşu, açıklama yapması için ertelenmişti.
Foster, sahte polisten telefonunu iade etmesini istedi ve onlara bir ekran görüntüsü gösterdi. İnternetteki adamla bugünkü sapık arasında bir benzerlik olduğunu kabul etmek zorundaydılar. Küçük kızla birlikte olan sapık. Adam, şu sahte memur olan, Foster’ın görüntüyü nereden bulduğunu sordu ama Foster gerçekten bunu yanıtlayacak durumda değildi.
Öteki sahte polis, kadın olan, “Dünya kaçırılan çocuklarla dolu,” dedi. “Bu sana başka birinin çocuğunu kapıp götürme hakkı tanımıyor.”
Foster, adamın kendi adına kayıtlı olan bagajını sordurmak istedi. Denver uçağı kalkalı uzun zaman olmuştu. Yolcu, uçağa binmese bile valizleri götürüyorlar mıydı? Valizi bomba arama köpekleri tarafından koklanmış mıydı? Artık şöyle güzel bir valizin bagaj bandında sahipsizce dönüp durmasını izleyebileceğiniz tek bir şehir kalmamıştı yeryüzünde. Hiç şüphesiz biri o valizi kapıp bagaj etiketini kontrol ediyormuş gibi yapar ve kapıdan dışarı çıkıp giderdi.
Foster bir kadeh bir şeyler içse fena olmazdı. Bir içki ve belki eline atılacak birkaç dikiş.
Foster münakaşadan önce havaalanındaki barda iki tane martini içmişti. Küçük kızı gördüğünde daha üçüncü kadehini bitirmemişti. Onun dikkatini Lucinda’nın kızıl kahve saçı çekmişti, hatırladığından daha kısaydı ve küçük kızın omuzlarına geliyordu. Bu küçük kız, on yedi sene önce kaybolan Lucinda’yla aynı yaştaydı.
Foster ilk başta böyle bir şeyi düşünmedi. İnsan kalbi böyle çalışmazdı. Yaş ilerlemesinin nasıl çalıştığını mantıken biliyordu. Kutu sütün üzerindeki resimlerden. Çocukların erişkinlik dönemine kadar yaş aldıkları her yılı, sonrasında da her beş yıllarını bilgisayar programıyla resmetmelerinden. Uzmanlar, çocuğun güncel haline dair yaklaşık bir görüntüye ulaşmak için her beş yılda bir annenin, teyzelerinin ve halalarının, herhangi bir kadın akrabanın fotoğraflarını kullanırdı. Herhangi bir süpermarketteki süt ürünleri rafında Reddi-wip marka krem şanti ile yarım yağlı süt ürünlerinin arasında sıralanmış her kartondan Lucinda gülümserdi.
Havaalanındaki kızın Lucinda olduğuna tamamen ikna olmuştu… Ta ki Lucinda olmadığını anlayana kadar.
Ne zamanki sapığın teki kızın elini tutup onu yolcuların uçağa bindiği kapıya doğru götürmeye yeltendi, o zaman zihninde tehlike çanları çaldı. Foster hiç vakit kaybetmeden oturduğu masanın üzerine nakit para bırakıp onların peşinden koşmuştu. Telefonunu çıkarmış ve arşivindeki fotoğraflar arasında gezinmeye başlamıştı. Bu arşiv onun haydutlarının galerisiydi. Belirgin boyun dövmeleriyle blurlu yüzler ya da terleyen çocuk tacizcilerinin tam yüz fotoğrafları.
Küçük kızı götüren serseri, Scooby-Doo2 tipine benziyordu. Parmak arası terlik giyen, kenevir başlı, kabarık saçlı eziğin tekiydi. Foster, farklı açılardan fotoğraf çekmek için bir o yana bir bu yana geçerek etraflarında daireler çizdi. Kızla adamın önünde duran kapı görevlisi körüğün hemen girişindeki yolcuları kontrol ediyordu.
Aşağılık herif, iki bilet göstermişti ve kızla birlikte kapıdan içeri girmişlerdi. Uçağa son yolcular alınıyordu.
Koşmaktan nefes nefese kalan Foster, görevliye yetişip “Polisi çağırın,” dedi.
Görevli yolunu keserek körüğe doğru ilerlemesini engelledi. Görevli kadın, alanda bulunan başka bir görevliye işaret etmek için bir elini kaldırdı. “Beyefendi, durmanızı rica ediyorum,” dedi.
“Ben dedektifim.” Foster bu iki kelimeyi soluk soluğa söylemişti. Telefonunu eline aldı; kadına, yüzü çelimsiz, gözleri kafatasının derinliklerine gömülü, kabarık saçlı bir adamın grenli ekran görüntüsünü gösterdi. Uzaklardan bir yerden de kendi uçuşu için yolcu alımına başlanacağına dair bir anons duymuştu.
Foster, bekleme salonunun pencerelerinden uçağı görebiliyordu. Pilotlar da kokpit camlarından seçilebiliyordu. Uçak altı çalışanlar, kontrol edilmiş bagajların sonuncusunu da yerleştirmişti, artık kargo kapaklarını sertçe kapatıyorlardı. Bir dakika sonra uçak park pozisyonundan taksi yoluna geri itilecekti.
Foster, görevliyi iterek geçti. Maksadından çok daha sert itince kadın yere doğru yuvarlandı. Ayakları körükte gümbürderken Foster, “Anlamıyorsunuz!” diye bağırıyordu. Birine hitaben değil, öyle ortaya bağırıyordu. “O kızı becerecek ve onu öldürecek!”
Bir uçuş görevlisi yolcu kapısını kapatmaya hazırlanıyordu fakat Foster dirseğini koyarak bunu engelledi. Uçakta first class3 yolcuların oturduğu bölüme kendini atarak bağırmaya başladı. “O adam sapığın teki, çocuk pornosu çekiyor!” Telefonunu sallayarak bağırmaya devam ediyordu. “Çocukları mahvediyor!”
Araştırmalarından çocuk tacizcilerinin aramızda dolaştıklarını biliyordu. Bankta yanımızda duruyorlardı. Restoranlarda hemen yanı başımızda oturuyorlardı. Foster, bu avcı sapıklar kendisine yapışmadan, ona rüşvet verip bu mide bulandırıcı dünyaya kendisini çekmeye çalışmadan önce internette bu konuya dair hemen hemen hiç araştırma yapmak zorunda kalmamıştı.
Birkaç yolcu hâlâ koridorda ayakta duruyor, yerlerine oturmak için bekliyordu. Son sıradaysa kız vardı, adamın elini tutuyordu. Foster bağırdığında yolcuların hepsi arkalarına dönüp önce ona, sonra da kızla birlikte duran adama gözlerini devirmişti. Foster’ın mavi takım elbisesi, düzgün saç kesimi ve yuvarlak camlı gözlüğünden midir bilinmez, kalabalık Foster’ın tarafını tuttu.
Foster telefonunu işaret ederek “Bu adam çocuk kaçırıyor! Uluslararası çocuk pornosu şebekesinin başı bu adam!” dedi. Gözleri kızarmış ve kabarık saçlı zanlı sadece “Yavaş ol ahbap,” diyebildi.
Küçük kız ağlamaya başlayınca suçlamalara dair şüpheler de kaybolmaya başladı. Kahramanlık yapmak için hazır ve nazır bekleyenler, emniyet kemerlerini çözüp ayağa kalkmış ve mücadeleye girişmiş, boğuk çıkan itirazlarını artık kimsenin duyamadığı mağara adamını iteklemeye başlamıştı. Herkes hep bir ağızdan bağırıyordu. Adamı zapt etmeye çalışmayanlar da video çekmek için telefonlarını havaya kaldırmıştı.
Foster, uçağın koridorunda diz çöktü ve ağlayan kıza doğru sürünerek “Elimi tut!” dedi.
Küçük kız, elinden kurtulduğu mağara adamının insanların arasında kaybolmasını izlemişti. Gözyaşları içinde “Baba!” diye haykırdı.
“O senin baban değil,” diye mırıldanmıştı Foster. “Hatırlamıyor musun? O, seni Teksas’tayken Arlington şehrinden kaçırdı.” Foster o ânın her detayını ezbere biliyordu. “Artık sana daha fazla zarar veremeyecek.” Uzanıp koca eliyle küçük kızın minicik elini tuttu.
Küçük kız acı ve korku dolu bir feryat kopardı. İtiş kakış halindeki yolcular, mağara adamını adeta eziyordu.
Foster, küçük kızı kucaklayıp susturdu, bir yandan saçını okşarken bir yandan da “Güvendesin. Artık güvendesin,” diyordu.
Göz ucuyla baktığında yolcuların, ellerindeki telefonlarla kendisini çektiğinin farkındaydı. Bu lacivert takım elbise giymiş perişan haldeki adam, sıradan bir hiç kimse, çiçekli elbise giymiş küçük kızın peşinden koşarak uçağın orta koridorunda dizlerinin üstüne çökmüştü.
Tam o sırada bir anons duyuldu. “Kaptanınız konuşuyor. TSA ekibi yolda. Lütfen bütün yolcularımız yerlerinde kalsın.” Muhtemelen Foster ağlıyor diye küçük kız da ağlıyordu. Boşta kalan elini insan kalabalığının altından zar zor görünen sapığın darmadağınık saçlarına doğru uzatmıştı.
Foster, küçük kızın gözyaşlarıyla ıslanan yüzünü iki elinin arasına alıp masum bakışlı kahverengi gözlerine baktı. “Onun seks kölesi olmak zorunda değilsin. Artık değilsin,” dedi.
Bir an için herkes müşterek kahramanlıklarının sıcak zaferinin tadını çıkardı. Bütün bu yaşananlar anlık olarak internete düşmüştü. Kısa bir süre sonra YouTube’ta yüzlerce video bir hava polisinin Foster’ın kafasını kolunun altına sıkıştırmasını gösteriyordu.
Yüzünü ellerinin arasına aldığı küçük kızın gözleri meraklı, çelik gibi bir kararlılıkla parlamıştı.
Foster adeta boğulurken “Bana teşekkür etmene gerek yok Sally,” dedi.
“Benim adım,” demişti kız, “Cashmere.” Ufak kafasını, dişlerini Foster’ın başparmağının etine batıracak kadar çevirmişti.
***
Acil sağlık ekibinin bunun için özel bir adı vardı. Adamı almak için gelen sağlık görevlilerinin yani. Kiracılara ip asmaları için hiçbir seçenek sunmayan yüksek tavanlar için buna “Fontaine Metodu” denmişti. Yüksek tavanları yalnızca gömme spot lambalarıyla aydınlanan, bazılarının gömme ışık dediği, çelikle güçlendirilmiş betondan bir kule. Sadece birkaç blokta ray tipi spot aydınlatma vardı.
Tarzdı, ancak bir kişinin ağırlığını destekleyecek tarzda değildi.
Binanın deposunda yer alan geri dönüşüm kutularına yapılan yolculuk çok şeyi açıklıyordu. Camlar için ayrılmış kutu ağzına kadar Patrón tekila şişeleri ve Smirnoff votka şişeleriyle doluydu. Komşuları fakir değildi. Fontaine’de de hiç kimse kedi maması yemezdi, kediler hariç tabii…
Ziyaretçiler nadiren ziyarete gelirdi. Sağlık görevlileri hariç. Şimdi bile bir ambulans kaldırımda boşta duruyordu. Işıkları yanmıyordu. Siren çalmıyordu. Mitzi on yedinci kattan, Jimmy’nin pencereye doğru sürüklediği yataktan aşağıyı izledi. Üniformalı iki adam, bir sedyeyi binanın geniş basamaklarından aşağıya indirdi ve kaldırımda bırakarak ambulansın arka kapılarını açıp sigara içmek için bagaj kapısına oturdu.
Sedyedeki figür, tamamen örtülü ve sarılıydı, oldukça küçük görünüyordu. Bir kadın, diye tahmin yürüttü Mitzi. Çocuk olamazdı çünkü apartman yönetmeliği onlara izin vermiyordu. Daha da büyük bir ihtimalle bir yetişkine ait çürümüş ceset. Kaliforniya sıcağında geçen birkaç hafta, evde merkezi klima olsa…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıÇığlık
- Sayfa Sayısı176
- YazarChuck Palahniuk
- ISBN9786257425452
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviAyrıntı Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Nişanlıya Mektuplar 1820-1822 ~ Victor Hugo
Nişanlıya Mektuplar 1820-1822
Victor Hugo
Hugo’nun, Adèle Foucher ile acı, sevinç, kıskançlık ve mutluluk dolu yazışmalarının yer aldığı Nişanlıya Mektuplar, yazarın bir genç adam olarak portresini sunarken, tutkulu ve...
- Yüzleşme ~ Juliette Fay
Yüzleşme
Juliette Fay
Dana Stellgarten’ın boşanmasının üzerinden bir yıl geçmiş ve işler gittikçe zorlaşmıştır. Yedi yaşındaki oğlu, babasının yokluğuyla öfkeli ve huysuz bir çocuğa dönüşmüştür. Kızı Morgan’ın...
- Japon Sarayı ~ José Mauro de Vasconcelos
Japon Sarayı
José Mauro de Vasconcelos
Yaşam ve düşlerin masalsı renkleri… Pedro, ucuz bir pansiyon odasında yaşayan yapayalnız bir ressamdır. Yine düşlere dalarak sokağa çıktığı bir gün, havuz kenarında bir...