Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Büyülü Sofra
Büyülü Sofra

Büyülü Sofra

Nuriye Akman

“Önce tencerelerin karnı acıkır burada. İnsanlar susamadan sürahiler yanar susuzluktan. Tavalar sır döker tabaklara. Şişeler bardakları tutkuyla öperken kepçelerden kaşıklara arzu akar. Ekmeğin zevkini…

“Önce tencerelerin karnı acıkır burada. İnsanlar susamadan sürahiler yanar susuzluktan. Tavalar sır döker tabaklara. Şişeler bardakları tutkuyla öperken kepçelerden kaşıklara arzu akar. Ekmeğin zevkini ilk sepetler çıkarır, yemeğinse çatal bıçaklar. Her gün düğün dernektir. Ne fırın yitirir hararetini, ne ocağın ateşi söner. Mutfak aşkla döndüğünden Sofra’nın tadına doyulmaz.”

Burası Büyülü Sofra’ydı işte…

Zekânın kuyusuna düşen Kleopatra, sureti haktan görünüp Allah’a cihad açan Yezid, iyileşme arzusundaki Gevher Sultan, dünyevi güce boyun eğen Ebussuud Efendi, nefsine zulmeden Drakula, gençlik hatalarını bir ömür taşıyacak olan Bayan Mao, hakikati ararken kendini yücelten Tolstoy, yeteneğinin kurbanı Camille Claudel, kaldıramayacağı ağırlıkları yüklenen Amy Winehouse ta Öteler’den gelmişlerdi adı gibi büyülü bu mekâna. Don Kişot da vicdanıyla oradaydı, ilahlık zannını eriten simyasıyla Yunus da…

Nuriye Akman’dan bir denizin balıkları, yosunları, mercanları, incileri gibi muhabbette yüzen fantastik bir roman Büyülü Sofra…

Biz sevdik âşık olduk, sevildik maşuk olduk.
Her dem yeni dirlikte, bizden kim usanası.
Yunus Emre

Diriliş
1. Gün

O halin kelimesi yok. Buharın katılaşması denebilir belki. Tüye yüklenen tonlarca ağırlık. Salınırken aşağı çekiliş. Zaman çarpması, mekân ezmesi. Yerde kımıl kımıl hafıza böcekleri. Gökte ısırılıp kemirilmiş anılar. Yitik bedeni giyinme telaşı. Kafese sıkışmış kuş hissiyatı. Dirilişin dehşeti. Başında zümrüt, yakut ve incilerle süslü altın taç var. İki yanından ipek örtüler sallanıyor. Yaldızlı eteğiyle kumral bukleleri rüzgârda uçuşuyor. Bilezik, küpe, halhal şıkırtısı. Küçük hasır valizi pek süslü. İşte o şansı elde etti, topraktan taze bir filiz gibi bitti. Gözünü Büyülü Sofra’ya dikmiş repliklerini tekrarlıyor içinden. Tamam henüz güneş doğmamış, kimseler yok çevrede ama dünyada görmüş geçirmiş kişi ne karanlıktan ne ıssızlıktan korkar. Heey! Zakkum ağacına da bak sen. Hadi adım at kraliçem. Dal artık şuraya. Bak ışıkları yanıyor, garsonları çalışıyor. Taze pişmiş hamur kokusu burnunda. Bütün görkeminle gir. İlk olmanın keyfiyle başlat oyunu. Doldur sahneyi. Hayran bırak kendine. İster bir saat, ister bir hafta kal orada. Kim bilir belki de yıllar sürer egemenliğin. Kadın sürgünde düşmanlarını yenmiş de vatana zaferle dönüyormuş gibi hissetmeye zorladı kendini. Gururun en sahte haliyle Sofra’ya doğru bir adım atmıştı ki sessizliği yırtan ezan sesiyle kaldırıma çivilendi. Bacakları titriyordu.

Düşmemek için çömelip elleriyle kulaklarını tıkadı. Başını karnına gömmüş, saldırının geçmesini bekliyordu. Müezzin birken iki, ikiyken üç, üçken dört oldu. Yakından uzaktan, alçaktan yüksekten, sağdan soldan saldırı altındaydı. Müezzinlerin biri sustuğunda diğeri güllesini savurup vücudundan bir parça kopartıyordu. Hoparlörler kapandıktan sonra bile doğrulamadı kraliçe. Nihayet Sofra ekibinden Cenk fark etti onu, hemen koşup yanına çömeldi. “İyi misiniz hanımefendi?” Kadın hâlâ titriyordu. Üzeri Antik Mısır simgeleriyle bezenmiş valizinin de onunla beraber sallandığını fark eden Cenk kibarca dükkâna davet etti onu. “Üşüyorsunuz. Buyrun bir çay ikram edelim size.” İçeri girdiler. Kadın, garsonun şaşkın bakışları altında ezan seslerini bekledi korkuyla. “Oturun lütfen, ayakta kalmayın. Aç mısınız?” Cevap vermedi kadın. Ellerine baktı önce, sonra diğer organları yerli yerinde mi diye bütün vücudunu kontrol etti. O dehşet korosu susmuştu. Artık güvendeydi ama hayalindeki güzel başlangıcı yapamadığından yüzü gülmüyordu. Garson servisi yapıncaya kadar gözleriyle mekânı taradı. Gerçekten adına yaraşır bir dekorasyon yapmışlardı. Tavandan sarkan rengârenk tüller, duvar oyuklarında şeffaf kâselerde yanan mumlar, ışıltısıyla mumları ezmeyen gizli lambalar, su izlenimi veren billur bir zemin, kafeste kuşlar, akvaryumda balıklar. Masalarda bembeyaz örtüler. Aynalarla çoğaltılan güzellikler… Kadın çekine çekine ayna karşısına geçti. Son halini merak ediyordu. Burnu minik bir kuşun gagasını andırsa da, boydan biraz fakir olsa da, dolgun bedeni, ince beli, pürüzsüz teni, derin kuyularda titreşen alev gözleri, elmacıkkemiklerinin belirginliği yeterdi. Tanrıça İsis’in kızı, imparatorların imparatoriçesi, güneşin ve ayın yeryüzündeki gölgesi, babasına zafer getiren… İnce altın yapraklardan yapılmış kemerini çekiştirdi. İşte buydu asalet. Artık kendinden emin olmuştu, yerine dönebilirdi.

Sofra’nın gece personeli toplaşmış, hayretle manzarayı izliyordu. Şeffaf bir rüyanın içine çekilmişlerdi sanki. Cenk diğerlerine “susun dağılın” işareti yaparak tabak dolusu peynirli poğaça ile çay getirdi masaya ve hemen yan yana sıralanan arkadaşlarının yanına gidip bu kıtlıktan çıkmış gibi tıkınan tuhaf yaratığı izlemeye başladı. Kıyafet başka telden çalıyordu, davranışlar başka telden. Daha sesini bile duymamışlardı. Cenk poğaça tabağının boşaldığını görünce harekete geçti.

“Merakımı mazur görün. Neden böyle Kleopatra gibi giyindiniz?” Karnı doyunca kadının yüzünde müstehzi bir ifade belirmişti, yabancı bir dili konuşuyormuş da yanlış telaffuzdan korkuyormuş gibi kelimeleri tane tane sıraladı: “Başka nasıl giyinebilirdim ki, ben zaten Kleopatra’yım.” “Anlıyorum” dedi Cenk kafasını kaşıyarak. Caddenin öte tarafında, tam karşıda tiyatro, yan sokağında oyuncu yetiştiren özel bir okul ve bitişiğinde büyük bir fotoğraf stüdyosu olduğundan dükkânda asil ve aday oyuncular görmeye alışkındı. Bazen prova aralarında sahne kostümleriyle bir koşu gelirler, şamatayla yer içer, takılan müşterilere rollerinin replikleriyle cevap verirlerdi. Amatör grupların katıldığı şenlik zamanları, okulların yıl sonu müsamerelerinde, bayramlarda ortalık tarihi ve hayali şahsiyetlerden geçilmezdi. Arka sokaktaki fakültelerin hocalarıyla öğrencileri neredeyse tam kadro buraya takılırdı. İki blok ötedeki hastanenin sağlık ekibiyle hasta yakınlarına on dakikalık yürüme mesafesindeki tren garının yolcuları da katılırdı. Fakat bugüne kadar sabahın köründe böyle tam tekmil kostüm, ful makyaj gelen olmamıştı.

Gerçi Büyülü Sofra 7/24 açık olduğundan Kleopatra’dan çok daha ilginç tipler tuhaf hikâyelerini buraya taşımış, anarşi çıkarmadıkları müddetçe hoşgörüyle karşılanmıştı. Kafenin sahibesi Neşe, müşteri zenginliğinin büyü konseptini beslediğini düşünürdü. Renkli kişiliğiyle hep sularına gider, elinden geldiğince sahneyi bozmazdı.

Neşe genellikle Sofra’ya saat 10 gibi gelirdi. Kendini Kleopatra sanan bu tatlı kaçıkla karşılaşamadığını duysa ne üzülürdü kim bilir. Cenk o saate kadar oyalayabilseler de tanışsalar diye düşündü. Çok iyi anlaşacaklarından emindi. Patroniçeleri de normal görünümüne rağmen az çılgın sayılmazdı. Kleopatra’yı oyunundan bir bölümü müşterileri için canlandırmaya ikna eder, sonra da “Maşallah bu ne yetenek! Siz hep gelin buraya, çaylar şirketten” derdi.

Kleopatra valizinden yelpazesini çıkarmış, bir edayla sallayarak dolanmaya başlamıştı. Salondan camekânla ayrılan ve böylece tüm müşterilere içerde nasıl çalışıldığını görme imkânı sunan mutfağı keşfedince sevindi. Aşçı Fakih Usta ve iki hanım yamağı, Dilek ile Melek kahvaltıda tüketilecek hamur işlerini bitirmiş, öğlen menüsüne hazırlanıyordu. İşaret diliyle hoş geldinizler, kolay gelsinler, karşılıklı gülümsemeler ve baş sallamalardan sonra Kleopatra camekânın arka kısmına geçmek istedi.

Cenk, “Oyalamayalım ustayı isterseniz, ne arzu ediyorsanız söyleyin yaparlar” dediyse de kadın hiç oralı olmadı. İşte koridorun sonundaki kapıyı açıp içeri dalmıştı bile. Fakih Usta, “Hanımefendileri kapıdaki girilmez uyarısına dikkat etmediler sanırım” diyecek oldu. Kaşlarını yaramazca çatan, dudaklarını cilveli bir şekilde büzen kadın, dikkat ettiğini ancak dikkate almadığını söyledi. Kızlar kıkırdayınca aşçıbaşı sesini biraz yükselterek, kraliçeye nasıl yardımcı olabileceğini sordu.

“Öğlen yemeğinde sülün dolması isterim.”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yerli)
  • Kitap AdıBüyülü Sofra
  • Sayfa Sayısı320
  • YazarNuriye Akman
  • ISBN9786050986143
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviDoğan Kitap / 2021

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Hafız ~ Nuriye AkmanHafız

    Hafız

    Nuriye Akman

    Hassas bir adam… Çiçekçi… Bağlanamıyor kimseye. Kendi kalabalığından bile korkuyor. Düşünceleri daldan dala uçuyor, şarkılar eşliğinde… Adı Talip… Dünyası sadece kendisinin hissettiği bir depremle...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Dedemin Sevgilisi ~ Hilal GürsuDedemin Sevgilisi

    Dedemin Sevgilisi

    Hilal Gürsu

    Sevmenin ve sevilmenin yaşı yoktur! Hilal Gürsu’nun yazıp Müjde Başkale’nin resimlediği Dedemin Sevgilisi, okurun karnında kelebekler uçuşturacak, sevgiyle örülmüş, sıcacık bir anlatı. En büyük dayanağı...

  2. YO-YO 2 Hebele Hübele Mühendisi ~ Hanzade ServiYO-YO 2 Hebele Hübele Mühendisi

    YO-YO 2 Hebele Hübele Mühendisi

    Hanzade Servi

    Yo-Yo ile hâlâ tanışmadıysanız, hayatınızda büyük bir eksiklik var demektir. Hanzade Servi külliyatında apayrı bir yerde duran ve yazarın bir romandan çok daha öte, bir...

  3. Sarsıntı ~ Barış İnceSarsıntı

    Sarsıntı

    Barış İnce

    Sustunuz… Uzunca bir süre sustunuz. Niye böylesiniz? Böylesiniz işte. Sevdiğini hiç bağıra çağıra söyleyememişler gibisiniz. Haksızlık görünce dili tutulmuşlar gibi… Suskun. Bedeni huzurda namaza...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur