“Ayrılış saati yaklaştıkça yüzü solgunlaşıyor, serçelerin ürkekliği ona geçiyordu. Az konuşuyor, ben de dalıp gidiyordum. Akşama doğru yüzündeki hafif makyaj da etkisini yitirince, artık o belli yaşlara gelmiş bir kadın değildi, sekiz on yaşlarında, saçı kurdeleli bir okul çocuğuydu. Çirkin çıkmış diye sıkıca tuttuğu küçüklük fotoğrafını çantasının diplerinde bir yere sıkıştırdı. Oysa en çok onu görmek isterdim, acıları yaşamadan önceki saf halini…” Okurlarımızın severek okuduğu kitapların yazarı Adnan Binyazar’dan yeni öyküler… Bozkır Aydınlığında Aşk, Binyazar’ın yedi yeni öyküsünü bir araya getiriyor. İnsanın tüm yönleriyle, dupduru bir Türkçeyle anlatıldığı öyküler bunlar. Aşkın, yalnızlığın, yoksulluğun yarattığı hüznün, çocukluğun, yaşlılığın insanca duygularının anlatıldığı öyküler… Adnan Binyazar, yazdıklarıyla edebiyatımızda unutulmaz izler bırakmaya devam ediyor.
İÇİNDEKİLER
ÜÇ SOKAĞIN KİMSESİZİ ……………………………………….. 13
BOZKIR AYDINLIĞINDA AŞK ………………………………… 23
EĞRİ GÖL ……………………………………………………………… 41
YOL ÖZLEMLERİ …………………………………………………… 57
METRODA BİR KIRMIZI PABUÇLU…………………………. 79
SABAH GÜLÜŞLERİ……………………………………………….. 97
BULUNTU BEBEK…………………………………………………. 125
ÜÇ SOKAĞIN KİMSESİZİ
Masmavi dumanlar tüter
Onların gözlerinde,
Kara çalılara benzeyen bacakları
Toz toprak içinde.
CAHİT KÜLEBİ
Yaşamak sayılırsa benimki, çocukluktan ergenliğe geçişimi İstanbul’un o üç sokağında yaşadım.
Başka sokağım olmadı…
Hiç!
Sonra da kentlerde sokak diye bir şey kalmadı zaten.
İstanbul şimdi, sokağı insanını, insanı sokağını yitirmiş homurtulu bir engebe.
1942-1948 yılları… Sekiz-on dört arası yaşlarım Kocamustafapaşa’da üç sokağın birbirine fırdolayı eklemlendiği yerlerde, çıraklık yaptığım aşçı dükkânıyla ev arasında geçti. İşim dükkânı süpürmek, bulaşık yıkamak, gündüzleri ustadan, akşamları karısından dayak yemekti.
Karanlık basıp dükkân kapanınca tam altı yıl, evden dükkâna, dükkândan eve, bende yetmiş beş metrelik bir çizgi imgesi yaratan sokakları birbirine uladım.
Sokakta da oynamadım…
Hiç!
Ustanın, kıçının yarısını tahta bir sandalyeye iliştirip uykuya daldığı sıralarda, çaputtan yaptıkları topu sokağın ortasında koşuşturan çocuklara özlemle bakabildimse baktım; oynadığım oyunların hepsi o! Sokak, benim için, gün kararınca genç annelerin dolgun memeli gövdelerini pencerelerden sarkıtıp ezgili sesleriyle çocuklarına, “Hadi eve, babanız geldi, yemek yiyeceğiz!” diye seslenmeleriydi. Bu yaşta bile, dünyanın en etkili müziği, akşamları bir araya gelip yemek masasına oturan ailelerin kaşık sesidir.
Yıllarca sokaklarda pazarcılara çorba taşımaktan ayak tırnaklarım parçalandı da, kulağıma öyle ezgili bir anne sesi çarpmadı, o sofraların sıcaklığını duymadım…
Hiç!
Canım giderdi de, pencerenin dışından olsun, hiç değilse beş dakikalığına, dükkânımızın karşı köşesine düşen kahvede kıvrak şarkılarla göbek atan renk renk giysili Roman kızlarına başımı çevirip bakamadım. Gözümü oraya çevirmeyeyim, usta hışımla uykudan uyanır, enseme tokadı yapıştırınca ortalarda sersem tavuklar gibi dolanırdım. O günden bu güne, yeniyetme kızların klarnet çığlığıyla şuhlaşan seslerini, yüreğimin en hüzünlü şenliği saydım. Yolda, sinemada, tiyatroda, dizilerde; nerde bir Roman kızı görsem, içimde uçuşan o seslerin rengini ararım şimdi. Yurtdışında yaşadığım yıllarda her tatili İspanya’da geçirme isteğimin dibinde de belki bu özlem yatıyordu…
Avuç kadar bir sokak bile, darlıklar içinde yaşayan bir çocuğun, evrence sonsuz hayalleriyle süslüdür. Bu öyküyü yazmaya koyulduğumda, yeniden görme gereksinimi duyduğum eski sokaklarımda dolaşırken kendimi on romana konu olacak duygu uçlarıyla sarmalanmış buldum.
Biliyorum; bu, benim dar sokakları gen1 eyleyen yaradılışımdan da geliyor.
Uzun mu uzun Kocamustafapaşa Caddesi, Sümbül Efendi Camisi’nin üst kapısına ulaştığında, on metre sonra küçük bir alana varılır. Biraz ilerleyip sağa sapınca Sebzeci Sokağı’na girilir.
1940’lı yılların karartma geceleri…
Caddede de, sokaklarda da ışık yok. Geceleri pencerelere kara perdeler geriliyor. Sebzeci Sokağı’nın solundaki boş arsanın önünden geçerken tuzak kuran kötü ruhların beni kapıp karanlığın içine çekeceğini kurar, oradan geçerken kalbimin küt küt attığını duyardım.
Şimdi, elli metre yürüyüp sağdaki ilk sokağa girince duvarda “Ulufeci Sokağı”2 tabelasını görürsünüz. On-on beş metre yürüyün. Sağ sırada gördüğünüz, tahtalarına eskilik kiri bulaşmış, 19 numaralı ahşap evin pencere camları kırık orta katındaki salon, benim yalnız başıma yatıp kalktığım odamdı. Bütün eşyam, bir bacağı kırık sandalye, bir ot döşek, ölmüş bir askerden kalma kaput…
Yorganım o!
Yıllarca, geceleri bir ölünün kaputa sinmiş ter kokusunu soludum.
Sokağın iki yanında yer alan karşılıklı evler nerdeyse burun buruna idi. Ama kimse kimsenin burnunu görmezdi. Öyle yorulurdum ki, odamdaki ot döşek cennetim olurdu. Cumbalı evin, yüzünü hiç görmediğim kızının içli sesiyle dalardım uykuya.
O sesi unutmadım.
Hiç!
Nerde o güzel kuşum Bahara döndü kışım…
O yaşlarda ses âşığı etti beni, kızın, içe işleyen sesle söylediği bu şarkı!
Radyo yalnız sokağın cumbalı evinde vardı. Sokağın yaşlı erkekleri cumbanın altında toplaşır, sigaralarını tellendirerek o zamanın deyimiyle ajans dinlerlerdi.
Bir gece, cumbalardan sokağa kadınların iç gıcıklayıcı kahkahaları yayıldı. Kahkahalar kimsesizliğimi unutturmuştu. O geceden sonra kızın sesini duymadım.
Hiç!
Gecelerce, uyumadan o sesi bekledim… Birkaç gün sonra, cumbalı evin kızının gelin olup başka yerlere gittiğini söylediler.
Kızın sesi kulağımdan gidince ses yitirmenin acı yalnızlığı da eklendi kimsesizliğime.
Benim her an bulunmak istediğim yer, Kocamustafapaşa Caddesi’nden Samatya’ya inen Hacı Kadın Sokağı’nın başıydı. Nevinlerin büfesi oradaydı çünkü. Düz rahibe yüzlü, gök mavisi bakışlı Nevin, benim gizli sevdamdı. Müşterilerin gözünün içine bakardım, git büfeden sigara al, içki al, desinler diye.
Kocamustafapaşa’ya bu gidişimde, Nevin’i nice sonra anımsayınca körelmiş duygularıma baş kaldırdım.
Belleğimde Nevin varsa Karnik Ağa da vardı.1 Unutmaksa, Nevin’i değil de, doksanlık Karnik Ağa’yı unutmaya neler vermezdim!
Vicdan acısı belleğin güzellik görüntülerini köreltir; o gün, Kocamustafapaşa’yı gezerken Karnik Ağa’ya ilişkin izlenimlerim öne çıkmış, daha çok ona ilişkin acılar depreşmişti yüreğimde.
Nevin’e kendimi göstereceğim diye, ufacık, bir bebek kadar ufacık o yaşlı yalnıza neler yapmamıştım!..
Tin tin yürüyüşünü taklit mi etmemiştim, ürkekliğini bilip kulağının dibinde teneke mi patlatmamıştım, yüzüne korkudan bedeninin bütün kanı yürüyüp kıpkırmızı kesildiğinde ağzımı suaygırı gibi açıp onun ürkek sekmelerine kahkahalar mı atmamıştım!..
Duygu günahı işlediğimi bu yaşlarda anlıyorum. Öyle bir günah ki, bütün dinlerin peygamberleri bir araya gelip bağışlasa ben kendimi bağışlayamam!
Karnik Ağa, bağışlanmayacakları bağışlayanların var olduğu bir çağın peygamberiydi. Her an sinekkaydı tıraşlı yüzünün aydınlığı, bugünkü gibi gözümün önünde. Bin türlü densizlik de yapsam, biraz sonra yaşlı diplomatın güvercin kızılı gözleri güler, küçük elleri, cebinden çıkardığı yirmi beşliği avucuma sıkıştırırdı.
Zaman dediğimiz uzamsızlık, gerçeği anılar arasında eritmezse insan çıldırabilir. Karnik Ağa’nın sokağında do….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıBozkır Aydınlığında Aşk
- Sayfa Sayısı160
- YazarAdnan Binyazar
- ISBN9789750713217
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ötekinin Rüyası ~ Julio Cortázar
Ötekinin Rüyası
Julio Cortázar
Julio Cortázar’ın üç ciltlik öykü külliyatının bu ilk kitabı, edebiyata ve gerçekliğe yaklaşımıyla çağdaşlarını olduğu kadar sonraki nesilleri de derinden etkileyen Arjantinli yazarın zengin...
- Bir Dükkânı Beklemek ~ Uğur Nazlıcan
Bir Dükkânı Beklemek
Uğur Nazlıcan
“Bir Dükkânı Beklemek” “… elimde filmler, cebimde kırıntılarla dolaşmasam, ben kendimin masal kuşu olmaktan, kendi yolumu kendime kaybettirmekten kurtulur muyum?” Uğur Nazlıcan ilk kitabı...
- Korkuyu Beklerken ~ Oğuz Atay
Korkuyu Beklerken
Oğuz Atay
Oğuz Atay’ın hikayeleri, gündelik hayatı kavrayış derinliği, anlatım zenginliği ve okuru alıp götürmedeki enerjileri bakımından romanlarından geri kalmaz. Kitaba adını veren hikayenin korkuyu beklerken...