Çağlayanlar’da yer alan hikayeler tamamen vatani ve milli duygularla yazılmış nesirlerdir. Trablusgarp Savaşı dolayısıyla kaleme aldığı Padişahım Alınız Menekşelerimi, Veriniz Gülümü adlı hikayesi, Anadolu insanının mert ve heybetli yapısının dile getirildiği Üzümcü hikayesi, Göç destanından alınan bir konu etrafında oluşturulmuş Altın Ordu hikayesi gibi konusunu Türk destanlarından, Türk tarihinden ve şahit olduğu Trablusgarp, Balkan, I. Dünya ve Kurtuluş Savaşlarının uyandırdığı derin duygu ve acılardan alan ve toplam 18 hikayeden oluşan Çağlayanlar halka milli ve vatani bir şuur kazandırmak amacıyla da kaleme alınmıştır.
TÜRK İLİ ZEYBEKLERİNE
Bu kitabı sizi düşünerek, sizin için yazdım. Belâ gecelerinde, yasım sızarak, yüreğim sızlayarak yazdım.
Ey Türk! Bu satırlarda geçmişin destanlarını, bugünün ayrılık acılarını söylemek ve inlemek İstedim. Bir keman gibi…
Bu kemanı, anavatanın sinesinden yonttum. Tellerini kalbinin damarlarından çıkardım. İstedim ki bu sazın ahengini yalnız sen duyasın. Bu acıklı iniltiler yalnız sana dokunsun.
Dünyanın tarihi, vatanı uğrunda senin kadar uğraşan, kanını döken bir millet daha gösteremez. Senin kadar kimse kendi vatanına sahip olmaya hak kazanmamıştır. Bu vatan ya senindir, ya kimsenin…
Dünyanın her tarafındaki taşsız mezarların, yüceliğinin malikâneleridir.
Göğsünde tutuşan gönül, gönül değil, cephane oldu. Bu uğurda parçalandıkça kinin ve coşkun çoğaldı.
Ey zeybek! Bu kitabın yapraklarını hançerinle yırt ve hançeri onun kalbinin üzerinde bırak! Bundan sonra silahının siperi bir kitap olsun. Ey yurttaşını! Senin boynuna geçirilmek istenen kölelik halkası ne bir gem, ne bir tasmadır. Boyunduruk altında olduğun halde sen üşürken düşman ocakları için sana odunlar, sen aç iken düşman sofraları için sana buğdaylar taşıtacaklar. Gençleri kanda, tazeleri gözyaşında boğmak istiyorlar.
Asırlardır, dinin, milletin aşkına başına yağarı, sonu gelmez bir belâdır… Yurdun sonsuz bir Kerbelâ’dır… Memleketin, içinde cenaze namazı kılınan, cenaze duası okunan bir mabed halini aldı. Ne yoncan, ne yongan kaldı. Bir Allah’ın, bir de Muhammed’in kaldı.
Çile çekmeyen varlığını duyamaz… Bundan sonra duy ve anla ki uygarlık denilen büyük gürültünün anlamı makinedir ve makineyi Avrupa’nın elinden aldığın zaman, senin ruhunun onunkinden daha asil, senin kalbinin onunkinden daha temiz olduğunu meydana koyacaksın Senin de dükkânını, tezgâhını fabrika ile. sabanını, tırpanını makine ile, pazının emeğini, öküzünün gücünü buhar kuvvetiyle değiştirdiğin zaman alnının onunkinden daha yüksek olduğunu göstereceksin Bunu göstermeye çalışmalısın Rahat bırakırlarsa.
Vaktiyle Çin ve Hint in medeniye ileriyle İran’ın bereketini birleştirdiğin gibi, bugün de Avrupa’nın kültürünü Asya’ya ileteceksin. Ey kervanbaşı yürü!..
Bir cuma namazından sonra çoluğun çocuğun ile beraber, cılız davarlarının otladığı yamacın ötesinde, derenin başındaki çağlayanların yanında çınarın gölgesinde otur. Mavi yeldirmeli, sarı başörtülü Ayşeciğini, güneşten saçları sararmış, yüzü kararmış yavrularını etrafına al. Yaralı geniş göğsünü Allah’a ve rüzgâra aç.
Senin için ben ağlarım. Benim için kim ağlasın?
diye gürüldeye gürüldeye çağlayan, köpüren, sinesini [aşlara çarpa çarpa kabaran, alılan derenin karşısında babından geçenleri düşün. Tükenmez düşmanları, tükenmez savaşları, tükenmez kanları düşün ve bu çilelerin sebepleri kalbinde, zihninde coşsun ve durulsun. O zaman arslan gibi ölmenin karşılığı insan gibi yaşamak olduğunu anla! İnsan gibi yaşamaya, efendi gibi yaşamaya, ataların gibi yaşamaya gayret et Evlatlarına temiz ve bakımlı taştan bir ev, temiz ve bakımlı bilgiyle dolu bir zihin bırakmaya söz ver ve sözünü eşinin, çocuklarının alınlarına kondurduğun sıcak Öpücüklerle imzala… İşte o zaman Ayşeciğinin beş yapraklı al. kır gülüne benzeyen kınalı parmakları bu sayfaları çevirsin Kanatlı hercai menekşeler gibi kelebekler, ekinlerin sakinliğinde uçuşurken bu kitapçıktan birkaç sayfa okunsun. O sırada çehrenizde parlayacak bir tatlı gülümseyiş, bir ılık yaş çocuklarınızın hüzünlü ruhunda, belki, bir ışık, bir rahmet olur.
Akşamüstü gün batarken, ak öküz kağnıyı köyün çeşme yalağı önündeki çamurlu yoldan sürüklediği, caminin imamı minareden kızıl meydana gömülen güneşe telkin verdiği zaman çağlayanlar seyrinden kulübüne dönerken ufukları delip daha öteleri görmek istercesine bakışların dalsın ve derinleşsin. İşte o zaman Hazret i Muhammed’in feyzinden gönlünde de bir sönmez kandil, Yavuz’un damarından sende de bir damla kan, Alparslan’ın yelesinden sende de bir t ulam saç olduğunu hatırla ve evladını ona göre hazırla!
Bu satırları yazarken masallarımı süslemedim. Senin ruhun gibi sade olmasını isledim. Ötesinde berisinde, eğer varsa göreceğin özenliler sana beğendirmek, gururunu okşamak içindir. Gurur! O. her Türk’ün yaratılışındadır. Biz, birbirimizi bundan tanırız, değil mi?…
Bu masallar ile arzu ettim ki senin firuze ruhuna çatlı bir renk, altın kalbine parlak bir cila vereyim. Görüyorum o renk siyah oldu, o cila donuk… Matem günlerinin, günahı…
Şişli, 20 Mart 1338(1922) Ahmet Hikmet Müftüoğlu
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye
- Kitap Adı Çağlayanlar
- Sayfa Sayısı175
- YazarAhmet Hikmet Müftüoğlu
- ISBN9789757747468
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviYağmur Yayınevi / 2009
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sanal Aşk Kaçamakları ~ Erdem Yücel
Sanal Aşk Kaçamakları
Erdem Yücel
Bu kitapta örnekleri verilen tüm olaylar ve kişiler, hayal ürünü değil hepsi gerçek olup, sanal alemde yaşadıkları deneyimlerin tamamı, rumuzlar, yaşadıkları şehir ve mahalle...
- Arkada Yaylılar Çalıyor ~ Melikşah Altuntaş
Arkada Yaylılar Çalıyor
Melikşah Altuntaş
“Arkamda yaylılar çalıyor. Biri bir filmde ya da dizide gururla yürüdüğünde çaldığı gibi. Hep hüzünlü şeyler çaldığını bildiğim yaylılar, ben gülümserken bambaşka duyuluyor. Sonunda...
- Yedinci Gün ~ İhsan Oktay Anar
Yedinci Gün
İhsan Oktay Anar
Aklıyla olduğu kadar gözleriyle de gördükleri kendisine fazlaca ağırlık vermiş olacak ki Ulu Hakanımız havagazı lambasını kapattı ve o karanlıkta bir sâyepüşun altındaki yaldızlı koltuğa oturdu. Gecenin o saatinde hâlâ, ipek gömleği, kruvaze yeleği, siyah redingotu üzerindeydi.