Çanakkale’nin büyük şehitlerinin ruhlarını şad etmek amacıyla içleri millî şuur ve kinle dolu dokuz genç, 3 Ağustos 1933 Perşembe akşamı Sirkeci’den kalkan Selamet vapuruyla bu ölüm – dirim çarpışmalarının yaşandığı mukaddes toprakları ziyaret etmek üzere yola koyulurlar: Atsız’ın başını çektiği kafilede, emekli bir yüzbaşı olan Naci Akıncı ve oğlu Nuri Akıncı, “Tolunay” adıyla çağrılan tarih öğrencisi ve ileriki yıllarda Atsız’ın eşi olacak Bedriye Sabit, edebiyat öğrencisi ve Atsız’ın kardeşi Nejdet Sançar, coğrafya öğrencisi Musavver Ünlüsü, lise öğrencisi ve “Mengüç” adıyla çağrılan Fethi Tevetoğlu, lise öğretmeni ve o gezi sırasında Atsız’la evli olan Mehpare Taşduman ve ileride Türk siyasetinin önemli isimlerinden biri olup Millî Eğitim Bakanlığı da yapacak olan Tevfik Celal (İleri) yer almıştır.
Millî gurur ve vakarla gerçekleştirilecek Çanakkale anmalarının başlatıcısı olma şerefini taşıyan bu Türk kafilesinin, yolda ve kanlı boğuşma alanlarında geçen 9 günlük ziyaretlerinde düşman milletlerin anıtlarıyla, Türk şehitlerinin ise sahipsiz ve açıkta kalmış naaşlarıyla dolu Çanakkale harp sahalarında kopardıkları çığlık, hem kendilerinden sonraki ziyaretlere ilham kaynağı olmuş hem de Çanakkale’de yapılacak büyük bir anıt için milliyetçi gençliği teşvik etmiştir. Çanakkale’ye Yürüyüş’ün bu yeni basımında sadece Atsız’ın metni değil, Nejdet Sançar, Tevfik İleri, Rüknettin Fethi Olcaytu gibi isimlerin yazıları ve ayrıca Çanakkale’ye abide yapılması için Millî Türk Talebe Birliği’nin girişimlerine dair yazı ve haber metinleri ile 30 yıl sonra yaşanan Kadeş vapuru rezaletine dair Millî Yol dergisinde yer alan haber de yer almış, Çanakkale’ye Yürüyüş’ün temiz ve imanlı gençlerinin birkaç kuşağa uzanan etkisini bütünlüklü olarak görme imkânı da böylece sağlanmıştır.
İÇİNDEKİLER
İlham Veren Bir Yürüyüşe Takdim…………………………………………13
ÇANAKKALE’YE YÜRÜYÜŞ
Çanakkale’ye Yürüyüş ………………………………………………………..17
Çanakkale Savaşı……………………………………………………………….60
EKLER
“Yaşıyan Ölüler” Bu Kadar Çabuk mu Unutulacaktı? ……………….85
Çanakkale …………………………………………………………………………89
Tenkit: Çanakkale’ye Yürüyüş………………………………………………93
Millî Türk Talebe Birliği’nin Çanakkale Seyahati………………………97
66 Bin Türk Şehidinin Taşsız Yattığı Diyar ve Yine Aynı Sözler:
Unutmadık Aziz Şehit Sen Kalbimizde Yaşıyorsun …………….107
[Abide Yapılması Çalışmalarına Dair]…………………………………..113
Kadeş Rezaleti………………………………………………………………….122
TÜRK TARİHİNİ dolduran büyük zaferler arasında, Dumlupınar da dahil olduğu halde, hiçbirisi Çanakkale Zaferi kadar kati neticeli olmamıştır. Çanakkale müdafaası, Sakarya müdafaasının ve Dumlupınar taarruzunun anasıdır. Çanakkale müdafaası olmasaydı Cihan Savaşı iki yılda bitecek ve Türkiye ortadan kalkacaktı. Türkiye ortadan kalktıktan sonra da artık bir Sakarya, bir Dumlupınar olmayacaktı. Çanakkale müdafaası manevî-ahlâkî bakımdan da büyük bir eserdir. Bu müdafaa madde bolluğunun, vesait zenginliğinin savaşta “her şey” demek olmadığını ispat etmiş ve yine Türk milletinin bütün cihanda baş dövüşçü ve birinci asker olduğunu bir yol daha ortaya koymuştur. Düşmanlarımızın en yaygaracısı olan Fransızların bile itiraf ettikleri bu Türk kahramanlığı ve bu kahramanlığın doğurduğu Çanakkale destanı acaba unutuluyor mu? Hayır, bu destan unutulamaz. Fakat öyleyse niçin bunu milletçe kutlamak hâlâ aklımıza gelmiyor? Sporcularımızın seyahatleriyle bütün matbuat ve memleket daima ve her zaman alakadar oluyor. Moruk bir gazetecinin millî bir süs vererek kendi keyfi için seçtirdiği Türk güzelini teşyi için gençlik işini gücünü bırakıp istasyona koşuyor. Fakat iş, bizi bugün yaşatan ölülere ihtiram bahsine gelince, kimsede bir hareket görülmüyor.
En fazla yapılan şey Gülcemal’e binip cazbant dinleyerek ve rakı içerek Seddülbahir’e veya Arıburnu’na gitmek, uzaktan savaş sahalarına bakmak ve vatanperverane nutuklar vermekten ibaret kalıyor. Hâlbuki Çanakkale böyle mi ziyaret olunmalıydı? Dünyanın en uzak yerlerinden, Avustralya ve Yeni Zelant’tan kalkıp Gelibolu’ya ölülerini ziyarete gelen düşmanlarımızla, bir adımlık yola üşenen bizler arasında ne büyük ayrılık var. Ey Türk gençliği! Sen Arap Muhammed’in mezarını İngiliz altınları için Türk esirlerini boğazlayan kahpe Araplara bıraktıktan sonra senin Kâbe’n Çanakkale, Sakarya ve Dumlupınar değil midir? Sen Kâbe’ne rahat bir geminin içinde cazbant dinleyerek mi, yoksa yalçın yollarda, vaktiyle Çanakkale’de Türk vatanını korumaya koşanların çektiği sıkıntıyı çekerek, yayan mı gitmek istersin? Görüyorsun ki eller kendi şerefsizce yenilen ölülerine bile nasıl saygı gösteriyor, onların başına ne büyük taşlar dikiyor. Sana gelince: Senin ölüme göz kırpmadan bakan şerefli şehitlerinin hâlâ bir abidesi yok! Ey Türk gençliği! Çanakkale senin vatanındır! 18 yıl önce orada korkunç ve nispetsiz bir boğuşma oldu. Bir tarafta her türlü vesaitle pusatlanmış soğukkanlı İngilizler, cesur İrlandalılar, yaygaracı Fransızlar, çevik Avusturalyalılar, sporcu Yeni Zelantlılar, korkunç Senegalliler, vahşi Hintliler, insanla maymun arasında dehşetli bir mahluk olan Mâurîler,1 Martinikliler,2 diğer tarafta da sessiz ve gösterişsiz Türkler vardı. Bu korkunç buluşmayı harikulade kahramanlıklarıyla senin kanından olan Türkler kazandı. Fakat ne korkunç tecellidir ki, 18 yıl geçtikten sonra orada yenilen düşmanların abideleri yükseliyor… Senin vatanında düşman abideleri… Buna nasıl katlanıyorsun Türk genci? Diyelim ki paran olmadığı için onlara layık bir taş dikemedin! Fakat yılda bir defa oraya gidecek kadar kendinde kuvvet de bulamıyor musun? Türk genci! Yurdunda mekteplerinin açılmasını, yolların yapılmasını, fabrika bacalarının tütmesini devletten bekleyebilirsin! Fakat büyük ölülerine hürmet merasimi yapmak icap etti mi devlet senin gerinde kalmalıdır. Her yıl muntazam bir kütle halinde İstanbul’dan kalkıp yaya olarak Çanakkale’ye gitsen, kanlı boğuşma sahalarını gezsen ve orada mertlik dersi alsan nasıl olur?
Geçen yıl Atsız Mecmua’yı çıkarırken bizimkilerin yine Gülcemal vapuru4 ile savaş yerlerine uzaktan bakıp hasretli ahlar çektiğini, İngilizlerin de karaya çıkarak kendi mezarlıklarını ziyaret ettiklerini üzüntüyle gazetelerde okumuş, yanımdakilere bu ziyaretlerin muhakkak karaya çıkarak yapılması icap ettiğini söylemiştim. Arkadaşım Tolunay yalnız karaya çıkmanın da yetişmeyeceğini, bu yürüyüşün yaya olarak İstanbul’dan oraya kadar yapılmasının gerektiğini ileri sürmüştü. Düşünmüştüm: Dün Türklüğü canevinden vurmak için Çanakkale Boğazı’na saldıran Batılılar yarın da aynı istekle oraya saldıramazlar mı? O halde Türk gençliği Çanakkale’ye cebrî askerî yürüyüş yapmaya alışsa, bu bir vatan müdafaası hazırlığı sayılamaz mı? Tolunay’ın düşüncesini beğendim. Başka işitenler de beğendi. Bunu yapılması kabil olduğu kadar yapmaya karar verdik.5 Biz Çanakkale yürüyüşünü bir askerlik dersi olarak, bir millî din bilerek, ölülerimize karşı kutlu bir borç tanıyarak yaptık. Sırtında 20 kiloluk yükü taşırken “cepheye cephane taşıyormuşum gibi geliyor” diyen Tolunay bence Türk kadınını temsil ediyordu. Böyle bir yürüyüşte bizimle gelen arkadaşları büyük bir titizlikle seçtik. Türk kanının yarattığı bir mucize olan Çanakkale’yi saygılamak gerekti mi, saygılamaya gelenler Türk kanı taşıyan insanlar olmalıydı. Çanakkale zaferini kanunların ve içtimaiyat ilminin
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Gezi Kitapları Şehir Kitapları
- Kitap AdıÇanakkale'ye Yürüyüş
- Sayfa Sayısı128
- YazarHüseyin Nihal Atsız
- ISBN9786051557793
- Boyutlar, Kapak13,5 X 21,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviÖtüken Neşriyat / 2024