Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Çatlak
Çatlak

Çatlak

Jean-Paul Didierlaurent

Duvardaki bir çatlak insanın hayatını nasıl değiştirebilir? 6.27 Treni’yle hayatın sıradanlığına meydan okuyan Jean-Paul Didierlaurent, Çatlak’ta da bu yaklaşımını sürdürerek günlük yaşamın monotonluğundan kaçan…

Duvardaki bir çatlak insanın hayatını nasıl değiştirebilir?

6.27 Treni’yle hayatın sıradanlığına meydan okuyan Jean-Paul Didierlaurent, Çatlak’ta da bu yaklaşımını sürdürerek günlük yaşamın monotonluğundan kaçan ve kendini yeniden keşfeden bir adamın hikâyesini anlatıyor.

Xavier Barthoux’nun işiyle ailesi arasındaki düzenli hayatı, yazlık evinin duvarında keşfettiği bir çatlakla sarsılır. Bu küçük çatlak, Xavier’nin hayatını değiştirecek adımların da başlangıcı olacaktır. Ustalıkla işlediği karakterler aracılığıyla okurları varoluşsal sorgulamalara ve insan ruhunun derinliklerine sürükleyen Didierlaurent, bir yandan da düzenin kaosla, gerçekliğin fantastik öğelerle iç içe geçtiği bir yolculuğa çıkarır.

Çatlak, Xavier’nin Fransa’dan Yeni Zelanda’ya uzanan kişisel mutluluk arayışı üzerinden hayatın beklenmedik güzelliklerini ve zorluklarını gözler önüne sermekle kalmıyor, aynı zamanda insanın yaşamındaki görünmeyen çatlaklara dikkat çekerek tekdüze hayatları değiştirmenin mümkün olduğunu da gösteriyor.

*

Yaklaşık bir saattir, dövmeci bir metronom hassasiyetiyle aynı hareketleri yineliyordu. Tarağı siyah mürekkebe batırmak, dişlerini adamın ön koluna yerleştirmek, sopa yardımıyla, fildişi üzerine ağaçla, bir dizi sert darbe vurmak ve böylece gölge sıvısının açık renk tene nüfuzunu sağlamak. Düzenli aralıklarla, asistanı deriyi elindeki bezle temizliyordu. Birbirine karışan kan ve mürekkep kumaşta koyu lekeler oluşturuyordu. Göğsü çıplak olarak hasırın üzerine uzanmış olan adam koca koca damlalarla terliyordu. O görünmez ateş kolunu ısırıyor, kemiğin kalbine kadar tüketiyordu. Acıya karşın, sol tarafına diz çökmüş olan genç kadına gülümseme gücünü kendinde buldu. Kadın da gülümseyerek onun elini tuttu. Kısa bir an süresince avucu tarağın ısırdıklarını okşadı. Adam başını kaldırdı ve dövmenin ilerlemesini izledi. Bir dizi yılankavi koyu çizgi dirsekten pazısına tenini süslemeye başlamıştı. Desen biçimlenirken, sanki anıları da silikleşiyor gibiydi. Gözlerini kapattı. Önceki hayatının son görüntüleri de, o bunu önlemek için hiçbir şey yapmazken, uzaklaşıyorlardı.

1

Odunculuk mesleğinde düşüş çentiği, bir ağacın gövdesine, düşüş yönünü belirlemek için yapılan V şeklindeki kesiktir. Çok ince de olsa, bu kesik amaçlanan yanın bütününün dengesini bozarak ağacın devrilme yönünü belirler. Yeşil bir devi bu ön çalışmayı yapmadan devirmek, çok büyük felaketlere yol açabilir. Genellikle cehaletleri aptallıklarıyla yarışan hafta sonu oduncuları bu konuda, bunun getirdiği riskler ve başlangıçtaki ihtiraslarının tersine sonuçlarla kendilerini sınarlar. Böyle kesilen ağaç, tüm dallarıyla yoldaşlarına yaslanmakla yetinmediği zamanlar, hangi yana devrileceğine kendi iradesiyle karar vermeden önce uzun süre salınabilir ve bu da bir aracın yassılması, bir hangarın ezilmesi ya da komşunun verandasının tuzla buz olmasıyla sonuçlanır ve elde kalan tek teselli de, girişimin acemi oduncuyla patırtılı aletinin pestile dönmesi ile sonuçlanması dışında, kaza ânında kameradan sorumlu olan eniştenin düğmeye basmayı ihmal etmemiş olması koşuluyla, yıldırım hızıyla YouTube’da belirmektir.

Ağaçlar gibi insanlar da yıkılma sürecinin ilerlemesi için bir düşüş çentiğine gerek duyarlar. Bu çeşitli biçimlerde kendini gösterebilir, kaba ya da değil, kışkırtılmış ya da değil, bazen şiddetli, sıklıkla da öngörülemeyen.

Çevrede beklenmeyen bir vefat, arzulanmayan bir gebelik, bir memenin merkezinde ortaya çıkan minicik bir tümör, evlilik sözleşmesine bir sadakatsizlik, o günün postasından çıkan bir işe son verme mektubu, tatil yolunda geçirilen bir kaza, fazladan bir fatura, hepsi de bardağı taşırmaya aday damlalar olabilir. Bazen de çok daha incelikli bir görünüme sahip olup, zararsız bir sıradanlıkta olabilir.

Xavier Barthoux’nunki temmuz ayının güzel, güneşli bir cumartesi sabahı, kendisi taşra evinin terasında o tatlı eşiyle kahvaltısını ederken ortaya çıktı. Gün pek ışıltılı başlayacak gibiydi. Önce kuşların cıvıltısıyla uyanan Xavier, yatağının içinden, jaluzilerin süzdüğü güneş ışınlarının meşe parkenin üzerinde bıraktığı hoş ışık dilimlerini seyretmişti. Bedeni üzerinde akan duşun suyundan fazlasıyla yararlanmıştı. Banyonun aynasındaki buğu onu, ellili yaşların belinde oluşturduğu yastığı görmekten kurtarıyordu. Yüzünün hizasında aynayı silip tatminkâr bir şekilde bıyığını sıvazlamış ve yansımasına gülümsemişti. Yapmacık Stacy Keach havaları, diye tekrarlardı karısı. Dışarıda hava istisnai bir berraklıktaydı ve sıcaklık da, gecenin serinliğiyle gündüzün ısısı arasında, gönlünce tatlıydı. Terasın döşeme taşlarının ayak tabanıyla teması, kahve fincanından yayılan rayiha, henüz şeridinden kurtulmamış olan gazete, neşeyle saat sekizi çalan kilise çanı, o günün başlangıcındaki her şey onun iyiliğine çalışıyordu. Altı çizilecek kadar ender bir şey olarak, bir tekini bile kırmadan gevreklerinin üzerine yağ sürmeyi başarmıştı. Ayaklarının dibinde mama beklentisiyle dikilen dişi chihuahua Bella bile tiz havlamalarıyla genel ahengi bozmuyor, ona sevgi yağdıran bir bakış atmakla yetiniyordu. Okumalar, şekerlemeler, gezintiler ve akşam yemeği öncesi aşk eşliğinde aperitiflerle dolu, haftanın telaşından, işten ve bunun getirdiği kısıtlardan uzak iki uzun tembellik günü. Kent dışındaki bu hafta sonu başlangıcının uyuşukluğu yavaş yavaş onu ele geçirirken, Xavier Barthoux kendi kendine, en mutlu insan olduğunu söylüyordu.

Eğer köpeğin solumaları ve karısının sabah gevezelikleri arasında burnunu kâsesinden çıkarmadan kısmetinin keyfini çıkarmış ve tam o sırada karşısındaki duvarı seyretmek üzere başını kaldırmamış olsa, hiçbir şey olmayacaktı. Belki de sadece o yabani asmanın, evin kaba sıvasını durmadan örten ve yılda iki kez, ilkbaharda ve sonbaharda bahçe makasının sert darbeleriyle budanması gereken o lanet olasıca yabani asmanın anormalliği o yoğun yapraklarının altında saklamış olması, hiçbir şey olmaması için yeterli olacaktı.

Ama gene de bakışları tam da asmanın seyrek kaldığı ve duvarın bir parçasını çıplak bıraktığı o noktaya takılmıştı. Xavier boğulur gibi oldu ve şaşkınlığın gırtlağının dibine takılmasına yol açtığı o gevrek parçasını yerinden oynatabilmek için bir dakika boyunca öksürdü. Kıpkırmızı olmuş, dikkatini yeniden duvara yöneltmeden önce gırtlağındaki yangını söndürmek üzere bardak dolusu portakal suyu içmişti.

“Bu da ne?” diye karısından ziyade kendine hitaben sordu.

“Bu da ne, bu?”

Xavier peçetesiyle bıyıklarını sildi, o şeyden gözlerini ayırmadan yerinden kalktı ve asmayla kaplı duvara doğru, karısının şaşkın bakışları altında, elinde iskemlesiyle ilerledi, köpek de bir sabah gezintisi olasılığının heyecanıyla poposunu titreterek gölge gibi peşindeydi. İskemlenin üzerine çıktı, yaprakları ayırdı ve daha ayrıntılı bir inceleme için burnunu kaba sıvaya yapıştırdı. Birkaç saniye önce farkına vardığı belki de optik bir yanılsamadan, kaba sıvanın düzensiz dokusu üzerinde bir gölge ve ışık oyununun can sıkıcı sonucundan başka bir şey değildi, ama içi rahat etsin istiyordu. Meraklanan Angèle Barthoux, kızlık adıyla Lacheneuil de kalkmış ve kocasına katılmıştı.

“Ne var?”

Karısının sorusunu duymazdan gelen adam işaretparmağının ucuyla duvarın kaba yüzeyini okşadı. Parmak ucu kaygılarını doğruluyordu. Xavier suratını astı.

“Lanet olsun!”

Bir nefeste savrulan bu söz, onun tüm hayal kırıklığının ifadesiydi. İskemlesinin üzerine tünemiş olan efendisinin görüntüsü karşısında, köpek sinirli sinirli havlayarak zıplıyordu. Kocasının ani şaşkınlığı karşısında, Angèle sorusunu yineledi.

“Ne var?”

“Bak,” dedi adam, kenara çekilip onu yukarıya çağırarak.

“Nereye?”

“Duvara. Duvarda ne görüyorsun?”

“Eh, asma.”

“Evet, asma, doğru, asmayı görüyorsun,” diye kabul etti adam anlayışla, “ama asmayı unut.” “Asmanın altında, şurada, asmanın altında ne görüyorsun?”

“Eh, sıva, sıvayı görüyorum.”

“Tamam, sıvayı görüyorsun, doğru, ama başka? Sıvanın üstünde ne görüyorsun?” diye ısrar etti Xavier, parmağını kertenkelenin üzerine koyarak.

Sabrını kaybetmeye başlıyordu.

“Gayret et, Angie.”

“Bir çizgi, sanki bir çizgi görüyorum,” dedi, endişeyle gözlerini kocasına dikerek.

“Kesinlikle. Yalnız bu bir çizgi değil, sevgilim. Hayır, bu bir çizgi değil, bir çatlak, namussuz bir çatlak, başka bir şey değil. Hassiktir, inanmıyorum.”

Bu kaba sözcüğün kullanılmış olması karısını endişelendirdi. Bu sözcüğü kullanmak, bir iş yaptığı ya da televizyonda maç izlediği zamanlar dışında Xavier’nin alışkanlıkları arasında değildi. Adam daha derinlemesine incelemek amacıyla sürekli boynunda asılı duran yarımay şeklindeki yakın gözlüklerini taktı. Çatlak gerçekten oradaydı. Anca bir saç kılı genişliğinde bir kertenkele cephede geniş kapının üzerindeki kiriş boyunca uzanıyor ve dallarla yapraklardan oluşan karmaşanın arkasında kayboluyordu. Bu çatlağı ikinci konutunun duvarında, pek hayırlı olacakmış gibi görünen bir hafta sonunun şafağında fark etmek, çok güzel bir kadının yüzünde, makyajının ardındaki pis bir yara izini fark etmek gibiydi. Başka bir zaman olsa, Xavier Barthoux gıkını çıkarmadan bunu kabullenir, kötü sürprizi önemsizleştirip sonra da unutarak başka işlere bakardı, ama temmuz ayının şu muhteşem cumartesi sabahı, bu çatlak hakaretlerin en ağırıydı. Bu ev, zamanını ve parasını hiç gözünün yaşına bakmadan harcadığı bu ev, ona ihanet etmişti. Bu yıkıntıyı yumuşacık bir ikinci konut haline getirmek için kan ve ter dökmüş, tatillerini, hafta sonlarını ve biriktirdiklerinin önemli bir bölümünü, bunu elde etmek için aldığı kredinin geri ödenmesi için gereken yüz atmış sekiz taksit boyunca buraya yatırmıştı. Tam da son taksit geçen ay ödenmişken, ev ona minnetini ifade etmek için bu çatlağı veriyordu. Karısı düşüncelerini kesti.

“Ciddi bir şey mi?”

Adam pis pis güldü.

“Ciddi mi? Zavallı sevgilim, duvardaki çatlaklar, insanlardaki kırışıklar gibidir. Birincinin belirmesi, yalnızca sonrakilerin habercisi olur.”

“Ama ne yapabilirsin ki?”

“Ne mi yapabilirim? Önce şu asmayı sökmekle başlayabilirim, biraz daha iyi görme meselesi. Zaten uzun zaman önce bu rezillikten kurtulmamız gerekiyordu. Bu gerçek bir haşarat yuvası.”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. 6.27 Treni ~ Jean-Paul Didierlaurent6.27 Treni

    6.27 Treni

    Jean-Paul Didierlaurent

    36 yaşındaki Guylain Vignolles kâğıt geri dönüşüm fabrikasındaki işinden nefret eden yalnız ve mutsuz bir adamdır. Hayatı, sıkça sohbet ettiği küçük kırmızı balığıyla birlikte...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Çöl ~ J.M.G. Le ClézioÇöl

    Çöl

    J.M.G. Le Clézio

    Zamanın dışında, insanların tarihinin dışında kalmış bir ülkeydi burası, belki de dünya kurulduğunda diğer ülkelerden ayrı düşmüş, hiçbir şeyin doğup ölemediği bir ülke. Yıl...

  2. Almodovar Teoremi ~ Antoni Casas RosAlmodovar Teoremi

    Almodovar Teoremi

    Antoni Casas Ros

    Bir gece aniden yola fırlayan bir geyik, korkunç bir trafik kazası,kazada ölen bir sevgili, yok olan bir yüz, uçup giden hayaller, yalnız,düşünerek geçirilen yıllar...

  3. Silahlara Veda ~ Ernest HemingwaySilahlara Veda

    Silahlara Veda

    Ernest Hemingway

    Ernest Hemingway için savaş, çok önemli bir konudur. Hemingway savaşı, yaşayarak yazar romanlarında/öykülerinde; o inanılması güç öldürücü koşullarını okuyucusuna da yaşatır. SİLAHLARA VEDA, Hemingway’in...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur