Çağdaş İngiliz edebiyatının aykırı kalemi, farklı üslubuyla kendi yolunu açan ödüllü yazar Will Self’in bu dört öyküsünün ortak noktası, farklı hastalık ve çöküş halleriyle iç organlarımızın en büyüğü olan karaciğer.
Duygusal açıdan tükenmiş, hepsi de siroz adayı müdavimleriyle yalnızca üyelere açık bir Soho barı; hissizlik ve sıradanlık içindeki yaşamını bir an önce bitirmek adına ötenazi için Zürih’e giden ölümcül kanser hastasının hayatında gelişen beklenmedik olaylar; herkese her şeyi satabilecek yetenekteki “hayranlık verici derecede başarılı” reklamcı Prometheus’un, ünlü girişimci Zeus ve güzeller güzeli kızı Athena’yla yolunun kesişmesi; kokain, eroin ve Peter Sellers’ın unutulmaz filmi Parti’nin iç içe geçtiği bir kaybedenler dünyası… Hepsi Will Self’in kıvrak zekası, dil ve betimleme yeteneğiyle birleştirerek yarattığı tuhaf dünyasında buluşuyor.
İçindekiler
Foie Humain ………………………………………………… 9
Leberknödel ………………………………………………….. 61
Prometheus ……………………………………………….. 171
Ham Hum Şaralop ……………………………………… 215
Foie Humain
Val Carmichael, cini bırakıp votkaya geçmesinin müsebbibi olarak, herkesin “Marslı” diye bildiği Pete Stenning’i gösteriyordu. “Kafası çalışıyor götün,” dedi Plantation Club’ın barında her zamanki yerinde dizili duran ekibe. Soldan sağa: Kasanın yanındaki taburede Val, onun yanında Scotty Henderson (“İt Herif”), onun yanında ise Dan Gillespie (“Dümbük”) ama bu adamın durduğu yer biraz sıkıntılı; çünkü taburesinde geriye kaykılacak olursa, ki kaykılır, o anda kapıyı açacak birinin toslamaması mümkün değil. İkinci sırada ise Bernie Jobs (“Göt”) ve Neil Bolton (“Figüran”) oturuyordu. Lakapların çoğu, “Dümbük uğradı mı?” ve benzeri şekillerde sahiplerinin gıyabında kullanılırken, Bolton’ın yuvarlak yakışıklı suratına karşı “Figüran” denirdi. Britanya’nın önde gelen karakter oyuncularından biriydi ve onu en uzun süredir tanıyan sıfatıyla Val’in çıkarttığı kararnameyle, Batı Yakası’ndaki bütün tiyatroların ve Hollywood’da filme çekilen bir dizi çok başarılı müzikalin– orospusu olmuş bu adama daha samimi bir lakap takılması kati surette yasaklanmıştı. Bolton kabullenmişti bu durumu. Ayyaş tayfasını arkada duran Phillip McCluskey (“Haşmetmeap”) tamamlıyordu. Orta halli bir bulvar gazetesinde dedikodu sütunu yazan McCluskey, gazetecilik camiasında McCluskey Hamlesi ile tanınmıştı. Bu hamle için elini sarhoş kafayla genç kadınların eteğinin altına sokar, donlarına pençe gibi yapıştıktan sonra devrilip sızar, donun lastiği imdat freni gibi terli avcunda kalırdı.
Hamlenin başarısı, kısmen McCluskey’nin ermişvari hallerine bağlıydı. Hamlesini yapana kadar, kilise korosunda elli senesini geçirmiş, yaşlanmışsa da hiç büyümemiş bir oğlan çocuğuna benzer, öyle de davranırdı. Kaldı ki McCluskey’nin uzun kariyerinin başında bu tür davranışlar olağan karşılanıyordu, sonrasında ise işvereninin korumasına girmişti; adam, McCluskey’nin Orta İngiltere’de ne kadar ev varsa posta kutusuna sızan yakası açılmadık dedikodularını pek beğenmekten başka, sarkıntılık etmeye kendisi de çok meraklıydı. Haşmetmeap, Plantation’a o kadar sık gelmezdi; meslek icabı Langan’s veya Bertorelli gibi yerlerde uzun öğle yemekleri ona daha uygundu, burası ise bir akşamüstü kulübüydü. Sık uğramaması, diğer üç müdavimin bar müşterileriyle gönüllerince takılabilmesi anlamına geliyordu. Marslı ve Margery De Freitas (“Hanımefendi”), bir sürme pencerenin göz kamaştırıcı aydınlığıyla biten eğimli cumbaya tıkıştırılmış duvar piyanosunun durduğu bölmeyi ayıran duvara bitişik, küçük, yuvarlak, melamin tablalı bir masaya oturmuşlardı.
Piyano girintisiyle ön kapının arasındaki mesafenin tam ortasına denk gelen bir yerde tabureye tünemiş olan ise, bir unvan taşımayı Hanımefendi’den daha çok hak etmesine rağmen “Daktilo” olarak bilinen Sarah Mainwaring’di; köylü tavırlarından, güğüm gibi memelerden, kaskatı saçlardan anlaşılmasa da, pek ciddi ve bir o kadar da elit bir yayınevinin baş editörüydü. “Şimdi,” diye devam etti Val, “Marslı diyor ki, cinde kullanılan ardıç tohumları içkiyi bozarmış. Toksinler türermiş içinde. Şerefsizler. Fazla vitamin olurmuş. Sakat işler. Fakat votka öyle böyle saf değil. Sadece hububat var içinde, başka hiçbir şey yok. Hatta öyle ki,” –Val bir dirseğini diğer eliyle tutup sigarasının ucuyla anlaşılmaz duman işaretleri çizdi havada– “votka içenler –ama bak yüzde yüz saf olanını diyorum– yaşlanmıyor bile. Öyle değil mi Marso?” Taburesinde dönüp yaşam koçuna bir baş selamı verdi, o da karşılığında votka-portakal kadehini kaldırdı.
Diğer elemanlar buna pek inanmayıp düşüncelerini kendilerine has yollarla dile getirdiler: İt Herif (Scotch) hımladı; Dümbük (Campari-soda) kıkırdadı; Göt (o da Scotch) kıs kıs güldü; Figüran (lager) kahkahayı bastı. Daktilo (cin-acı limon) ve Hanımefendi’den (cin tonik) ses çıkmazken, ilkinin üstdudağını fondötenini çatlatacak kadar kıvırmasından, diğerinin kara üzüm salkımı şeklindeki berbat küpeleriyle oynamasından, ikisinin de buna katılmadığı anlaşıldı. “Öyle valla” dedi Marslı. Sesi alçak ve burundan olduğu için, her bir hecesi dikkatli bir telaffuzla tınılıyordu. “Ben o yüzden votka içiyorum ama tonik yerine portakal suyu katıyorum … bazı sağlık sorunlarından ötürü.” Sonra içkisinden bir yudum alıp küt parmaklarını yeşilimtırak saçlarında dolaştırdı.
Marslı’ya lakabını bu yeşil saçı kazandırmıştı – bir saçı, bir de tarifi zor olsa da varlığını kimsenin inkâr edemeyeceği hafiften uzaylı tavırları. Marslı, Kilburn’deki Melrose Caddesi’nde büyük ve köhne bir evde tek başına yaşardı. Evin içindeki rutubet dışarıdan fazlaydı, kabaran cephe sıvaları patır patır dökülüyordu, bir defasında az daha postacı kadının kafasına düşüyordu. Marslı’nın mesleği matbaacılıktı. Diğerleri ona işini sormazlardı pek –zaten Plantation’da iş konuşmak ayıp sayılırdı– ama Old Compton Sokağı’ndaki sado-mazo pornocu dükkanı Sadus’u işleten Göt’le yakınlığından, Marslı’nın sabahlarını ve akşamlarını işkence gören insan etinin baskı kalitesini irdelemekle geçirdiğini çıkarıyorlardı. “Tabii tonikte,” diye devam etti Marslı, “hatta Val’in içip durduğu at sidiği Schweppes’te bile kinin var; kinini de sıtmayla mücadele için sömürgelere gönderirlerdi zamanında. Altından değerliydi ulan! Ateşi düşürür, sıtma parazitlerinin alyuvarlara girmesini, sonra gidip karaciğere yerleşmesini engeller.” İki kelimelik iletişim çalışmalarıyla tanınmış Marslı için bir söylev uzunluğunda olan bu konuşma, diğerlerinin ağzını bir karış açık bırakmıştı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıCiğer - Dört Loblu Yüzey Anatomisine Sahip Bir Organ
- Sayfa Sayısı254
- YazarWill Self
- ISBN9789755707457
- Boyutlar, Kapak13,5*21 cm, Karton Kapak
- YayıneviSel Yayınları / 2015
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Rabarba ~ Kasım Hasan Ünal
Rabarba
Kasım Hasan Ünal
“Kuyruk acına bir isim takıyorsun. Kaldırımlarda dengesiz, hedefsiz, çarpık yürüyüşünü bu isme yoruyorsun. Altı gece önce kalabalıklar arasında kaldırımda yürürken önünü kesip yüzüne hırlayan...
- Peruk Gibi Hüzünlü ~ Yalçın Tosun
Peruk Gibi Hüzünlü
Yalçın Tosun
Dostluk, arkadaşlık, sevgi, tutku, bağlılık ve keder… Bu duygular arasında mekik dokuyan, gönül kırıklıklarını ustalıklı bir sevecenlikle onarmaya çalışan bir kitap, Peruk Gibi Hüzünlü....
- Viran Şatodaki Ejderhalar ~ Terry Pratchett
Viran Şatodaki Ejderhalar
Terry Pratchett
“Yıldırım ve şimşek aşkına!” Duyduk duymadık demeyin! Ejderhalar Viran Şato’yu işgal etti! Bir yeşil ejderha ailesi Viran Şato’yu kasıp kavururken binlerce kişi canlarını kurtarmak...