Dikenleri batan güllerin yerine dikilen zararsız çiçekler, patlamadan hemen önce sıcağa ve hayata alışan bir kırmızı balon, huzuru bizimkiyle beraber bozulan kediler, hikâyelerine uğradığımız insanlar arasında geziniyor. Sine Ergün’ün kitabı “Burası Tekin Değil”, geçip kaybolanların arasına bakıyor.
“Yakınlarda bir yere oturduk, hoşbeşten sonra konuşacak şey kalmadı. Sustuk, ellerime baktım, o da masada bir noktaya dikti gözlerini. Sonra yüzüme baktı, güneşin üstünden bulut geçiyor olacaktı ki yüzü karardı. O an gözünde hiç görmediğim bir şey gördüm, hep orada mıydı, bilmiyordum. Yine sevecen, hayat dolu bakıyordu ama o bakışın arkasında, biraz geride başka bir göz vardı, bir şey anlatmaya çalışıyordu, anlamıyordum, onun da bildiğini sanmıyordum. Bulut geçti, göz kayboldu.”
İÇİNDEKİLER
Uyarmıştım • 9
Edgar • 11
Çikolatalı Dondurma • 13
İyi • 15
Suç Değil Beceriksizlik • 17
Burası Tekin Değil • 19
Güzel Kız • 21
Kulak Misafiri • 23
Karşı Pencere • 25
İnanabiliyor musun, Büyütme, Dedi • 27
Kahve • 29
A Gı • 31
Ayşe • 33
Cenaze Evi • 35
Sıcak • 37
Buralar Sakin • 39
Yanlış Numara • 43
Bodur İskelenin Ucu • 45
Hazır Çorba • 49
Adsızparmak • 51
Alkolik Kız • 53
Masal Anlat • 55
Matematik Sorunu • 57
Ankara • 61
Aradığınız Kişiye Şu An Ulaşılamıyor • 65
Beyin Akıntısı • 67
Boz • 69
Uyarmıştım
Kenara çek, dedim, ineceğim. Sık sık öfkelenmezdim ama öfkelendiğimde gözüm dönerdi, gözüm dönmüştü. Arabayı Umut kullanıyordu, ben yanındaki koltukta oturuyordum. Arka koltukta da ne adını ne yüzünü anımsadığım bir arkadaşı oturuyordu, o gün tanışmıştık. Umut öfkelenmeme alışık değildi, belki ona ilk kez sesimi yükseltiyordum, kısa süredir beraberdik ve birbirimizi tanımak için pek çaba sarf etmemiştik. Kenara çek, dedim, Saçmalama, dedi, pis pis sırıtıyordu. Beni arkadaşlarının yanında aşağılamak gibi bir huy edinmişti. Arkadaki adını-anımsamadığım-arkadaşının yanında da bunu yapmayı yol boyunca sürdürmüştü. Bana dair her şey uluorta alay konusu olabiliyordu. Alışık olduğum bir durum değildi.
Tatlılıkla uyarmıştım onu ama pek yararı olmamıştı. Bir daha söylemeyeceğim, dedim, Ne yapacaksın ya, dedi sırıtarak. İşin ucu kaçmıştı artık, iki elimle direksiyona abandım. Adını-anımsamadığım-arkadaşı sol cama çarptı. Umut direksiyonu toplamaya çalıştıysa da kaldırıma çıktık, tiz bir metalik çığlığın ardından durduk. Bunu niçin yaptım bilmiyordum ama Umut’un suratı görülmeye değerdi. Umut da, adını-anımsamadığım-arkadaşı da ilk kez görmüş gibi bana bakıyordu. Sanırım bazı şeyler açıklığa kavuşmuştu. Birilerinin arabaya doğru geldiğini gördüm, kapıları kilitledim. Uyarmıştım, dedim, yine uyarıyorum, beni insanların yanında aşağılamaktan vazgeç, bir dahaki sefere seni terk ederim.
Kapının kilidini açtım, üç kapı da aynı anda açıldı, içeri, İyi misiniz, sesleri doluştu. İyiydik, arabadan çıktık. Sağda boydan boya bir sürtünme izi ve kırık dikiz aynası dışında hasar yoktu, yola devam ettik. Eve vardığımızda yaptığımın büsbütün saçmalık olduğunu düşünüyordum, işin aslı, o kadar da umurumda değildi. Birer bira açtık, ortaklaşa bir film seçip izlemeye koyulduk Ben ve Umut kanepeye uzanmıştık, arkadaşı koltukta oturuyordu. Film bitince havadan sudan konuşmaya başladık. Adını-anımsamadığım-arkadaşı kütüphanedeki kitapları inceliyor, okuması için ona kitap önermemi istiyordu. Suratında alkol oranı arttıkça daha belirginleşen bir hayranlık okunuyordu. Gece ilerleyince yatmaya gittik. Umut, özenle üstümdekileri çıkarıp geceliğimi giydirdi, beraber uzandık, arkamdan sarıldı, nefesini kulağımda hissediyordum, Seni seviyorum, dedi, beni bırakma. Uykuya dalmadan önce, Garip işler, diye geçirdim içimden.
Edgar
Anlatmaya nereden başlamalı, bilmiyorum. Bilmediklerim bildiklerimin yanında iri, hantal bir kütle. Kesin olan tek şey, bir Güney Amerika şehrinde Edgar adında bir adam vardı ve öldü, sanırım. Edgar arkadaşımdı. Zayıf, esmer bir adamdı. Boynu bir yana hafif eğik durur, hep gülümserdi. Soyadını, nerede yaşadığını, telefon numarasını bilmezdim. O istediği zaman karşıma çıkardı. Onunla, gittiğim heykel kursunda tanışmıştım. Bitirdiği bir heykelini görmemiştim ama hep oradaydı. Edgar hiçbir şeye büyük tepkiler vermezdi. İyiye de kötüye de boynunu eğdiği yerden çarpık bir gülümsemeyle bakardı. Öylesine dolaşırken de karşıdan karşıya geçerken de aynı hızla atardı adımlarını.
Şehrin en bilinmezlerini onun ritmine uyarak beni götürdüğü yerlerde gördüm. Herkesi tanır, herkes de onu tanırdı ama kimsenin hakkında benim bildiğimden fazlasını bildiğini sanmıyorum. Gitmeme az kala, Öleceksin, dedim ona, böyle gidersen öleceksin. Korkmadı, kızmadı, şaşırdı, belli ki bu olasılığı ilk kez düşünüyordu, ilk kez düşündüğüne şaşırdım. Nereden çıkarıyorsun ki bunu, dedi, binanın girişinde yerde oturuyorduk, güneş soluk yüzüne vuruyordu, Niyetlenirsen haber ver, dedim, sana katılabilirim.
Vazgeçirebileceğimi düşünüyordum. Gittikten sonra, bazı şeyler silikleşti. Edgar da bunlardan biri oldu. Uzun süre bana yazdı, mektupları gitgide anlaşılmazlaşıyordu. Bir mektubu baştan sona adını bile duymadığım şeylerden oluşan bir yemek tarifiyken, başka bir mektubunda keşfettiği gizilgüçlerinden söz ediyordu. Giderek yalnızca konular değil, kurduğu tümceler ve kullandığı sözcükler de anlaşılmaz hale geldi ya da ben anlamıyordum. Ayıkladığım bir-iki tanıdık sözcükten nasıl bir ruh hali içinde olduğunu anlamaya çalışıyordum. Bilmediğim bir abece ile yazmaya başladığında bu işten çoktan sıkılmıştım. Son mektubu geldiğinde yazdıklarını çözmeye girişmedim bile. İlk satırlarına göz attıktan sonra mektubu elimden bıraktım.
Aylar sonra, içtiğim bir gecenin ilerleyen saatlerinde, onlara o güne dek göstermediğim ilginin tümüne alkol yardımıyla sahip olarak tek tek mektupları okumaya çalıştım, şifreli şeyler değildi, şifreliyseler bile benim çözebileceğim türden değildi. Gönderdiği son mektupla da bir süre boğuştuktan sonra, mektubun sonunda, bildiğimiz dilde, ötekiler gibi titrek olmayan bir elyazısıyla yazılmış tek bir tümce vardı, her şeyi açıklıyordu. Yıllar sonra o şehre döndüğümde, onu kimse anımsamıyordu. Gerçi hep karanlıkta görüştüğümüz ortak tanıdıklardan hiçbirini bulamamıştım. O karanlığa onsuz giremezdim. Okuldaki yüzlerse tamamen değişmişti. Ama onu bulmak için okula gittiğimde, onunla ilintili olup olmadığını anlamadıysam da bir heykel hakkında bir efsane duydum. Söylentilere göre heykel, gülümseyen genç bir adamın heykeliydi.
Sınıf tamirat için boşaltılacağı sırada taşıyanın elinden düşmüş. Ya da kendini yere atmış, öyle diyor taşıyan. Heykel düştüğünde, bir heykelin olması gerektiği gibi tuzla buz olmamış, hindistancevizi gibi ortadan ikiye ayrılmış ve her yeri bir anda taze kan kaplamış. İlk şok atlatıldıktan sonra okuldakiler bunun kötü bir şaka olduğunu düşünmüş ve içindekinin kan görünümünde başka bir sıvı olduğunda hemfikirlermiş. Ama bir meraklı sıvıyı incelemeye götürmüş, kan olduğu ortaya çıkmış. Heykel çok uzun zamandır öteki heykellerin arasında duruyormuş – kimin, ne zaman yaptığını kimse anımsamıyor. Heykelin ötekilerden ayrıksı tek yanı, bir adı olması: Edgar. Derste hocaların yön imi görevi görüyormuş: Edgar’ın iki sağındaki yaşlı adam heykeline bakın, Edgar’ın tam önünde duran çığlık atan kadın heykeline bakın. Bütün hikâye bu, Edgar’la heykel Edgar’ın birbiriyle ilintili olup olmadığını bilmiyorum. Ama heykel Edgar, Edgar’ın bana bir şakası olabilir, bu mümkün.
Çikolatalı Dondurma
geldiğinde yazdıklarını çözmeye girişmedim bile. İlk satırlarına göz attıktan sonra mektubu elimden bıraktım. Aylar sonra, içtiğim bir gecenin ilerleyen saatlerinde, onlara o güne dek göstermediğim ilginin tümüne alkol yardımıyla sahip olarak tek tek mektupları okumaya çalıştım, şifreli şeyler değildi, şifreliyseler bile benim çözebileceğim türden değildi. Gönderdiği son mektupla da bir süre boğuştuktan sonra, mektubun sonunda, bildiğimiz dilde, ötekiler gibi titrek olmayan bir elyazısıyla yazılmış tek bir tümce vardı, her şeyi açıklıyordu. Yıllar sonra o şehre döndüğümde, onu kimse anımsamıyordu. Gerçi hep karanlıkta görüştüğümüz ortak tanıdıklardan hiçbirini bulamamıştım. O karanlığa onsuz giremezdim. Okuldaki yüzlerse tamamen değişmişti. Ama onu bulmak için okula gittiğimde, onunla ilintili olup olmadığını anlamadıysam da bir heykel hakkında bir efsane duydum.
Söylentilere göre heykel, gülümseyen genç bir adamın heykeliydi. Sınıf tamirat için boşaltılacağı sırada taşıyanın elinden düşmüş. Ya da kendini yere atmış, öyle diyor taşıyan. Heykel düştüğünde, bir heykelin olması gerektiği gibi tuzla buz olmamış, hindistancevizi gibi ortadan ikiye ayrılmış ve her yeri bir anda taze kan kaplamış. İlk şok atlatıldıktan sonra okuldakiler bunun kötü bir şaka olduğunu düşünmüş ve içindekinin kan görünümünde başka bir sıvı olduğunda hemfikirlermiş. Ama bir meraklı sıvıyı incelemeye götürmüş, kan olduğu ortaya çıkmış. Heykel çok uzun zamandır öteki heykellerin arasında duruyormuş – kimin, ne zaman yaptığını kimse anımsamıyor. Heykelin ötekilerden ayrıksı tek yanı, bir adı olması: Edgar. Derste hocaların yön imi görevi görüyormuş: Edgar’ın iki sağındaki yaşlı adam heykeline bakın, Edgar’ın tam önünde duran çığlık atan kadın heykeline bakın. Bütün hikâye bu, Edgar’la heykel Edgar’ın birbiriyle ilintili olup olmadığını bilmiyorum. Ama heykel Edgar, Edgar’ın bana bir şakası olabilir, bu mümkün.
Seni çok seviyorum, biliyorsun değil mi kızım, dedi. Başımı salladım, Ne olursa olsun yanındayım anne, dedim. Sımsıkı sarıldı, yeniden ağlamaya başladı, nefes alamıyordum, rahatsızdım. Kendini geri çekti, yüzünü elinin tersiyle sildi, Hadi, dedi, gidelim artık. Eteği çikolatalı dondurma olmuştu. Yumuşamış külahı torpido gözünden çıkardığı peçeteye sardı.
Camın önüne koydu. Ben dondurmamı bitirmiştim. Eve geldiğimizde babam yoktu. Salona gittim, televizyonu açtım. Annem ve babam boşanmadı. Büyüdüğümde bir gün anneme o akşamüstü konuştuklarımızı anımsattım. Yanlış anımsıyorsun, dedi. Böyle bir konuşma geçmedi aramızda, küçükken uydurmuş olmalısın, küçük çocuklar yapar bunu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Öykü
- Kitap AdıBurası Tekin Değil
- Sayfa Sayısı72
- YazarSine Ergün
- ISBN9789750857553
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Gözümden Deliler Taştı ~ Çağan Irmak
Gözümden Deliler Taştı
Çağan Irmak
Ağaçlar dalgakıranım, bu kerpiç duvarlar sağlam kalelerim oldu. Bu ev o “dışarıdakilerden” ikimizi korudu. Seni hapsettim buraya. Affedersin. Teşbihte hata ettim. Bir mahpusluktan başka...
- Ayak İzlerinde Adımlar ~ Julio Cortázar
Ayak İzlerinde Adımlar
Julio Cortázar
Pencere çerçevesinin üst kısmında bir damlacık beliriyor, onu bin sönük ışıltıya bölen gökyüzüne doğru titreşiyor, sonra büyüyor ve sendeliyor, düştü düşecek, ama düşmüyor, henüz...
- Oğlum Nerdesin? ~ Aytül Akal
Oğlum Nerdesin?
Aytül Akal
Anne, büyüdüğümün farkında mısın? Anne, kimse odama girmesin! Anne, sen uzaydan mı geldin? Alo anne, ben âşık oldum!.. Her kitapta, genel bir çatı öykü...