Oğuz ile Kerim, bir Bursa baharında, Tuz Pazarı’nın hemen altındaki okunmuş kitap satılan tezgâhların önünde tanışmışlardı. Sait Faik’in Havuz Başı’sına önce uzanan Kerim olmuştu. Oğuz sonradan, asılı kalan elini ve Kerim’in hafifçe gülümseyişini hatırlayacak, talihin seçimini ta o zamandan kimin için yaptığını anlayacaktı.
Anayurt Oteli’nin Zebercet’i ile Tutunamayanlar’ın Selim’i arasında gezinen, okumuş yazmış, şehirli ve biraz da snop Oğuz… Edebiyat cemiyetine pek de yakışmayan, çirkin parmaklarıyla kitap sayfalarını karıştıran, fakat giderek Clark Gable çekiciliğini haiz olan Kerim… Biçimli ağzı, dudakları, gözleriyle Kuyucaklı Yusuf’un Muazzez’i gibi bir Makbule…
Kemal Selçuk, dost mu düşman mı oldukları belli olmayan iki yazar adayının bir kadın etrafında şekillenen ikircikli ilişkisini anlatıyor. Bursa’yı, yazma iştahını, yıllar süren bir öfkeyi, kaybetmeyi, unutamamayı resmediyor.
Cemiyet Kaçkını edebiyatı hayatın ta kendisi olarak gören karakterlerin romanı…
1
Hayatlarını birbirlerinden daha iyi roman yazdıklarına inanarak –en azından biri için kesindi bu– geçiren iki eski arkadaşın yanıldıklarını düşündükleri anlar da olmadı değil. Bu anlarda gerçek, parlayıp sönmüştü. Gözün açılıp kapanışı kadar denebilecek bu hakikati kavrayış anından sonra –yine en azından biri için– kaldıkları yerden yola devam etmişlerdi. Bu satırların yazılma nedeni sayılabilecek Makbule içinse ancak şu söylenebilir: Otuz yıllık derin uykunun en az uyuyanı o olmasına rağmen, o da uyanamamıştı. Oğuz ile Kerim, bir Bursa baharında, Tuz Pazarı’nın hemen altındaki okunmuş kitap satılan tezgâhların önünde tanışmışlardı. Sait Faik’in Havuz Başı’sına önce uzanan Kerim olmuştu. Oğuz sonradan, asılı kalan elini ve Kerim’in hafifçe gülümseyişini hatırlayacak, talihin seçimini ta o zamandan kimin için yaptığını anlayacaktı. Ama biz yine o pazar gününe, Özal rüzgârının Çankaya’nın Şişman’ına dönüşmediği, iki arkadaşın bıyıklarının henüz terlediği mutlu ve mesut çağlarına dönelim.
Kapalı dükkânların önündeki tezgâhlarda bekleyen onca kitap arasından kaptırdığı kısmetini başka yerde bulabilir miydi? İri suratlı bu tıknaz köylünün elindeki kitabın açık mavi renkli kapağına acı acı baktı Oğuz. Lacivert ceketinin altına siyah süveter giyen ve bunlara hiç mi hiç uymayan kadife pantolonunu kıçından bir türlü çıkarmayan Kerim’e ilk hıncını, martıların ve balıkçıların efsane yazarı olarak gördüğü Sait Faik’le duymuştu. Okuyacaksa bile gidip bir köy romanı alması gereken Kerim, hiç hak etmediği kitabı tutuyordu elinde. Pazarlık etmeden onluğu çıkarıp uzattı buğulu bakışlı, sakallı kitapçıya. Uzaklaşmak üzereyken: “Bunu okumak için geç kaldım belki. Ama ne yapacaksın işte; ziraatı bitiren birinden ne beklersin ki?” Sesi inanılmaz melodik geldi Oğuz’a. Köylüden böylesine tatlı, dostça bir konuşma beklemiyordu. Kara gözlerine düşen ikindi güneşiyle kanı kaynadı birden ona. “Okumak için geç kalmak yoktur,” dedi çatallı, kavgaya hazır sesiyle. “Ya yazmak için?” dedi Kerim. Yalvaran, dokunsan ağlayacak adama “Onun için de öyle,” dedi çatık kaşlarıyla. Otokrat duruşunu bozmaya hiç niyeti yoktu. “Yaa,” dedi Kerim minnettar yüz ifadesiyle. Kalın parmaklarıyla kitabı sıkı sıkı tutuyordu. Abasıyanık, onu iskeleden iter miydi; şöyle kalın bir odunla? Neden olmasın –ne yani, o dolma parmaklarla kalemi tutup yazacak mısın yoksa? “Hikâye çiziktiriyorum.” Mahcup bakışlarını indirmişti. “Ben de,” dedi Oğuz, “öyküler yazıyorum.” “Sahi mi?” Kerim’in yüzüne şaşkınlıkla bakıyordu Oğuz. Çünkü bu kavruk yüzlü tombulun gözleri dostça parlıyordu. Dudağının üzerini kapayan siyahlığın kömür isi olduğuna inandı bir an. Köylünün dudakları hazla aralanmıştı. “Yayınladın mı hiç?” Ona öykü dedirtmeye kararlıydı: “Ne yayımladım mı?” “Hikâye canım.” “Hikâye değil, öykü yayımladım. Yayınladım değil, yayımladım.” Kerim’in biçare aklı gitti geldi. “Öykü işte.” “Ha şöyle, öykü yazılır, hikâye anlatılır. Televizyonda yayınlanır, dergide yayımlanır.” “Basılır,” diye miyavladı Kerim. “O da olabilir.” Patronun kim olduğunu ilk günden Kerim’e öğreten Oğuz, bu çömezi yanında gezdirebileceğini anladı. “İşte benimkiler de Yeni Sesler dergisinde basıldı.” “Yeni Sesler mi?” diye iç geçirdi Kerim. “İsim, isim neydi?” diye atıldı. “Oğuz Bayrak,” dedi gururla. Oğuz’un üst dudağındaki titreyişi gördü Kerim. Güneş bir an Bursa semalarından, sahne ışıklarını aratmayan bir ayrıcalıkla bu iki edebiyat heveslisinin üzerine yağdı. Teksas-Tommiks’ten kuponla biriktirildikten sonra tezgâha düşen ansiklopedilere, altmışların ve yetmişlerin el üstünde tutulan romanlarından iç gıcıklayıcı dergilere kadar her şey o gün, evliyalar şehrinin yüzü suyu hürmetine bu buluşmanın tanığı oluyordu. Az şey değildi bu. Kerim de Sönmez olan soyadını bağışladığında, romanın ilk sahnesi tamamlandı. Daha doğrusu, romancılar ülkesindeki cinlere haber salındı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı Roman (Yerli)
- Kitap AdıCemiyet Kaçkını
- Sayfa Sayısı128
- YazarKemal Selçuk
- ISBN9789750519819
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2016
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kadıköy’de Muhakkak Bir Define Var ~ Suat Derviş
Kadıköy’de Muhakkak Bir Define Var
Suat Derviş
Vaktiyle Körler Memleketi denilen ve şimdi Kadıköy diye anılan yerde muhakkak bir define var. Evet, muhakkak bir define var! Profesörün büyük bir hakikat olarak...
- Altınçayır Vadisi’nin Çocukları ~ Latife Tekin
Altınçayır Vadisi’nin Çocukları
Latife Tekin
Altınçayır Vadisi’nin menekşe boyalı evinde annesi, babası, büyükannesi ve kedisiyle yaşayan Asinaz, can dostu Semagül’ün özlemiyle doludur. Babasının yıllar önce kaza geçirmesine neden olan...
- Küçük Kara Robot ~ Miyase Sertbarut
Küçük Kara Robot
Miyase Sertbarut
Kim demiş robotlar merak etmez diye! Miyase Sertbarut’un, dünyayı değiştirmeye önce kendisinden başlayan özgür ruhlu okurlara ithaf ettiği Küçük Kara Robot, varoluş amacını sorgulama cesareti gösteren...