Zorluklara dayanıklı, huysuz ve kibirli koruma Rhys Larsen’ın iki kuralı vardı:
1) Müşterilerini ne pahasına olursa olsun korumak.
2) Duygusal bağ kurmamak. Hiçbir zaman.
Bu kuralları çiğnemeyi asla düşünmemişti… ta ki o kadın hayatına girene kadar.
Bridget von Ascheberg. Ona tamamen uyan inatçı bir karaktere ve Rhys’in bildiği tüm kuralları küle çeviren gizli bir ateşe sahipti. Hiç de onun beklediği gibi biri değildi. İhtiyacı olduğunu asla bilmediği her şeydi.
Bridget her geçen gün onun savunmasını daha fazla yıkmaya başlamıştı.
Rhys, artık inkâr edemeyeceği bir gerçekle yüzleşene kadar… Bridget’ı korumaya yemin etmişti ancak tek istediği onu mahvetmekti. Onu elde etmekti.
Çünkü kadın, ona aitti.
Onun prensesiydi.
Onun yasak meyvesiydi.
Onun her ahlaksız fantezisiydi.
Görkemli, iradeli ve görevine zincirlerle bağlı Prenses Bridget, dilediği gibi yaşama ve âşık olma özgürlüğünün hayalini kuruyordu.
Ne yazık ki abisi bir anda tahttan çekildiğinde, sevgisiz ama politik olarak uygun bir evliliğin olasılığıyla ve hiç istemediği bir tahtla karşı karşıya kalmıştı.
Yeni rolünün çetrefilli ve ihanetlerle dolu yolunda ilerlerken, asla sahip olamayacağı bir adama karşı duyduğu arzuyu da gizlemesi gerekiyordu.
Korumasına.
Onun koruyucusuna.
Onun nihai çöküşüne.
Beklenmedik ve yasak…
Onlarınki bir krallığı yok edebilecek, her ikisini de mahvedebilecek bir aşktı.
BÖLÜM 1
Bridget
“ŞAPLAKLAYIN BENİ! EFENDİM ŞAPLAKLAYIN BENİ!” Papağan Kırbaç kafesinin içinde ciyaklarken korumam Booth`un suratındaki ifadeye gülmemek için kendimi tuttum. Papağanın adı, önceki sahibinin cinsel hayatı hakkında bilmeniz gereken her şeyi size söylüyordu ve bazıları bu hayvanı eğlenceli bulsa da Booth onlardan biri değildi. Kuşlardan nefret ediyordu. Ona uçan dev fareleri anımsattıklarını söylüyordu.
“Bir gün, o ve Kırbaç birbirlerine girecekler.” Bıyıklar ve Kuyruklar’ın yöneticisi Emma dilini şaklattı. “Zavallı Booth.”
Bir kahkahayı daha içimde tutarken kalbimde küçük bir sancı hissettim. “Muhtemelen öyle bir şey olmaz. Booth yakında ayrılıyor.”
Bunu düşünmemeye çalışıyordum. Booth dört yıldır benimleydi ancak önümüzdeki hafta babalık iznine ayrılacak ve karısı ile yeni doğan bebeğine daha yakın olmak için Eldorra’da kalacaktı. Onun adına mutluydum ama yine de onu özleyecektim. O benim sadece korumam değildi, aynı zamanda arkadaşımdı, Onun yerine geçecek kişiyle aynı yakınlığa sahip olmayı ise yalnızca umut edebilirdim.
“Ah, evet. Bunu unutmuştum.” Emma’nın yüzü yumuşadı. Altmışlı yaşlarının başındaydı. Kısa, griler düşmüş saçları ve sıcak bakışlara sahip kahverengi gözleri vardı. “Kısa zamanda hayatında birçok değişiklik olacak canım.”
Vedalardan ne kadar nefret ettiğimi biliyordu.
Üniversitenin ikinci yılından beri, yerel bir evcil hayvan kurtarma barınağı olan Bıyıklar ve Kuyruklar’da gönüllü olarak çalışıyordum. Burada çalışan Emma ise zamanla hem yakın bir arkadaşım hem de akıl hocam olmuştu. Ama maalesef o da gidiyordu. Hazelburg de kalmaya devam etse de barınak müdürü görevinden emekli oluyordu, bu da onu artık her hafta göremeyeceğim anlamına geliyordu.
“Bir tanesinin olmasına gerek yok,” dedim yarı şaka yaparak “Sen kalabilirsin.”
Emma başını iki yana salladı. “Neredeyse on yıldır bu barınağı işletiyorum ve artık burada yeni bir kana ihtiyaç var. Yani, sırtı ve kalçaları tutulmadan bu kafesleri temizleyebilen birine.”
“Gönüllüler bunun için var.” Ona kendimi gösterdim. Konuyu fazia uzatıyordum fakat elimde değildi. Emma, Booth ve uluslararası ilişkiler bölümünde okuduğum -tıpkı bir prensesten beklendiği gibi- Thayer Üniversitesi’ndeki yaklaşan mezuniyetim sayesinde, bana önümüzdeki beş yıl boyunca yetecek kadar veda yaşamış olacaktım..
“Çok tatlısın. Diğerlerine söyleme ama…” Sesi oyuncu bir fısıltıya dönüştü. “Sen benim favori gönüllümsün. Senin statünde olan ve kameralara bir gösteri yapmak için değil de bunu gerçekten istediği için hayır işi yapan birini bulmak zor.”
Bu iltifat karşısında yanaklarım pembeleşti. “Bu benim için bir zevk. Hayvanları çok seviyorum.” Bu konuda anneme çekmiştim. Ondan bana kalan birkaç özellikten biriydi.
Başka bir hayatta muhtemelen veteriner olurdum ama bu hayatta? İlerleyeceğim yol ben doğmadan önce çizilmişti.
“Harika bir kraliçe olurdun.” Emma, kollarında kıpırdanan bir köpek yavrusu taşıyan personelin geçmesine izin vermek için kenara çekildi. “Gerçekten.”
Düşüncesine güldüm. “Teşekkür ederim ama kraliçe olmakla ilgilenmiyorum. İlgilensem bile, tacı takma şansım oldukça düşük.”
Küçük bir Avrupa krallığı olan Eldorra’nın prensesi olarak, ülkeyi yönetmeye diğer çoğu insandan daha yakındım. Ailem ben çocukken ölmüştü, annem doğumumda, babam ise bundan birkaç yıl sonra gerçekleşen bir trafik kazasında. Bu yüzden tahtın ikinci sırasındaydım. Benden dört yaş büyük ağabeyim Nikolai, yürüyecek yaşa geldiğinden beri büyükbabamız Kral Edvard’ın yerine geçmek üzere eğitim görüyordu. Nikolai’ın çocukları olduğunda, ben tahta geçme sırasında daha da gerilere düşecektim. Bu konuda hiç şikâyetim yoktu. Kraliçe olmayı, asit dolu bir fıçıda yıkanmak istediğim kadar istiyordum.
Emma hayal kırıklığıyla kaşlarını çattı. “Ah, şey… Sana hak veriyorum.”
Diğer görevlilerden biri, “Emma!” diye seslendi. “Kedilerle ilgili bir sorunumuz var.”
Emma içini çekti. “Hep kediler olay çıkarıyor.” diye mirildandı. “Her neyse, kimse duymadan önce sana emekli olacağımı söylemek istedim. Gelecek haftanın sonuna kadar hâlâ buralarda olacağım, o yüzden salı günü görüşürüz.”
“Anlaştık.” Emma’ya veda ettim ve onun kelimenin tam anlamıyla bir kedi kavgası ile başa çıkmak üzere koşturmasını izledim. Göğsümdeki sancı büyüyordu.
Emma vardiyamın sonuna kadar emekliliğinden bahsetmediği için memnundum, yoksa bu hep aklımda olurdu.
“Hazır mısınız, majesteleri?” diye sordu Booth. Kırbaç’tan uzaklaşmaya hevesli olduğu belliydi.
“Evet. Hadi gidelim.”
“Evet, hadi gidelim!” diye şakıdı Kırbaç. “Bana Şaplak atın!”
Booth yüzünü buruşturunca kahkahamı sonunda serbest bıraktım. “Seni özleyeceğim. Kırbaç da özleyecek.” Ellerimi keskin sonbahar soğuğundan korumak için ceketimin ceplerine soktum. “Bana yeni korumadan bahset. Nasıl biri?”
Buraya sadece on beş dakika uzaklıktaki, kampüs dışında yer alan evime doğru yürürken çizmelerimin altındaki yapraklar çatırdıyordu. Sonbahara ve onunla birlikte gelen her şeye: rahat giysilere, ağaçlardaki toprak renklerinden oluşan cümbüşe, hava- daki tarçın ve dumana bayılıyordum. Athenberg’de olsam etrafım sanılmadan caddede yürümem mümkün olmazdı ama Thayer’ın harika yanı da buydu işte. Öğrenci nüfusu o kadar çok kraliyet mensubu ve ünlü çocuklarıyla doluydu ki, bir prenses olmak burada büyütülecek bir mesele değildi. Hayatımı nispeten normal bir üniversiteli kız gibi yaşayabilirdim.
Booth, “Yeni koruma hakkında pek bir şey bilmiyorum,” diye itiraf etti. “Sözleşmeliymiş.”
Kaşlarım havaya kalktı. “Gerçekten mi?”
Kraliyet bazen kraliyet muhafızlarının yanında hizmet etmeleri için sözleşmeli özel güvenlikler tutardı ancak bu nadiren olurdu. Yirmi bir yıllık hayatım boyunca hiç sözleşmeli korumam olmamıştı.
“En iyisi olması gerekiyor,” dedi Booth, şaşkınlığımı endişeyle karıştırmıştı. “Eski bir Navy SEAL” komandosu, üst düzey becerilere sahip ve yüksek profilli kişileri koruma deneyimi var. Çalıştığı şirketin en çok aranan profesyonel personeli.”
“Hmm.” Amerikalı bir koruma. İlginç. “Umarım anlaşırız.”
İki kişi 7/24 birbirinin yanında olduğunda, aralarındaki uyum önemliydi. Hem de çok. Korumalarıyla anlaşamayan insanlar tanıyordum, o ilişkiler asla uzun sürmemişti.
“Anlaşacağınızdan eminim. Siz geçinmesi kolay birisiniz, majesteleri.”
“Patronun olduğum için böyle söylüyorsun.”
Booth sırıttı. “Teknik olarak, kraliyet muhafızları müdürü benim patronum.”
Parmağımı şakacı bir şekilde ona doğru salladım. “Şimdiden karşılık mı vermeye başladık? Hayal kırıklığına uğradım.”
Güldü. Bana majesteleri demekte ısrar etmesine rağmen, yıllar içinde buna minnettar olduğum sıradan bir dostluk kurmuştuk. Aşırı formaliteler beni yoruyordu.
Yürüyüşümüzün geri kalanında Booth’un yaklaşan babalığı ve Eldorra’ya geri dönüşü hakkında sohbet ettik. Doğmamış çocuğundan bahsettikçe gururla doluyordu. İçimde beliren küçük kıskançlığa engel olamadım. Evliliğe ve çocuklara hazır değildim ama Booth ve karısının sahip olduğu o şeyi istiyordum.
Aşk. Tutku. Seçim hakkı. Hiçbir paranın satın alamayacağı şeylerdi bunlar. Dudaklarıma alaycı bir gülümseme yerleşti. Hiç şüphesiz, düşüncelerimi duyabilen herhangi birine nankör bir velet gibi gelirdim. İstediğim her şeyi bir parmak şıklatarak elde edebiliyor, yine de aşk diye sızlanıyordum.
Lakin unvanları ne olursa olsun, insan neticede insandı ve bazı arzular evrenseldi. Onları yerine getirme yeteneği ise ne yazık ki öyle değildi.
Belki de ayaklarımı yerden kesecek bir prense âşık olurdum fakat bundan şüpheliydim. Büyük olasılıkla tatil için her yıl aynı iki yere giden, sadece misyoner pozisyonunda seks yapan, sıkıcı ve sosyal olarak kabul edilen bir adamla; sıkıcı ve sosyal olarak kabul gören bir evliliğim olacaktı.
Bu iç karartıcı düşünceyi bir kenara ittim. Evliliği düşünmeden önce gidecek çok yolum vardı ve bunu oraya vardığım zaman düşünecektim.
Evim sonunda göründüğünde gözlerim garaj yolunda hareketsiz duran yabancı, siyah renkli BMW ye takıldı. Sanırım yeni korumama aitti.
“Erkenci.” Booth şaşırmış bir şekilde tek kaşını kaldırdı. “Saat beşte gelmesi gerekiyordu.”
“Dakiklik iyiye işarettir sanırım.” Gerçi yarım saat erken gelmek biraz abartı olabilirdi.
Arabanın kapısı açıldığında yola büyük, siyah bir çizme indi. Bir saniye sonra, arabanın içinden hayatımda gördüğüm en iri adam çıkmıştı ve ağzım kupkuruydu.
Vay: Canına.
Yeni korumam en az 1.93, hatta belki de 1.95 boyunda olmalıydı. Güçlü yapısının her santimi sert, yontulmuş kaslarla doluydu. Hafif uzun siyah saçları yakasını süpürüyor ve koyu gri göz- lerinden birinin üstüne düşüyordu. Bacakları o kadar uzundu ki aramızdaki mesafeyi yalnızca üç adımda kat etmişti.
Bu kadar iri birine göre şaşırtıcı bir şekilde dikkat çekmeden hareket ediyordu. Eğer ona bakmasaydım bize yaklaştığını hiç fark etmezdim.
Tam önümde durduğunda, vücudumun onun çekimine karşı koyamayarak bir santimetre öne eğildiğine yemin edebilirdim. Ayrıca elimi onun kalın, koyu renk buklelerinde gezdirmek için tuhaf bir arzu duyuyordum. Çoğu gazi, askerlikten ayrıldıktan sonra bile saçlarını askeri tarzda kısa tutardı ama belli ki bu adam onlardan biri değildi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı) Romantik
- Kitap AdıÇarpık Oyunlar - Twisted Serisi İkinci Kitap
- Sayfa Sayısı480
- YazarAna Huang
- ISBN9786253660086
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviMartı Yayınevi / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kış Denizi ~ Susanna Kearsley
Kış Denizi
Susanna Kearsley
Tarih bir yazarın sayfalarında tekrar canlanıyor… 1708 baharında, I. James yanlısı Fransız ve İskoçlardan oluşan bir işgalci ordusu, sürgün edilmiş James Stewart’ı tahtı geri...
- Kazanana Ödül Yok ~ Ernest Hemingway
Kazanana Ödül Yok
Ernest Hemingway
Ernest Hemingway, Kazanana Ödül Yok kitabındaki öykülerini, yaratıcılığının doruğundayken kaleme aldı. Avcılar, eşler, bilge yaşlı adamlar, garsonlar, boğa güreşçileri, sevilen kadınlar, kaybedilen kadınlar; hepsi,...
- Pasaklı Tanrıça ~ Sophie Kinsella
Pasaklı Tanrıça
Sophie Kinsella
Tahmin edilemez, unutulmaz ve son derece sevimli bir roman kahramanı olarak Samantha Sweeting, Pasaklı Tanrıça kodlu ilk macerasında tüm romantizmi ve komedisiyle sizlerle buluşmaya...