Sermet Muhtar Alus’un Akbaba’daki yazıları onun bütün yazı hayatının bir hulasası gibidir. Eski İstanbul hatıralarıyla örülü fıkralarından, portrelerinden, küçük hikâye, piyes ve röportajlarına kadar meşgul olduğu türlerin hepsiyle bu sayfalarda karşılaşırız. Faruk Nafiz ve Ercüment Ekrem’le yapılmış hayalî mülakatlar, yazarın Galatasaray ve Mekteb-i Hukuk’tan arkadaş ve hocalarına dair portreler, ilk gençliğinin meşhur hekim, dişçi ve tüccarları, kaçgöç ve çapkınlık hikâyeleri, piyesleri burada yer alır. Bu eserlerin tamamında eski İstanbul’un gölgesi hâkimdir. Alus, geçmiş zamanların İstanbul’unu ve insanlarını anlatmak için edebiyatın türleri arasında bir salıncak kurmuş gibidir. Çocukluğunun, gençlik heyecanlarının yansımalarını karanlığa terk etmemek arzusu onu daima tahrik eder. Bundan olsa gerek okuduklarımızın ne kadarı gerçek ne kadarı kurgu anlamakta zorlanırız. Burada soluksuz bir cümbüşün inip çıkan nağmeleri, bazen gürültüsü arasında ihtişamlı bir dil zevkine, biraz daha üzerinde durulsa orijinal bir roman kahramanına dönecek tiplerin ayrıntı sarhoşu bir üslupla anlatılan dünyalarına yol alırız.
İÇİNDEKİLER
HAZIRLAYANIN NOTU • 11
ALUS’UN DÜNYASINA MEDHAL VE BOĞAZİÇİ UYKUDA • 13
25 Yıl Sonra: Faruk Nafiz Bey’le Mülakat • 19
Hafiyeler! • 22
25 Yıl Sonra: Ercüment Ekrem’le Mülakat • 24
Radyoya Dair: Fransızca Ders • 26
Eski Hikâyelerden: Hacının Fendi • 28
Yıldızlar Barıştı • 31
Boğaziçi Uykuda • 61
Zorla Güzellik Olmaz! • 67
Anahtar • 72
Kerime Hanfendiler • 77
34 Yıl Evvel Bir Donanma Gecesi • 82
Ödünç • 107
Kavuşan Sevgililer • 110
Park Otel’de Bir Düğün • 114
Sıtkı Dayıya Mevlüt • 118
Pişkin Misafir • 123
Yalancı Kolye • 127
Can Ciğer Dost • 130
Köşkteki Kiracıların Esrarı • 133
Eski Güzeller Eski Hovardaları Nemseli Anna • 136
Kadıköy Vapurunda • 141
Otuz Yıl Evvelki Demlerinde İzzet Melih • 143
Otuz Beş Yıl Evvelki Demlerinde Ali Sami • 147
Otuz Beş Yıl Evvelki Demlerinde 333 Şevki • 150
Otuz Beş Yıl Evvelki Demlerinde Aziz Fikret • 154
Otuz Beş Yıl Evvelki Demlerinde İpekçi Kâni • 158
Otuz Beş Yıl Evvelki Demlerinde Selim Sırrı • 162
Otuz Beş Yıl Evvelki Demlerinde Dişçi Sami • 165
Otuz Beş Yıl Evvelki Demlerinde Dr. Mahmud Ata • 169
Otuz Beş Yıl Evvelki Demlerinde Operatör Cemil Bey • 173
Otuz Beş Yıl Evvelki Demlerinde Ahmet Farukî • 177
Otuz Beş Yıl Evvelki Demlerinde Doktor Hazım Paşa • 181
Otuz Beş Yıl Evvelki Demlerinde Mekteb-i Hukuk
(Kavânîn-i Maliye) Muallimi Zühtü Bey • 185
ALUS’UN DÜNYASINA MEDHAL
VE BOĞAZİÇİ UYKUDA
Sermet Muhtar Alus’un Akbaba’daki yazıları onun bütün yazı hayatının bir hulasası gibidir. Eski İstanbul hatıralarıyla örülü fıkralarından, portrelerinden, küçük hikâye, piyes ve röportajlarına kadar meşgul olduğu türlerin hepsiyle burada karşılaşırız. İlki 29 Nisan 1933’te, sonuncusu 22 Şubat 1940’ta yayımlanan bu yazılarda Faruk Nafiz ve Ercüment Ekrem’le yapılmış hayalî mülakatlar, yazarın Galatasaray ve Mekteb-i Hukuk’tan arkadaş ve hocalarına dair portreler, ilk gençliğinin meşhur hekim, dişçi ve tüccarları, kaçgöç ve çapkınlık hikâyeleri, piyesleri yer alır. Bu eserlerin tamamında eski İstanbul’un gölgesi hâkimdir. Alus, geçmiş zamanların İstanbul’unu ve insanlarını anlatmak için edebiyatın türleri arasında bir salıncak kurmuş gibidir. Çocukluğunun, gençlik heyecanlarının yansımalarını karanlığa terk etmemek arzusu onu daima tahrik eder. Bundan olsa gerek okuduklarımızın ne kadarı gerçek ne kadarı kurgu anlamakta zorlanırız. Bunu tespit etmek biyografi yazarlarına kalsın. Biz burada soluksuz bir cümbüşün inip çıkan nağmeleri, bazen gürültüsü arasında ihtişamlı bir dil zevkine, biraz daha üzerinde durulsa orijinal bir roman kahramanına dönecek tiplerin ayrıntı sarhoşu bir üslupla anlatılan dünyalarına yol alırız. Sermet Muhtar Alus’un Akbaba serüveni 1931’de yazmaya başladığı Akşam gazetesindeki istikrarının elbette çok uzağındadır. Yaklaşık 20 yıl her gün, hatta bazı günler birden çok gazetede yazısına rastladığımız Alus, Akbaba’da düzenli bir yazı macerası geçirmemiştir. Onunla özdeşleşen tek gazete Akşam’dır. Ancak Akbaba, Aydede, Aydabir, Amcabey, Hafta, Resimli Tarih, Yedigün gibi süreli yayınlarda yazdıklarıyla üretken yazı hayatının her açıdan yansımasını sayfalarına düşürmüştür. Çocukluğu ve ilk gençliği aileden kaynaklı bir biçimde İstanbul’un kalburüstü muhitlerinde, seçkin kimseler arasında geçmiştir. II. Abdülhamid’in muayedelerini çocuk gözleriyle Yıldız Sarayı’nda temaşa etmiştir. Osmanlı bürokrasisinin, devlet idareciliğinin çok eski zamanlardan taşıdığı terbiyeyi önce özel hocalardan, sonra İstanbul’un büyük okullarından aldığı eğitimle daha anlamlı hâle getiren bu kalemin Onikiler gibi İstanbul’un en serseri, başıbozuk, anarşist mahalle kabadayılarını anlattığı bir roman kaleme alması şaşkınlık sebebidir. Sermet Muhtar Alus’u diğer İstanbul yazarları arasından çekip alan da budur. Onda Türkçenin bütün ihtişamını görebileceğiniz bir üsluba argo sözlüklerinin dahi karşılık vermekte zorlandığı bir sokak dilinin eşlik etmesi şaşkınlığı gittikçe artırır. Sermet Muhtar Alus, medeniyet, kültür, tarih İstanbul’unun yazarı değildir.
Onda Ahmed Cevdet Paşa’nın, Yahya Kemal’in, Tanpınar’ın, Tâhirü’l-Mevlevî’nin İstanbul’unu göremeyiz. Ne kendisi ne kahramanları bu yazarların, şairlerin terennümü olan ahengi teneffüs etmeye gönüllü değillerdir. Süleymaniye Camii, Alus’ta sadece Ramazan aylarında güzel sesli hafızlara hayran kadınların mukabele dinlemek için uzak semtlerden geldikleri bir mabet olmaktan öteye gitmez. Alus’ta hayat bütün canlılığıyla yaşar. Arka sokakların insanı günahın hazzına davet eden riyakârlığını, dolandırıcılığını, düzenbazlığını, kadın erkek münasebetlerini, yazdığı her satıra dolarken ihmal etmediği bir şey vardır. O da kendisinden sonra yok olup gideceği korkusunu yaşadığı İstanbul’dur. Sermet Muhtar Alus için bir mirasyediydi demekten imtina etmiyorum. Kitabın başında kısa biyografisini verdiğim Alus, düzenli bir işte hiçbir zaman çalışmamıştır. Babasının nüfuzuyla bir ara Askerî Müze’de çalışıyor, hepsi o. Yazdıklarını okurken bütün hikâyelerinde, yazılarında öyle uzun uzadıya bizi yormadan kahramanın kendisi olduğunu anlıyoruz. Yüksek Kaldırım’dan Tünel’e çıkarken bugün enstrüman mağazalarının olduğu sokakta, bir dükkânda çalışan Rum kızlarına âşık genç, Sermet Muhtar’dan başkası değildir. Karaköy’ün balozları, Mama’nın, Fenerbahçe’nin mesireleri onundur. Ancak bu tatlı hikâye belli ki yaş ilerledikçe, eldeki sermaye tükendikçe Alus’a yeni bir düzen dayatmıştır. Para kazanacak, geçinecek, Beyoğlu’ndaki dairesinde iyi ya da kötü bir hayat sürdürecektir. Yazdıklarından Arapça, Farsça, İtalyanca ve Fransızca bilgisinin son derece ileri seviyede olduğu görülüyor. Rumca ve Ermeniceden de behredardı elbette ancak onları öğretecek, okutacak bir iklim artık İstanbul’da yoktu. İyi bildiği dilleri bir derse çevirip para kazanmayı düşündü mü bilmiyoruz. Hayatını az çok bir zemine oturtabildiğim Alus’un bir öğretmen disiplinine girebileceği de mümkün görünmüyor. Yaşamak için en iyi bildiği işi yapacaktı. O da İstanbul’u yazmaktı. II. Meşrutiyet senelerinde irili ufaklı birkaç dergide imzasına rastladığımız Alus, matbuata önce çizimleriyle giriyor. Resim eğitimi aldığı biyografisinden sabit olsa da yazılarının hemen çoğunu kendi resim ve desenleriyle süslediğini görerek onun ileri derecede resim kabiliyeti olduğunu söylemek mümkün. Ancak ilk matbuat faaliyetlerinden sonra 1931’de Akşam gazetesinde yazmaya başlayana kadar süreli yayınlarda Alus imzasına ciddiye alınacak seviyede tesadüf etmiyoruz. Onu kırklı yaşlarının ortasında yeniden yazmaya sevk eden âmilin geçinmek endişesinden kaynaklandığını söylemek ne derece yeterli olur bilmiyorum. Bu ihtimalin kuvvetli olduğu aşikâr; ancak zihnimi kurcalayan bir başka husus daha var.
Cumhuriyet Türkiye’sinde İstanbul terk edilmiş bir harabeden farksızdı. Rejimin yeni gözdesi Ankara, eskinin, köhnenin, hilafetin, saltanatın payitahtı İstanbul karşısında çorak bir arazinin ortasında inatla, ısrarla, aşkla inşa ediliyordu. Devleti idare edenlerin Cumhuriyet senelerinde neredeyse hiç ziyaret etmedikleri bu şehir, günden güne imardan, ihyadan nasipsiz bir biçimde yaşamaya çalışıyordu. Bu nasipsizliğinin karşısında sadece binalar, Boğaziçi’nde kayıklar, yamaçlarda korular, sokaklarda hayvanlar, çarşı pazarda insanlar, mahalle aralarında camiler yalnızlaşmıyordu. Aynı şekilde bu şehrin yüzlerce yıllık folkloru, yemesi, içmesi, müziği, kıyafeti de unutuluyordu. Sermet Muhtar Alus’u bir anda kalem kuşanarak 20 yılın her günü sayfalar dolusu gazete yazısı, roman, hikâye, piyes, ansiklopedi maddesi yazmaya sevk eden, Ankara karşısında İstanbul muhafazası olsa gerekti. 1930’lardan 1950’lerin başına Türk matbuatına şöyle bir göz ucuyla bakmak bile Ankara’nın hükümranlığını, gazetecilerin, hatta edebiyat dergicilerinin başkentten çıkmadığını, her birinin milletvekili olmak için sıra beklediğini görmeye yeter. Antolojilerin, ders kitaplarının, okul müfredatlarının yeni Türkiye idealiyle dolu olduğu, devrimlerin önce hanedanı, sonra hanedan dilini tasfiye ettiğini bilmeyenimiz yoktur. Sermet Muhtar Alus’un binlerce yazısında bir satır dahi olsa bu yeni Türkiye’den bahis olmaması ne ile açıklanabilir? Cumhuriyet politikalarının reddettiği bir dünyayı, insanları ve dili ile anlatmak kaygısı Alus’un İstanbul yazılarını ekonomik gerekçelere dayandırmada elimizi az da olsa zayıflatıyor. Bunların, Alus külliyatı şekillendikçe okurun takdir etmekte zorlanmayacağı iddialar olduğunu bilmek içimi ferahlatıyor.
Boğaziçi Uykuda, tekrarlamak pahasına ifade edilmelidir ki Alus’un inşa etmek istediği İstanbul’un küçük bir numunesi olarak okur karşısına çıkarılıyor. Hem türler arasındaki renkliliği görmek hem de dil, üslup ve muhteva bakımından Alus’un İstanbul’unu sergilemek için birbirinden farklı yazılar bir araya getiriliyor. Eski hafiyeleri ya da kerime hanfendileri anlattığı yazılar belli ki çocukluk manzaralarının birer tanığı. “Pişkin Misafir”, matbuata mizah dergiciliği ile adım atmış bir sanatçının eğlenceli dünyasını gösteren bir hikâye. Karı-koca arasında yaşanan maceralar, geçimsizlikler, çatışmalar, koklaşmalar, öte yandan çapkınlık hikâyeleri, kaçgöç, “Sıtkı Dayıya Mevlüt”, “Anahtar”, “Yıldızlar Barıştı”, “Kavuşan Sevgililer”, “Yalancı Kolye”, “Köşkteki Kiracıların Esrarı”nda bütün canlılığı ile yaşatılıyor. Hikâyelerin tamamında kişilerini toplum içindeki mevkileri ile konuşturması, yukarıda ifade etmeye çalıştığım saray salonları ile Aksaray kahvehaneleri arasında bir sarkaca benzeyen Alus üslûbunun en maddi tarafı. “34 Yıl Evvel Bir Donanma Gecesi”, II. Abdülhamid’in cülûs yıldönümlerinde varlıklı, nüfuzlu kimselerin köşklerinde, köşk bahçelerinde verdikleri ve donanma diye tarif edilen akşam eğlencelerini anlatıyor. Yazı hakkında bu kadarlık bilgi bizi dönemin gazete yazılarına, hatıra türünden eserlere, belki akademik araştırmalara götürür.
Alus ise tarihî bir hakikat olarak donanma gecelerinin İstanbul halkında yarattığı heyecanı bir fıkra muharririnin üslubuna terk etmiyor. Yazısını okutabilmek için deyin, nasıl yorumlarsanız yorumlayın donanma gecelerini bugünün okuruna taşırken eğlenceli, tahrik edici, merak duygusunu bir an bile zedelemeyen bir kurgu inşa ederek, hararetli bir aşk hikâyesine dayandırıyor. Bunu neredeyse yazdıklarının tamamında göreceğiz. “Otuz Yıl Evvelki Demlerinde” üst başlığıyla yazdıklarında da Galatasaray Sultanîsi ve Mekteb-i Hukuk’taki mektep arkadaşlarının ve bazı hocalarının portrelerini kaleme alıyor. Daha sonraları edebiyatçı, futbolcu, jimnastikçi, hekim olacak arkadaşlarından İzzet Melih’i, Ali Sami’yi, Şevki’yi, Aziz Fikret’i burada tanıyoruz. Pek çok yazısında bahsi geçecek İstanbul’un meşhur simalarından İpekçi Kâni, Dişçi Sami Günzberg, Dr. Mahmud Ata, Ahmet Farukî, Nemseli Anna, Mekteb-i Hukuk hocalarından Zühtü Bey’in portreleri de bu başlık altında yer alıyor. İstanbul’un o vakitler ne kadar küçük, senli benli olduğunu gösteriyor bize Alus. Nemseli Anna gibi bir ev çalışanının meşhurluğu ile nam salması, gazete, dergi yazılarına malzeme olması bugünden bakıldığında garip görünebiliyor. Akbaba yazıları alt başlığıyla yayımlanan bu kitaba Boğaziçi Uykuda adını vermeyi uygun gördüm. “Park Otel’de Bir Düğün” ya da “Kadıköy Vapuru”nda yazılarından mülhem bu isimlerden biri de tercih edilebilirdi ancak söz konusu yazıların İstanbul sahnelerinin zenginliği bakımından en elverişli olanı “Boğaziçi Uykuda” idi. Kadıköy, Göztepe, Boğaziçi semtleri, Sarıyer’in suları, Bebek koyunun, Kanlıca körfezinin sazlı mehtap safaları, yazarın Boğaziçi’ne hayranlığının asıl sebebinin kayık, vapur merakından kaynaklandığının görülmesi bu isimde karar kılmayı âdeta icbar etti.
Sermet Muhtar Alus’un ardında uzun yıllardır gazete ve dergi koleksiyonları tarıyorum. Gördüklerimin her satırını hayranlıkla okudum. Gözden uzak bu İstanbul yazarının elbette tanıyanları, hayranlık derecesinde okurları vardı. 2000’lerin başında birkaç kitapla hatırlanması dışında ne yazıları bir araya getirildi ne de romanları yeniden basıldı. Alus’un bıraktığı bu ihtişamlı mirasın mahrum kaldığı bir okurluk, onu yakından tanıyanların içinde sızıdır. İstanbul’un sivil tarihini yeniden konuşmamızı sağlayacak Sermet Muhtar Alus’un hem gazete yazılarını hem de eş zamanlı olarak basılmış ya da tefrikada kalmış romanlarını kitaplaştırarak külliyat hâlinde yayımlamak için yola çıktık. Bu uğurda İstanbul’a vefa anlamına gelen söz konusu külliyatın hayat bulmasında Ötüken Neşriyat’ın değerli editörleri Göktürk Ömer Çakır ve Oğuzhan Murat Öztürk’ün tecrübesi, yol açılığı, kolaylaştırıcılığı heyecanımı katladı, yorgunluğumu hafifletti. Kendilerine müteşekkirim. Bir külliyat hazırlamanın, bibliyografya yayımlamanın zorluğunu biliyorum. Buna cesaret edenlerin, bu iddiayla yazanların da gizli hayranıyım. Kitaplaşacak eserlerde gözden kaçan eksik yazılar, künye hataları için okurun anlayışını bekliyorum. İhmal edilen ne varsa tespit edildiği takdirde gelecek kitaplarda tamamlanması için tereddüt göstermem. Sermet Muhtar Alus’un ruhu şâd olsun.
Yakup ÖZTÜRK
Bilecik, Aralık 2022
25 YIL SONRA: FARUK NAFIZ BEY’LE MÜLAKAT
Fener Bahçe Palas’ın en lüks dairesinde, şair Faruk Nafiz Bey’in çalışma odasına girdim. Telefonun aynasında aksakallı bir pîrifaninin çenesini oynattığı görülüyor. Hoparlörden de muhrik bir sese refakat eden piyano ahengi duyuluyor. Ses şöyle terennümde: “Em’â-i galîzanın kısm-ı esfeline biriken gazâtın tazyikinden ileri geliyor. Bol miktarda bikarbonat veriniz.” Ben, şaşkın şaşkın bakarken Faruk Bey izah etti: “Hafîdemin3 sütninesinin biraz suihazmı var da… Doktor Mehmet Kâmil Bey’le5 görüşüyordum.” Doktorun rekâketi yaşlandıkça ilerlemiş. Malum a, lisanında rekâket olanlar şarkıyı muntazam söyler; binâenaleyh, müşarünileyh, bir müddettir nağme ile konuşuyormuş. Münavebe ile8 refakat için Muhlis Sabahattin, Mesut Cemil,10 Kemal Niyazi11 Beyleri angaje etmiş.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme Edebiyat
- Kitap AdıBoğaziçi Uykuda
- Sayfa Sayısı224
- YazarSermet Muhtar Alus
- ISBN9786254086991
- Boyutlar, Kapak13,5 cm x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviÖtüken Neşriyat / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Menderesler Yazmak: Çekmeceler Kitabı III ~ Enis Batur
Menderesler Yazmak: Çekmeceler Kitabı III
Enis Batur
Menderes: Bir ırmağın çizdiği düzenli dolambaç, az eğimli koyak ve düzlüklerde oluşturduğu S benzeri kıvrım, döngü. Yazmak: Kişinin elini kullanmak durumunda olduğu fiil (edim)...
- Rotterdamlı Erasmus ~ Stefan Zweig
Rotterdamlı Erasmus
Stefan Zweig
Zweig bu denemeyi kaleme aldığında, yani 1934 yılında, ününün doruğundaydı. Eserleri, Fince ve Ermenice gibi diller de dahil, dünyanın hemen bütün konuşulan dillerine çevrilmişti ve sadece eserlerinin hangi dillere çevrilmiş olduğunu gösteren kaynakça bile başlı başına bir kitap kalınlığındaydı.
- Kalfa Uykusu ~ Mustafa Çiftci
Kalfa Uykusu
Mustafa Çiftci
Kedi kısmı uyumanın ve uyanmanın kitabını yazmıştır. İşte o usta kediler uyanırlar fakat hemen kalkmazlar. Bir o yana bir bu yana debelenirler, esnerler. Ama...