Türkiye’nin çok partili sisteme geçiş yıllarına genç bir gazeteci olarak tanıklık eden ve daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi’nden politikaya atılan Şeref Bakşık, demokrasinin kısa tarihine ışık tutan anılarını kaleme aldı.
Şeref Bakşık “Kitapta, geçmişin stratejik olaylarından alınabilecek olan siyasal dersler bilgiye ve yoruma sunulurken, gelecek kuşakların aynı yanlışlara düşmemesi de amaçlanmıştır. Acı verici çatışmalar sürecinde kurumsal ve bireysel aktörlerin sürüklendiği çıkmaz yolların hangi tehlikeleri oluşturduğunun gösterilmesiyle, aynı sorumlulukları gelecekte üstlenecek olanların birbirlerini daha iyi anlamalarının kolaylaşacağı düşünülmüştür,” diyor.
‘CHP ile Bir Ömür’den satır başları: Adnan Menderes ve Celal Bayar ile tanışma…
Ünlü Tahkikat Encümeni… 27 Mayıs 1960… İsmet İnönü’nün 1961 tasarımı… CHP üyeliği… 1961 milletvekili seçimi… Alpaslan Türkeş’in ihtilal ihbarı… 22 Şubat ve 21 Mayıs ayaklanmaları… CHP’de sola açılış ve ortanın solu… İsmet İnönü ile yakınlaşma… 12 Mart 1971 muhtırası… Bülent Ecevit’in genel sekreterlikten istifası… Ecevit’in yerine genel sekreter olmak… Genel sekreterlikten istifa… İsmet İnönü’nün ölümü… İki kez yinelenen genel sekreterlik önerisi… 12 Eylül 1980 askeri darbesi… Ecevit’in CHP’den ayrılışı… Erdal İnönü’nün SODEP’i kurması… SODEP ve Halkçı Parti’nin birleşme çalışmaları ve SHP’nin kuruluşu…
İÇİNDEKİLER
Önsöz
ERKEN YAŞTA POLİTİKAYA İLGİ
Atatürk’ümüzü Yitirmenin Acısı
Bayar ve Menderes’le Tanışıyorum.
Ünlü Tahkikat Encümeni
27 MAYIS 1960 İHTİLALİ
Nihayet İhtilal Geldi.
îsmet Paşa’nın 1961 Tasarımı.
Kurucu Meclis’in Açılışı.
CHP’ye Kaydoluşum
1961 GENEL SEÇİMLERİ.
Genel Seçimlerde Adaylığım
AP, İnönü Hükümetine Katılıyor.
Genel Sekreterlikten Aldığım Görev
Genel Durum
Türkeş’in ihtilal İhbarı
SİLAHLI AYAKLANMA
21 Mayıs Ayaklanması.
CHP’de Sola Açılış
CHP Kurultayında Ortanın Solu
İSMET İNÖNÜ İLE BİRLİKTELİK
Grup Göreviyle İnönü’ye Yakınlığım. İnönü’deki Önemli Bir Tutum
ASKERÎ MÜDAHALENİN AYAK SESLERİ.
12 Mart 1971 Muhtırası.
Genel Sekreterlik Önerisi Alıyorum
İnönü’deki Ecevit Hassasiyeti
GÖZLERİN KARARDIĞI YILLAR.
CHP Genel Sekreterliğinden Çekiliyorum.
İkinci Kez Genel Sekreterlik Önerisi Alıyorum
İsmet İnönü’yü Yitiriyoruz
Üçüncü Kez CHP Genel Sekreterliği Önerisi Alıyorum
12 EYLÜL MÜDAHALESİ VE SONRASI
Silahlı Kuvvetler İdareye El Koyuyor.
Ecevit, CHP Genel Başkanlığından Ayrılıyor
Erdal İnönü SODEP’i Kurdu.
İl ve Kurultay Başkanlıklarını.
Dizin
Kaynakça .
ÖNSÖZ
Birbirinden önemli tarihsel olaylar içinde geçen bir yaşamım oldu. Bunların gelecek kuşaklarca bilinmesinin yararlı olacağını düşünüyorum. Uzun bir ömür, genç yaştan itibaren yaşanmış olanları karşılaştırmak fırsatını da bana ve okuyacaklara vermiş oldu.
Bu kitapta siyasetin sahne önü ve gerisindeki gerçekler anlatılmıştır. Anılarımın yazıya dönüşmesi yolundaki teşvik ve ısrarlar, bu kitabı doğurmuştur. Bu görevin geciktiğini düşünen kızım Gözde’nin, “Anlaşılan, bu kitabı ben yazacağım,” demesi, bende bir tehdit algılamasına yol açtı. “Kızım bile pek az şeyi hem de pek dar ölçülerde bildiğine göre, babasının anılarını yazması bir noksanlığı ve hatayı kaçınılmaz yapar,” düşüncesi yazıma hız kazandırmıştır..
Kimi yazarların, “Elindeki notlan ve belgeleri bana ver, anlatacaklarını da ses bandına alarak yaşamöykünü yazayım,” gibi değerli önerilerine de yanaşmadım. Klavyeye bakmaksızın on parmakla yazma ve bilgisayarı kullanma özelliğime güvenerek bu görevi kendime yükledim.
Kitapta tanınmış pek çok kişi yer almıştır. En çok sözü edilen ismet İnönü’dür. Toplumumuzu etkileme alanı çok geniş olan, değişik ve üstün özelliklere sahip bulunan bu seçkin devlet adamımızı, bilinen ve bilinmeyen yönleriyle ve kendisinin yakınında iken edindiğim önemli ve farklı gözlemlerle anlatmayı görev saydım. Kitapta sözü edilen olaylar ve kişiler anlatılırken, gözlemlerime başka değerli kaynakları da ekledim.
Kitapta, geçmişin stratejik olaylarından alınabilecek olan siyasal dersler bilgiye ve yoruma sunulurken, gelecek kuşakların aynı yanlışlara düşmemesi de amaçlanmıştır. Acı verici çatışmalar sürecinde kurumsal ve bireysel aktörlerin sürüklendiği çıkmaz yolların hangi tehlikeleri oluşturduğunun gösterilmesiyle, aynı sorumlulukları gelecekte üstlenecek olanların birbirlerini daha iyi anlamalarının kolaylaşacağı düşünülmüştür.
CHP ile Bir Ömür’ü okuyucularımın değerlendirmesine saygıyla sunuyorum.
Şeref Bakşık,
Aralık 2008
I. BÖLÜM ERKEN YAŞTA POLİTİKAYA İLGİ
Çocukluğum
İzmir’de doğmuşum. Kimliğimde doğum günüm, 27 Şubat 1927 yazıyor. Dünyaya gözlerimi açtığım yer, ünlü Eşref paşa semtindeki İki çeşmelik Caddesi. Ününü kabadayı bolluğundan almıştı Eşrefpaşa. Zaman zaman bu tür kişilerin aralarında bıçak ya da ateşli silahlarla giriştikleri çatışmaların öykülerini duyardık. Genç insanların yaralandığını, öldürüldüğünü anlatan bu öyküler, çocuk belleğimizde izler bırakmıştı. îşe hayranlık duygusunun karıştığı da olurdu. Çatışmaya katılanların gözü pek davranışları, çocukları ertesi gün çatışma yerine sürüklerdi. Genç insanlardı ölen ve öldürenler, üzülürdük. Balistik uzmanı imiş gibi gözlerimizi gezdirirdik duvarlardaki kurşun izlerinde.
Ankara’ya yerleştiğimizde, Eşrefpaşa semtinin kabadayılık ününün yaygın olduğunu öğrenecektim. Oğlum înanç’ın okulunda öğrenciler bahçede oynarken ceketlerini omuzlarından birine astıklarında, öğretmenlerinden biri onlara “Bu ne hal? İzmir’in Eşrefpaşa kabadayıları gibi!” diye çıkışmış.
Ailem
Büyükbaba ve büyükannelerim Saraybosna’dan Ege’ye göç etmişler. Babamın ailesi, Manisa’nın Turgutlu ilçesine bağlı Halilbeyli köyüne, arkasından izmir’in Karşıyaka ilçesine bağlı Küçükçiğli köyüne yerleşmiş. Büyükbabam, Bosna sınırına komşu Avusturya Macaristan devletince siyasal bir kovuşturmaya uğramış. Anlaşılan, genel göç nedenine bu izlenme de eklenmiş, Çiğli’de evlenince dedem, babam dünyaya gelmiş. Bosna Hersek Avusturya Macaristan sınırları dışında tutulunca büyükbabam Saraybosna’ya dönmüş, eşini ve oğlunu oraya götürmek istemiş, ailesi buna yanaşmamış. Bir süre sonra büyükbabam, Saraybosna’da başka bir evlilikle iki kız babası olmuş, genç yaşında orada yaşamını yitirmiş.
Annemin ailesine gelince, onlar da Saraybosna’dan yaklaşık aynı yıllarda, aynı nedenlerle göç ederek Manisa’nın Soma ilçesine yerleşmişler. Annem bu ilçede doğmuş. Sonra aile, izmir’in Bergama ilçesine yerleşmiş. Annemin babası mal müdürü. Dedem beş çocuk sahibiymiş. Ailenin altı bireyi, salgın bir hastalığa tutularak 2,5 yıl içinde yaşamlarını yitirmiş. Hayatta kalabilen tek kişi annem, 2,5 yılda annesini, babasını ve kendisinden küçük 4 kardeşini toprağa vermiş ve pek genç bir kız olarak yapayalnız kalmış.
Acıların Kadını
Bu katlanılmaz acıların kadını annemin sığındığı Salihli’deki amcası, Manisa’nın bu ilçesinde eşi ile oturmaktadır ve çocukları yoktur. Bağlarından toplanan üzümleri kurutup satarak geçimlerini sıkıntısız sağlamaktadır. Annem, buradaki genç kızlık yıllarını babamla evlenmesine değin sürdürür, yaklaşık 2 yıl. Buradaki yaşamından annemin bir yakınması yoktur, ama yapayalnızdır ve Bergama’daki büyük acısını Salihli’ye taşımıştır.
Bir gün ablamla bana anlatmıştı annem: “Yıldızlara bakar, ‘Allah’ım senden başka kimsem yok!’ derdim.” Yalnız günlerinde bir bilge kişinin kulağına fısıldadığı bir dizeyi tekrarlardı bize. “Kimsesiz kimse olmaz / Her kimsenin var kimsesi / Kimsesiz kaldım Kimsesizler kimsesi!” Annem, “Kimsesizler Kimsesi” derken Tanrı’yı belirtirdi. Ve yine eklerdi: “Sizleri verdi bana! Çok şükür!” Aslında annem, ablamı ve beni, babamı da hiç ama hiç üzmek istemezdi, ama o derin acı seyrek de olsa söyletirdi onu. Herkese sevecen davranan, olağanüstü erdemli biriydi annem. Büyük acılar, onu bilge bir kişi yapmıştı. Üzüntülere katlanmak, en can sıkıcı olaylara bile olumlu açılardan bakabilmek, onun hayranlık uyandırıcı özelliğiydi. Can sıkta olaylara inandırıcı karşılaştırmalar getirerek çevresinin üzüntülerini dağıtırdı. Barışçı ve hoşgörülü yanı dikkat çekerdi. Tanrı’ya inana ve islamiyet’e bağlılığı pek güçlü olduğu halde mahallemizdeki Musevilerce de sevilirdi. Annemin onlarla evimizde görüşürken söyle diklerini pek net anımsıyorum: “Hepimiz Allah’a inanıyoruz. Dinlerde önemli olan ahlaktır,” açıklamasını güzel anlatımıyla beslerdi. Onlar da anneme büyük saygı duyardı.
Üç Yaşında Mahkemeyle Tanışmam
Annem Naciye Bakşık’ın anlattığı bir olayı iyi hatırlıyorum. Denilebilir ki o yıllarda sokağımızın yüzde 40’ı Musevilerden oluşmuştu. Bir Türk’e hakaret ettiği öne sürülerek aleyhinde ceza davası açılmış olan bir Musevi’nin duruşmasında annem tanık olarak dinlenmiş, üç yaşlarında bir çocuk olduğum sırada elimden tutarak duruşmaya gitmiş ve hakaret konusu sözcüğün hangisi olduğunu araştıran yargıç sorular sorunca, “O sözcük değil şu sözcük geçti görüşmede,” demiş ve sanık Musevi beraat etmiş, Yargıç aklama kararını, annemin tanıklığındaki sözlerine dayandırmış. Sonradan genç yaşta açılmış siyasi davalar nedeniyle sanık olarak o mahkeme salonlarının yüzlerce kez ziyaretçisi olacaktım.
Ailemizde ablama ve bana Boşnakça öğretilmemiştir. Babam ve babamın annesi bu dili konuşmayı bilirlerdi, annem ise Boşnakçayı anlar ama bu dille konuşmayı beceremezdi. Evde de Türkçe konuşulurdu, bir istisnasıyla; sadece babam ile babaannem Boşnakça anlaşırlardı. Babamın annesi Türkçe de bilirdi, sadece babamla konuşurken Boşnakçayı seçmek ona daha kolay gelirdi. Babaannem dahi, annemle ve torunları ile Türkçe konuşurdu, buna da mecburdu çünkü bizler hiç anlamazdık o dilden. Annem Boşnakça konuşmadığı ama bu dilden anladığı için babaannem onunla da hep Türkçe konuşurdu.
Yaklaşık yüz yıl yaşayabilmiş olan babaannem, Türkçe ile amacını yüzde doksan anlatabilir, söylemek istediğinin Türkçe karşılığını hatırlayamadığında ise bazı Boşnakça sözcükler katardı konuşmasına; buna mecbur kaldığı için de sevimli öfkesini belli edince, gülüşmelere yol açardı. Boşnakça bilmeyişimize, annem ve babamdan duyduğum bir gerekçeyi aktarmalıyım:
“Çocuklarımıza Boşnakça öğretmeyişimizin bir sebebi, Türkçelerinin bozuk olmasını önlemekti, ikinci neden, Türkçe bizim anadilimizdi. Ailelerimiz Saraybosna’yı terk ettikleri zaman bu topraklan ve buranın insanlarını sevmiş ve dillerini de seçmişti.” Salih Bakşık: “Söz Senettir”
Babam Salih Bakşık’in bir olayını onur duyarak anımsıyorum: îkinci Dünya Savaşı, ekonomik sıkıntıların yaşandığı yıllardı. Geliri sınırlı bir memur olan babam ailesini geçindirmekte zorlanıyordu. Ve dedemin Saraybosna’dan gelerek Çiğli’den satın aldığı birkaç araziden birini satmıştı geçim zorluğundan. Satın alan kişi tapu işlemini uzun yıllar geciktirmiş yaşamını da yitirmişti. Babam tapuda kendisine ait görünen yerin gerçekte ölen kişiye ait olduğunu, onun çocuklarına duyurmuştu. Çocuklar tapuda işlemin neden önceden yapılmadığını sorduklarında babamın açıklaması şöyle idi: “Bizim ağzımızdan çıkan söz senet değerindedir. İşlemi tamamlayın ben de takrir vereyim, arazi tapuda da sizin olsun.” işlem tamamlanmıştı satıştan yaklaşık 30 35 yıl sonra.
Babamın dürüstlük ve söze bağlılığın örneğini oluşturan bu sözleri, çocuk belleğimde iz bırakmıştı. Hem de Dünya Savaşı sürerken karşılaşılan ağır ekonomik sıkıntılara karşın. Ve bu olay, yirminci yüzyılın sonlarında, ileri yaşımda evimde televizyon seyrederken başbakan Yıldırım Akbulut’un söyledikleri üzerine bende bir karşılaştırmaya yol açmıştı. Başbakana gazeteciler bir soru yöneltiyorlar, “Bir süre önce memurlara şu sözü vermiştiniz, oysa ondan cayıldığı anlaşılıyor. Ne dersiniz?” Yanıt şöyleydi:
“Ben o zaman söz vermiştim, ama senet vermemiştim!”
Bu sözleri duyunca rahmetli babamın uzun yıllar önce verilmiş sözü için söylediği “Bizim ağzımızdan çıkan söz senettir,” açıklamasını hatırlamıştım. Babam diyordu ki “Ağzımızdan çıkan söz senettir,” ama o başbakan diyordu ki “Söz vermiştim ama senet vermemiştim.” Başbakanın sözlerini beğenmemiş, babamı ölümünden 40 yıl sonra gururla anmıştım.
ATATÜRK’ÜMÜZÜ YİTİRMENİN ACISI
İlkokulun 4. sınıfındaydım. Atatürk’ümüzü yitirmiştik. Okula geldiğim zaman ağlamaklı arkadaşlarıma nedenini sorduğumda gerçeği öğrenmiş ve ben de gözyaşı dökmüştüm. Babam ve annemin güçlü dinsel inançları vardı, aynı zamanda Cumhuriyete, laikliğe bağlıydılar. Atatürk ve İnönü sevgileri derindi. İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığına seçilişini, öğrenciler olarak ilkokul radyosundan dinlemiştik.
Ortaokul öğrencisi iken ve yaz tatilinde pek az çocuğun başına gelebilecek bir durumla karşılaştım. Babam Telgraf Müdürlüğü’nde baş memurdu. Sokağın hoşlanmadığı örneklerinden uzak tutmak için beni işyerine getiriyordu. Tatilin zevkini çıkaran mahalle arkadaşlarıma gıpta ederdim.
Can sıkıntımı babamın arkadaşları anlamış olacaklar ki bunu giderecek yollar buldular. Bana dairenin basit resmi işlerini yaptırmaya başladılar, krsa telgraf adres defterini yazdırmak gibi. İlk işteki başarım beğenilmiş olacak ki başkalarını da yüklemeye başladılar. Üst kattaki çok geniş olan muhabere salonu maniple masalarıyla doldurulmuştu. Mors alfabesiyle telgraf yazışması becerisi edinebilmiş olanlar, masa üstündeki elektrikli maniple ile karşı merkeze telgraf metinlerini yazdırırlardı.
Yukarı salondaki işleri de öğrenmeye başlamıştım. Kısa zamanda sevk masasının gerektirdiği beceriyi kavramıştım. Şefin yanında ayakkabılarımın yere değmediği masada ham telgrafların alıntılarını yazardım. Sevk masasına çok sayıda telgraf yığıldığında yardım için yukarıya çağırılırdım, düzgün ve hızlı çalışan küçücük ellerim çoğalmış işi kısa zamanda azaltmaya yardımcı olunca, duyulan hoşnutluk bana teşekkürle duyurulurdu. Bir sorun nedeniyle masalarından ayrılmak zorunda kalan şefler, bu işi yapmamı benden isterlerdi. Bununla çocuk kalbim onurlanırdı.
Mors Alfabesi
Bu kez dairenin en zor işini gözüme kestirmiştim. Maniple kullanmayı öğrenemez miydim? Soruşturdum, mors alfabesi öğrenmem gerektiği söylendi, alfabeyi belleğime aldım. Nokta ve çizgiden oluşan iki harfli mors alfabesinin uygulamasını da öğrendim. Manipleyle telgraf alımı ve verimi o zamanki hızlı iletişimin ruhu idi.
Muhabere salonunda da serbestçe dolaşabiliyordum. Tüm âmir ve memurlar bana alışmıştı artık. Salonda belki 50’yi aşkın haberleşme merkezi çalışırdı. Salona dolan sesler, vurma çalgılı bir konçertoyu hatırlatırdı. Memur sayısı maniple sayısının altında olunca…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hatıralar
- Kitap AdıCHP ile Bir Ömür
- Sayfa Sayısı528
- YazarŞeref Bakşık
- ISBN6054183111
- Boyutlar, Kapak 13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCUMHURİYET KİTAPLARI / 2009