Annemden aldım çeyizimi, Serdim dantel dantel ömrüme.Aldığım çeyiz değilmiş ki Kaderimmiş meğerse…Anneler kızları için ince ince danteller örer…Anneler kızları için iğne oyalı tülbentler bezer…Anneler kızlarının hem tahtını hem bahtını eyler…Nesilden nesile aktarılan korkuların, kederlerin, tebessümlerin, kırık kanatların, kabuk tutmuş yaraların, yarına saklanan umutların yaşamın bağrından akan iyileşme hikâyelerini bırakıyoruz sehpanızın üzerine.Çeyizlik dantel serer gibi…
Annemden aldım çeyizimi, Serdim dantel dantel ömrüme. Aldığım çeyiz değilmiş, Kaderimmiş meğerse…
İçindekiler
Eşek 9
Babama Duyurun Çeşmesi 24
Günah Keçisi 40
Tanık 55
Yappıştır 69
Çeyiz 80
İsmini Vermek İstemeyen Dinleyici 92
Kırık Cam 107
Afiyet Olsun 121
Gelincik Çiçeği 137
Suskunlar Evi 147
Soğan 158
Eşek
Doğduğum zamana göre ‘normal’ sayılabilecek bir çocukluk geçirdim. Bizim zamanımızda ‘normal’, ana babanın ve diğer tüm büyüklerin sözüne karışmamak, soru sorduğunda ‘hadi bakayım dön önüne bu kadar merak iyi değildir’ diye uyarılmak, ‘belki misafir gelir, aman dağılmasın’ diye her gün temizlenip dantelleri kolalanan ve adeta bir müze hâline getirilen misafir odasına uzaktan bakmak, alt komşuyu, üst komşuyu, mahalledeki tüm konu komşuyu rahatsız etmemek için çoğu zaman kendin rahatsız olmak, misafirliklerde çay içememek, açsan bile ‘açım’ diyememek, önüne yetişkinlerden artanların konulduğu, özen siz sofralarda yemek yemek, annemize bir derdimizi anlatmaya kalksak –hani olmaz ya– ana kız oturup da dertleşelim istesek ‘git bulaşıkları yıka derdin falan kalmaz’ cevabını duymak, terlik yemek, masanın altından cimcik yemek, annenle komşu teyzeler ‘Yalan Rüzgârı’ izleyip, dizideki Viktor’a sanki yakın bir akrabalarıymış gibi ‘boyun posun devrilsin, gül gibi karın var, otur oturduğun yerde’ nasihatleri ederken dizini kırıp orta sehpada ders yapmaya çalışmak ama en çok da kızını dövmeyenin dizini döveceğini buyuran psikopat bir atanın sözünü baş tacı eden ebeveynlerin kızlarını bol bol dövmesini terbiye sanmaktı.
Ben böyle bir zamanda dünyaya gelmiş o kız çocuğuydum. Derdim olunca bulaşık yıkar, ödevlerimi Viktor’la Niki evlensin diye dua ederek yapar, annemin kafama attığı terliği geri götürüp ayağına takar, salatasız çocuk sofralarında kola ve fanta içerken çay içmenin neden zararlı olduğuna kafa yorardım. Dayak da yerdim tabii. O zamanlar bunu hak ettiğimi de düşünürdüm üstelik. Bardak kırdın sopa, ödevini yapmadın sopa, sofrayı kurarken annene yardım etmedin sopa, baban seslendi geç cevap verdin sopa, alt kat komşudan şikâyet getirdin sopa, sopa, sopa, sopa… Bazen sebebini bildiğim, bazense sebebini dahi anlamayıp ‘anam babam dövüyorsa vardır bir hikmeti’ diye hikmetinden sualde bulunmadığım bu kadar sopa yemenin sonucunda sıpa olduğuma karar verdim. Tabii ya, bu kadar çok sopa yediğime göre insan yavrusu değildim ben. İnsan olsam bana insan yav rusuymuşum gibi davranılırdı. Eşek gibi sopalanıp durduğuma göre boyumun posumun küçüklüğüne bakarak sıpa olduğum söylenebilirdi.
Çocukken sıpa olduğunuza karar verirseniz büyüdükçe eşeğe dönüşürsünüz. Siz eşekliği baştan kabul ettiğinizden sebep semer yükleyeniniz, tepenize bineniniz ve pek tabii sopaya devam edeniniz bol olur. Öyle de oldu. Üç çocuk ve başımın üzerine itinayla yerleştirilmiş iki koca boynuzla bir hastane odasında parasız pulsuz dımdızlak kaldığımda otuz yaşımdaydım. On sekiz yaşıma kadar anam babam tarafından tescillenen eşekliğim, geri kalan on iki yılda dayak, hakaret, dalavere ve ihanet senar yolarıyla kocam Hikmet Eligüzel tarafından bir güzel üzerime sıvanmıştı. Bir anırmadığım eksikti, o kadar eşektim. Kocamın adının Hikmet olduğuna bakmayın! Hiçbir hikmetli işi yoktu Hikmet Eligüzel’in. Hep yalan dolan, hep üçkağıtçılık. Ama bak soyadının hakkını verirdi adam.
Eli o kadar güzel, öylesine şekilliydi ki, sağ ve sol yanağıma bakarsanız var olan el izinden ne demek istediğimi anlardınız.
Ha şimdi diyeceksiniz ki madem bu adam bu kadar rezil, bu kadar ahlaksız, bu kadar şerefsiz, neden evlendin onunla? İşte otuzuncu doğum günümde ben de tam bu soruyu sordum kendime. Zaten hayatım da o noktada başladı. İnsan otuzundan sonra da doğabilirmiş, o vakit öğrendim.
Hiç boğulma riski yaşadınız mı? Ben yaşadım. Hem de ne kramptan ne yüzme bilmemekten ne de birinin canıma kastet mesinden… Evladımla oyun oynarken ölümle burun buruna geldim. Üç çocuğumla birlikte denize gitmiştik bir gün. İki büyük oğlum yüzme biliyorlar, açılıp eğleşmeye başladılar. Küçük oğlum Hakkı ile derinliği daha münasip bir yerde oyun oynuyoruz ana oğul. Hakkı’nın kolunda kolluklar var. Sonra oyunun bir yerinde, Hakkı birden üstüme atladı.
Boyumu zu aşan yerdeyiz ve kafamın üzerinde beni suya bastıran otuz kilo ağırlığında bir çocuk var. Çırpındım ve ben çırpındıkça, herhal oyun oynuyorum sandığından, Hakkı gülerek başımı suya bastırmaya devam etti. Çıkmaya çalıştım ama ne elinden kurtulabildim ne de su yüzüne doğru yüzmeye güç yetirebildim. İşte o anda, tam nefesimin yetmediği ve yaşam nefesinin kesilip ölüm nefesinin ciğerlerime dolmaya başladığı o anda, aklıma suyun dibine batmak geldi. Suyun yüzüne doğru değil, dibine doğru yüzmeye başladım. Ben suya batınca Hakkı bıraktı beni. Suyun dibine indim, yere ayağımı sıkıca vurup hızla su yüzüne yükseldim. İnsanın yüzeye hızla çıkması için önce dibe batması gerekirmiş, o vakit öğrendim.
Bu yüzden müsaadenizle hayat denen ummanda nasıl hızla dibe battım, onu anlatayım.
Dedim ya, geleneksel bir ana babanın çocuğuydum. Üç kar deşiz biz. Bir ablam ve bir ağabeyim var. Son çocuk bendeniz Songül Yardımcı. Adımın Son–gül olması ana babamın başka çocuk istemiyor oluşunu gayet net anlatıyordur. Aslına bakarsa nız beni de istememişler. Kaza kurşunuymuşum ben, öyle derdi babam eşe dosta anlatırken. Bir insanın istenmediğinin, ‘kazara’ olduğunun, beklenmediğinin eşe dosta, hem de bahsi geçen ‘lüzumsuzun’ bizatihi yanında, anlatılmasının ayıp sayılmadığı, ‘aman çocuk üzülür mü, incinir mi’ falan diye düşünülmediği geleneksel bir aileydi bizimkisi.
Hayatınızın, ana babanızın iki dakika süren bir gaflet ânının eseri olduğunu bilmek kolay yutulur lokma değildir, yutamıyor sunuz da zaten. Boğazınıza demirden bir lokma gibi oturuveriyor bu bilgi. Sonra ömrünüz boyunca o lokma kursağınızdan insin diye kendinizi paralıyorsunuz. Küçük bir çocuk olarak bunun yolunu, kendinizi ‘istenen’ biri yapmakta buluyorsunuz. Sanı yorum içinizden bir ses: ‘Annen baban seni istememiş, kazara olmuşsun ama sonuçta oldun. Hayattasın, bari çalış çabala uğraş da şimdi seni istesinler,’ diyor. Benim çocukluğum o sese kulak vererek geçti. Zaten soyadım ‘Yardımcı’! Ebeveynlerimin yardım cısı olmak, leb denilmeden Çorum’un tüm leblebi fabrikalarını önlerine sermek.
‘Şurayı süpür Songül.’
‘Tamam anneciğim.’
‘Şu pantolonumu ütüle Songül.’ ‘Tabii babacığım.’
‘Git ekmek al Songül.’
‘Gittim bile anneciğim.’
‘Gel Songül’, ‘Git Songül’, ‘Topla Songül’, ‘Pişir Songül’, ‘Kotar Songül’ cümlelerinin daha ağızdan çıkan son hecelerini duymadan harekete geçmekle geçti yıllarım. Sırf annemin baba mın isteklerini mi peki? Yok canım, olur mu hiç? Anne babamdan ‘ebeveynlik’ öğrenen, küçüğüne nasıl davranılacağını modelleyen ve dahi benim doğumumla kendi öfkelerini, çözemedikleri me selelerini, yürek yüklerini boşaltıp rahatlayabilecekleri bir stres topu edinmiş olan ablam ve ağabeyim de çökerdi üzerime. Bizim evde eğitim sistemi öyle gavurların icat ettiği montelisori falan değil, kimin gücü kime yeterse çök tepesine sistemiydi. İşin acı tarafı, ailenin en küçüğü olarak ben, bu sistemin tek zorunlu öğrencisi, asla sınıf geçmez talebesiydim.
İşte tüm bu debdebenin içinde, hani arada vaktim kalırsa, annem izin verir babam ‘he’ derse falan oyun oynardım. Kim gibi diyelim, hıh, aynı bir çocuk gibi… İnsanın çocuk olabilmesi için yaşının başının, boyunun posunun ne olduğu değil, anne babasının kim olduğu önemliymiş, o vakit öğrendim.
Büyümeye başlayınca insanın aklı her şeyi daha net görüyor. Benim için bu dönem ergenlik yıllarım oldu, on yedi, on sekiz yaşlarım falan. Büyüyen bedenimle birlikte gelişen beynim acı
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Öykü
- Kitap AdıÇeyiz
- Sayfa Sayısı176
- YazarHatice Kübra Tongar
- ISBN9786258222029
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Amerikan Bristol
- YayıneviHayy Kitap / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kurtuluş Günü ~ George Saunders
Kurtuluş Günü
George Saunders
Dünya yeterince haşin bir yerse; kurtuluş günü yakın! Time’ın İngilizce yazan “en iyi öykücü” olarak nitelendirdiği, 2017 Man Booker sahibi George Saunders’ın kaleminden çıkan Kurtuluş...
- Filmin Ağlanacak Yeri ~ Muhsin Macit
Filmin Ağlanacak Yeri
Muhsin Macit
Muhsin Macit, divan edebiyatı uzmanı bir profesör ama bu öyküleri okudukça bir Anadolu profesörüyle karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz. Kitap, kamyon şoförlüğüyle edebiyat öğretmenliği arasında...
- Ondancı ~ M. Sadık Aslankara
Ondancı
M. Sadık Aslankara
Kör olsaydım neleri yitirirdim sonsuzca? Sağır olsaydım ya da dilsiz? Burnum hiç mi hiç koku almasaydı ne yapardım? Kolsuz biri olmak nasıl bir şeydi...