Memduh Şevket Esendal, alışık olduğumuz üslubuyla, sakin dünyaları ve kendi yağında kavrulan insanları anlatmaya Bu Yollar Uzar’da da devam ediyor. Taşra-şehir, bürokrasi-toplum, Doğu-Batı gibi temel ikilemler üzerinden yarattığı çatışmaların eksik olmadığı, karakterlerin içinde var oldukları zamanın ve mekânın ruhuyla harmanlandığı bu derlemedeki öykülerinde onun edebiyatının alemetifarikası olan yalın anlatım ve diyalog kurma ustalığı yine öne çıkıyor.
Memduh Şevket Esendal’ın sağlığında dergilerde yayımlanan, ancak ilk iki öykü kitabına, Otlakçı ve Mendil Altında’ya almadığı, ölümünün ardından kitaplarının ikinci baskılarına eklenmiş öyküler bu kitapta bir arada…
“Esendal’ın mizahında içli bir yan bulunduğu gibi, hüsranlardan, kederlerden söz ettiği öykülerinde neşeli değilse bile canlılığaişaret eden kıvılcımlara rastlamak da mümkündür.”
BEHÇET ÇELIK
İÇİNDEKİLER
ESENDAL’IN ÖYKÜLERİNİ YAYIMLARKEN 7
ÖNSÖZ
ALELADENİN İÇİNDEKİ CEVHERİ GÖRMEK:
ESENDAL’IN ÖYKÜLERİ
BEHÇET ÇELİK 11
Bu Yollar Uzar
İane 23 / Bir mübahase 31 / Mebus olursa 39
Dedikler 45 / Şimdilik dursun! 49 / İnsafsız 55
Avrupa 59 / Çölde 65 / Çaya giderken 71
Aptal, sen de! 77 / Tövbeler olsun 83 / Ölü 89
Uğursuzluk 95 / İhtiyar kadın 103 / Bir akşamüstü 107
Sahan külbastısı 117 / Kurt masalı 123
Bu yollar uzar 127 / Karısının kocası 131
Bu Yollar Uzar
İane
– Ağa! Seni candarma istiyor, dediler.
– Nesi varmış ki? Gelsin bakalım! dedik. Geldi; bizim eski candarmalardan biri.
– Hayrolsun, ne var? dedim.
– Seni kumandan istiyor! diye cevap verdi.
– Hangi kumandan?
– Bizim yüzbaşı; bölüm kumandanı! dedi.
– Ne iş varmış ki?.. Hadi varalım. Dedik ve kalkıp kumandanın olduğu yere gittik.
– Selâm verdim, cevap yok. Masanın başında kâğıt okuyor; delikanlı bir adam. Ayakta dikildik.
Okudu, okudu bitirdi, bizi gördü:
– Senin adın nedir? diye sordu.
Adımızı dedik.
– Sen falan köyden misin?
– Evet.
– Senin yanında asker kaçakları varmış?
– Yoktur efendim… Kerem buyur diyeyim… Diyecektim,
dinlemedi.Yok mudur? dedi, sen şimdi anlarsın… Recep Çavuş! diye bağırdı.
– Beyefendi, biz bu adamlara haber verdik, diyecek olduk.
– Suss! diye sözü kesti. Zaten bu milletin kanını emen hep
sizin gibi mütegallibe değil mi? Ne kadar böyle mütegallibe
eşraf varsa kafasını koparmalı ki, bu millet kurtulsun. Recep
Çavuş! diye tekrar ünledi.
Dışarı çıkıp da Recep Çavuş’u çağıracak olduk.
– Nereye? dedi.
– Recep Çavuş’u…
– Senin ne üstüne vazife? Sen dur yerinde bakalım, dedi.
Bir de dik dik suratımdan aşağı baktı. Masanın üstünde çan
var. Onu zıngırdattı, zıngırdattı. “Recep Çavuş!” diye çağırdı. Gelen, giden yok. Kendi seğirtti kapıya;
– Recep Çavuş! diye çağırdı. Aşağıdan nöbetçi cevap verdi:
– Efendim, namaza getti.
– Yok mu orada kimse? diye sordu.
– Yok efendim.
– Hasan nereye gitti?
– Eve gitti efendim. Kızdı:
– Allah topunuzun belâsını versin. Bak oradan, Halil kahvede mi? Birini görürsen çağır gelsin.
– Peki efendim.
Dönüp geldi, yerine oturdu. Benim yüzüme baktığı yok.
Biz, ayakta dikilip duruyoruz. Kâğıt okur gibi durdu. Şunu
bunu karıştırdı. Suratıma bakmıyarak:
– Otur oraya, otur… dedi. Oturduk. Acaba ne yapacak ki?
Dama mı tıkacak? Bir yol yalımını alsam!
Bir cıgara sardı. Seğirttim, ateşini verdim. Yaktı. Yine ses
yok. Kâğıda bakıp bakıp duruyordu. Bir ara:
– Bugüne kadar bu kaçakları yanında besliyorsun da, mademki doğru adamdın, niye gelip hükümete haber vermiyorsun? dedi.
– Verdik beyim, zatınız burada yoktunuz. Hepsini kumandana getirdik, bize ekini bunlar yoldu da. Sözüm ona Hristiyan’dır, zarar etmez, işlerini bitirsinler dedi idi hani… Ne bileyim beyim?.. Üç tanesi hazırda duruyor, biri davara gidiyor, yamak gibi. Üç tanesi de bizim orada…
– Haber verdiğin ne malûm? Bak reis yine tezkere yazıyor. – Efendim, şube reisi de zatınız gibi yenidir. O zaman yoktu. Kâtip Tevfik Efendi bilir. Sizin bölük emini de bilir. O zaman adam yoktu hani! Bizim hızar ustası bunları Eskişehir’den getirdi. Eh, yaşları ufak, getirdik gösterdik, bir şey demediler, bizim uşaklar da askerde; biz de sayenizde çoluk çocuk geçindereceğiz. Biraz mal, davarımız da var. İşimiz yirmi kişi ile dönmezdi. Eh, bugün böyle oldu ne dersin?
– Ben karışmam, gider şube reisine derdini anlatırsın.
– Sen bilirsin beyim, sen emredersen varıp hepsini getirir gelirim!
Cevap yok. Biraz da yavaşladı ya! Recep Çavuş’un da geldiği yok. Oturduk, oturduk. Sonra sormaya başladı:
– Sizin köy çok uzak mı?
– Deh şurda, yarım saat çekmez.
– Orada av bulunur mu?
Kumandan birazcık yavaşladı. Bir cıgara daha yakacak oldu, seğirttik, mangaldan ateş verdik, bir cıgara da bize verdi. Ve:
– Siz köylülere zulmediyorsunuz, zulüm, dedi. Böyle olmaz; bu mütegallibelikten vazgeçmeli!
Mütegallibelik ne ettik? Bunu da anlayamadık ya! Ne etsek de bundan kurtulsak, bunu hiç diyen yok! Bu kadar fakir fukara bizim yüzümüzden geçinir, dua eder. Biz babadan, dededen böyle görmüşüz, kapımız kapanmaz. Biri de çıksın da “Bize de şunu etti, on paramızı yedi” desin. Ama doğruyu desek olmaz.
Gücenirler… – Sayenizde inşallah kurtuluruz, dedik. Bir şey demedi. Ben:Biz köylü adamlarız, konuşmayı bilmeyiz. Bir kusurumuz olursa görmeyiniz! dedim. – Yok, dedi, senin zararın yok ya, lâkin bir kardeşin var. O çok yalancı; ben daha geleli iki hafta oldu, bizim Geçit Karakolu’na odun verecekti, hâlâ verecek! – Yıktırdık beyim, onbaşı bir araba bulur, çektiririz, demişti de… Sonra biz kendi arabamızla çektirdik. – Şimdi odun karakola gitti mi? – Gitti beyim gitti, hiç merak etme. Ben dedim ama o inanmadı, önündeki telefonu çevirdi, yine çevirdi. Cevap gelince konuşmaya başladı: – Ver karakol kumandanını…
Hangi köye gitti? Canım size kırk defa tembih ettim, benim haberim olmadan bir yere gitmeyecekti; ne halt ediyorsunuz!.. Dinle, hayvan herif! Bir daha kim yaparsa gözünü patlatırım, anladın mı? Dinle! Oraya odun getirdiler mi?.. Ha?.. Kaç araba?.. Canım nasıl cevap veriyorsun? Dört mü, beş mi?.. Canım senden başkası yok mu orada?.. Ulan nereye gidiyorsunuz?.. Ne edepsiz heriflersiniz? O kumandan olacak herif ne halt etmeğe gitti?.. Ne?..
Davar mı geçiyormuş?.. Ne davarı?.. Ulan! Tüccar mısınız, candarma mısınız? Ne Allahın belâsısınız anlamadık ki… Ne davarıymış o?.. Satıyorlar mı?.. Ha?.. Olursa, iki tane de benim için alsın, göndersin, anladın mı? Ucuz olsun. Telefonu bıraktı. Bana dedi ki: – Ucuz davar geçiriyorlarmış da. Burada muhacir mallarından yok mudur? – Vardı ya, hep sattılar. Ama zatıâlin için olursa bizde de bulunur, dedim. – Yok ısmarladık, bakalım kumandan baksın da. Sonra parası çok olur, veremeyiz. – Canın sağ olsun, biz gönderelim de hora geçerse parası kolay. Recep Çavuş geldi, topuk tepti. Kumandan ona darıldı:
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı
- Kitap AdıBu Yollar Uzar
- Sayfa Sayısı138
- YazarMemduh Şevket Esendal
- ISBN9789750534959
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sizin Hiç Babanız Öldü Mü? ~ Feride Çiçekoğlu
Sizin Hiç Babanız Öldü Mü?
Feride Çiçekoğlu
Sizin Hiç Babanız Öldü mü?, 1980-1990 dönemini kapsayan on dört öyküden oluşuyor. Kokuların, renklerin, seslerin yol açtığı çağrışımlarla yapılan zaman geçişleri ve yazarın mimarlık...
- Düz Dünyacılar ~ Sezgin Kaymaz
Düz Dünyacılar
Sezgin Kaymaz
“Kendi karşısına çıkıverse kendi de kendinden korkardı; çok iriydi bir kere, gördüğün göreceğin en iri köpeği bununla mukayese et, o ince belli çay bardağıysa...
- Devran ~ Selahattin Demirtaş
Devran
Selahattin Demirtaş
Toz duman kenarlardan, taşradan ve kuytulardan, memleketten yoksulluk halleri. Utananlar, üzülenler, âşıklar, yevmiyeciler, küçük kasabalar, hazin ve uzakta kalan hayatlar. Devran, inatçı neşesiyle geçip...