“Roman kahramanları tatlı tatlı çekişir, yaşar giderken Vefa Hanım’ın “yarattığı karakterler gibi, benim de kim bilir hangi roman için, kim bilir hangi yazarın yarattığı bir roman karakteri olabileceğimi düşündüm.”
-İclâl Aydın-
Aşkın tüm coşkusunu hissedeceğiniz tutku dolu yeni bir romantik komediye hazır mısınız?
Okurlarını özlediği karakterlere kavuşturacak olan Vefa Enver’in okumaya ara vermeden son sayfasına ulaşacağınız yeni romanı… Bunu Sen İstedin!
Ne dilediğinize dikkat edin çünkü gerçekleşebilir. Onlarınki gibi tutku dolu bir aşk yaşarken bir kadın ve bir erkeğin tek dileği olabilirdi. Sonsuza kadar birbirlerine ait olmak.
Sibel hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını fark ettiğinde Baran ile evlenip onun soyadını almıştı bile…
***
Birinci Bölüm
Sibel hışımla arkasını döndüğü an etekleri hışırtıyla savruldu. “Ona gelmeyeceğimi, fikrimi değiştirdiğimi söyle,” derken gözleri öfke saçıyordu ve yanakları al al olmuştu. Açık balkon kapısından içeri süzülen esinti tül perdeyi hafifçe havalandırırken beraberinde getirdiği müziğin notaları ile Sibel’in kalbini adeta kıskıvrak yakalamıştı.
“Vazgeçtim,” diye usul usul Sibel’in ruhuna işleyen Sezen Aksu’nun puslu sesi “yok olma zamanı şimdi…” dediğinde genç kadın -dar gelinliğinden midir bilinmez- nefessiz kaldığını hissederek elini göğsüne götürdü. İş çıkışı onu eve bırakmayı teklif ettiği o akşamüstü ilk kez Baran’ın arabasına bindiğinde de radyoda JoyTürk’ü açmış ve aynı şarkıya rastlamıştı.
Onların şarkısı olarak adlandırılabilecek kadar çok dinledikleri halde ilk kez sözlerini bu denli iyi anlıyor, her kelime sanki ruhuna kazınıyordu.
Bu durumu yanlış değerlendiren Aslı arkadaşını sakinleştirmeye çalışıyordu.
“Sibel’ciğim şu anda paniğe kapılmış ve kararının doğruluğunu sorguluyor olman normal. Ama ikimiz de onun hayatının erkeği olduğunu biliyoruz.”
Kapı açıldı ve Ahu hamileliğini zarifçe ortaya seren şifondan, menekşe rengi tuvaleti ile içeri girdi. Soran gözlerle önce Sibel’e, sonra Aslı’ya baktı.
“Neler oluyor? Neden bu kadar gecikti her şey?”
“Çünkü Sibel vazgeçtiğini söylüyor.”
“Şaka mı bu?” diye soran Ahu aslında sorusunun cevabını gayet iyi biliyordu. Sibel’i hiç bu kadar öfkeli görmemişti. Hiçbir şeyi umursamayan, hayatın sadece güzelliklerinden nasibini almış ve bir kelebek misali çiçekten çiçeğe konan Sibel, ilk kez bu denli ciddi ve kararlıydı.
Aslı ve Ahu ne yapacaklarını, ne söyleyeceklerini bilemez halde birbirlerine bakakalmışken kapının açılması ile dikkatleri o tarafa yöneldi.
“Sibel, hayatım artık inmemiz gerekiyor.”
Sibel Fransız dantelinden yapılmış ve Swarovski taşlarla bezeli muhteşem gelinliği içerisinde nefes kesici güzelliği ve adeta özenle oyulmuş bir biblo kadar kusursuz yüzüyle her erkeğin hayalini süsleyecek bir gelindi. Gözlerindeki kıvılcıma tezat bir durgunlukla hafifçe gülümseyip, buz gibi bir sesle “Ben gelmiyorum,” dedi.
Baran tıpkı herkes gibi, bunun Sibel’in münasebetsiz şakalarından biri olduğunu sandı önce. Ama bu yanılgının yerini gerçeğe bırakması uzun sürmemişti. Baran’ın şu an isteyeceği son şey onu ürkütmek olacağı için yumuşak ama ikna edici bir sesle konuşmaya başladı.
“Aşkım sinirli olduğunu biliyorum ama…”
Sibel adeta tükürürcesine “Sakın bana aşkım deme!” diyerek Baran’ın lafını kesti. “Nasıl hissettiğimi bildiğini de söyleme. Çünkü hiçbir halt bildiğin yok!”
Ahu anlam veremediği bu konuşma hakkında Aslı’dan yardım istercesine bakışlarını ona çevirmişti. Aslı’nın konuyu bildiği açık olsa da içinde bulundukları an detayları öğrenmek için pek de uygun sayılmazdı.
“Sevgilim aşağıda yaklaşık bin kişi var bizi bekleyen. Fikrini değiştirmek için biraz geç kalmadın mı?” diyen Baran soğukkanlılığı elden bırakmadan olaya esprili bir şekilde yaklaşmaya çalışıyordu.
“İyi ya böylece uzun süre hafızalardan silinmeyecek ve dilden dile dolaşacak bir rezalet olur. Bana yaşattığın utancın misli misli fazlasını yaşatarak intikamımı alacağımı söylemiştim sana.”
Baran gözlerini Sibel’den ayırmadan buz gibi ve otoriter bir sesle odada bulunan herkese “Bizi yalnız bırakın,” dedi.
Ahu, Aslı ve hizmet etmek için orada bulunan iki kadın daha bu rahatsız edici ortamdan ayrılmaya hevesli bir şekilde hızla odayı terk ettiler.
Baran’ın kendine doğru bir adım atmasıyla Sibel gayri ihtiyari irkilerek geri çekilse de inadından vazgeçecek gibi görünmüyordu.
“Fikrimi değiştiremezsin. Aşağıya inmiyorum ve seninle evlenmiyorum.”
“Yanılıyorsun, beş dakika içerisinde benimle aşağıya inecek, herkese gülümseyerek bu evlilik konusunda ne kadar istekli olduğunu gösterecek ve hiçbir sorun çıkaramayacaksın. Yoksa…”
“Yoksa ne? Senden korkmuyorum! İş hayatında ne haltlar yediğin, ne kadar gaddar olduğun umurumda değil. Beni sindiremezsin,” derken Sibel’in sesi yavaş yavaş kararlılığını yitirmeye başlamıştı.
“İş hayatım hakkında sağdan soldan duyduklarına dayanarak beni yargılamak yerine, gelip doğrudan konuşabilirsin benimle. Ama evet sözlerini tutmayan ve beni yarı yolda bırakanlara karşı çok da nazik olduğum söylenemez. Sırf çocukça kıskançlıklar nedeniyle aşağıda bizim mutluluğumuza şahit olmak için hazırlanıp gelmiş o kadar davetliyi düğün iptal edildi diyerek evlerine yollayacak değiliz. Yakında evli bir kadın olacaksın. Bu tür saçmalıklara ve başına buyruk davranışlarına bir son vermen gerekiyor. İnsanlarla dalga geçip, zamanlarını boşa harcayamazsın. Sen Sibel Hanım, bundan sonra hanımefendi gibi davranmayı öğrenecek ve Yıldırım soyadına layık olacaksın!”
Sibel gözlerine biriken yaşları akıtmamak için büyük çaba sarf ederken, zorlukla konuşabildi.
“Son birkaç gündür bana yaşattıkların için seni asla affetmeyeceğim. Seninle evlensem de, seni sevmeyeceğimi bilesin. Sana olan bütün sevgimi öldürdün. Beni çok büyük hayal kırıklığına uğrattın.”
Genç adam Sibel’in sözlerinden zerre kadar etkilenmemişçesine alaycı bir şekilde karşılık verdi. “Sorun değil. Sevgi vermeye hazır çok kişi var. Sen bana uygun bir eş olup yeterince çocuk doğur yeter. Bu kadar servet, bırakacak kimse olmadıktan sonra ne işe yarar ki? Ha bu arada aşağıda gösteri sergilemeyi düşünüyorsan yapmamanı tavsiye ederim. Henüz bilmediğin bir yanım var ki, görmeyi isteyeceğini hiç sanmam sevgilim,” dedikten sonra kolunu uzatıp hiçbir şey olmamış gibi neşeli bir sesle konuşmasına devam etti.
“Artık inelim mi? Ne de olsa herkes dillere destan güzellikteki gelini merak ediyor.”
Yazın tüm varlığını hissettirdiği bu sıcak gecede Çırağan Sarayı’nın bahçesinde gerçekleşen düğünün detaylı düşünülmüş ve incelikle organize edilmiş olduğu her halinden belliydi. Aslı ve Ahu yan yana oturmuş az önce yaşananları konuşurlarken, Hakan ve Can her şeyden habersiz içkilerini içip sohbet ediyorlardı.
Ahu eğilip Aslı’ya fısıltıyla sordu “Tüm bu olanlar neydi Allah aşkına? Sakın bana Sibel’in bağlanma korkusu deme.”
Aslı başını hayır anlamında salladı. “İki gece önce bekârlığa veda partisi esnasında arkadaşları Baran’a sürpriz yapmak istemiş ve dansöz getirmişler. Hani o gece biz kızlar da sizin evdeydik ya…”
“Ee?”
“Biliyorsun Baran’ın ailesi ile tanıştıktan sonra kayınvalidesinin tepkisini çekmemek, ailenin değer yargılarına ters düşmemek için Sibel bir süredir Baran’dan ayrı otelde kalıyordu. Ama o gece Sibel daha fazla ayrı kalmaya dayanamamış ve içkinin de tesiriyle bizden ayrılınca Baran’a gitmeye karar vermiş.”
Ahu bundan sonra duyacaklarını az çok tahmin ediyordu. “Peki sonra?”
“Görünüşe göre dansözün tek işi dans etmek değilmiş. İçeri girdiği an Sibel’in yaşadığı şoku tahmin edersin. Kadın nerdeyse çıplak vaziyette Baran’ın kucağına oturmuş orasını, burasını adama sürtüyormuş. Üstelik arkadaşları da çevresine toplanmış daha da ileri gitmesi için tezahürat yapıyorlarmış. Anlayacağın bir salon dolusu arkadaşı bu olaya tanık olmuş.”
“Olamaz!” Ahu ne diyeceğini bilemiyordu. Sibel’in tepkisi şimdi daha anlamlı gelmeye başlamıştı.
“Tabii bu boşboğaz erkek grubu soluğu sevgililerinin, karılarının yanında alıp her şeyi anlatınca fısıltı gazetesi hiç olmadığı kadar hızla yayılmış. Sibel şimdi burada bulunanların olanlardan haberdar olduğunu bile bile önlerine çıkıp rol yapmak istemiyor. Herkesin damadın daha evlenmeden gelini boynuzladığına dair konuştuğunu düşünüyor.”
“Peki neden bu anı bekledi? Yani keşke dün düğünün iptal edildiği haber verilseydi herkese.”
“Çünkü Sibel bir yandan Baran’a inanmak istiyor, bir yandan aldatılmış kadın olarak anılmayı gururuna yediremiyor. Ne yapacağına bir türlü karar veremiyor. Yakalanmasaydı da o kadınla arasında bir şey yaşanmayacağına dair yeminler ediyormuş Baran. İkisinin arasındaki tutkuyu biliyorsun. Birbirlerini gerçekten seviyorlar, ama incitmekten de geri kalmıyorlar. Ah Ahu bu evlilik nasıl yürüyecek hiç bilmiyorum. Bu kadar âşık ama bu kadar inatçı ve delidolu iki insan olgunluk gerektiren bu olayı nasıl idare eder ki?”
Ahu’nun cevap vermesine fırsat kalmadan gelin ve damadın geldiğini belli eden müzik çalmaya başladı. Spot ışıkları merdivenin başına çevrilince Ahu da Aslı da nefeslerini tutup beklemeye başladılar.
Göz kamaştıran çift belirdiği an herkes olan biten ne varsa unutmuş o anın büyüsüne kapılmıştı. Sibel merdivenlerden inerken gelinliğinin içerisinde yaprak gibi titriyor, nefes alamadığını hissediyordu. Dirseği Baran’ın güçlü eliyle, sıkıca kavranmış olmasa belki de hemen arkadaşlarının yanına koşup, onlara sığınabilirdi. Davetli sayısının çokluğu, üzerlerine doğrultulmuş gözleri kör edecek derecede parlak spot ışığı, onun bir tavşan kadar ürkek ve korkmuş halde donup kalmasına neden olmuş, bu durumdan kurtulabilmek için gerekli adımı atmasına, belki de kim bilir kaçıp kurtulmasına olanak tanımıyordu. Kapana kısılmış ve sanki rüyadaymış da her şey kontrolü dışında gerçekleşiyormuş gibi hissediyordu. Son birkaç gündür yanındaki adamın hiç bilmediği yönlerini görmüştü. Şimdi bir yabancıyla evleniyor olmanın ve onun boyunduruğu altına girmenin endişesini yaşıyordu. Evet işin aslı Sibel Baran’ı hiç tanımıyordu.
Midesi bulanmaya ve başı dönmeye başlamıştı. Neyse ki iyi olmadığını hisseden Baran hiç renk vermeden, gayet doğal ve dışarıdan bakan herkeste hayranlık uyandıracak derecede sevgi dolu bir şekilde Sibel’in beline sıkıca sarıldı.
“İşte mutlu çift geliyor,” derken keyifle gülümsedi Can. Kızlar yapılan yorum ile gerçekler arasındaki uçurumun yarattığı çelişkiden rahatsız, birbirleriyle bakıştılar.
“Ben şahsen bu tip düğünleri gereğinden fazla gösterişli ve kalabalık buluyorum. Tercihim daha sade ve samimi düğünlerden yana,” derken kolunu Ahu’nun omzuna atıp onu kendine doğru çekti.
“Çünkü biz gösterişi sevmiyoruz tatlım. Ama söz konusu Sibel ve Baran olunca gösterişte sınır yoktur.”
Aslı gözlerini gelin ve damattan ayıramayıp, her an bir rezalet çıkabileceği endişesiyle tırnaklarını yemeye başlamıştı. Bunu fark eden Hakan, Aslı’nın parmaklarını alıp dudaklarına götürerek şefkatle öptükten sonra kulağına fısıldadı “Düğünde gelinden daha fazla gergin olmak için nasıl bir nedenin olduğunu çok merak ediyorum. Yoksa onu kıskanıyor musun?” diyerek takıldı.
“Ben mi? Ah Hakan gerçekleri bir bilsen, şu an hissedeceğim son duygunun kıskançlık olduğunu anlardın.”
Genç adam kaşlarını çatarak ciddi bir havayla sordu “Yani evlenmek istemiyor musun? Tuhaf… Siz kadınların yirmi beşten sonra tek düşündüğü şey bu sanırdım.”
“Şişşt… Bu konuda bana takılmana şu an için göz yumacağım, çünkü daha önemli bir sorun var. Adı da Sibel.”
Hakan şaşırmıştı. “Sibel mi? Yani şu anda damadın kolunda yürüyen kadından mı bahsediyoruz? Âlemsin Aslı, daha ne sorun çıkabilir ki? Evleniyorlar işte, hem de bin kişinin gözü önünde. Bu arada Can haklı bence de biraz abartmışlar bu konuyu.”
Aslı ilk kez gözlerini Sibel’den ayırıp yanındaki adama çevirdi. İki hafta önce hafta sonu için gittikleri tatilde bronzlaşmış teni gözlerinin mavisini daha da ortaya çıkarmıştı. Uzun süreden sonra ilk kez bu gece için sakalını tıraş etmiş, bu haliyle inanılmaz yakışıklı ve bir o kadar da kar¬şı konulmaz görünüyordu. Aslı içinde uyanmaya başlayan hislerin etkisiyle ona biraz daha fazla sokuldu ve kulağına fısıldadı.
“Sen Sibel’i hâlâ yeterince iyi tanımıyorsun. Daha on beş dakika önce içerde evlenmekten vazgeçtiğini söylüyordu.
”Aslı’nın en küçük hareketinden kolayca etkilenebilen adamın o an aklındaki son şey düğündü. Aslında gelin oracıkta vazgeçip arkasına bakmadan kaçıverse, Hakan’ın yapacağı ilk şey sevgilisini kolundan tuttuğu gibi eve götürmek olurdu. Heyecanını kontrol altına almaya çalışarak o da fısıltıyla karşılık verdi.
“Erkeklerin kadınları tam olarak tanıması mümkün mü ki hayatım? Keşke yanınızda kullanma kılavuzu ile gelseniz.”
“Dün gece tanıyor gibiydin ama…” dedi Aslı biraz da utanarak.
Hakan sahte bir ciddiyetle cevap verirken, gözlerinde muzip bir pırıltı belirmişti. “Ne münasebet. O kadar çabuk tanımak mümkün mü? Bence bu şekilde geçecek pek çok geceden sonra hakkında ancak fikir sahibi olabilirim.”
“Seni münasebetsiz fırsatçı! Bir beyefendi, bir hanımefendiye uluorta böyle şeyler teklif etmez.”
“Evet, ama sen böyle sokulunca sanmıştım ki senin de aklından tam olarak bunlar geçiyor. Bir hanımefendi de bir beyefendiye böyle cesaret vermemeli.”
Aslı alınmış numarası yaparak, itiraza yeltendi. “Hiç de bile! Cesaret vermiyordum, söylediklerim duyulmasın diye iyice yaklaştım,” derken Hakan da zevkle sırıtıyordu.
“Ah tabii aşkım eminim öyledir. İtiraf et bana dayanamıyorsun…”
Aradan geçen altı harika ay ve yaşanan pek çok güzel anıya rağmen, Aslı hâlâ Hakan gibi bir erkeğe sahip olabildiğine inanamıyordu. Her an, her şey avucundan kayıp gidecekmiş gibi geliyor, olmadık zamanlarda içini bir korku kaplıyordu.
Sibel ve Baran nikâh memurunun sorusuna ‘evet’ diyerek defteri imzaladıktan sonra Aslı ve Ahu ne kadar uzun süredir nefeslerini tutmuş halde beklediklerini fark ettiler.
“Evet gelin de kaçmadığına göre artık gece resmen başlamış oldu,” diyerek göz kırptı Hakan.
O gece çıkabilecek rezaletin önlenmesi her ne kadar Aslı için rahatlama olduysa da, bu evliliğin başlangıcından devamının nasıl olacağını tahmin edebiliyordu. “Ben yine de bu evliliğin uzun ömürlü olacağından emin değilim,” diyerek endişesini dile getirdi.
“Bence siz kadınların derdi de bu. Her zaman sorun arıyorsunuz. Hatta sorun olmadığı zamanlarda da ilerde çıkabilecek sorunları düşünerek o anın tüm keyfini kaçırıyorsunuz.” Denizden gelen hafif esinti, Can’ın uzadıkça dalgalanmaya başlamış olan sarı perçemlerini gözlerinin üzerine düşürmüştü. Parmaklarını saçlarının arasından geçirip, geriye doğru tararken sözlerine devam etti “Neyse ki sevgili karımın programlı yaşama ve çıkabilecek sorunlara karşı her an hazırlıklı olma takıntısını az da olsa törpüleyebildim.”
Ahu ve Can tekrar birleşmelerinden kısa bir süre sonra, sade ve şık bir kır düğünü ile ilkbaharda evlenmişlerdi. Ahu’nun hamile olduğunu öğrendiklerinde ise düğünün üzerinden sadece bir ay geçmişti. Şaşırtıcı bir biçimde Can yoğun çalışma temposuna daha fazla devam edemeyeceği ve işini bırakmanın vakti geldiği konusunda Ahu’yu ikna etmekte hiç zorlanmamıştı. Şimdi üç aylık hamile olan ve karnı belirginleşmeye başlayan karısına her zamankinden daha fazla sevgi ve hayranlık hissediyordu. Ahu annelik için tüm hayatını değiştirmekle kalmamış, kendisiyle barışık, sevgi dolu ve huzurlu bir kadın olup çıkmıştı.
Ahu “İşte sevgilim, işimi senin için bir kenara bıraktığımı düşününce, elindekinin kıymetini daha iyi anlamışsındır,” diyerek takıldı kocasına.
Aslı araya girdi. “Sahi ne oldu iş durumu? Hani Can’la çalışacaktın?”
Ahu sitemkâr bir şekilde cevap verdi “Beni gözü önünde istemiyor. Kim bilir belki de şişmanlamaya başladığım içindir.”
Can elini karısının karnına koyup, sevgiyle okşadı. “Olur mu hiç? Sen şişmanlamıyorsun ki? Şu haline baksana, sadece güzelleşiyorsun. Siz de hamileliğin bu kadar yakıştığı başka bir kadın gördünüz mü? Ben zaten Ahu’nun hep fazla zayıf olduğunu düşünürdüm. Oysa şimdi tazelik, sağlık ve canlılık saçıyor. Cildi her zamankinden de parlak.”
“Seni kurnaz reklamcı seni. Ben bilmez miyim sen işinde ne iyisindir, ağzın ne iyi laf yapar. Ben balon gibi şişip de, yardımsız yerimden kalkamaz hale gelince de bakalım bu kadar hayran olabilecek misin görüntüme?”
Yeni evlilere özgü bir mutlulukla ışıldıyordu ikisi de. Hakan dönüp baktığı zaman, gözlerindeki hayranlık ve özlemi fark ederek Ahu’ya sıkıca sarıldı. “Bu gece bu kadar harika görünüyorken, seni sadece kendime saklamak haksızlık olur.”
“Ya ben senden başkasının beni görmesini umursamıyorsam?” Aslı hayranlığını gizleme gereği duymayan bir çocuk gibi safça duygularını itiraf eder olmuştu her geçen gün daha fazla âşık olduğu adama.
“O zaman seni kucakladığım gibi eve götürmeme de itirazın olmaz sanırım,” diye karşılık verdi Hakan çapkın bir gülümsemeyle.
Aslı, genç adamın bu tip beklenmedik yorumları karşısında hâlâ ilk günkü gibi kolayca kızarıveriyordu. Bu durum Ahu’nun da dikkatini çekmiş olacaktı ki Aslı’ya göz kırpıp sırıttı.
“Ben de tam Aslı’ya dans konusunda ne kadar iyi olduğumdan bahsediyordum. Sanırım dans pistinde bana ayak uyduramayacağından çekiniyor.”
Can, “Dans etmeyi bilen erkeklere saygım sonsuz. Ben bu konuda çok usta olduğumu iddia edemem,” diyerek fikrini paylaştı.
Aslı kıkırdamasına engel olamadı. Şarap ve olaysız sonuçlanan nikâhın rahatlatıcı etkisi tüm vücuduna tesir etmeye başlamıştı.
“Ben de bu konuda eksik kalmışsındır diye boşuna endişelenmişim. Sakın dans okuluna gittiğini söyleme,” dedi Hakan’a takılarak.
“Benim bu konudaki becerim tartışılır güzelim, ama bir kadeh daha içince farkı anlayacağından şüpheliyim doğrusu.”
Hakan ayağa kalkıp Aslı’nın elinden zarifçe tutarak dans pistine doğru yöneltti. Genç kadını kolları arasına aldığında öyle sıkı sarılmıştı ki “Bu tam olarak hangi dans duruşu,” diye takılmaktan alamadı kendini Aslı.
“Bu ‘kollarımdaki kadını başkasına kaptırmaya niyetim yok’ dansının duruşu.” Hakan kollarındaki kadına tekrar hayranlıkla baktı. Omuzlarını açıkta bırakan zümrüt rengi ipek saten tuvaleti gözlerini olduğundan daha koyu gösteriyordu. Saçlarının bir kısmı tepesinde dağınık bir biçimde toplanmış, bir kısmı bukleler halinde serbestçe aşağıya dökülüyordu. Bu haliyle öyle romantik ve öyle ışıltılı bir güzelliği vardı ki, Ha¬kan Aslı’nın daha önce tanıdığı hiçbir kadına benzemediğini düşündü.
“Ee sen nasıl bir düğün isterdin hiç düşündün mü?” derken genç kadını, tüm kokusunu içine çekmek istercesine iyice kendine yaklaştırmıştı.
Aslı bu soru karşısında ne tepki vereceğini bilemedi. Bu bir evlilik teklifi iması olabilir miydi? Ya da sadece sıradan bir soru muydu?
“Bilmem hiç düşünmedim.”
Hakan içten bir kahkaha attı. Başını eğip kadının gözlerinin içine baktı “Hadi ama aşkım, bana bunu hiç düşünmediğini söyleme. Karşında kimin olduğunu unutuyorsun herhalde. Bence sen bunu ve başka her şeyi düşündün.”
Aslı utancından kıpkırmızı kesilmişti. “Bunu da nerden çıkarıyorsun Bay Kendini Beğenmiş.”
Genç adam yüzüne yayılan gülümsemesi ile o kadar yakışıklı görünüyordu ki, kadınların ona neden âşık olduğunu anlatırken kendisine hak vermemek olanaksızdı. “Bana bir baksana. İdeal damat adayı olduğumu inkâr edemezsin. Başarılıyım, iyi bir kariyerim ve maaşım var… Hem fena da sayılmam sen de defalarca yakışıklı olduğumu dile getirdin. Utanmana gerek yok çünkü ben de yerinde olsam, kendime âşık olurdum.”
Aslı’yı kızdırmaya çalıştığı ortadaydı. Sakin sakin cevap vermeye zorladı kendini. “Evet sevgilim karşı konulmaz olduğuna katılıyorum ama unutma ki yine de beni tavlayan sendin. Sen peşimden gelmesen, ben seninle olmayı asla aklımdan geçirmezdim.”
“İşte bu konuda haklısın. Hayatımda başarısız olmaktan hiç bu kadar korkmamıştım desem…” Konuşurken dudaklarıyla hafifçe kadının kulaklarına dokunuyordu. Bu iç gıdıklayıcı hareketin nerede, ne zaman olursa olsun Aslı’yı baştan çıkaracağını çok iyi biliyordu. Hayatında ilk kez bir kadının, hem de âşık olduğu bu şahane kadının, hiçbir çıkar ve oyun olmaksızın, ruhunun tüm masumluğuyla kendini onun ellerine bırakmış olması tarifi imkânsız bir zevk veriyordu. Şimdiye kadar hayatında başardığı hiçbir şeyin onu bu sorumluluk kadar tatmin etmediğini hissediyordu.
“Evlen benimle!” dedi ansızın.
“Ne?” Aslı doğru duyduğundan emin olamayarak sordu.
“Evlen benimle. Ben sana âşığım sen de bana. Ömrüm boyunca seni sevmek, sabahları güne seninle başlamak, geceleri günü seninle bitirmek istiyorum. Ayrıca tabii senden dört beş tane de çocuk istiyorum.” Son bölümü söylerken sırıtıyordu.
“Böyle ayaküstü bir teklifle ucuza kapatacağını sanıyorsan yanılıyorsun bence.” Aslı temkinli davranmaya özen gösteriyordu.
“Elbette bu kadarla kalmayacak. Sen çok daha iyisini, en iyisini hak ediyorsun. İstersen bizim televizyondan bile teklif ederim sana. Nasıl, yeterince iddialı mı? Peki benimle evlenmek fikrine sıcak bakıyor musun?”
“Aşkım şu anda burada Boğaz manzarasına bakarak, romantik müzik eşliğinde dans ederken, hele de içkiliyken herkes evlenmek ister. Yarın sabah uyandığında da hâlâ aynı şeyi istiyor olursan o zaman tekrar konuşuruz.”
“Bak sen benim ürkek kedime… Yarın fikrimi değiştireceğimden korkuyorsun demek. Hayatım içkiyi fazla kaçıran sensin ben değil.”
Aslı tam itiraz etmeye hazırlanırken bir tuhaflık dikkatini çekti. İkisi de öylesine âşık, o kadar mutlu ve o kadar çevrelerinde olup bitenden habersizlerdi ki gelin ile damadın ortalarda olmadığını fark edememişlerdi. Şimdi bu durum dedikodulara yol açmaya başlamıştı.
“Hakan, bu konuyu sonra konuşuruz. Benimle gelmen gerek.”
“Tabii ne yapmayı düşünüyorsun?” Adamın gözlerindeki ifade çok daha fazlasını soruyordu.
“Sandığın şeyi değil tatlım. Gidip Baran’la Sibel’e bakmalıyız. Çok uzun süredir yoklar.”
Kapının önünde durmuş, dışarıya kadar sesi gelen içerideki hararetli tartışmayı bölüp bölmememe konusunda kararsızlardı.
“Hakan bence sen burada bekle ve kimsenin dinlemediğinden emin ol,” dedikten sonra Aslı kapıya hafifçe vurdu. Sibel ve Baran aynı anda cevap verdi.
“Kim o?”
“Birazdan geliyoruz,” dedi Baran.
“Hayır gelmiyoruz!” diye itiraz etti Sibel.
Aslı çekinerek başını uzattı ve “Girebilir miyim?” diye sordu.
“Gel Aslı, belki sen arkadaşının aklını başına toplamasını sağlayabilirsin. Çünkü ben sabrımın son sınırındayım. Bundan sonra olacaklardan ben bile korkuyorum.”
“Sakın beni tehdit etmeye kalkma. Dokunmaya kalkarsan avazım çıktığı kadar bağırır seni rezil ederim.”
“Buradan seni duyabilecek, yakınlardaki herkes benim için çalışıyor. Ben izin vermedikçe kim yardımına koşacak söyler misin?”
Sibel’in uzun süredir tuttuğu gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı. “Ben kimsesiz değilim. Birazdan annem ve babam merak edip, yanıma geleceklerdir. İşte o zaman ilk fırsatta senden boşanmam için her şeyi yapacaklar.”
“Tabii daha önce ben seni boşamazsam! Seninle evlenmek hayatımın hatasıydı ve ne yazık ki bunu görmek için şu anı yaşamam gerekiyormuş. Aşağıya inip kendi düğününe ev sahipliği bile yapmaktan aciz bir karım var!” Baran burnundan soluyor, öfkesinden dişlerini gıcırdatıyordu.
“Sibelciğim, lütfen mantıklı olmaya çalış. Bu geceyi atlatalım sonra her şeyi oturup etraflıca konuşursunuz.”
“Neyi konuşacağız Aslı? Evlenmeden iki gece önce beni ucuz bir fahişeyle aldatmasını mı? Yoksa bütün İstanbul’un daha evlenmeden ihanet ettiği zavallı kadına, yani bana acımasını mı? Allah’ım ben bu duruma düşecek insan mıydım? Hayatımda hiç kimse beni terk edememişken, evlenmeden boynuzlandım!” Sibel’in gururundan ağlamamak için çok çabaladığı belliydi, ama konuşurken sesinin titremesine engel olamamıştı.
“Baran sen neden dışarıda Hakan’la beklemiyorsun? Ben de Sibel’le konuşayım biraz.”
“Tamam belki kendine gelir ve çıkardığı rezaletin daha fazla büyümesini önler.”
“Çık dışarı! Kendi rezaletinden sonra bir de bana ders vermeye kalkma.” Baran’ın çıkmak için kapıyı açması, bu son sözlerin dışarıda bulunanlar tarafından duyulmasına neden olmuştu.
“Aslı bana ısrar etme. Haklıyım biliyorsun. Kimin ne düşündüğü umurumda değil. Sen benim arkadaşımsın… benim tarafımda olman gerekir.”
“Evet canım, tabii ki senin tarafındayım. İşte sırf bu yüzden arkadaşın olarak doğruyu söylemeliyim. Bu yaptığınla Baran’dan çok kendine zarar veriyorsun. Şimdi o kurban, sen suçlu durumuna düşeceksin. Bence bu işi kimsenin bilmesine gerek yok.”
“Ama herkes biliyor işte…” Annesine sığınan küçük bir kız gibi sızlanıyordu.
“Hayır herkes Baran’ın arkadaşlarının ona, senin hoşlanmadığın bir sürpriz yaptığını biliyor. Sonuçta hiçbir şey olmadı. Şimdi sen bu hareketinle olayların daha fazla büyümesine neden oluyorsun.”
Sibel’in direnci kırılmaya başlamıştı. “O kadar öfkeliyim ki, koluna girip insanlara gülümseyemem.”
“Sibelciğim sadece koluna girip, etrafta dolaşman yeterli. O kadar büyüleyicisin ki… Seni görünce herkes başka her şeyi unutuyor. Hem Baran sana delicesine âşık. Kolunda seni taşımaktan sonsuz gurur duyuyor.” Arkadaşını omuzlarından tutup yavaşça aynaya doğru çevirdi. “Bir baksana kendine. Muhteşemsin. Muhteşem bir düğünde, hayallerinin erkeği ile evleniyorsun. Bu senin gecen. Böyle başka gece olmayacak. Bu geceyi batırma. Sonradan çok pişman olursun. Hem benim tanıdığım Sibel ne olursa olsun bu anın tadını çıkarır.”
Sonunda işe yaramıştı. Aynada gördüklerini ve Aslı’nın dediklerini düşündükçe, Sibel’in güveni yerine geldi. “Tamam o yalancı kocama söyle birazdan geliyorum ama sakın onu affettiğimi sanmasın. Sadece bu gecelik rol yapacağım.”
Sibel kendine çeki düzen verip, Baran’ı iyice bekletip çileden çıkardığına emin olduktan sonra kapının önünde sabırsızca bekleyen kocasına katıldı.
“Sonunda!” diyerek sıkıntısını dile getirdi Baran.
Sibel gözlerinde buz gibi bir ifade ile “Geldiğime şükret kocacığım,” dedi.
Son kelimeyi duymak Baran’ın tüm öfkesini bir anda silip götürdü. Çünkü tüm olanlara rağmen bu harika kadının kocasıydı. Ona soyadını vermiş ve onu sahiplenmişti. Bu düşünceyle elinde olmaksızın gülümsedi. Yumuşak sesiyle “Hazır mısın?” diye sordu.
Sibel başını dikleştirmiş, bakışları ileride, kendinden emin bir ifadeyle, kocasının yüzüne bile bakmadan “Merak etme rol yapmayı iyi bilirim. Seni seviyormuş gibi davranacağımdan emin olabilirsin,” dedi.
Bir erkek için düğün gecesinde karısından duymayı asla istemeyeceği türden sözlerdi bunlar. Ama Baran’ın şu anki önceliği bu geceyi kurtarmaktı. Karısının kalbini kazanmak için nasılsa bol bol vakti olacaktı.
Bunu Sen İstedin! – Vefa Enver
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yerli) Türk Klasikleri
- Kitap AdıBunu Sen İstedin!
- Sayfa Sayısı472
- YazarVefa Enver
- ISBN9789944823715
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviSepya / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Cellatlar Kahvesi ~ Erol Çelik
Cellatlar Kahvesi
Erol Çelik
Galata’daki taş meyhanede bu gecelik müzik susmuştu ama yarın geceden tezi yok, tekrar başlayacaktı. Belki Arap yeni bir dansöz çıkaracaktı sahneye, belki yeni kabadayılar naralar atacaktı. Kim bilir belki de yeni cinayetler işlenecekti. Oysa kesin olan tek şey Kıpti’nin bundan sonraki hayatı tamamen değişecekti. Kim celladını karşılarken bu kadar mutlu olurdu ki?
- Pek Kronolojik Olmayan Hayatımız: Türkiye’de Modernleşme ve Sanat ~ Burcu Pelvanoğlu
Pek Kronolojik Olmayan Hayatımız: Türkiye’de Modernleşme ve Sanat
Burcu Pelvanoğlu
Burcu Pelvanoğlu, Pek Kronolojik Olmayan Hayatımız: Türkiye’de Modernleşme ve Sanat başlıklı bu çalışmasında modernleşmenin sanata etkilerini Osmanlı’da Batılılaşma eğilimleri ile Cumhuriyet ideolojisi olmak üzere...
- Süt Lekesi ~ Esra Ezmeci
Süt Lekesi
Esra Ezmeci
Her insan lekeli midir? Ne zaman bulaştı bu lekeler bize? Habil ile Kabil zamanında mı? Bir yara mıdır bu leke, bir nişan mıdır yoksa?...