Bir üniversitede elektronik profesörü olarak görev yapan Ermanno Ismani, İtalyan ordusundan bir teklif alır: Çok gizli bir teknoloji projesinin geliştirme ekibinde yer almak üzere gizli bir askerî üsse davet edilmektedir, her şeyi bırakıp belirsiz bir süre için bu üsse taşınacaktır. Ismani’nin sadece kariyerini değil, hayatını da altüst edecek bu sır nedir peki?..
İtalyan edebiyatının bilim kurgu türündeki ilk örneği Büyük Portre Büyük Sır, Buzzati edebiyatının imzası olan bütün temaları bir araya getirirken varoluş psikolojisini teknolojinin etik sorularıyla buluşturuyor. Yazarının karakteristik, yalın ama aynı zamanda keskin dili, büyük sırrın peşinde gerilimi daima zirvede tutuyor.
“Gelecek nesillerin asla unutmayacağı isimler vardır şüphesiz. Dino Buzzati de bunlardan biri.” ― Jorge Luis Borges
“Buzzati bütün kitaplarında gerçekçilik ile inanılmazı, akılcılık ile tuhaflığı, ciddiyet ile delişmenliği, metodik olan ile kuralsızlığı harmanlamayı başarmıştır. […] Buzzati bu dünyayı, her şeyden öte işlevsel, nahif, yalın, kimi zaman dokunaklı, dahası romantik bir dille ‘düşsel’ kılar.” ― Claudio Toscani
“Buzzati’nin, bir zamanlar bilim kurguya, uzaylılara, uçan dairelere, düşünen robotlara, çeviri yapan makinelere ilgi duyduğu kesin olarak biliniyor. Yazarın bu konudaki ilgisinin sıradan araştırmalardan ve geleceğe dair herkesçe bilinen ayrıntıları kullanmaktan ibaret olmadığını ve yaklaşımının, düşünebilen elektronik bir beyin ya da robot gibi gelecekle ilgili basit, idealize edilmiş varsayımlarla sınırlı olmadığını belirtmek gerekir. Büyük Portre Büyük Sır’ın bilim kurgu söylemi, bu şekilde tanımlanacak olsa bile derinlerde farklı bir anlama sahiptir. Yazar bu söylemiyle, varoluş psikolojisini temel alarak, makineleri ve duyguları birleştiren böyle karmaşık bir icadın daha önce hiç bahsedilmemiş karanlık yönlerine değinmiştir.” ― Renato Bertacchini
Büyük Portre Büyük Sır
1
X Üniversitesi’nde kadrolu elektronik profesörü olarak çalışan ufak tefek, tombul, neşeli fakat korkak tabiatlı kırk üç yaşındaki Ermanno Ismani, Nisan 1972’de Savunma Bakanlığı’ndan bir mektup aldı. Profesör, Araştırma Dairesi Başkanı Albay Giaquinto’yla görüşmek üzere bakanlığa çağrılıyordu. Mektuptan konunun acil olduğu anlaşılıyordu.
Otorite karşısında her zaman pısırık davranan Ismani, konunun neyle ilgili olabileceği üzerinde fazla kafa yorup vakit kaybetmeden, aynı gün içinde, bakanlığın yolunu tuttu.
Bakanlık binasına daha önce hiç gelmemişti. Her zamanki ürkekliğiyle bekleme salonuna yöneldiği sırada üniformalı bir güvenlik görevlisi yanına yaklaşıp ne istediğini sordu. Ismani görevliye mektubu gösterdi.
Görevli, kâğıda bir göz attıktan sonra, artık her ne olduysa, az önce nezaketsiz bir tavırla konuştuğu (aslında özensiz kılığıyla, ürkek tavırlarıyla pek ciddiye alınacak bir görüntüsü olmayan) Ismani karşısında birdenbire bambaşka birine dönüştü. Müsaade isteyip profesörden biraz beklemesini rica ederek yakındaki bir odaya girdi.
Bir süre sonra, bir teğmen yanına gelerek mektubu görmek istedi.
Kâğıttaki yazıyı okuduktan sonra yüzünde belli belirsiz, huzursuz bir gülümsemeyle ve abartılı bir hürmetle Ismani’den kendisini takip etmesini istedi. Bu mektupta bu kadar tuhaf olan ne var ki? diye düşündü Ismani biraz işkillenerek. Neden mektubu görür görmez bana çok önemli biriymişim gibi davranıyorlar? Mektup, Ismani’ye sıradan resmî bir yazışmadan farksız gelmişti halbuki.
Ismani’nin yol boyunca karşılaştığı ve rütbeleri gittikçe artan başka görevliler de artık korku uyandıran bu tavırları tekrar ediyordu. Hatta profesör, onu huzursuz eden başka bir şeyi daha fark etmişti; görevliler mektubu görür görmez konuyu bir an önce kendilerinden daha yetkili birine devretmek istiyor, Ismani’ye özel muamele görmesi gereken ve tehlikeli olmasa da rahatsızlık veren biriymiş gibi davranıyorlardı.
Albay Giaquinto, rütbesinin işaret ettiğinden çok daha yüksek mevkide, olağanüstü yetkilerle donatılmış biri olmalıydı, çünkü Ismani ona ulaşabilmek için birçok kontrol noktasından geçmek zorunda kalmıştı.
Elli yaşlarındaki Giaquinto, Ismani’yi, sivil kıyafetlerin içinde nazik bir tavırla karşıladı. Profesörün bakanlığa gelmek için bu kadar acele etmesine hiç gerek olmadığını söyledi. Mektubun konunun acil olduğunu ima eden üslubu, araştırma dairesinin bütün işlerine yansıyan alışılagelmiş bir uygulamaydı sadece.
“Profesör, vaktinizi almamak için hemen konuya gireceğim. Aslında…” diyerek imalı küçük bir kahkaha attı. “Aslında ilk olarak bakanlığın sizi görevlendirmeyi planladığı konuyla ilgili şartlardan bahsetsem daha iyi olur. Zaten konunun neyle ilgili olduğunu ben de pek bilmiyorum. Profesör, siz de takdir edersiniz ki, bazı alanlarda tedbirin aşırısı olmaz. Hatta bu gibi durumlarda, karşımızda başka biri olsa, kendisinden konunun gizliliğine ihtimam göstereceğine dair taahhüt isteyeceğimizi söylemek isterim. Fakat sizin durumunuzda, profesör… sizin gibi biri… sahip olduğunuz unvanlar… askerî geçmişiniz… saygınlığınız…”
Nereye varmaya çalışıyor? diye düşündü Ismani. İçindeki huzursuzluğun gittikçe arttığını hissediyordu. “Albay, beni mazur görün, söylediklerinizi anlamıyorum.”
Albay, yüzünde belli belirsiz alaycı bir ifadeyle profesöre bakarak masasından kalktı. Cebinden anahtarlarla dolu bir anahtarlık çıkardı ve açtığı büyük metal dolabın içinden bir dosya aldıktan sonra masasına döndü.
“İşte burada,” dedi daktiloda yazılmış birkaç sayfa kâğıda bakarak. “Profesör Ismani, vatanınız için bir göreve atılmaya gönüllü olur musunuz?”
“Ben mi? Nasıl yani?” Ismani’nin, ortada büyük bir yanlışlık olduğuna dair inancı gittikçe daha da güçleniyordu.
“Bizim bundan hiç şüphemiz yoktu, profesör,” dedi Giaquinto. “Üst kademedekiler neler hissettiğinizi biliyor. Tam da bu nedenle size güveniyoruz zaten.”
“Ama ben… gerçekten, pek anlayamıyo…”
“Bu göreve atılmayı ister misiniz, profesör?” diye sordu albay. Sonra ses tonunu değiştirip kelimeleri tane tane söyleyerek devam etti. “Yüksek ulusal çıkarlarımızı ilgilendirdiği kadar bilimsel değeri de olan sıra dışı bir görev için en az iki yıllığına askerî bölgelerimizden birine taşınmayı kabul eder misiniz? Üniversitedeki göreviniz de göz önünde bulundurularak maaşınızın tamamının yanı sıra, elbette, bu görev için ayrıca ödenecek yüklü bir ücret alacağınız resmî bir görevden bahsediyorum. Tam olarak ne kadar olacağını söyleyemem tabii, ama alacağınız ücret günlük yirmi, yirmi iki bin liret civarında olacaktır.”
“Günlük mü?” dedi Ismani büyük bir şaşkınlıkla.
“Ayrıca, tamamen modern tarzda döşenmiş konforlu ve geniş bir konutta kalacaksınız. Burada yazdığına göre, gideceğiniz bölge son derece ferah ve güzel bir yermiş. Bir sigara alır mıydınız?”
“Teşekkürler, sigara kullanmıyorum. Peki ama ne tür bir iş bu?”
“Bakanlığın üstü kapalı tarifinden konunun özel olarak sizin uzmanlık alanınızla ilgili olduğunu anlıyorum… Görev tamamlandığında, doğal olarak, hükümet devreye girecek… Ayrıca evinizden tamamen vazgeçeceğinizi de…”
“Neden? Sürekli orada mı kalmam gerekiyor?”
“Görevin önemi uyarınca…”
“İki yıl boyunca mı? Peki üniversite ne olacak? Dersler?”
“Size az önce de söylediğim gibi, ben bu görevin ayrıntılarını bilmiyorum, ama sizi temin ederim, çok ilginç bir araştırma fırsatıyla karşı karşıyasınız… Dürüst olmak gerekirse, bu teklife nasıl bir cevap vereceğiniz konusunda hiç şüphemiz olmadı.”
“Peki bu işi kiminle…?”
“Bu soruya cevap veremiyorum. Ama bir isim verebilirim.
Önemli bir isim: Endriade.”
“Endriade mi? Ama o şu anda Brezilya’da.”
“Evet, tabii, resmî olarak Brezilya’da,” dedi albay göz kırparak.
“Yoo, hayır, profesör, tedirgin olmanızı gerektirecek hiçbir şey yok. Biraz gerildiniz sanki, değil mi?”
“Ben mi? Bilmem…”
“Bugünlerde hangimiz hayatın telaşesi yüzünden gerilmiyoruz ki? Ama bu konuda böyle bir gerginliğe hiç gerek yok, emin olun. Görevim gereği altını çizerek söylüyorum, çok cazip bir teklif bu. Hem sonra hiç acelemiz yok. Profesör, siz eve gidin ve…” diyerek gülümsedi albay, “…size hiçbir şey söylememişim gibi normal hayatınıza devam edin… yani bu ofise hiç ayak basmamışsınız gibi… Ama bu konuyu düşünün… Düşünün ve… bir karara varınca beni arayın.”
“Peki ya karım? Albay, belki güleceksiniz ama biz evleneli daha iki yıl bile olmadı…”
“Tebrikler, profesör…” Albay zor bir sorunu çözmeye çalışıyormuş gibi kaşlarını çattı. “Bu konu hakkında bir şey söylenmedi… ama siz böyle bir durumda sorun olmayacağını garanti ederseniz…”
“Aa, karım çok saf, naif biridir, hiçbir zararı olmaz… Ayrıca benim çalışmalarımla hiç ilgilenmez o.”
“Böylesi de daha iyi galiba,” diyerek güldü albay.
“Albay, şey…”
“Buyurun, söyleyin…”
“Olumlu ya da olumsuz bir karar vermeden önce acaba…”
“Daha fazla şey öğrenebilir miyim, diye soracaksınız öyle değil mi?”
“Şey, evet. İnsanın iki yılını hiçbir şey bilmediği bir işe…”
“İşte, tam bu noktada biraz sabırlı olmanız gerekiyor, profesör. Bu konuda size anlattıklarım dışında bir şey bilmediğime yemin edebilirim. Hepsi bu kadar da değil. Belki inanmayacaksınız ama, bakanlıkta size verilen görevle ilgili kesin bilgisi olan tek, evet tek bir kişi bile yok. Anlıyorsunuz, değil mi? Bu görevi tanımlayabilecek kimse yok. Saçma geldiğini biliyorum. Devlet başkanı bile bilmiyordur muhtemelen… Bazen askerî sırların işleyişi bir paradoksa dönüşebiliyor. Yine de bizim görevimiz, bu sırrı korumaktır. Hem sonra bu sırrın ayrıntıları bizi ilgilendirmemeli… Aa, sizin bu konuda bilgi edinmek için istediğiniz kadar zamanınız olacak tabii. Yani iki yıl boyunca demek istiyorum…”
“Affedersiniz, peki beni nasıl seçtiniz?”
“Biz mi? Sizi biz seçmedik ki. Bu teklif bölgeden geldi.”
“Endriade’den mi?”
“Bana söylemediğim şeyleri söylettirmeyin, profesör. Endriade de olabilir ama kesin olarak bilmiyorum… Yoo, hayır profesör, hiç acelemiz yok. Size hiçbir şey söylememişim gibi işinize dönebilirsiniz. Ayrıca geldiğiniz için teşekkürler. Daha fazla zamanınızı almak istemem.” Albay, yerinden kalkarak Ismani’yi kapıya kadar geçirdi. “Hiç ama hiç acelemiz yok… Ama bu konuyu düşünün, profesör. Ve bir karar verirseniz…”
2
Bu teklif, Profesör Ismani’nin içinde büyük bir endişe uyandırmıştı. İçinde bulunduğu şartları hiç değiştirmeden sakin bir hayat sürmesini, etliye sütlüye karışmadan yaşamasını sağlayan içgüdülerine kulak verseydi bu teklife hiç düşünmeden hayır derdi.
Diğer taraftan yine aynı ödlekliği yüzünden teklifi kabul etmeye mecbur hissediyordu kendini. Ismani onurlu bir adamdı –tabii yeryüzünde gerçekten böyle biri varsa. Belki de hiç hoşuna gitmeyecek bir iş için iki yıllığına gizemli bir yere atanmak, hiç tanımadığı insanların arasında (sonuçta meşhur fizikçi, Endriade’yi kongrelerdeki kargaşanın arasında, sadece birkaç kez görmüştü) ve bir sırrın ağırlığı altında yaşama düşüncesi onu dehşete düşürse de ona bir vatandaş, bir bilim adamı olarak teklif edilen bu görevden kaçması çok daha zordu.
Savaşta cesur davranmıştı ama bunu tehlikeleri hafife almanın getirdiği bir cesaretle değil, aksine, ödlek gibi görünmekten, görevlerini yerine getirememekten, askerlerin ona duyduğu güveni hak etmemekten, rütbesine yaraşır şekilde davranamamaktan korktuğu için yapmış; düşman tarafından vurulmak, yaralanmak, ölmek gibi ağza alınmayacak korkuları yüzünden ona üstün geleceklerinden çekindiği için böyle davranmıştı. Şimdi de aynı durumda olduğunu hissediyordu.
Olanları karısına anlatmak için eve koştu. Ondan on beş yaş küçük olsa da karısının hayattaki sorunlar karşında çok daha olgun, güçlü bir duruşu vardı.
Boyu çok uzun olmayan Elisa sağlam yapılı, tombul bir kadındı. Şartlar ne olursa olsun geniş, yuvarlak yüzünde insanı yatıştıran, sakin bir ifade olurdu. En huzursuz edici, en samimiyetsiz ortamlarda bile, birkaç dakika sonra, kendini iyi hissetmenin bir yolunu bulurdu. Bir yere girdi mi içerideki gerginlik, kirlilik, düzensizlik tuhaf bir şekilde yok olurdu. Ismani gibi incir çekirdeğini doldurmayacak şeyler için endişelenen, günlük hayatta hayli beceriksiz biri için onun gibi bir eş büyük bir nimetti. Büyük ihtimalle mizaçlarındaki bu farklılık –böyle durumlarda sıklıkla karşılaşıldığı gibi– çok iyi anlaşmalarının en önemli nedeniydi. Elisa’nın ortaokul mezunu olması ve bir dâhi olduğunu düşündüğü kocasının ne tür bir iş yaptığı hakkında en ufak fikrinin olmaması da bu ilişkinin mutlu bir şekilde yürümesini sağlıyordu. Ismani gece geç saatlere kadar çalışmadığı sürece, Elisa kocasının ne iş yaptığıyla ilgilenmiyordu.
Profesör, antreye girme fırsatını bile bulamadan mutfak önlüğüyle onu karşılayan karısı, elindeki kaşığı alnına doğrulttu.
“Hiçbir şey söyleme. Zaten biliyorum. Sana yeni bir iş teklif ettiler.”
“Sen nereden biliyorsun?”
“Ah, hayatım, yüzüne bakınca hemen anlaşılıyor. Saint Helena Adası’na sürgüne gönderilen Napolyon’a benziyorsun.”
“Sana kim söyledi?”
“Neyi?”
“Saint Helena Adası’nı.”
“Saint Helena’ya mı gönderiyorlar seni?” dedi Elisa. Yüzündeki gülümseme kaybolmuştu.
“Saint Helena gibi bir yer sayılır. Ama bundan kimseye bahsetme sakın. Duyulursa başım derde girebilir.”
Ismani birden irkilip az önce arkasında kendi kendine kapanan sokak kapısını hızla açtı. Merdivenleri kontrol edip aşağı baktı.
“Ne yapıyorsun?”
“Bir ayak sesi duydum gibi geldi.”
“Duysan ne olacak?”
“Kimsenin bizi dinlemesini istemiyorum.”
“Ermanno artık beni korkutuyorsun. Demek ki çok ciddi bir konu bu…” dedi Elisa neşeyle kıkırdayarak. “Hadi gel, mutfağa gel de anlat bana. Burada bizi hiç kimse duymaz, merak etme.”
Ismani’nin kafası çok karışıktı ama biraz zorlanarak da olsa Giaquinto’yla arasındaki konuşmayı karısına anlattı.
“Kabul ettin, değil mi?”
“Neden sordun?”
“Ah be adam, kabul etmezsen çok yazık olur!”
“Bana verecekleri maaş için mi?” dedi Ismani. Para karşısında görgüsüzce davranmayan biri olduğuna inandığı için biraz canı sıkılmıştı.
“Parayla ilgili olur mu canım. Görev… misyon… vatanseverlik…
Seni nasıl yanlarına alacaklarını biliyorlar. Seni suçladığımı sanma sakın…” dedikten sonra küçük bir kahkaha attı Elisa.
“Maaşını saymazsak işin içinde ayda altı yüz bin liret olunca…”
“Nasıl hesapladın hemen?” dedi Ismani. Nedense biraz rahatlamıştı.
“Böyle bir paranın hayalini bile kuramazdın! Meslektaşlarının yüzündeki kıskançlığı şimdiden görebiliyorum. Peki neymiş?
Nükleer santral mi?”
“Hiçbir şey anlatmadılar.”
“İşin içinde büyük bir gizlilik varsa kesin atom bombasıdır…
Ama sen… Sen böyle şeylerden ne anlarsın ki? Senin branşınla ilgisi yok bence.”
“Hiçbir şey bilmiyorum, hiçbir şey bilmiyorum.”
Elisa düşüncelere daldı. “Yani sonuçta sen bir fizikçi değilsin.
Özellikle seni seçtilerse…”
“Aslında pek öyle değil. Konu bir atom bombasıysa, özellikle de proje aşamasında benim gibi birine ihtiyaç duyabilirler. Yani benim gibi uzmanlık alanı…”
“Tamam o zaman, demek ki bir nükleer santral… Ne zaman peki?”
“Ne ne zaman?”
“Ne zaman gidiyorsun?”
“Bilmiyorum. Kabul etmedim ki.”
“Ama kabul edeceksin. Kabul etmezsen çok yazık olur. Kabul etmemen için tek bir neden olabilir ancak.”
“Neymiş o?”
“Yalnız gitmek zorunda kalırsan. Yani ben de seninle gelmezsem,” dedi Elisa gülümseyerek.
“Gideceğimiz yer güzel bir yere benziyor,” dedi Ismani.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıBüyük Portre Büyük Sır
- Sayfa Sayısı208
- YazarDino Buzzati
- ISBN9786050842838
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviTimaş / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Carrie Günlükleri ~ Candace Bushnell
Carrie Günlükleri
Candace Bushnell
CARRIE BRADSHAW SİNEMALARDAN ÖNCE KİTAPÇILARDA!!! 4 HAZİRANDA SEX AND CITY 2 SİNEMALARDA!!! Carrie Günlükleri bizim kuşağın en ikonik karakterlerinden birinin ergenlik öyküsünü anlatıyor. Sex...
- Anahtar ~ Juniçiro Tanizaki
Anahtar
Juniçiro Tanizaki
Yirmi yılı aşan birliktelikte karısının vücudunun güzelliğini ilk kez görerek şaşıran bir koca için, evlilik hayatı yeni başlamış sayılır. Şu güçten düştüğüm yaşlarımda bile,...
- Bayan Peregrine’nin Tuhaf Çocukları ~ Ransom Riggs
Bayan Peregrine’nin Tuhaf Çocukları
Ransom Riggs
Olaylar ana karakter Jacob’ın gözünden anlatılır. Büyük babasının trajik ölümüyle kâbuslar gören Jacob, büyük babasının anlattığı tuhaf yeteneklere sahip çocukların bulunduğu hikayelerin etkisinde olduğunu düşünüp bunun üzerine Galler’e gider ve hikayelerde adları geçen Tuhaf Çocukları ve Bayan Peregrine’yi bulmak ister.