On dokuzuncu yüzyılın sona erişiyle birlikte toplumda ağır basan muhafazakârlığın yerini modernleşmenin aldığı bir “fin de siècle” dönemini çarpıcı biçimde temsil eden, Fransız edebiyatının aykırı yazarı Colette’ten eril bir dünyanın kadın gözüyle anlatıldığı sansasyonel bir ilişki üçgeni: Cicim…
Kırklı yaşlarının sonlarını süren Léa de Lonval ile kendisinden otuz yaş genç ve yakışıklı jigolo Cicim’in, aşkın ve nefretin sınırlarında gezinen, tutku dolu, zaman zaman ise anne oğul ilişkisi içerisindelermişçesine şefkat yüklü birlikteliklerini konu eden bu eskimeyen yapıt, toplumsal normları yerle bir edecek ölçüde cüretkâr ve çalkantılı bir Paris panoraması çiziyor.
“Bağışla beni Cicim, birbirimizin peşi sıra ölmek zorundaymışız gibi sevdim seni.”
“Léa! Onu bana ver! İnci kolyeni! Duyuyor musun beni Léa? Kolyeni bana ver!”
Karanlıkta bir zırh gibi ışıldayan bakır oymalı büyük ferforje
yataktan hiçbir yanıt gelmedi.
“Neden kolyeni bana vermeyecekmişsin ki? Sana yakıştığı kadar bana da yakışıyor, hatta bana daha çok yakışıyor!”
Kolyenin klipsinin kapanma sesiyle yatak örtüsünün dantelleri dalgalandı, ince bilekli muhteşem bir çift kol, iki tembel güzel
eli kaldırdı.
“Bırak artık şu kolyeyi Cicim, yeterince oynadın.”
“Eğleniyorum ben… Çalmamdan mı korkuyorsun yoksa?”
Güneş ışınlarının sızdığı pembe perdelerin önünde adam
dans ediyordu; ateşin önündeki zarif bir şeytan gibiydi, kapkara.
Ama yatağa doğru geriledikçe yeniden renklendi, süet terlikleri ve ipek pijamaları gibi bembeyaz oldu.
“Korkmuyorum,” diye yanıtladı yataktan gelen tatlı ve kısık
ses. “Ama kolyenin ipini aşındırıyorsun. İnciler oldukça ağır.”
“Evet öyleler,” dedi Cicim, saygıyla. “Sana bu parçayı veren
her kimse seninle dalga geçmemiş.”
İki pencerenin arasındaki duvara yerleştirilmiş uzunca bir aynanın önünde duruyor ve tıpkı bir karatavuğun tüyleri gibi maviye çalan siyah saçlı, ne uzun ne kısa boylu, çok yakışıklı ve çok genç yansımasını inceliyordu. Bir kalkan gibi şişmiş, esmer ve sert göğsünü gizleyen sabahlığının önünü açtı, aynı pembe kıvılcım dişlerinde, koyu renkli gözlerinin beyazında ve kolyenin incilerinde oynaştı. “Çıkar şu kolyeyi,” diye ısrar eden sesi duyuldu kadının. “Sana diyorum, duymuyor musun?” Aynadaki aksinin önünde kıpırdamadan duran genç adam, usulca gülüyordu: “Evet, evet, duyuyorum. Kolyeyi senden alacağım diye ödün kopuyor, çok iyi biliyorum!” “Hayır. Ama onu sana verecek olsam pekâlâ üzerine atlarsın.” Genç adam koşup yatağa bırakıverdi kendini: “Hem de nasıl! Her türlü görgü kuralını aştım ben. Bir erkeğin bir kadından kravat iğnesi için bir inci ya da kol düğmesi için iki inci kabul ederken çekinmeyip, kadın elli tane inci verince kendini aşağılanmış hissetmesini aptalca buluyorum.”
“Kırk dokuz tane.” “Kırk dokuz, sayıyı biliyorum. Bak, bana yakışmadığını söyleyebilir misin? Hadi bana çirkin olduğumu söyle!” Küçücük dişlerini ve dudaklarının ıslak iç tarafını açığa çıkaran ayartıcı bir gülümsemeyle yatan kadının üzerine doğru abanıyordu. Léa yatağa oturdu: “Hayır, bunu söylemeyeceğim. Desem de inanmazsın zaten. Ama burnunu öyle kırıştırmadan gülemiyor musun sen? Burnunun etrafında birkaç çizgi oluştuğunda hoşuna gidecek mi bakalım?” Cicim gülmeyi hemen kesti.
Alnını gerdi, yaşlı koketlere özgü bir ustalıkla gıdısını yok etti. Birbirlerine düşmanca bakıyorlardı; kadın geceliğiyle dantellerin arasında, dirseklerinin üzerindeydi, adam da yatağın kenarında ata biner gibi oturmuştu. Aklından şöyle geçiriyordu: “Bende oluşacak kırışıklıklardan söz etmek hoşuna gidiyor.” Kadın da, “Neden güldüğü zaman çirkinleşiyor, halbuki çok da yakışıklı,” diye düşünüyordu. Biraz daha düşündü ve bunu yüksek sesle dile getirdi:
“Neşeli olduğun zaman ne de çirkin görünüyorsun… Yalnızca fesatlıktan ya da dalga geçmek için gülüyorsun. Bu da seni çirkinleştiriyor. Genellikle çirkinsin.” “Bu doğru değil!” diye haykırdı Cicim, rahatsız olmuştu. Öfke, burun köküne kadar indirdiği kaşlarını orada düğümlerken, kirpiklerle silahlanmış, küstahça bir ışık saçan gözlerini irileştiriyor, yay gibi gerilen ağzındaki o küçümseyici ve düzgün kıvrımı aralıyordu. Léa onu böyle, tam da sevdiği gibi, başkaldırıp ardından boyun eğen, eli kolu doğru dürüst bağlı olmasa da zincirlerini kırmayı beceremeyen haliyle görünce gülümsedi. Elini sabırsızca boyunduruktan kurtulmaya çalışan genç başın üstüne koydu, tıpkı bir hayvanı sakinleştirir gibi mırıldandı: “Hadi, hadi… Ne oluyor… Bu da ne böyle…” Adam çoktan gözlerini yummuş, alnıyla burnuyla dürtüp her zamanki yerini hazırlayarak, uzun sabahlardaki korunaklı uykusu arayışıyla o güzel ve geniş omza gömülmüştü, ama Léa onu itti: “Şimdi olmaz Cicim! Öğle yemeğini bizim Cadı Hanım’la yiyeceksin ve saat on ikiye yirmi var.” “Öyle mi? Patroniçeyle mi yemek yiyeceğim? Sen de geliyor musun?” Léa tembel tembel yatağına gömüldü “Ben gelmiyorum, tatil yapıyorum. Saat iki buçukta kahve içmeye gideceğim ya da saat altıda çay içmeye ya da sekize çeyrek kala sigara içmeye…
Merak etme, o beni nasılsa yeterince görecektir… Hem, beni davet etmedi zaten.” Ayakta surat asan Cicim’in yüzü muzipçe ışıldadı: “Biliyorum, evet nedenini biliyorum! Önemli konuklarımız var! Güzel Marie-Laure’u ve onun zehir misali çocuğunu ağırlayacağız!” Léa’nın dolaşıp duran iri mavi gözleri dalgınlaştı: “Ah tabii ya! Ufaklık sevimli bir kız. Annesi kadar olmasa da güzel… Hadi ama çıkar artık şu kolyeyi.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıCicim
- Sayfa Sayısı150
- YazarColette
- ISBN9786057728777
- Boyutlar, Kapak13,5*21, Karton Kapak
- YayıneviSel Yayınları / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sahtekâr ~ Mary Higgins Clark
Sahtekâr
Mary Higgins Clark
Burada olmamalıydım. Adımdan, sosyal sigorta numaramdan, kızımın doğum tarihinden ve saatinden ne kadar eminsem burada olmamam gerektiğinden de o kadar emindim.
- Oscar ve Lucinda ~ Peter Carey
Oscar ve Lucinda
Peter Carey
Peter Carey’nin Booker ödüllü romanı Avustralya’nın gençliğini, dinamik tutkularının tehlikeli alışkanlıklara dönüşmesinden öncesini, alışılmadık ve sarsıcı bir aşk hikâyesi üzerinden anlatıyor. Genç bir İngiliz...
- Beyaz ~ Ted Dekker
Beyaz
Ted Dekker
BEYAZ Zamana karşı amansız bir takip, BEYAZ Geçmişle geleceğin anahtarı, BEYAZ Ölüme direnen aşkın rengidir. Dünyaların birinde, hızla yayılan ölümcül bir virüs, bilimadamları ve...