Nevrotik insan daima acı çeken insandır.
Freud sonrası psikanalizin önemli isimlerinden olan Karen Horney kuram içinde kalarak yaptığı eleştirilerle psikanalize özgün katkılarda bulunmuştur. Freud’un biyolojik, içgüdü temelli yaklaşımına karşın hem kendi klinik tecrübeleri hem de sosyal bilimlerdeki gelişmelerden yararlanarak farklı bir bakış açısı ortaya koymuş, insan gelişiminde kültür ve çevrenin etkin rolünü vurgulamıştır.
Çağımızın Nevrotik Kişiliği, Horney’in nevrozların temel yapısını ve nevrotik kişiliği geleneksel psikanaliz yaklaşımlarının ötesine geçerek, kültür ve çevre bağlamında derinlemesine incelediği, psikanalitik terapinin sınırlarını genişleten bir başyapıttır. Bu eserde, nevrotik kişiliğin temellerini geniş bir pencereden bakarak ele alır; şefkat ve onaylanma ihtiyacı, duygusal yakınlık arayışı, çelişkili ruhsal yapı, güç ve prestij arzusu, bitmeyen kaygılar, rekabet gibi konuları irdeler. İnsanların içsel çatışmalarını anlamalarına ve bu çatışmalarla başa çıkmalarına yönelik derinlemesine analizleri, okuyucuya hem entelektüel hem de pratik bir perspektif sunar. Psikoloji meraklılarından, akademisyenlere kadar geniş bir okuyucu kitlesine hitap eden bu eser, nevrotik kişilikleri daha iyi anlamanızı sağlayacak ve insanın içsel dinamiklerini kavramanızda size yol gösterecektir.
İÇİNDEKİLER
Giriş ………………………………………………………………………………………..7
Birinci Bölüm: Kültürün ve Psikolojinin Nevrozlar Üzerindeki
Etkileri …………………………………………………………………………….. 11
İkinci Bölüm: “Çağımızın Nevrotik Kişiliğinden”
Bahsetmemizin Sebepleri ………………………………………………….25
Üçüncü Bölüm: Kaygı …………………………………………………………..33
Dördüncü Bölüm: Kaygı ve Düşmanlık ………………………………..49
Beşinci Bölüm: Nevrozların Temel Yapısı ……………………………..65
Altıncı Bölüm: Nevrotik Duygusal Yakınlık İhtiyacı …………….83
Yedinci Bölüm: Nevrotik Duygusal Yakınlık İhtiyacının
Diğer Özellikleri………………………………………………………………..93
Sekizinci Bölüm: Duygusal Yakınlık Elde Etmenin
Yolları ve Reddedilmeye Karşı Hassasiyet ……………………..109
Dokuzuncu Bölüm: Nevrotik Duygusal Yakınlık
Arayışında Cinselliğin Rolü …………………………………………… 119
Onuncu Bölüm: Güç, Prestij ve Mülkiyet Arayışı ……………….131
On Birinci Bölüm: Nevrotik Rekabetçilik …………………………..151
On İkinci Bölüm: Rekabetten Kaçınma ……………………………..165
On Üçüncü Bölüm: Nevrotik Suçluluk Duyguları ………………183
On Dördüncü Bölüm: Nevrotik Acı Çekmenin Anlamı
(Mazoşizm Sorunu) ………………………………………………………..205
On Beşinci Bölüm: Kültür ve Nevroz …………………………………221
Dizin …………………………………………………………………………………..229
GİRİŞ
Bu kitabı yazarken belirlemiş olduğum amaç, aramızda yaşayan nevrotik insanın onu fiilen güden çatışmalarıyla, kaygılarıyla, acılarıyla ve gerek başkalarıyla gerek kendisiyle ilişkilerinde çektiği pek çok sıkıntıyla birlikte eksiksiz bir portresini sunmaktı. Bu sebeple, burada öznel olarak nevrozun belirli bir tipi veya tipleriyle ilgilenmeksizin, çağımızın neredeyse bütün nevrotik insanlarında şu veya bu türü tekraren görülen karakter yapısı üzerine odaklandım.
Gerçekte var olan çatışmalara ve nevrotik insanın bunların çözümüne yönelik girişimlerini olduğu gibi, onun mevcut kaygılarını ve bunlara karşı inşa ettiği savunma mekanizmalarını vurguladım. Fiili duruma yapılan bu vurgu, nevrozların esasen erken çocukluk dönemi deneyimlerinden kaynaklandığı fikrini bir köşeye attığım anlamına gelmemektedir. Ancak dikkatimizi tek yönlü yoğun bir ilgiyle çocukluğa odaklamayı ve sonraki tepkileri esasen öncekilerin tekrarı olarak görmeyi haklı bulmadığım için birçok psikanalitik yazardan ayrılıyorum. Çocukluk deneyimleri ve sonraki çatışmalar arasındaki ilişkinin, basit bir sebep sonuç ilişkisi olduğunu beyan eden psikanalistlerin zannettiğinden çok daha girift bir ilişki olduğunu ispat etmek istiyorum. Çocuklukta yaşanmış deneyimler her ne kadar nevrozlar açısından belirleyici koşullar sağlasalar da sonradan çekilen sıkıntıların tek sebebi onlar değildir.
Dikkatimizi mevcut nevrotik sıkıntılara odakladığımız zaman, nevrozların yalnızca tesadüfi bireysel deneyimlerden değil, aynı zamanda içinde yaşadığımız belirli kültürel koşullardan da kaynaklandığını fark ederiz. Aslında kültürel koşullar sadece bireysel deneyimlere ağırlık ve nüans katmakla kalmaz, aynı zamanda son tahlilde onların kendilerine özgü biçimlerini de belirler. Örneğin, otoriter ya da “fedakâr” bir anneye sahip olmak bireysel bir kaderdir, ancak sadece belirli kültürel koşullar altında otoriter ya da fedakâr annelere rastlarız ve aynı zamanda sadece bu mevcut koşullar nedeniyle böyle bir deneyim sonraki yaşam üzerinde bir etkiye sahip olur.
Kültürel koşulların nevrozlar üzerindeki büyük önemini fark ettiğimizde, Freud tarafından nevrozların kökeni olarak kabul edilen biyolojik ve fizyolojik koşullar arka planda kalır. Biyolojik ve fizyolojik etmenlerin etkisi yalnızca sağlam kanıtlar temelinde değerlendirilmelidir.
Benim yaklaşımım, nevrozlardaki bir dizi temel sorun için bazı yeni yorumların ortaya çıkmasına öncülük etti. Bu yorumlar mazoşizm sorunu, nevrotik duygusal yakınlık ihtiyacının etkileri, nevrotik suçluluk duygularının anlamı gibi birbirinden farklı sorunlara atıfta bulunsa da hepsinin ortak temeli, nevrotik karakter eğilimlerinin ortaya çıkmasında kaygının oynadığı belirleyici role yapılan vurgudur.
Yorumlarımın birçoğu Freud’unkilerden farklı olduğundan, bazı okurlar acaba bu hâlâ psikanaliz midir diye sorabilirler. Bunun cevabı, kişinin psikanalizde neyi esas aldığına bağlıdır. Eğer kişi psikanalizin tamamen Freud tarafından ortaya konmuş kuramların genel toplamından ibaret olduğuna inanıyorsa, o zaman burada sunulan şey psikanaliz değildir.
Fakat kişi psikanalizin esaslarının bilinçdışı süreçlerin rolüne ve ifade bulma biçimlerine ilişkin bazı temel düşünce eğilimlerinde ve bu süreçleri farkındalığa taşıyan bir sağaltım biçiminde yattığına inanıyorsa, o zaman sunduğum şey psikanalizdir. Freud’un tüm kuramsal yorumlarına sıkı sıkıya bağlı kalmanın, nevrozlarda Freud’un kuramlarının bulmayı umduğu şeyi bulma eğilimi gibi bir tehlikeyi beraberinde getirdiğine inanıyorum.
Bu, durağanlaşma tehlikesidir. Freud’un devasa başarılarına duyulan saygının onun attığı temeller üzerine bir şeyler inşa ederek ifade bulması gerektiğine ve bu şekilde psikanalizin hem bir kuram hem de bir terapi olarak gelecek için sahip olduğu olanakların gerçekleştirilmesine yardımcı olabileceğimize inanıyorum. Bu sözlerim aynı zamanda yöneltilmesi olası diğer bir soruyu, yani benim yorumumun bir nevi Adlerci olup olmadığı sorusunu da cevaplamaktadır. Adler’in vurguladığı bazı noktalarla benzerlik gösterse de benim yorumum esasen Freudcu temellere dayanmaktadır. Adler aslında, Freud’un ana keşifleri temel alınmaksızın ve tek taraflı olarak sürdürüldüğünde, psikolojik süreçlere ilişkin verimli bir anlayışın bile nasıl kısırlaşabileceğinin iyi bir örneğidir.
Bu kitabın ana amacı diğer psikanaliz yazarlarıyla hangi açılardan hemfikir olduğumu ya da onlardan ayrıldığımı tanımlamak olmadığından, ihtilaflı noktalarla ilgili bahsimi genel olarak görüşlerimin Freud’unkilerden belirgin bir şekilde ayrıldığı belirli sorularla sınırladım.
Burada nevrozlar üzerine yaptığım uzun psikanalitik çalışmalardan edindiğim izlenimlerimi sunuyorum. Yorumlarımın dayandığı materyali sunabilmek için çok sayıda ayrıntılı vaka öyküsüne yer vermem gerekirdi ki bu, nevrozlardaki sorunların genel bir sunumunu yapmayı amaçlayan bir kitapta gereksiz ve elverişsiz bir yöntem olurdu. Ancak bir uzmanın ve meslekten olmayan bir kişinin beyanlarımın geçerliliğini test edebilmesi bu materyal olmadan da mümkündür. Söz konusu kişi dikkatli bir gözlemci olduğu takdirde, varsayımlarımı kendi gözlemleriyle ve deneyimleriyle kıyaslayabilir ve bu temele dayanarak söylediklerimi reddedebilir veya kabul edebilir, değiştirebilir veya vurgulayabilir.
Yalın bir dille kaleme aldığım bu kitapta netlik ve anlaşılabilirlik uğruna gereğinden fazla ayrıntıyı ele almaktan kaçındım. Teknik terimlerden de mümkün olabildiğince uzak durdum, çünkü bu terimlerin net ve mantıklı düşünmenin yerini alması tehlikesi daima mevcuttur. Bu nedenle, birçok okuyucuda, özellikle de meslekten olmayanlarda, nevrotik kişilik sorunlarının kolayca anlaşılabilir olduğu hissi uyanabilir. Ama bu hatalı, hatta tehlikeli bir çıkarım olacaktır. Tüm psikolojik sorunların mutlaka son derece karmaşık ve incelikli olduğu gerçeğinden kaçamayız. Eğer bu gerçeği kabul etmek istemeyen kişiler varsa, kendilerini bir labirentin içinde bulmasınlar ve hazır formül arayışında hayal kırıklığına uğramasınlar diye onları kitabı okumamaları konusunda uyarmak isterim.
Bu kitap, nevrotik kişilerle profesyonel olarak ilgilenmek zorunda olan ve söz konusu sorunlara aşina olan kişilerin yanı sıra ilgili meslekten olmayan kişilere de hitap etmektedir. Kitabın hitap etmeyi amaçladığı kişiler arasında yalnızca psikiyatristler değil, aynı zamanda sosyal hizmet uzmanları, öğretmenler ve aynı zamanda farklı kültürlerin incelenmesinde psişik etmenlerin önemini fark etmiş olan antropologlar ve sosyologlar da yer almaktadır. Son olarak, bu kitabın nevrotik bir insana da anlam ifade edeceğini umuyorum. Zira nevrotik bir insan eğer prensip olarak herhangi bir psikolojik düşünceyi bir müdahale ve dayatma olarak reddetmiyorsa, genellikle daha sağlam olan kardeşlerine kıyasla, psikolojinin ince ayrıntılarına dair kendi çektiği acılara dayanan çok daha güçlü ve net bir anlayışa sahiptir. Ne yazık ki durumu hakkında okumak onu iyileştirmeyecektir; okuduğu şeylerde başkalarını kendisinden çok daha kolay tanıyabilir.
Bu vesileyle kitabın editörlüğünü yapan Bayan Elizabeth Todd’a teşekkürlerimi sunuyorum. Kendimi borçlu hissettiğim yazarlardan metin içinde bahsedilmiştir. Asıl minnet duyduğum kişi Freud’dur, çünkü o bize çalışmak için bir temel ve gerekli araçları sağlamıştır. Ayrıca hastalarıma da minnet borçluyum çünkü sahip olduğum her türlü anlayış birlikte yaptığımız çalışmalardan doğmuştur.
BİRİNCİ BÖLÜM
Kültürün ve Psikolojinin Nevrozlar Üzerindeki Etkileri
Günümüzde “nevrotik” terimini, neyi ifade ettiğine dair her zaman net bir anlayışa sahip olmadan oldukça serbest bir şekilde kullanıyoruz. Bu kullanım genellikle, kınamayı ifade etmenin hafif ukalaca bir yolundan başka bir şey değildir, yani eskiden bir insanla ilgili tembel, hassas, talepkâr veya şüpheci denmekle yetinilebilirdi ama günümüzde bunlar yerine, “nevrotik” teriminin kullanılması olasılığı yüksektir. Ancak bu terimi kullandığımız zaman aklımızda gerçekten de bir şey vardır ve hiç farkında olmadan, bu terim tercihini belirleyen bazı kriterler uygularız.
Birincisi, nevrotik insanlar tepkileri bakımından ortalama bireylerden farklıdırlar. Nevrotik bir bireyi, mesela alt kademe bir işçi olarak kalmayı tercih eden, daha yüksek bir maaşı kabul etmeyi reddeden ve üstleriyle özdeşleşmeyi arzulamayan bir genç kız veya haftada otuz dolar kazanan ama işine daha fazla vakit ayırsa çok daha fazlasını kazanabilecek olan ve bunun yerine sadece kazandığı kadarıyla hayatın tadını mümkün olabildiğince iyi şekilde çıkartmayı, zamanının büyük bir kısmını kadınlarla birlikte ya da teknik hobilerden keyif alarak geçirmeyi tercih eden bir sanatçıyı nevrotik olarak değerlendirmeye meyilliyizdir. Bu tür kişileri nevrotik olarak nitelendirmemizin nedeni, çoğumuzun dünyada ilerlemeyi, başkalarının önüne geçmeyi, var olmak için gereken asgari miktardan daha fazla para kazanmayı istemeyi içeren bir davranış biçimini kanıksamış olmamız ve sadece bu tür bir davranışa aşina olmamızdır.
Bu örnekler, bir kişiyi nevrotik olarak tanımlarken uyguladığımız tek kriterin onun yaşam tarzının çağımızın kabul edilmiş davranış kalıplarından herhangi bir birisiyle örtüşüp örtüşmemesi olduğunu göstermektedir. Rekabetçi dürtüleri olmayan ya da en azından görünürde bu tip dürtülere sahip olmayan bir genç kız, eğer Pueblo Kızılderilileri kültüründe yaşıyor olsaydı, tamamen normal olarak karşılanırdı ya da söz konusu sanatçı Güney İtalya’daki veya Meksika’daki bir köyde yaşıyor olsaydı, o da normal olarak görülürdü çünkü bu ortamlarda, herhangi birinin daha fazla para kazanmak istemesi ya da birincil veya acil ihtiyaçlarını karşılamak için kesinlikle gerekli olandan daha fazla çaba göstermesi akla hayale sığmayacak şeylerdir. Daha da eski zamanlara gidersek, Yunanistan’da bir kişinin, ihtiyaçlarının gerektirdiğinden daha fazla çalışmayı istemesi kesinlikle uygunsuz bir davranış olarak kabul edilirdi.
Dolayısıyla nevrotik terimi esasen tıbbi bir terim olmakla birlikte günümüzde kültürel içeriği olmaksızın kullanılamaz. Hastanın kültürel geçmişini bilmeden kırık bir bacağa teşhis koyabilirsiniz, ancak bize inandığı imgelemler gördüğünü söylediği için Kızılderili bir çocuğa1 psikotik derseniz büyük bir risk almış olursunuz. Zira özellikle Pueblo Kızılderili kültüründe imgelem ve halüsinasyon deneyimi özel bir yetenek, ruhların bir lütfu olarak görülür ve bu deneyimleri yaşayan kişiye belirli bir prestij kazandırmak için kasıtlı olarak teşvik edilirler. Biz, ölmüş büyükbabasıyla her saat başı konuşan bir kişiyi nevrotik ya da psikotik olarak değerlendirirdik, oysa atalarla bu tür bir iletişim bazı Kızılderili kabilelerinde kabul gören bir modeldir. Ölen bir akrabasının adı geçtiğinde kendini son derece rencide olmuş hisseden bir kişiyi nevrotik olarak değerlendirmemiz gerekir, ancak bu kişi Jicarilla Apaçi2 kültüründe kesinlikle normaldir. Âdet gören bir kadının ona yaklaşmasından ölesiye korkan bir adamı nevrotik olarak değerlendirmemiz gerekirken, pek çok ilkel kabilede âdetle ilgili korku duymak olağan bir tutumdur.
Neyin normal olduğuna dair anlayış sadece kültüre göre değil, aynı kültür içinde de zamanla değişiklik gösterebilir. Örneğin günümüzde olgun ve bağımsız bir kadın daha önceden cinsel ilişki yaşamış olduğu için kendisini, “iyi ve ahlaklı bir adamın sevgisine layık olmayan düşmüş bir kadın” olarak değerlendirecek olsa, en azından toplumun birçok kesimi tarafından bir tür nevroz yaşadığından şüphelenilirdi. Oysa kırk yıl kadar evvel böyle bir suçluluk psikolojisi normal kabul edilirdi. Normallik kavramı aynı zamanda toplumun farklı sınıflarında da çeşitlilik gösterir. Örneğin feodal sınıfın üyeleri, bir erkeğin sürekli tembellik etmesini, sadece avlanırken veya savaşırken aktif olmasını normal bulurken, küçük burjuva sınıfından bir insanın aynı tutumu sergilemesi kesinlikle anormal karşılanırdı.
Bu farklılaşma, erkek ve kadınların farklı mizaçlara sahip olduğu varsayılan Batı kültüründe olduğu gibi, toplumda var olduğu ölçüde cinsiyet ayrımlarında da görülür. Bir kadının kırklı yaşlarına gelmesiyle yaşlanma korkusunu takıntı haline getirmesi yine “normal” bir durumken, bir erkeğin yaşamının o döneminde yaşlanma korkusuna kapılması nevrotik bir durumdur.
Eğitimli her insan neyin normal görüldüğü konusunda farklılıklar olduğunu belli bir ölçüde bilir. Çinlilerin bizden farklı şeyler yediklerini, Eskimoların temizlikle ilgili farklı görüşleri olduğunu, büyücü hekimlerin hastaları iyileştirmek için modern hekimlerin kullandıklarından farklı yöntemleri olduğunu biliyoruz. Bununla birlikte, sadece geleneklerde değil, dürtü ve duygularda da farklılıklar olduğu, antropologlar tarafından üstü kapalı ya da açık bir şekilde ifade edilmiş olsa da genel olarak daha az anlaşılmaktadır.3 Amerikalı dilbilimci ve etnolog Edward Sapir’in4 de ifade ettiği gibi, normal olanı her zaman yeniden keşfetmek modern antropolojinin erdemlerinden biridir.
Her kültür haklı olarak kendi duygularının ve dürtülerinin “insan doğasının” normal ifadeleri olduğu inancına tutunur5 ve psikoloji de bu kurala bir istisna teşkil etmemiştir. Örneğin Freud, gözlemlerine dayanarak kadınların erkeklerden daha kıskanç olduğu sonucuna varır ve ardından bu tahmini genel olguyu biyolojik gerekçelerle açıklamaya çalışır.6 Freud ayrıca tüm insanların cinayetle ilgili suçluluk duygusu yaşadığını varsayıyor gibi görünmektedir.7 Bununla birlikte, en büyük farklılıkların öldürmeye yönelik tutumlarda görüldüğü de tartışılmaz bir gerçektir. Peter Freuchen’in de kanıtladığı gibi,8 Eskimolar bir katilin cezalandırılması gerektiğini düşünmemektedir. Pek çok ilkel kabilede, üyelerinden biri kabile dışından biri tarafından öldürüldüğünde ailenin gördüğü zarar, yerine bir başkasının sunulmasıyla giderilebilir. Bazı kültürlerde ise, oğlu öldürülen bir annenin duyguları, katili onun yerine evlat edinmesiyle yatıştırılabilir.
Antropolojik bulgulardan daha fazla yararlanarak, insan doğasına ilişkin, örneğin rekabetçilik, kardeş rekabeti, duygusal yakınlık ve cinsellik arasındaki benzerliklerin insan doğasında var olan eğilimler olduğu fikri gibi bazı kanılarımızın oldukça naif olduğunu kabul etmeliyiz. Normallik anlayışımız, belirli davranış ve duygu standartlarının, bu standartları üyelerine dayatan belirli bir grup içinde onaylanmasıyla oluşmaktadır. Ancak bu standartlar kültüre, döneme, sınıfa ve cinsiyete göre değişmektedir.
Bu düşüncelerin psikoloji açısından ilk izlenimde göründüğünden daha geniş kapsamlı etkileri vardır. Bunun ilk etkisi, psikolojik evrensel bilgiden şüphe duyulmasıdır. Bizim kültürümüze ilişkin bulgular ile diğer kültürlere ilişkin bulgular arasındaki benzerliklerden, her ikisinin de aynı güdülerden kaynaklandığı…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) İnceleme Psikoloji
- Kitap AdıÇağımızın Nevrotik Kişiliği
- Sayfa Sayısı232
- YazarKaren Horney
- ISBN9786050211061
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviSay Yayınları / 2024