Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Caesar
Caesar

Caesar

Adrian Goldsworthy

Türkiye’de daha çok Jül Sezar olarak tanınan Gaius Iulius Caesar (MÖ 100- 44), dramatik ölümünden bu yana iki bin yıldan fazla süre geçtiği halde…

Türkiye’de daha çok Jül Sezar olarak tanınan Gaius Iulius Caesar (MÖ 100- 44), dramatik ölümünden bu yana iki bin yıldan fazla süre geçtiği halde antik dünya denince adı akla ilk gelen kişilerdendir. Roma’nın bu ünlü komutanı ve yöneticisi, servetini yitirmiş kadim bir ailenin genç mensubu olarak toplum içine çıktığı ilk andan son gününe kadar kılığı, tarzı, kıvrak zekâsı ve özgüveniyle ilgi çeken biriydi. Togayı kimse onun gibi giymedi, saçlarını kimse onun gibi taramadı; kimse onun gibi yürüyüp onun gibi konuşmadı Roma’da. Şehrin en tekinsiz döneminde erken yaşta kamu hizmetine girip kişisel çekişmelerin, siyasi suikastların, mali skandalların, komploların arasından sıyrılarak en tepeye, konsüllüğe ulaşmasında, halk yığınları yararına politikaları kadar bu karizmasının da payı vardı. “Roma’daki her kadının kocası” gibisinden ısrarlı yakıştırmalar, “kel zampara geliyor, karılarınızı saklayın Romalılar” tarzı kaba espriler bile kişisel cazibesine ve siyasi kariyerine zarar veremedi.

Asıl şanını ve zenginliğini, bir milyondan fazla insanı öldürüp bir o kadarını da esir aldığı Galya’daki valiliği sırasında kazanan Caesar, bundan sonra eski siyasi ortağı Pompeius’la içsavaşa tutuştu. Onu da yendiğinde, ülkesinin topraklarını genişletmiş, dört kez zafer alayı düzenleyip dört defa konsül olmuş, senato tarafından ömür boyu diktatörlük payesiyle ödüllendirilmiş, takvime bir ay ekleyip o aya kendi adını vermiş, döneminin başta gelen edebi eserleri arasında sayılan Gallia Savaşı adlı kitabını yazmış biri olarak Roma’daki en zengin, güçlü ve etkili kişi haline geldi. Bu şekilde hayatının zirvesine ulaşmışken cumhuriyeti yok edip krallığını ilan edeceğini düşünen bir grup cumhuriyetçinin düzenlediği suikast sonucu öldürüldü.

Tarih, siyasi bir şahsiyet hakkındaki hükmünü verirken, çağdaşlarının ve sonraki kuşakların hayatını ne derece etkilediğinin yanı sıra hareketlerinin başkasında olmayan bir tılsımla yüklü olup olmadığına da bakar. Antik Roma’nın toplumsal hayatını gözümüzde başarıyla canlandıran uzman tarihçi ve yazar Adrian Goldsworthy’nin harika biyografisi, dünyada çok az insana bahşedilmiş bu özel büyüye Caesar’ın da sahip olduğuna dair en güzel anlatımlardan birini oluşturuyor.

Giriş

Julius Caesar, sayısız kuşağı etkisi altına alan dramatik bir hayat yaşamıştır. Shakespeare ve Shaw gibi büyük isimlerin, birçok yazarın ve senaristin ilgisini çekmiştir. Tüm zamanın en yetenekli generallerinden biri olmakla kalmayıp çıktığı seferlerin detaylarını da kaydetmiştir. Geride bıraktığı bu kayıtların edebi niteliğine başka kayıtlar ya nadiren ulaşabilmiş ya da hiç ulaşamamıştır. Caesar aynı zamanda, Roma Cumhuriyeti’nde en yüksek yetkeyi ele geçirmiş, hiçbir zaman ‘kral’ lakabını kullanmasa da pratikte hükümdarlık mertebesine ulaşmış bir politikacı ve devlet adamıdır. Caesar zalim bir hükümdar değildi; mağlup ettiği düşmanlarına karşı gösterdiği merhameti her zaman açıkça sergilemiştir. En sonunda hançerlenip öldürülmesi de affettiği iki kişinin başı çektiği ve yine birçok destekçisinin içinde yer aldığı bir komplonun sonucudur. Evlatlık oğlu Octavianus (Gaius Julius Caesar Octavianus) Roma’nın ilk imparatorudur. Bu hanedanlık MS 68’de Nero ile birlikte son bulmasına rağmen kendisiyle aralarında hiçbir kan veya evlatlık bağı bulunmayan bütün Roma imparatorları, Caesar adını almıştır. Aslında az tanınan aristokratik bir ailenin üyesi olan Caesar’ın ismi, ilerleyen dönemlerde yüce ve meşru gücü simgeleyen bir unvan haline gelmiştir. İktidar ile isim arasındaki bu ilişkinin kuvveti, yirminci yüzyılın başında dünyanın en güçlü ülkelerinden ikisinin hükümdarlarının unvanlarının, Caesar isminden türemiş olan “Çar” ve “Kayzer” olmasından da anlaşılabilir. Bugünlerde batı devletlerinde klasik medeniyetler artık eğitimde eskisi kadar merkezi bir yer teşkil etmemektedir. Buna rağmen Iulius Caesar, antik dönemin hâlâ herkes tarafından anında tanınan birkaç isminden biridir. Latince bilmeyen birçok insan, Caesar’ın son sözlerini Shakespeare’in versiyonundan hatırlar: “Et tu Brute” [“Sen de mi Brutus?”-ç.] (aslında büyük ihtimalle başka bir şey söylemiştir. Bkz. 23. Bölüm). Aynı şekilde hatırda kalan başka Romalılar içinde belki Nero’yu veya Marcus Antonius’u sayabiliriz. Başka milletlerdense belki Büyük İskender, Hannibal, Kleopatra ve Yunan filozoflar ortak bilinçte onun kadar yer edinmiştir. Kleopatra, Caesar’ın sevgilisi, Antonius da onun emri altındaki komutanlardan biriydi; bu yüzden aslında onlar da Caesar’ın öyküsünün parçasıdır.

Caesar büyük bir adamdı. Napoleon, Caesar’ın seferlerinden çok şey öğrendiğini itiraf eden ünlü komutanlardan sadece biridir. Politik açıdan Roma tarihi üzerinde büyük bir etkisi olmuş, dört buçuk yüzyıl süren Cumhuriyet rejiminin son bulmasında önemli bir rol oynamıştır. Aslında keskin zekâlı ve gayet iyi eğitimli biri olmasına rağmen Caesar’ın hafızalara kazınmasını sağlayan özelliği, eylem adamı olması ve ataklığıdır. Fevkalade kabiliyetliydi; hitabet ve edebiyat alanlarındaki yeteneğinin yanı sıra hem yasa yapmakta hem de politik sahada oldukça başarılıydı. Ancak Caesar’ın belki de en önemli özelliği hem Roma halkını, hem askerleri, hem de baştan çıkardığı kadınları cezbeden karizmasıydı. Caesar politik ve askeri birçok hata yapmıştır; kim yapmamıştır ki? Onun asıl büyük sırrı bu başarısızlıkları aşmakta, yaptığı yanlışları en azından kendisine itiraf etmekte ve en sonunda bu yeni duruma ayak uydurup uzun vadede kazanmakta yatıyordu.

Caesar’ın yüceliğini inkâr edecek insan azdır; onun iyi bir insan olduğunu veya yaptıklarının şüphe götürmeyecek şekilde iyi sonuçlar verdiğini söylemek ise çok daha zordur. O bir Hitler, bir Stalin veya bir Cengiz Han değildi. Buna rağmen bir kaynağa göre seferleri sırasında bir milyon düşman öldürülmüştür. Bu konulardaki antik bakış açısı, günümüzdekinden oldukça farklıydı ve Caesar’ın Galyalılar gibi yabancılara karşı seferlerini Romalılar gayet olağan karşılamışlardır. Sekiz sene süren bu seferde Caesar’ın lejyonları en azından bölgedeki yüz binlerce insanı öldürmüş ve en azından bir o kadar insanı da köleleştirmiştir. Bazen oldukça acımasızdı; sayısız katliam ve infaz için talimat vermiş, bir defasında da muharebede ele geçirilen tüm esirlerin ellerinin kesildikten sonra serbest bırakılmasını emretmiştir. Yine de mağlup ettiği düşmanlarına merhamet gösterdiğine daha sık rastlanmıştır. Bu merhametin nedenleri aslen pratiktir. Caesar’ın asıl amacı, mağlup olan bu insanları Roma idaresi altına sokmak, Roma’ya vergi ödeyen topluluklar haline getirmektir. Caesar’ın bu konudaki tavırları soğuk ve pragmatikti, merhamet veya vahşet arasındaki seçim, tamamen o anda hangisinin kendisine en büyük avantajı sağlayacağına

bağlıydı. Hareketli ve enerjik bir emperyalistti ama şunu da söylemek gerekir ki Caesar, Roma emperyalizminin yaratıcısı değil, uygulayıcılarından sadece biridir. Caesar’ın seferleri Roma’nın diğer savaşlarına kıyasla daha kanlı değildi. Zamanında tartışma yaratan şey, Roma’nın içindeki faaliyetleri ve politik hasımları onun kariyerini bitirmeye çalıştıkları zaman bir içsavaş başlatma konusundaki hevesidir. Şikâyetlerinin birçoğunda aslında haklı olmasına rağmen, ordusunu MÖ 49’un Ocak ayında kendi eyaletinden İtalya’ya getirdiği anda isyankâr durumuna düşmüştür. Caesar’ın ölümünü izleyen içsavaşlar, Caesar’ın yaptıkları sonucunda zaten zayıf düşmüş olan Roma Cumhuriyeti’nin sonunu getirmiştir. Cumhuriyet’ten sonra Roma’da imparatorlar hüküm sürmüştür ki bu imparatorlardan ilki Caesar’ın halefidir. Diktatörlüğü sırasında Caesar en yüksek güce erişmiş, iyi bir yönetici olduğunu kanıtlamış, kaliteli bir devlet adamına yaraşır, makul ve Roma’nın iyiliğine yönelik yasalar yapmıştır. Caesar’dan önce Roma’nın yönetimi, makamlarını sık sık kendi yararları için kullanmaktan ve hem daha fakir Romalıların hem de eyaletlerdeki insanların sırtından geçinmekten çekinmeyen küçük bir senatör zümresinin elindeydi. Caesar, birçok kişinin gerçek ve ciddi olduğunu kabul ettiği fakat prestiji başkası kazanmasın diye kimsenin gerekeni yapması için başkasına izin vermemesi dolayısıyla çaresiz kalan birçok sorunu çözmek için harekete geçmiştir. Cumhuriyet içten içe çürümüş, Caesar’ın doğumundan önce sıklıkla şiddetle ve Caesar’ın çocukluğu sırasında içsavaşla çalkalanmıştı. Caesar en yüksek güce askeri yollarla kavuşmuştur. Kariyerinin başka dönemlerinde rüşvet ve göz korkutmaya başvurduğu da bilinmektedir. Öte yandan karşıtlarının metotlarının da kendisininkilerden çok farklı olduğu pek söylenemez. Caesar kendini korumak için içsavaşa ne kadar yatkınlık göstermişse, hasımları da onu yok etmek için aynı şekilde davranmışlardır; kimin iyi kimin kötü olduğuna karar vermemize imkân yoktur. Zaferinden sonra sorumlu bir şekilde davrandığı ve senatör aristokrasisinden farklı bir çizgi izlediği açıktır: Caesar’ın yasaları toplumun çok daha büyük kısmının yararınaydı. Baskıcı bir rejim izlememiş, birçok eski düşmanını affetmiş ve desteklemiştir. Roma, İtalya ve eyaletler Caesar’ın yönetimi altındayken uzun zamandır olduklarından daha iyi durumdalardı. Yine de bu sorumlu idareye rağmen Caesar’ın iktidarı ele geçirmesi özgür seçimlerin sonu demekti ve kendisi ne kadar adilce hükmetse de monarşi en sonunda Caligula ve Nero gibi imparatorları beraberinde getirecekti. Roma tarihi genellikle zengin elitler tarafından yazılmıştır ve Caesar’ın yükselişi bu sınıfın gücünün azalmasına yol açmıştı. Birçok kaynağın Caesar’ı eleştirmesi işte bu yüzdendir.

Caesar’ın ahlaklı bir insan olduğunu söyleyemeyiz, hatta bazı konularda ahlaksızca davrandığı açıktır. Caesar’ın doğal olarak nazik, cömert, kin tutmayan, düşmanlarını dost etmeye çalışan bir insan olduğu doğrudur ama aynı zamanda son derece acımasız biri olduğunu ortaya koymaktan da kaçınmamıştır. Caesar müzmin bir çapkındı ve hem eşlerine hem de çok sayıdaki sevgilisine karşı vefasız davranmıştır. Bunların arasında en ünlüsü olan Kleopatra’yla arasında büyük ihtimalle gerçekten karşılıklı bir aşk ilişkisi vardı. Ama bu bile kısa süre sonra başka bir kraliçeyle ilişki yaşamaktan veya Roma’nın aristokrat kadınlarının peşinde koşmaktan onu alıkoymadı. Caesar son derece mağrur, hatta özellikle de dış görünüş olarak kibirli bir insandı. Caesar’ın küçük yaşlardan beri kendisini başkalarından üstün gördüğü sonucuna ulaşmamak gerçekten de zor. Bu özsaygının, büyük oranda haklı gerekçeleri vardır; kendisi, diğer senatörlerin çoğundan daha zeki ve daha becerikliydi. Belki de Napoleon gibi kendine o kadar hayrandı ki, başkalarını etkisi altına alması çok daha kolay oluyordu. Aynı Fransız imparatoru gibi, onun karakterinde de birçok tezat vardır. Sir Arthur Conan Doyle, Napoleon hakkında şöyle yazmıştı: “Muhteşem bir adamdı belki de şu ana kadar yaşamış olanların en muhteşemi. Bana en ilginç gelen tarafı ise karakterinin tamamen bir yöne yatmaması. Ne zaman bir cani olduğuna karar verseniz önünüze asil bir yönü çıkıyor; hemen sonra bu takdir olağanüstü adilikte bir davranış yüzünden yok oluyor.”1 Bu garip karışımın aynısının Caesar’da da bulunduğu söylenebilir, belki bu kadar aşırıya kaçmamış bir biçimiyle.

İlginçtir ki günümüz akademisyenlerinin tarihi tarafsızca ve duygularına kapılmadan incelemek için eğitilmiş oldukları varsayılmasına rağmen, Caesar hakkında kesin yargıya sahip olmayan bir antik dönem

tarihçisi az bulunur. Geçmişte bazıları Caesar’ı Cumhuriyet’in devasa problemlerini farkeden ve bu problemlere çözüm bulan bir vizyoner olarak görüp takdirle karşılamış, hatta idolleştirmişlerdir. Bazıları ise çok daha eleştirel bir ton tutturmuş ve Caesar’ı yasalarla âdetleri umursamadan hızla tepeye çıkan fakat elde ettiği güçle ne yapacağını bilemeyen tipik hırslı bir aristokrat gibi görmüşlerdir. Bu yorumu yapanlar genelde iktidara yükselişine damga vuran oportünistliğini öne çıkarırlar. Caesar gerçekten de fırsat kollayan bir oportünistti ama aynı şeyi hemen hemen tüm başarılı politikacılar hakkında da söyleyebiliriz. Caesar insanın giriştiği her işte şansın önemine inanmış ve kendisinin başkalarına kıyasla daha şanslı olduğunu hep hissetmişti. İmparatorların Roma İmparatorluğu’nu yüzyıllarca yönetmesini sağlayan sistemin günümüzde daha çok Augustus olarak tanınan Octavianus tarafından yaratıldığını şimdi biliyoruz. Artık büyük tartışmanın konusu, Augustus’un tamamına erdirdiği bu sistemin, Roma’nın Caesar’ın kontrolü altında olduğu zaman mı başlatılmış olduğu yoksa Caesar’ın davranışlarının, evlatlığının kendisiyle aynı kaderi paylaşmamak için izlemekten dikkatle kaçındığı bir örnek mi teşkil ettiğidir. İnsanların bu konudaki fikirleri keskin bir ayrılık sergilemektedir ve bu durum büyük ihtimalle hiç değişmeyecektir. Gerçek ise, büyük ihtimalle bu iki uç noktanın arasında bir yerdedir.

Bu kitabın amacı, Caesar’ın yaşamını kendi koşulları içinde incelemek ve MÖ birinci yüzyıldaki Roma toplumunun çerçevesine yerleştirmektir. Ne Caesar’ın ölümünden sonraki olaylar ne de onun yönetim şekliyle Augustus’unki arasındaki farklar bu kitabın ilgi alanına girmektedir. Bu kitabın odağı, Caesar’ın eylemleri ve neyi, niçin, nasıl yaptığıdır. Elbette Caesar için gelecekteki olaylar bizim için geçmişte kalmaktadır. Bu bakımdan, bu kitap hem içsavaşın ve Cumhuriyet’in çöküşünün engellenemez olduğu önyargısından hem de Cumhuriyet’in sorunsuz bir şekilde işlediği tezini kabul etmekten eşit ölçüde kaçınacaktır. Geçmişte yazılan kitaplarda Caesar’ı ya bir politikacı ya da bir general gibi görme eğilimi oldukça yaygındır. Bu fark, Batılı demokrasilerde önemli bir yer teşkil etmesine rağmen bir Romalı için pek bir şey ifade etmiyordu. Romalı senatörlerin, kariyerleri boyunca hem askeri hem de sivil görevler almaları beklenirdi ve bu iki alan da kamusal hayatın bir parçası olarak görülmekteydi. Bu nedenle birini anlamadan diğerini anlamak mümkün değildir ve burada ikisine eşit derecede ağırlık verilecektir. Kitap, uzunluğuna rağmen ne Caesar’ın zamanındaki politik hayatın her detayına ışık tutabilir, ne de Galya’daki seferleri veya içsavaşı tamı tamına analiz edebilir. Kitabın odağı her zaman Caesar olacak, onun bizzat içinde rol almadığı olaylar sadece kaba detaylarıyla anlatılacaktır. Belirli bir Roma yasasının veya bir duruşmanın detayları, topografik veya askeri ayrıntılar gibi tartışmalı meseleler üzerinde durulmayacaktır. Ne kadar ilgi çekici olsalar da eğer Caesar’ı daha iyi anlamamıza yardım etmiyorsa bu tür hususlar konu dışı kalmaktadır. Okur bu konularda daha fazla bilgi edinmek istiyorsa kaynakçayı bu kitabın sonunda bulabilir. Aynı zamanda akademisyenlerin Caesar hakkındaki yazı ve yorumlarına ana metinde doğrudan yer vermekten kaçınılmıştır. Bu tip kaynaklar akademik yönden büyük bir önem teşkil etmesine rağmen, birçok okura oldukça sıkıcı gelecektir. Bu yapıtlar kitabın sonundaki notlarda belirtilmektedir.

Ününe ve Roma’nın hakkında en fazla bilgi sahibi olduğumuz dönemlerden birinde yaşamış olmasına karşın hâlâ Caesar hakkında bilmediğimiz çok şey var. Elimizde bu konuda çok fazla yeni veri bulunmamaktadır. Arkeolojik kazılar sayesinde Caesar’ın dünyası hakkında giderek daha fazla bilgi edinmekteyiz. Mesela bu kitabın yazımı sırasında Fransa’da ve Mısır’da sürmekte olan projeler, Caesar’ın zamanındaki Galya ve Kleopatra’nın İskenderiye’si hakkında birçok konuya ışık tutacaktır. Yine de Caesar’ın kariyeri ve yaşamı hakkında bildiklerimizi kökten değiştirecek yeni bilgilerin açığa çıkma ihtimali oldukça düşüktür. Bu konudaki bilgilerimizin çoğu, antik dünyadan kalmış Yunanca ve Latince kaynaklardan ve daha seyrek olarak, bronz ve taş yazıtlardan gelmektedir. Caesar’ın kendi seferleri hakkında yazdığı Commentarii (Yorumlar) günümüze kadar gelmiştir ve hem Galya’daki seferlerin hem de içsavaşın ilk iki senesinin oldukça detaylı bir anlatımını sunmaktadır. Bunlara ek olarak Caesar’ın sonraki harekâtlarını içeren ve kendisinin ölümünden sonra subaylarınca yazılan dört kitap bulunmaktadır. Ayrıca Cicero’nun elimizde bulunan mektupları, söylevleri ve kuramsal eserleri de bu zaman dilimi hakkında sundukları bilgiler açısından oldukça zengindir. Cumhuriyet’in önde giden şahıslarından gelen ve Caesar tarafından yazılan birkaç kısa mesajı da içeren mektuplar Cicero’nun ölümünden sonra yayımlanmıştır. Cicero ile Caesar’ın ve

Cicero ile Pompeius’un mektuplaşmalarını içeren ciltlerin derlendiğini biliyoruz fakat ne yazık ki bu yapıtlar günümüze kadar ulaşamamıştır. Aynı durum, Caesar’ın diğer edebi eserleri ve yayımlanmış olan söylevleri için de geçerlidir. Antik dönemde yazılan eserlerden günümüze kadar ulaşanlarının oranının, yüzde birin bile çok altında olduğunu unutmamak gerekir. Cicero’nun mektupları yayımlandığında, aralarında bazıları kasten eksik bırakılmıştı. Bunların arasında en önemlileri, MÖ 44’ün ilk üç ayında arkadaşı Atticus’a yazdığı mektuplardır. Atticus bu mektupların yayıma hazır hale getirilmesinde önemli bir rol oynamış olmakla birlikte yayımlanmaları için Augustus’un Roma’nın hâkimiyetini ele geçirmesine kadar beklenmek zorunda kalınmıştır. Atticus’un Caesar’a karşı kurulmuş komploya karıştığını veya daha yüksek ihtimalle bu komplo hakkında bilgi sahibi olduğunu veya komplo gerçekleştikten sonra onayladığını işaret eden bilgiler içeren bu kayıp mektupların ortaya çıkmasının engellenmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Aşağı yukarı aynı zamanlarda yaşamış bir başka kaynak, Catilina’nın komplosunu da içeren birkaç tarihsel eser yazmış Sallustius’tur. Sallustius içsavaş sırasında Caesar’ın yanında savaşmış, bunun sonucu olarak Senato’daki eski görevi kendisine geri verilmiştir. Vali olarak gönderildiği Afrika’daki görevini takiben eyaleti haraca bağlamaktan suçlu bulunmuş fakat Caesar sayesinde herhangi bir ceza almaktan kurtulmuştur. Cicero’dan ziyade Caesar’ın tarafında yer alan Sallustius, bu olayları tarihsel bir bakış açısından kaydetmiş olmakla birlikte Caesar hakkındaki görüşleri biraz karmaşıktır. Sallustius eserlerinde, Roma’nın başına gelen her kötülüğü aristokrasinin ahlaki çöküş yaşamasıyla ilişkilendirir. Bu bakış açısı suçunu şiddetle inkâr etmiş olmasına karşınkendi kariyeriyle karşılaştırıldığında ironik bir durum oluşturur. Bunun dışında, gerçeklere bu önyargıyla bakması, onun yazımını da yer yer oldukça subjektif kılmıştır. Cicero, Sallustius ve Caesar kamu hayatının etkin katılımcılarıydı. Özellikle Caesar’ın kendi başarılarını övmek ve kariyeri için destek toplamak amacıyla yazdığı çok sayıda eser bulunmaktadır. Caesar da diğerleri de tek amaçları gerçekleri çarpıtmadan yansıtmak olan tarafsız gözlemciler değildir.

Diğer kaynaklarınsa çoğu güncel değildir. Mesela Livius, geçen olayları hatırlayan insanların hâlâ hayatta olduğu Augustus’un hükümdarlığı sırasında yazmıştır. Maalesef bu kitapların asılları kaybolmuş, günümüze sadece bu kitapları kısaca özetleyen yazılar kalmıştır. Biraz daha ileri bir tarihte yazmış Velleius Paterculus’un eserleri kısalıklarına rağmen bu dönem hakkında oldukça yararlı bilgiler içermektedirler. Bununla birlikte Caesar hakkında elimizdekilerin büyük bir kısmı, diktatörün ölümünden yüz elli yılı aşkın süre sonra, MÖ ikinci yüzyılın ilk çeyreğinde yazılmıştır. Yunan yazar Appianos, ilk iki cildinde Roma tarihindeki içsavaşları ve MÖ 133’ten MS 44’e kadar yaşanan kargaşaları konu eden önemli eserler kaleme almıştır. Başka bir Yunan yazar olan Plutarkhos’un bizim açımızdan en önemli eseri Paralel Hayatlar ise ünlü kişileri biri Yunan, biri Romalı olmak üzere karşılıklı olarak anlatır. Kitapta Caesar, tüm zamanların en başarılı generali olarak Büyük İskender ile eşleştirilerek anlatılmıştır. Plutarkhos aynı zamanda Marius, Sulla, Crassus, Pompeius, Cicero, Cato, Brutus ve Marcus Antonius’un hayatlarını da kaleme almıştır. Suetonius, Caesar’dan başlayarak ilk on iki hükümdarın biyografilerini yazmış bir Romalıdır. Cassius Dio, Yunan uyruklu olmasına rağmen bir Roma vatandaşı ve MÖ üçüncü yüzyıl başlarında kamu hayatında aktif bir şekilde yer almış bir senatördü. Bahsi geçen zamanın devamlı ve en detaylı anlatımını Dio’nun eserleri sağlamaktadır. Bu yazarların hepsi, birçoğu Caesar’ın döneminde, hatta bir kısmı onun tarafından yazılmış belirli kaynaklara sahipti. Bu kaynaklar ne yazık ki günümüze ulaşmamıştır. Buna rağmen bu kaynakların konu ettikleri olaylardan çok daha sonra yazılmış olduklarını da unutmamalıyız. MÖ birinci yüzyıldaki durumu tam olarak anladıklarından veya doğru olarak yansıttıklarından emin olamayız. Elimizdeki veriler içinde birçok açık da bulunmaktadır. Suetonius ve Plutarkhos’un Caesar biyografilerinin ilk bölümlerinin kayıp olması ilginç bir rastlantıdır. Bu yüzden Caesar’ın hangi yılda doğduğu kesin olarak bilinmemektedir. Her yazarın kendine göre bir bakış açısı, ilgisi veya önyargısı vardı ve kullandıkları kaynaklar çoğu zaman tarafsızlıktan uzak bir şekilde ve bazen açıktan açığa propaganda amacıyla yazılmışlardı. Bu nedenle herhangi bir kaynağı kullanırken dikkatli davranmalıyız. Antik dönem tarihçileri kısıtlı, güvenilmez veya birbiriyle çelişkili kaynaklar kullanmak zorunda kalabilirler. Bu kitabın içinde birçok yerde, okuru bu süreç hakkında bilgi sahibi yapmaya uğraştım.

Bunun dışında Caesar’ın özel hayatının bazı yönleri de bize kapalı kalmaktadır. Ailesi, eşleri, sevgilileri, arkadaşlarıyla kişisel ve özel ilişki-

leri hakkında daha fazla bilgi ilgi çekici ve açıklayıcı olurdu. Arkadaşları konusuna değinirsek, büyük ihtimalle hayatının büyük kısmı boyunca ve kesinlikle son yıllarında kendi eşiti olarak gördüğü bir arkadaşı bulunmamaktaydı. Buna rağmen emrindekilere ve yardımcılarına yakınlık göstermiş, onlara karşı olan düşkünlüğünü sergilemiştir. Aynı zamanda dini inançları hakkında da fazla bir şey bilmiyoruz. Din ve ritüel Roma dünyasında hayatın her köşesine yayılmıştı. Caesar Roma’nın en kıdemli rahiplerinden biriydi ve düzenli olarak dua, kurban gibi çok çeşitli ayinler yönetmişti. Buna ek olarak kökenlerinin tanrıça Venüs’ten geldiğini iddia eden aile geleneğinin propagandasını her zaman açıkça yapmıştır. Ancak bunların Caesar için ne anlama geldiklerini bilmiyoruz. Yapmak istediklerinden dinsel nedenlerden dolayı vazgeçtiği ya çok az görülmüş veya hiç görülmemiştir. Dini kendi emelleri için kullanmış olması toplumsal değerleri küçümsediği ya da inanç sahibi olmadığı anlamına gelmez. Bu konuda gerçekten hiçbir şey bilmiyoruz. Caesar’ın karizmasının büyük bir kısmı, bilinmeyen yönlerinden ve bazı gizemlerinin açığa çıkmamasından kaynaklanmaktadır. Bunlardan bir tanesi, hayatının son aylarında gerçekten ne yapmak istediğidir. Elli altı senelik hayatında birçok farklı rol oynamıştır: kaçak, esir, politikacı, general, avukat, asi, diktatör, hatta belki tanrı. Bunların yanı sıra koca, baba, sevgili ve aldatan erkektir Caesar. Kurgusal karakterlerin bile pek azı Gaius Iulius Caesar kadar çok şey yapmıştır.

 

Gaius Julius Caesar 

( Jül Sezar ) 

(MÖ 100-44 )

 

I.KISIM 

KONSÜLLÜĞE YÜKSELİŞ

MÖ 100-59

 

1.Bölüm

Caesar’ın Dünyası

Roma, Kartaca korkusundan kurtulduğunda ve imparatorluk oyununda rakipsiz kaldığında son sürat fazilet ve erdem yolundan çıkıp yozlaşmaya başladı.

Eski âdetler unutuldu, yerine yenileri geldi. Ülke ihtiyatı bıraktı ve uyuklamaya başladı, harp yerine zevk arar oldu, hareketliliğin yerini miskinlik aldı. -Velleius Paterculus, MÖ birinci yüzyılın başı

Cumhuriyet bir hiçtir, vücuttan ve şekilden yoksun bir isimden ibarettir. -Julius Caesar

MÖ ikinci yüzyılın sonunda Roma Cumhuriyeti Akdeniz’in en güçlü ülkesi haline gelmişti. Kurduğu ticaret imparatorluğuyla Batı’yı oldukça uzun bir zaman boyunca kontrolü altında tutan Fenike kolonisi Kartaca, MÖ 146’da lejyonlar tarafından tamamen yok edilmişti. Neredeyse aynı zamanda Büyük İskender’in anavatanı Makedonya da bir Roma eyaleti haline gelmişti. İskender’in devasa fakat kısa ömürlü imparatorluğunu kendi aralarında pay eden komutanlarının kurduğu büyük krallıklar ise zayıf düşmüşlerdi; eski haşmetlerinin cılız bir gölgesi kalmıştı geriye sadece. Akdeniz ve çevresindeki toprakların büyük bir kısmı -İtalya Yarımadası’nın tamamı, Güney Galya, Sicilya, Sardinya, Korsika, Makedonya, Illyricum,* Küçük Asya (Anadolu’nun batısı), İspanya’nın büyük bir kısmı ve Kuzey Afrika’nın ufak bir bölümüRoma’nın doğrudan kontrolü altındaydı. Bu yerlerin dışındaysa kerhen de olsa Roma’nın gücü tanınıyor veya en azından bu güçten korkuluyordu. Roma’yla ilişki içinde bulunan krallıkların, kabilelerin ve devletlerin hiçbiri Roma’ya kafa tutacak kadar kuvvetli değildi ve ortak bir muhalefet oluşturma şansları da yok denilebilecek kadar azdı. MÖ 100’de Roma hem fevka…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Sherlock Gibi Düşünmek ~ Daniel SmithSherlock Gibi Düşünmek

    Sherlock Gibi Düşünmek

    Daniel Smith

    “Sadece bakmak yetmez, görmek de lazım!” Gözlem gücünüzü, hafızanızı ve mantık yürütme yeteneğinizi dünyanın en ünlü dedektifi Sherlock Holmes’un kullandığı sıra dışı tekniklerle geliştirecek...

  2. Descartes ~ Desmond M. ClarkeDescartes

    Descartes

    Desmond M. Clarke

    Günümüzde en çok Yöntem Üzerine Konuşma ve Meditasyonlar adlı eserleriyle ilgi gören Fransız filozof ve matematikçi René Descartes (1596-1650), felsefesinde ve dünya görüşünde, Rönesans’tan...

  3. Kierkegaard ~ Alastair HannayKierkegaard

    Kierkegaard

    Alastair Hannay

    Soren Aabye Kierkegaard’un (1813-1855) eserleri, günümüzde hâlâ ilgi görmesine karşın bir bağlama oturtulmamış, yaşadıklarıyla yazdıkları arasında bir bağlantı kurulmamıştır. Halbuki bu yazı faaliyetinin içine...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur