Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Cennetteki İlk Günüm Bir Tık Daha İyi Olabilirdi
Cennetteki İlk Günüm Bir Tık Daha İyi Olabilirdi

Cennetteki İlk Günüm Bir Tık Daha İyi Olabilirdi

Sezen Ünlüönen

“Şimdi böyle gevşek gevşek anlattığıma bakma, yine de rahmetli neneciğimin her bayram kestirdiği koçların sırtında Sırat Köprüsü’nü adım adım katederken içim şöyle bir ürpermedi…

“Şimdi böyle gevşek gevşek anlattığıma bakma, yine de rahmetli neneciğimin her bayram kestirdiği koçların sırtında Sırat Köprüsü’nü adım adım katederken içim şöyle bir ürpermedi değil. Çocukluktan hatırımda kaldığı kadarıyla gayri ihtiyari üç Kulhu bir Elham’ı hemen çabuk çabuk okuyuverdim ama karşı tarafa ulaşıp da kendimi cennete kabul alanında bulunca şöyle derin bir oh çektim.”

Cennette işler akıl alır gibi değildir. Kimsenin sırrına eremediği ama herkesin farkında olduğu adaletsiz bir durum vardır ortada…

Cennetteki İlk Günüm Bir Tık Daha İyi Olabilirdi, günümüz Türkiyesi’nde orta sınıf sinizmi üzerine zekice yazılmış bir taşlama.

Sezen Ünlüönen, yeni-gençliğin dilini üslubunun bir parçası haline getirerek, absürt-komik bir hikâye anlatıyor. Zamanın ruhuna, alegorik bir anlatı ile mercek tutuyor.

*

Aramızdan zarif bir hayal gibi
süzülüp geçen annemize…

Cennetteki ilk günüm bir tık daha iyi olabilirdi. Zaten Sur’a üflenmesi, haşir, bas, yok efendim amel defterlerinin gelmesini bekle derken sıkıntıdan patlayacak gibi oldum. Yanımda da Vecdi Efendi diye bir adam (Vecdi Bey değil, Vecdi Efendi diye kendi tembihledi) kâh İbrahim suresinden, kâh Kaf suresinden bir ayetler okuyor, durmadan, “Şefaat ya Resulullah!” diye bağırıyor, Arapça bir şeyler mırıldanıp duruyor. Tövbe estağfurullah sınava on dakika kala formül ezberleyen lise talebesi gibi. Yalaka herif! (Ay zaten tövbe estağfurullah ne alaka, bak beni de kendine benzetti, görüyor musun.)

Öte yandan tüm bu sürecin aşağı yukarı Müslümanların öngördüğü gibi ilerlemiş olmasına, yani cennet kapılarının cidden en önce müminlere açılmasına biraz bozulmadım desem yalan olur.

Şimdi böyle gevşek gevşek anlattığıma bakma, yine de rahmetli neneciğimin her bayram kestirdiği koçların sırtında Sırat Köprüsü’nü adım adım katederken içim şöyle bir ürpermedi değil. Çocukluktan hatırımda kaldığı kadarıyla gayri ihtiyari üç Kulhu bir Elham’ı hemen çabuk çabuk okuyuverdim ama karşı tarafa ulaşıp da kendimi cennete kabul alanında bulunca şöyle derin bir oh çektim. Sonuçta yerleri ve gökleri yaratan âlemlerin Rabbinin kullarının içtiği iki kadeh rakının, yedikleri etlerin hangi hayvanlardan geldiğinin peşine düşmeyeceği; insanları kalplerinin güzelliği, vicdanlarının temizliği ile değerlendireceği; böyle rasyonel ilkelerle tesis edilmiş cennette benim gibi azılı ateistlerin dahi kendilerine yer bulabileceği aşikârdı.

Kapının hemen önünde bir görevli elindeki listeden isimleri okuyor, ismi okunan da kenardan beliren kırmızı tişörtlü birilerinin peşine düşerek kalacağı yere gidiyordu. Görevlinin okuması biraz kıttı, azıcık değişik isimli tipleri Kurkaskov, Kursakov, Korsakokov diye ağzına geldiği gibi okuyordu. İnsanlar sessizce beklemeleri yönünde uyarılara rağmen ebedi ikametgâhlarının akıbeti söz konusu olduğu için durmadan heyecanla konuşup bağrışıyorlar, arada gösterişçi kimi tipler coşkularına hâkim olamayıp, “Allah!” diye bağırıp düşüp bayılıyorlardı. İsim okuyan görevli bir aralık yanındaki çelimsiz bir çocukla fısır fısır bir şeyler konuştu. Bir müddet sonra çelimsiz oğlan elindeki bir mikrofonu, arkasındaki upuzun kabloyu yerde milletin ayağına dolaştıra dolaştıra sürükledi, zaten ölmüş bir yılanın gönülsüz kaval çalıcısı gibi görevliye teslim etti. Görevli mikrofonu eline alır almaz kulakları sağır edici bir cayırtı ortalığı kapladı. Sur tekrar üflendi sanan bazı isterik tipler, otuzar kırkar, “Yandım Allah!” diye yine düştü bayıldı. Baktı mikrofon işi olmayacak, ağzının içinde mıy mıy konuştuğu için ne dediği anlaşılmayan görevli yine listeden çıplak sesiyle isimleri okumaya; cennet ahalisi de “aman ismim okunur da kaçırıveririm” korkusuyla önde birbirinin omzuna çıkmaya, ayaklara basıp, az geri duranları dirseklemeye devam etti. O esnada birileri nereden bulduysa bulmuş, bir yandan buzlu meyve kaşıklıyorlardı. “Siz bunları nereden aldınız? Ne olur azıcık da başkalarına verseniz? Siz kimin malını kimden esirgiyorsunuz? Teyzesi bu oğlan sıcakta perişan oldu bir kaşık yesin mi buzunuzdan? Ay ben ne bileyim temiz mi mikroplu mu? Siz dünyada hak etmiş olsanız size de verilirdi buz,” diye birbirlerine girdiler. Yani bazı insanlar cennette dahi olsa edep görgü nedir, nerede nasıl davranılır bilmiyor.

Neyse kavga dövüş en nihayetinde bizi bungalov gibi konutlara yerleştirdiler, benim kaldığım yer İskandinav tarzı minimalist döşenmişti, ben hayatımdan memnundum, zaten dekorasyonda oldum olası sadelikten yana olmuşumdur ama ikametgâhından memnun olmayanlar idareyle görüşerek zimmetli eşyayı değiştirebiliyormuş anladığım kadarıyla. Bunu da bungalovun kapısının yanına yerleştirilmiş servis düğmesine basınca gelen kırmızı tişörtlü görevliden öğrendim. Bungalova güzelce yerleşip cennetteki ilk günümün tadını çıkarmak için görevliden şöyle romu bol bir Mai Tai istedim, içkinin gelmesi on beş dakikayı buldu. Yani cennette de servis için böyle bekleyeceksek… Bu benim işlere bakan oğlanı zaten biraz Suriyeliye benzettim, burada da onlarla ağız ağıza olmamıza azıcık hayıflandım. Hizmetimi şöyle uzun bacaklı, koca memeli, bikinili –yahu ne bikinisi, cennette değil miyim– anadan doğma bir sarışın görsün isterdim. Bunları idareyle konuşacağım en kısa zamanda.

Sarışın demişken, Kerim’e sordum (işimi gören çocuğun adı buymuş), huriler ve gılmanlar gerçekmiş, ama gidip bir listeye adını yazdırmak gerekiyormuş. Gözlerinde huşu dolu bir ifade, “Biz onları yepyeni bir yaratılışla yarattık ve eşlerine düşkün yaşıt bakireler kıldık,” diye Kuran’dan ayet okuyor bana. Cennette de bayık dinci muhabbeti çekeceksek işimiz iş.

O gidince yaşıt meselesi de kafama takıldı. Ben anladığım kadarıyla, otuz üç yaşında, tam ömrümün baharında, gü…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Kıymetli Şeylerin Tanzimi ~ Sezen ÜnlüönenKıymetli Şeylerin Tanzimi

    Kıymetli Şeylerin Tanzimi

    Sezen Ünlüönen

    Dilin kalbin inanmadığı laflar etmesi ne kolay. Elbette aşkım, ben de seni, sonsuza kadar. Onlar da bir zamanlar gerçekti (daha geçen hafta gerçekti, daha...

  2. İmtiyaz, yahut Cici Kızlara Bir Roman ~ Sezen Ünlüönenİmtiyaz, yahut Cici Kızlara Bir Roman

    İmtiyaz, yahut Cici Kızlara Bir Roman

    Sezen Ünlüönen

    “Önceleri gönülsüz ve çekingen olan Nergis arkadaşlarının neşeli hal ve tavırlarından, yalan yanlış uyduruk cevaplarından yavaş yavaş gecenin manasına ve gayesine uyandı. Burada kendisinin...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Kendi Işığında Yanan Adam – Tanıdığım Metin Erksan ~ Ercan KesalKendi Işığında Yanan Adam – Tanıdığım Metin Erksan

    Kendi Işığında Yanan Adam – Tanıdığım Metin Erksan

    Ercan Kesal

    “Hikâye hep aynı aslında doktor. Fakir oğlan, kızı sever. Kavuşamaz. Çaresiz terk eder, ayrılır oradan. Kız başkasıyla evlenir. Oğlan döndüğünde zengin ve güçlüdür. İntikamı...

  2. Kadastrocu ~ Tayfun PirselimoğluKadastrocu

    Kadastrocu

    Tayfun Pirselimoğlu

    Tayfun Pirselimoğlu Kadastrocu’da tuhaf bir rüzgârın -yoksa kaderin mi demeli?- önünde sürüklenen Cemal Kara’nın hikâyesini anlatıyor. Cemal Kara’nın macerasını uğursuz kasabaların uğultulu, soğuk sokaklarında,...

  3. Ölü Reşat ~ Aslı TohumcuÖlü Reşat

    Ölü Reşat

    Aslı Tohumcu

    ‘Oğlana ‘Ölü Reşat’ lakabının takılması, büyü Kesmeşeker’in loğusanın göğsüne tükürürken sarf ettiği cümleden midir, ahalinin kendi marifeti midir bilinmez; ancak lakap,  genişleyen ailenin kulağına...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur