Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bize Yeni Bir Söz Lazım – Türkiye İçin Yeni Bir Siyaset Arayışı
Bize Yeni Bir Söz Lazım – Türkiye İçin Yeni Bir Siyaset Arayışı

Bize Yeni Bir Söz Lazım – Türkiye İçin Yeni Bir Siyaset Arayışı

Bekir Ağırdır

“Umut biziz. Sözü ele geçirmek gerek.Korkuya kapılmak yerine, yeni bir söz kurmak,gündemi ele geçirmek gerek. Gündemi ele geçirmenin yolu spekülatif şeyler yapmak,söylemek değil, sözü…

“Umut biziz. Sözü ele geçirmek gerek.Korkuya kapılmak yerine, yeni bir söz kurmak,gündemi ele geçirmek gerek. Gündemi ele geçirmenin yolu spekülatif şeyler yapmak,söylemek değil, sözü gelecekten, umuttanyana kurmak, yeni bir şey söylemek.Bize yeni bir söz lazım.” Bekir Ağırdır Bize Yeni Bir Söz Lazım, Bekir Ağırdır’ın yıllar boyunca Türkiye üzerine yapılmış çalışmalardan edindiği bilgileri süzerek çizdiği bir yol haritası; Türkiye’nin siyasi fay hatlarının geçmişten bugüne yarattığı kırılmaların bir analizi… Ağırdır, önemli bir seçimin kavşağında bulunan Türkiye’de mevcut durumdan çıkmak için neler yapmamız gerektiğini sadece günlük meselelerle ele almıyor, zihinsel bir değişiklik yapılabilmesi için hem dünyada neler olup bittiğine bakıyor hem de bunların ülke düzleminde nasıl uygulanması gerektiğine dair önemli saptamalarda bulunuyor.

İÇİNDEKİLER
OKURA NOT………………………………………………………………………………………………..13
1. GİDİŞAT ……………………………………………………………………………………………………17
Pandemi dünyada alarm zillerini çaldırdı……………………………………………….17
Kendimize dair de dünyaya dair de ütopyamızı yitirdik ………………………..19
Aktif yurttaşlığa ve yeni bir siyasete çağrı ………………………………………………27
2. ÇAĞ DEĞİŞİMİ…………………………………………………………………………………………31
Küresel ara buzul dönem ……………………………………………………………………….31
Çığ tehlikesi olan yerde nara atmak ………………………………………………………..37
Küresel ekonomik kriz…………………………………………………………………………….41
Hikâyesi Olmayan Bilgi Toplumu …………………………………………………………..43
3. GÜNCEL EKONOMİK KRİZİN SİYASAL VE TOPLUMSAL SONUÇLARI…..49
Müjde, kasırganın gözündeyiz!……………………………………………………………….49
Türkiye’nin siyasi tarihi aslında ekonomik krizlerin de tarihi…………………51
Ekonomik sarsıntı hikâyeyi değiştiriyor………………………………………………….57
4. TIKANAN İKTİDAR, TIKANAN TÜRKİYE …………………………………………..63
AK Parti neyi temsil ediyor?……………………………………………………………………63
AK Parti’nin geleceği, Türkiye’nin geleceği…………………………………………….67
Dindarlar ve kitle partisi özelliğini kaybeden AK Parti …………………………..71
FETÖ, 15 Temmuz ve cemaatlerin sosyolojik ve siyasal halleri ……………….86
Darbe girişiminin siyasal sonuçları …………………………………………………………92
Sistem toplumsal meşruiyetini kaybederken…………………………………………..94
Türkiye’nin çözülmemiş sorunlar tarihiyle yüzleşme……………………………..98
Marka sorunlar ……………………………………………………………………………………..105
Küresel ve yerel göçler ile Suriyeliler meselesi………………………………………109
Milliyetçilik yükseliyor mu? …………………………………………………………………. 118
Cezasızlık ve yolsuzluk normalleşir mi? ……………………………………………….129
Üç Türkiye…………………………………………………………………………………………….139
5. SİYASET TARZI VE YENİ SİYASETİN YOLLARI/ARAÇLARI……………….145
Siyasi parti nedir?………………………………………………………………………………….145
Parti içi demokrasi…………………………………………………………………………………150
Liderlerin hakları…………………………………………………………………………………..153
Her şeyi liderden veya cumhurbaşkanı adayından mı beklemeliyiz? ……154
Yerel yönetimlerin açtığı fırsat alanı………………………………………………………157
Propaganda, kampanya, iletişim……………………………………………………………163
Hakikat üzerinden siyaset ve sosyal medya ………………………………………….166
Siyasetin beslenme kanalları kapalı……………………………………………………….169
Münazara ve münakaşa temelli siyasi kültür ……………………………………….171
Geçmişe mi, geleceğe mi bakacağız? ……………………………………………………..173
Uzlaşma nedir, ne değildir? ………………………………………………………………….174
Uzlaşma neyi ima eder? ………………………………………………………………………..176
Uzlaşamazsak ne olacak? ………………………………………………………………………178
Siyasetin sivil toplum ve aydınlarla ilişkisi……………………………………………180
Sivil toplumun enerjisi seçim sürecini şekillendirecek…………………………..183
Sürdürülebilir toplumsal esenlik için siyaset…………………………………………188
Onurlu yaşam hakkı üzerinden siyaset …………………………………………………192
Yerküre ve doğa ile uyum üzerinden siyaset…………………………………………198
Siyasetin finansmanı ……………………………………………………………………………..203
6. SEÇİMLERİN KISA TARİHİ…………………………………………………………………….207
Seçmen sayıları ve katılım …………………………………………………………………….207
Seçime katılma ve geçersiz oy oranları ………………………………………………….210
Seçimler ve kazananlar …………………………………………………………………………212
İktidarlar, hükümetler……………………………………………………………………………217
Seçim sistemleri …………………………………………………………………………………….221
Seçim güvenliği……………………………………………………………………………………..228
7. SEÇMEN VE TOPLUM……………………………………………………………………………237
Toplum değişiyor, isteseniz de istemeseniz de ………………………………………237
Seçmen değil insan konuşuyoruz ………………………………………………………….241
Seçmen nasıl düşünür, nasıl karar verir?……………………………………………….246
Seçmene güvenmek ………………………………………………………………………………250
Toplumsal kırılmaların seçmen davranışlarına etkisi:
“Siyasal medcezir” ………………………………………………………………………………..254
Sınıfsal gerilim çeşitlenerek yeniden güçleniyor……………………………………257
Varoluş amacını kaybeden siyaset…………………………………………………………262
Türkiye’den gitmek……………………………………………………………………………….265
8. 2023 TARİHÎ SEÇİME DOĞRU………………………………………………………………..271
Verilerle yol aramak ………………………………………………………………………………271
Bu seçim önceki seçimlerden neden farklı?……………………………………………274
2023 Seçimleri yalnızca Türkiye’nin seçimi olmayacak………………………….277
Siyasi tabloda sıkışmışlık ………………………………………………………………………281
Kutuplaşma ve seçimler ……………………………………………………………………….284
Referandum, ittifaklar ve yerel seçimler………………………………………………..290
Altılı Masa’nın fırsatları, handikapları ………………………………………………….295
“Karanlık siyaset” değil “karanlıkta siyaset”…………………………………………302
Kürt meselesi ve yaklaşan seçimlerde Kürtler……………………………………….306
Gençlerin siyasi tercihi tabloyu tümden değiştirecek…………………………….317
Kadınlar seçim sonuçlarını da önümüzdeki hayatı da belirleyecek……….321
9. BENİM HÂLÂ UMUDUM VAR………………………………………………………………327
Bu vakit de geçip gidecek………………………………………………………………………328
Türkiye bu badireden çıkabilecek mi? …………………………………………………..332

Leyla ve Ateş’e

OKURA NOT

Pandeminin başlarında Hikâyesini Arayan Gelecek kitabımı yayımlamıştım. O kitaptaki amacım, yerelde ve küreselde değişmekte olan hayatlarımızdaki dip dalgaları, değişimi tetikleyen dinamikleri anlamaya çalışmaktı kendimce. Meramım ve çabam, güncelin şehvetine kapılmadan yazmak; aktörler üzerinden değil, meseleler, süreçler ve zihin haritaları üzerinden olan biteni anlamlandırma notlarımı okurla paylaşmaktı. Kutuplaşmadan, gerilimden medet ummadan, popülist tuzaklara düşmeden, akvaryumumdan çıkarak meseleleri kavrama çabasıydı da bir bakıma. Günümüzün belirsizliğe ve karmaşıklığa yaslanan değişim tarzına sanayi toplumunun ideolojileri yetmiyor. Anlamsız ya da yanlış oldukları için değil, “bilgi toplumu” dediğimiz bu yeni çağın aktörlerinin, dinamiklerinin, gerilimlerinin bir kısmı yeni olduğu ve bildiğimiz ideolojilerin kapsama alanında olmadığı için. Örneğin iklim değişikliğinin ürettiği meseleler, sanayi toplumu ideolojilerinin geliştirildiği dönemde bu denli etkin değildi. O nedenle sanayi toplumu ideolojilerinin ezberlerine yaslanmadan anlamaya çalışıyorum olan biteni.

Öte yandan, yoksulluğun ve adaletsizliğin bu denli yaygınlaştığı ve kalıcılaştığı günümüzde, binlerce yılın birikimi olan vicdan, merhamet, iyilik, adalet gibi kavramlara yaslanmadan, her bir emekçinin, yoksulun, mağdurun yanında olan değerleri referans almadan da geleceğe yürüyemediğimizi görüyorum. O nedenle sorunumuz yepyeni bir ideoloji yaratmak mı, ondan da emin değilim. Baştan söylemeliyim ki, bu kitap bir siyasi parti manifestosu değil.

Değişim dediğimiz şeyin üç unsuru var: zihniyet, kurumlar ve kurallar. Üçü bir arada ve uyumlu ise değişim gerçekleşiyor. Zihniyet değişmeden yapılan kurum ve kural değişiklikleri kalıcı olmadığı gibi, ortaya çıkan uyumsuzluk beden ile ruhun ayrışması sonucunu üretiyor. Zihniyet değişmiş ve kurumlar, kurallar geride kalıyorsa bu kez de bedene sığmayan ruh ve hayatla karşı karşıya kalıyoruz. Sanıyorum ki Türkiye’nin de, dünyanın da yaşadığı sıkışma biraz da bu. O nedenle günümüzün siyasi tartışmalarına katkı sağlama amacım, meseleleri ele alırken zihin haritamızdaki değişimlere dikkat çekmek, siyasal ve toplumsal gerilim hatlarını analiz ederken aktörlerden çok zihin haritaların üstünden bakmaya çalışmak. Tüm bunlarla birlikte, 2023 Seçimleri’nin Türkiye için ne kadar önemli olduğunun da farkındayım elbette. Karşı karşıya olduğumuz kavşağın aslında bir “medeniyet tercihi” olduğunun, yanlışlarımızın geri dönülemez sonuçları olacağının bilincindeyim. Hayattan ve memleketimden umutluyum. Siyaset marifetiyle ortak geleceği inşa edebileceğimizden eminim.

Bu memleketin insanlarının onurlu yaşamı hak ettiklerini, bunu başaracaklarını da biliyorum. Günü geldiğinde, o yaşamı el birliğiyle kurabilmenin siyasetini, uzlaşma alanlarını, kurumlarını ve kurallarını oluşturacağımız günkü zihin haritalarımıza katkı çabasıdır bu yazdıklarım. Hikâyesini Arayan Gelecek kitabımda olduğu gibi, bu kitap da yeniden ve yeniyi, değişeni düşünmeye razı ve arzulu olanların zihin haritalarına bir katkı çabası… Bu kitabı yazmak benim için zor oldu. Her gün kendimi sorguladım. Katkıları için şükran duyduğum sevgili editörüm Merin Sever ve yayına hazırlık sürecindeki deşifre ve emekleri için müteşekkir olduğum Adalet Çavdar’a, “Bunları yayımlamak gerekli ve anlamlı mı?” diye neredeyse her gün sordum. Çünkü “olması gereken”den çok “olabilecekler”e odaklandığımız, fırsatların değil risklerin zihnimizi esir aldığı bir zaman aralığında olduğumuzun farkındayım. “İdeal olan”ı tartışmanın bugün karşı karşıya olduğumuz risklerin farkında olmamak şeklinde anlaşılacağından korktum açıkçası…

Örgütlü kötülükle karşı karşıyayız sanki. Etrafımızda her gün irili ufaklı, siyasi veya ekonomik, büyük ya da gündelik hayatın küçük detaylarında yüzen yüzlerce lümpenlik, kötülük, saldırganlık, hukuk dışı güç gösterisi örneğiyle karşılaşıyoruz. Ama yaşadıklarımıza altyazı koymak, küresel ve yerel, ekonomik ve siyasal risklerin kehanetini yazmak değil amacım; bu örgütlü kötülüğe karşı dilsizleşmekten, sessizleşmekten, duyarsızlaşmaktan korktuğum için yazmak, not düşmek istedim. Serinkanlı bir bakış açısıyla, “Biz de varız!” demek için… Geleceği dert edinen başkalarının da olduğunu bilmek cesaret verdi. Elbette cüretkârlığıma en büyük moral kaynağım da bu memleketin geleceğine olan güvenim.

“Tedirgin bir iyimserlik”le yazdım, dilerim sözlerim aynı hissi paylaşanlara ulaşsın…

1

GİDİŞAT

Pandemi dünyada alarm zillerini çaldırdı

2019’un sonlarında başlayan Covid-19 pandemisinin henüz başlarındayken, meselenin ne denli büyük bir sağlık krizi ve can güvenliği meselesi olduğunu anlayamadık. Gerçekte geleceği belirleyecek bu hikâyenin salgından fazla bir şey olduğunu anlamamız zaman aldı. 2020’de dünyanın iyiye ve kötüye doğru değişen birçok yönünü deneyimledik. Şimdi görüyoruz ki, pandemi hepimizi ve her şeyi etkilediği gibi dip dalgaların daha da hızlanmasını tetiklemiş.

Uzun zamandan beri insanlığın önünde çok köklü bir değişimi zorunlu kılan çok fazla alamet var. Üretim, tüketim, yaşama ve örgütlenme biçimlerimiz ile havadaki, sudaki, topraktaki değişimler, hayatı alıştığımız tarzda hiçbir şey olmamış gibi sürdürmemizi imkânsız kılmaya başlamıştı. Hayatın ritmi değişiyor ve bu değişim bildiğimiz tüm zihin haritalarını, sistemleri, niyetleri, kurumları ve kuralları değişime zorluyordu. 40 yılı aşkın zamandır, tüm yaşamı değişime zorlayan üç temel dinamik var. Birincisi, yerkürenin ritmi değişiyor: Küresel ısınma, karbon salınımı, ozon tabakasının delinmesi; erozyon, kuraklık; başta petrol olmak üzere içme suyu dahil yeraltı kaynaklarının tükenmesi; yer üstündeki canlı ve bitki türlerinin azalması; çevrenin, havanın, suyun kirlenmesi gibi her biri devasa sorunlar anlamına gelen bir ritim değişikliği… İnsanlık, üretim ve tüketim biçimiyle yerküreye, doğaya son derece hoyrat davranmaya devam ediyor. Yerkürenin ritmine uygun bir değişimi örgütlemekten, yani üretim ve tüketim biçimlerimizi, yerküreyle ilişkimizi yenilemekten, kendi ritmimizi yerkürenin ritmine uyarlamaktan ısrarla kaçındık. Ve bunun sonuçlarını her gün daha şiddetli bir şekilde yaşıyoruz.

İkinci temel dinamik ise gündelik hayatın ritminin hızlanması. Bilişim, iletişim, ulaşım teknolojilerindeki değişimin, yani teknolojik devrimin tetiklemesiyle gündelik hayat daha önce hiç sınanmamış bir ritme ulaştı. Üretme yöntemlerimiz değişiyor, ama asıl önemlisi çalışma, üretme, örgütlenme ve yaşama pratiklerimiz zaman ve mekândan bağımsızlaştı. Yerçekimsiz bir gündelik hayat içinde zamandan ve mekândan bağımsız düşünebilmek, örgütlenebilmek, üretim yapabilmek, alışık olduğumuz karar süreçlerini zorlayan bir esneklik ve hız dayatıyor.

Zaman ve mekândan bağımsız çalışabilmek sadece hayatı hızlandırmıyor, aynı zamanda yerleşik hiyerarşileri ve statükoyu da parçalanıyor. Halbuki bizim zihin dünyamız, karar süreçlerinde bir hiyerarşik yönetim modeline bağlı. Hızın, beğenmesek de varlıklarına alışık olduğumuz hiyerarşileri parçaladığına şahit olmak, güvensizlik ve endişe hissiyle yaşama zorunluluğunu da beraberinde getiriyor. Gündelik hayatın ritmindeki değişimden dolayı bugünkü hayat “karşılıklılık” esasına bağlı. Fakat aynı esas, hayatı düzen ve intizam için zorlamaktan vazgeçip belirsizliği ve karmaşayı temel alan bir perspektif geliştirmeyi de zorunlu kılıyor. İstesek de istemesek de bir parçası olduğumuz bu değişimi kavramak ve hayatımızı onu dikkate alarak yeniden kurgulamak konusunda attığımız adımlarsa ikircikli, tedirgin ve çelişkili.

Üçüncü temel dinamik ise insan hareketlerindeki değişim. Yerkürenin ve gündelik hayatın ritmindeki değişimi, ulusal ve uluslararası ölçekteki göçlerin artarak sürmesinde gözlemek mümkün. Nüfus hareketleri mekânsal yerleşim biçimlerini, toplumsal dokuları değişime zorluyor. Aslında tüm yaşananlar bir çağ değişimine işaret ediyor. Bu yeni çağa uyum sağlayabilmek için bilgi toplumunun kurum ve kurallarının geliştirilmesi gerekiyor. Bunu başarabilmek için de yeni bir zihinsel sıçrama şart.

Böylesi bir bağlamda ortaya çıkan küresel pandemi salgını, tüm dünyada aynı anda çalan bir alarm etkisi yaptı. Teknolojik devrimin ve gündelik hayatın hızlanan ritminin zorunlu hale getirdiği küreselleşmenin ortaya çıkardığı meselelere karşı sistemli cevaplar ve politikalar üretilememesi, nicedir adaletsizliğin ve yoksulluğun hem ulusal hem küresel ölçekte kalıcılaşmasına sebep oluyor. Salgın, bu anlamda, sağlık hizmetlerine ve aşıya ulaşımdan hanelerin geçim derdine dek yoksulluğun ve adaletsizliğin ne denli derinleştiğini, yaygınlaştığını da gösterdi. Pandeminin ardından tüm dünyada ekonomik krizler yoğunlaştı. Önce tedarik zincirleri krizi, ardından enerji ve gıda krizi, yanı sıra her ülkenin kendi dinamiklerine göre değişen enflasyon ve ekonomik durgunluk… Görülüyor ki, mesele yalnızca salgın ve halk sağlığı değil, onların yanında ekonomik, toplumsal ve siyasal meselelerimiz de var. Artık hiçbir şüphe duymadan dünyanın gidişatının sorunlu olduğunu, küresel ölçekte de bir tıkanma olduğunu söyleyebiliriz.

Kendimize dair de dünyaya dair de ütopyamızı yitirdik

Bakışlarımızı Türkiye’ye çevirdiğimizde, toplumsal psikolojinin endişe ve kaygı yüklü olduğunu görüyoruz. Pandeminin ürettiği can riski ile ekonomik buhranın ürettiği geçim derdi, her bireyin gündelik hayat ritmini ele geçirmiş durumda. Yetmezmiş gibi, kadim siyasi gerilimlerin giderek şiddet üretmeye meyletmesi, devlet ve yönetim aygıtının gündelik hayatın gerçek sorunlarını yönetme ve çözme maharetini kaybetmiş olması, ortak ufku ve geleceği yitirmiş olmak gibi bir dizi siyasi ve psikolojik mesele nedeniyle toplum incinmiş durumda. İnsanlara artık çaresizlik ve umutsuzluk duygusu hâkim.

Bu memleketin insanlarında devlet algısı hâlâ güçlü. Zira Türk kimliğinin ana unsurlarından birini güvenlik arayışı ve onun öznesi olarak devlet oluşturuyor. Devlet, aynı zamanda kaos ve karmaşadan kaçışın, istikrar ve güvenliğin adresi. İnsanlar “güçlü devlet” derken yalnızca askerî bir gücü kastetmiyorlar; “güvenilir” bir devletin var olmasını da bekliyorlar. Güvenilirliği de inançtan değil hukuktan, laiklikten, eğitimden yola çıkarak tanımlıyorlar. Ama aynı zamanda, devletin de zaafa uğradığını gördüklerinde devletin değişmesinden yana tavır alıyorlar. Nitekim halk, her bir askerî darbeden sonra “güçlü devlet, kontrollü düzen” söylemini taşıyanlara değil, devleti değiştireceğini söyleyen partilere oy verdi. 27 Mayıs Darbesi’nden sonra lideri idam edilmiş siyasi hareketin devamı olduğunu söyleyen Demirel’e, 12 Mart Darbesi’nden sonra Soğuk Savaş’ın en sert döneminde bile, “Toprak işleyenin, su kullananın!” diyen Ecevit’e, 12 Eylül Darbesi’nden sonra Özal’a oy verdiler. 28 Şubat Darbesi, Marmara Depremi, 2000 ve 2001 ekonomik krizlerinin yaşanmasının ardından da Erdoğan’a oy verdiler. Bugün, toplum 20 yıl sonra aynı travmatik ruh haline girmiş durumda; tekrar sert zemine, gerçek dertlerin içine düştük. Bir bakıma toplumun da ruhu ile bedeni ayrıştı.

15 Temmuz’daysa bu kez bambaşka bir şey yaşadık ve devletin kudretine ilişkin algı ve yargı derin bir dönüşüm geçirdi. Ülkeyi yönetenler, olası protestoları, 15 Temmuz darbe girişiminin failleriyle, kendi yurttaşlarına silah doğrultmuş, meclisi bombalayan alçaklarla bir tutan cümleler kuruyorlardı kameralar önünde. Her şeyin birbirine karıştığı, ülkeyi yöneten seçilmiş siyasetçilerin ayrım gözetmeksizin muhalefeti dışladığı bir süreç yaşadık. Fakat sonra, henüz çok azına vâkıf olduğumuz arka planı öğrendiğimizde başka bir manzara daha çıktı ortaya. Olan biten hiçbir şey anlık, bireysel, düşünmeden yapılmış işler değil. Bu yıkımın bir amacı var. Bu, organize bir medeniyet tercihi kavgası. İktidar, Cumhuriyet’in yüz yıllık tarihini hızlı biçimde geri sarıyor. Toplumu da buna ikna edebileceğini hayal ediyor. Başarabilir mi? Yüz yıl öncesinden 2023 yılında hukuku, ekonomisi, kurumları, kuralları olan bir muasır medeniyet nizamına sahip olacağı öngörülmüş bu memleketin 85 milyon insanını ikna edebilir mi?

Bu süreçte iktidarın oyun planı belli. Her türlü toplumsal muhalefeti 15 Temmuz etiketiyle damgalayacağını, dolayısıyla da şiddet politikalarını, şiddet yöntemlerini artıracağını açık açık söylüyor. Dolayısıyla mesele, muhalefettekilerin ne yapacağı. Ama muhalefet derken yalnızca muhalif partileri değil, muhalif sivil toplum kuruluşlarını ve muhalif yurttaşları da kastediyorum. İster parti üyesi ister sade yurttaş olsun, gidişatla derdi olan herkes Türkiye’yi, bu memleketin geleceğini yeniden düşünmek zorunda. Küresel ölçekte rol alan bir Türkiye’de yeni bir geleceği nasıl kuracağımızı düşünmek, bunu diğerlerine de anlatmak, toplumu o geleceğe inandırmak zorundayız.

Yüz yılda çok yol geldik, hatalarıyla, kazanımlarıyla… Kimlikleri, kimliklere sıkışmaları, kimlikler arası kutuplaşmaları, ürettiği tüm melanetleriyle yaşadık. Şimdi önceki dönemlerin ya da bu iktidarın yaptığı hatalara kilitlenmeden, iktidarın aksine intikam, rövanş duygularının şehvetine kapılmadan, bütün farklılıklarımızla bir arada durarak, onurlu ortak yaşamı kurmak zorundayız. Zaman birbirine bakarak itişip kakışma değil, birlikte geleceğe bakma zamanı. Birleşmekse tek olmak, birbirine benzemek değil, bir arada ve birlikte hareket etmek, ortak geleceği kurmak demek.

Bunun yolu da yeni bir başkan bulmak değil, yeni bir ütopya yazmak. Eğer toplumsal muhalefet hâlâ ve yalnızca adayın kim olacağı etrafında şekilleniyorsa, ülkenin okumuş yazmışlarının kasırganın gözündeyken bile birbirine ilk sorusu adayın isminin belli olup olmadığıysa, vay halimize… Bu siyasi yapı, siyasal kültür bu hal ve tarzıyla devam edecekse, Metin Altıok’un dizeleriyle, “Bir yarım umuttur elimizde kalan, göğüslemek için karanlık yarınları” demekten ötesi elimizden gelmez. Oysa bize lazım olan karamsarlık değil; bu tuhaf zamanlarda, olağanüstü sıkıntıların içinde, kasırganın gözündeyken toplumun ortak umuda, ortak heyecana, ortak başarıya ihtiyacı var. Toplum da biliyor, hissediyor ki, bu fırtınadan sağ çıkmanın ilk adımı önce ışığı görmek. Bugün hâlâ hiçbir siyasi hareket ve parti toplumun önüne bütüncül bir ideal ya da bir ütopya koyabilmiş değil. Partilerin hareket ve söylemleri bireyin yarınına özlemiyle çakışmadığı için de tutkular ateşlenemiyor.

İnsanlar, ağır sorunlar altında ezildikleri bu dönemde tutku ve taleplerini doğru örgütsel hareketler içine kanalize edemediklerinden gittikçe tepkisel ve bireysel çarelere yöneliyorlar. Muhalif olanda yalnızca kendini muhalefet etmeye hapsedip, yarına dair iddiasını unuttuğu için bugün bir yanı eksik. Bu durumda maalesef giderek ortak yarından kopuk, bencil, öfke dolu bir anlayış hayata hâkim oluyor. Böylesi bir anlayış içinden de bireysel yöntemlerle, po…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Aktüel Siyaset İnceleme-Araştırma Siyaset
  • Kitap AdıBize Yeni Bir Söz Lazım - Türkiye İçin Yeni Bir Siyaset Arayışı
  • Sayfa Sayısı336
  • YazarBekir Ağırdır
  • ISBN9786257491945
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviMundi / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur