Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Birimiz Ölmek Üzere
Birimiz Ölmek Üzere

Birimiz Ölmek Üzere

Karen M. McManus

Yeni bir oyuna hazır mısın, Bayview? Simon’ın ölümünden sonra bir sürü taklitçi türese de, Bayview Lisesi’nin dedikodu açlığı bitecek gibi değildi çünkü kimse gerçek…

Yeni bir oyuna hazır mısın, Bayview?

Simon’ın ölümünden sonra bir sürü taklitçi türese de, Bayview Lisesi’nin dedikodu açlığı bitecek gibi değildi çünkü kimse gerçek sırlara ulaşamıyordu. Ta ki gizli numaradan okuldaki herkese bir mesaj gelene kadar:

DOĞRULUK MU CESARET Mİ?

Phoebe ilk hedefti. Eğer oyuna katılmayı reddederse bir sırrı açıklanacaktı ve onunki asla gün yüzüne çıkmamalıydı.

Sonraki mesaj Maeve içindi ve yaşananlardan ders çıkardıysa mutlaka cesareti seçmeliydi.

Sıra Knox’a geldiğinde, işler çoktan tehlikeli hâle gelmişti. Önceki yıl zor yoldan öğrendikleri gibi, yardım asla polisten gelmeyecekti.

İntikam almaya yeminli biri vardı ve bu oyunun kurallarını o koyduğu sürece zaman herkes için azalıyordu:

TİK TAK TİK TAK…

KISIM BİR

6 Mart, Cuma

MUHABİR (arkasında dış cephesi alçıyla sıvanmış büyük,
beyaz bir binayla rüzgârlı bir sokağın kenarında dikiliyor):
Günaydın. Ben Channel Seven Ana Haber Bülteni’nden
Liz Rosen. Bayview Lisesi’nden canlı yayındayız.
Öğrenciler dün bir sınıf arkadaşlarının kaybıyla
sarsıldılar. Bu son on sekiz ayda küçük kasabada yaşanan
ikinci trajik genç ölümü ve okulun etrafına şaşkınlık
yüklü bir déjà vu hissi hâkim.
(Kamera iki kıza dönüyor; biri gözünün yaşını silerken
diğerinin suratında kaskatı bir ifade var.)
AĞLAYAN KIZ: Bu çok… çok üzücü. Bazen Bayview’ın
lanetli olduğunu düşünüyorum, anlıyorsunuz değil mi?
Önce Simon ve şimdi de bu.
METANETLİ KIZ: Bunun Simon’ın başına gelenlerle
alakası yok.

MUHABİR (mikrofonunu ağlayan kıza uzatıyor): Merhum
öğrenciyle yakın mıydınız?
AĞLAYAN KIZ: Pek sayılmaz, pek öyle yakın
sayılmazdık. Daha doğrusu hiç yakın değildik. Şey, ben
daha birinci sınıftayım da.
MUHABİR (diğer kıza dönüyor): Peki ya sen?
METANETLİ KIZ: Bence sizinle konuşmamamız
gerekiyor.

On Hafta Önce

Reddit, İntikam Benim alt forumu
Başlık Bayview2020 tarafından açıldı
Selam.
Burası Simon Kelleher’in bir şeyler paylaştığı grup mu?
—Bayview2020
Selamlar.
Ta kendisi. Karanlık zihin
Neden başka bir yere taşındınız? Ve neden kimse doğru
düzgün bir şey paylaşmamış? —Bayview2020
Eski siteyi meraklılarla haberciler bastı.
Ayrıca artık yeni güvenlik önlemlerimiz var. Dostumuz
Simon’ın başına gelenlerden bazı dersler çıkardık.

Kullanıcı adına bakılırsa onu tanıyor olmalısın?
Karanlık zihin
Simon’ı herkes tanır. Yani ben de tanıyordum.
Gerçi arkadaş sayılmazdık. —Bayview2020
Peki. Seni buraya getiren nedir? —Karanlıkzihin
Bilmiyorum. Tesadüfen rastladım. —Bayview2020

Saçmalık. Bu forum intikama adanmıştır ve öyle kolay da
bulunmaz.
Burada olmanın bir sebebi var.
Nedir? Ya da kimdir diye mi sormalıyım? Karanlık zihin

Biri.
Biri korkunç bir şey yaptı.
Benim hayatımı ve daha pek çoklarınınkini mahvetti.
Bu arada onun başına HİÇBİR ŞEY gelmedi.
Ve bu konuda hiçbir şey yapamıyorum. —Bayview 2020

Bizde de durumlar aynı.
Çok ortak noktamız var.
Hayatını mahveden kişinin hiçbir şey olmamış gibi elini
kolunu sallaya sallaya etrafta dolaşmaya devam etmesi
berbat bir durum.
Sanki yaptıklarının hiç önemi yokmuş gibi.
Ama eğer mahzuru yoksa son cümlene karşı çıkacağım.
Yapabileceğin bir şeyler daima vardır. —Karanlıkzihin

BÖLÜM BİR

Maeve
17 Şubat, Pazartesi

Ablam dalgacının teki olduğumu sanıyordu. Bunu suratıma söylemiyordu –daha doğrusu yazmıyordu– ama sık sık ima ediyordu: Sana gönderdiğim üniversite listesine baktın mı? Üçüncü sınıfın kış dönemi üniversite bakmaya başlamak için hiç de erken değil. Hatta biraz geç bile sayılır. Eğer istersen Ashton’ın bekârlığa veda partisi için eve döndüğümde beğendiklerini gezebiliriz. Konfor alanının tamamen dışında bir yerlere de başvurmalısın. Hawaii Üniversitesi’ne ne dersin? Telefonuma birbiri ardına gelen mesajlardan kafamı kaldırıp Knox Myers’ın soru soran bakışlarına karşılık verdim.

“Bronwyn, Hawaii Üniversitesi’ne gitmem gerektiğini düşünüyor,” dedim. Az kalsın ağzını tıka basa doldurduğu empanadalar genzine kaçacaktı “O okulun bir adada olduğunun farkında, değil mi?” diye sordu. Bir bardak soğuk suya uzandı ve yarısını tek dikişte içti. Bayview’da Café Contigo’nun empanadalarının üstüne yoktu ama eğer acılı yiyeceklere alışkın değilseniz kaldıramayabilirdiniz. Ortaokuldayken Kansas’tan buraya taşınan ve mantar çorbası ilavesiyle yapılan güveçleri en sevdiği yemeklerden sayan Knox kesinlikle alışkın değildi. “Dişli bir sahil şeridi karşıtı olduğunu unutmuş mu?” “Sahil şeridi karşıtı filan değilim,” diyerek karşı çıktım. “Yalnızca pek kum taraftarı değilim. Ya da güneş. Ya da dip akıntısı. Ya da deniz canlıları.” Her cümlede Knox’un kaşları biraz daha havalandı. “Bak, beni Monsters of the Deep’i izlemeye zorlayan sendin,” diye hatırlattım.

“Okyanus fobim senin eserin.” Geçen yaz Knox’la çıkmıştık ama ikimiz de birbirimizi o gözle görmediğimizi fark edemeyecek kadar deneyimsizdik. Hâliyle ilişkimizin çoğunu Science Channel’ı izleyerek geçirmiştik ki sırf bu bile arkadaş kalmamızın daha iyi olacağına dair yeterli bir ipucu olmalıydı. “Beni ikna ettin,” dedi Knox kuru kuru. “Tam senlik bir okul. Zamanı geldiğinde hiç şüphesiz içtenlikle yazacağın başvuru mektubunu okumak için sabırsızlanıyorum.” Öne doğru eğildi ve söyleyeceklerinin altını çizmek için sesini yükseltti. “Önümüzdeki sene.”

Parmaklarımla parlak çinili masada tempo tutarak iç geçirdim. Café Contigo bir Arjantin kafesiydi. Lacivert duvarları ve kalay kaplı bir tavanı vardı. Üstelik içeriye tatlı ve iştah açıcı kokuların birbirine karıştığı bir hava hâkimdi. Evimden en fazla bir buçuk kilometre uzaklıktaydı ve Bronwyn’in Yale’e gidişiyle odamın aniden fazlasıyla sessizleşmesinin ardından ödev yapmayı en çok sevdiğim yer hâline gelmişti. Kafedeki dostane telaş ve orada üç saat oturmamı ya da yalnızca kahve sipariş etmemi kimsenin umursamaması çok hoşuma gidiyordu. “Bronwyn programın gerisinde kaldığımı düşünüyor,” dedim Knox’a. “Yani, evet ama Bronwyn Yale’e başvuru mektubunu daha kreşteyken hazırlamamış mıydı?” dedi. “Bence bolca zamanımız var.” Knox benim gibiydi  Bayview Lisesi’nin on yedi yaşındaki üçüncü sınıf öğrencilerinden biriydi, yani sınıf arkadaşlarımızın çoğundan daha büyüktü. Kreşteyken yaşıtlarından daha ufak tefek olduğundan annesiyle babası onu okula zamanında vermemişlerdi. Bense çocukluğumun yarısını lösemi yüzünden hastanelerde geçirmiştim. “Sanırım öyle.” Knox’un boş tabağını alıp benimkinin üstüne koymak için uzandım ama onun yerine tuzluğu devirip masanın üstünün beyaz kristallerle kaplanmasına neden oldum. Neredeyse hiç düşünmeden masadaki tuzdan bir çimdik aldım ve omzumun üstünden arkama attım. Ita’nın öğrettiği gibi uğursuzluğu defetmek için. Babaannemin düzinelerce batıl inancı vardı: Bunlardan bazıları Kolombiya’ya hastı fakat diğerlerini otuz yıldır yaşadığı Amerika’da edinmişti. Küçükken, özellikle de hastayken onlara körü körüne inanırdım.

Eğer Ita’nın verdiği boncuklu bilekliği takarsam bu test sırasında canım yanmayacak. Eğer yerdeki çatlakların hiçbirine basmazsam akyuvar sayım normale dönecek. Eğer yılbaşı gecesi saat tam on ikiyi vurduğunda on iki üzüm yersem bir yıl daha ölmeyeceğim.

“Neyse, liseden mezun olur olmaz üniversiteye gitmemen dünyanın sonu değil,” dedi Knox. Bir tutam kahverengi saçı alnından geriye iterken sandalyesinde kaykıldı. Knox o kadar zayıf ve o kadar kemikliydi ki tabağındaki empanadaları silip süpürmesi yetmiyormuş gibi benimkinin de yarısını mideye indirmesine rağmen hâlâ aç görünüyordu. Ne zaman bizim eve gelse annemle babamdan biri ya da ikisi birden onun karnını doyurmaya çalışırdı. “Pek çok insan hemen gitmiyor.” Bakışları restoranda gezindikten sonra, tek eliyle dengede tuttuğu bir tepsiyle çift kanatlı mutfak kapısından çıkan Addy Prentiss’e odaklandı.

Addy’nin Café Contigo’daki masaların arasında dolanarak yemek tabaklarını alışkanlıktan gelen bir ustalıkla dağıtmasını izledim. Şükran Günü’nden sonra, gerçek suç öykülerine odaklanan Mikhail Powers Araştırıyor’un “Bayview Dörtlüsü: Şimdi Neredeler?” isimli özel bölümü yayınlandığında Addy ilk defa röportaj talebini geri çevirmemişti. Bunun nedeni muhtemelen yapımcıların onun şimdiki hâlini grubun çapsızı olarak göstermeye çalışmalarıydı ablam Yale’e kapağı atmıştı, Cooper şaibeli bir bursla da olsa Cal State Fullerton’a kabul edilmişti, hatta Nate bile devlet üniversitesinden birkaç ders almıştı ama Addy tek bir zafer bile kazanamamıştı. Adelaide Prentiss için “Bayview’ın Eski Güzellik Kraliçesi Lisede Zirvede” şeklinde manşetler atılmıyordu. “Mezun olduğunuzda ne yapmak istediğinizi biliyorsanız ne âlâ,” demişti Café Contigo’daki taburelerden birine tünerken.

Arkasındaki kara tahtaya parlak renkli tebeşirlerle o günün menüsü yazılmıştı. “Eğer bilmiyorsanız, hiçbir işinize yaramayacak bir diploma için neden servet harcayasınız ki? Bütün hayatınızı ille de on sekiz yaşındayken planlayacaksınız diye bir kural yok.” Ya da on yedi yaşında. Bronwyn’in mesajlarından oluşan bir başka duvarla karşılaşmayı bekleyerek telefonuma temkinli bir bakış attım. Ablamı seviyordum ama mükemmeliyetçiliğiyle baş etmekte zorlanıyordum. Akşam kalabalığı yavaş yavaş geliyordu. Son masalar da dolarken biri, duvara monte edilmiş geniş ekran televizyonların hepsinde Cal State Fullerton’ın beyzbol sezonu açılışını açtı. Addy neredeyse boşalmış tepsisiyle durdu, etrafına bakındı ve göz göze geldiğimizde gülümsedi. Köşedeki masamıza geldi ve Knox’la aramıza alfajorlarla dolu küçük bir tabak koydu.

Süt reçelli, küçük sandviç şeklindeki kurabiyeler Café Contigo’nun spesiyalleri arasındaydı ve Addy’nin burada geçirdiği dokuz ayda yapmayı öğrendiği yegâne tarifti. Knox’la aynı anda tabağa uzandık. “Başka bir şey ister misiniz?” diye sordu Addy gümüşi pembe saçlarını kulağının arkasına kıstırırken. Geçtiğimiz yıl birkaç farklı renk denemişti fakat pembe ya da mor dışında hiçbiri uzun ömürlü olmamıştı. “Eğer sipariş verecekseniz elinizi çabuk tutsanız iyi olur.

Cooper atış yapmaya başladığında servis yavaşlayacak” duvardaki saate baktı “beş dakikaya filan.” Knox en sevdiği gri svetşörtünün önündeki kırıntıları silkelemek için ayağa kalkarken başımı iki yana salladım. “Ben tamamım ama lavaboya gitmem gerek,” dedi. “Yerimi tutar mısın, Maeve?”“Oldu bil,” dedim çantamı sandalyesine koyarken. Addy döndü, ardından elindeki tepsiyi düşürecek gibi oldu. “Aman Tanrım! İşte orada!” Restorandaki tüm ekranları aynı görüntü doldurmuştu: Cooper Clay ilk üniversite beyzbol maçı için ısınmak üzere sahaya çıkıyordu. Cooper’ı en fazla iki ay önce Noel’de görmüştüm ama hatırladığımdan daha iri görünüyordu. Keskin hatlı çenesiyle yine yakışıklıydı ama gözlerinde daha önce hiç rastlamadığım çelik gibi bir ışıltı vardı. Gerçi şimdiye dek Cooper’ın atışlarını hep uzaktan izlemiştim.

Kafedeki konuşma seslerinden ötürü spikerleri duyamasam da ne dediklerini kestirebiliyordum: Cooper’ın yükselişi şu anda üniversite beyzbol liginin en çok konuşulan konusuydu. Öyle ki kablolu yerel spor kanalı bütün maçı baştan sona verecekti. Bu coşkunun birazını Bayview Dörtlüsü’nün süregelen ününe ve beyzbol liginde gey olduğunu gizlemeyen az sayıdaki oyuncudan biri olmasına borçluydu ama aynı zamanda canını dişine takıp çalıştığından bahar antrenmanlarının en gözde oyuncusu olmuştu. Spor analistleri üniversite liginin daha ilk sezonu bile tamamlanmadan ulusal lige transfer olup olmayacağına dair bahse tutuşuyorlardı.

Cooper ekranda kasketini düzeltirken, “Süperstarımız en sonunda kaderiyle yüzleşecek,” dedi Addy gururla. “Masalarımı son kez kontrol etmem gerek, ardından size katılacağım.” Tepsisini bir kolunun altına kıstırıp diğeriyle de defterini tutarak restoranda dolaşmaya başladı ama içeridekilerin dikkati yemekten beyzbola kaymıştı bile. Her ne kadar kamera Cooper’dan uzaklaşıp diğer takımın koçuyla yapılan röportaja odaklansa da gözlerim ekrana takılı kaldı. Eğer Cooper kazanırsa bu yıl güzel geçecek. Bu düşünceyi derhal kafamdan atmaya çalıştım çünkü eğer bunu da kaderle tutuştuğum bir iddiaya dönüştürürsem maçtan keyif alamayacaktım. Yanımda bir sandalye gürültülü bir şekilde gıcırdadı ve tanıdık bir siyah deri ceket koluma süründü. “N’aber, Maeve?” diye sordu Nate Macauley sandalyesine kurulurken. Bakışları sodyum manyağı olmuş masada gezindi. “A-ha. Tuz katliamı. Lanetlendik, değil mi?” “Ha, ha,” dedim ama dudaklarım seğirdi.

Nate neredeyse bir yıl evvel Bronwyn’le çıkmaya başladıklarından beri abim gibiydi. Sanırım tüm bu alaylar da beraberinde geliyordu. Şimdi bile, yani Bronwyn üniversiteye gitmek için şehirden ayrıldığından beri üçüncü kez “ara vermiş” olmalarına rağmen bana karşı tavırları hiç değişmemişti. Geçtiğimiz yazı beş bin kilometrelik bir uzak mesafe ilişkisini yürütebilir miyiz diye tasalanarak geçirdikten sonra ablam ve erkek arkadaşı sürekli dip dibe olma, kavga etme, ayrılma, barışma döngüsüne girmişti ki tuhaf bir şekilde ikisi de bu durumdan memnundu.

Nate sırıtmakla yetindi ve huzurlu bir sessizliğe gömüldük. Onunla, Addy’yle ve Bronwyn’in arkadaşlarının geri kalanıyla takılmak kolaydı. Bizim arkadaşlarımız, derdi hep ama bu pek doğru değildi. Onlar önce onun arkadaşlarıydı ve eğer o olmasaydı benimle arkadaşlık etmezlerdi. Tam o anda telefonum öttü. Gözlerimi Bronwyn’den gelen yeni mesaja diktim.

Maç başladı mı? Az kaldı, yazdım. Cooper ısınıyor. Keşke ESPN’de olsaydı da ben de izleyebilseydim!!! Pasifik Kıyısı Spor Kanalları ne yazık ki New Haven, Connecticut’ta yayın yapmıyordu. Daha doğrusu San Diego’ya üç saatten daha uzak olan herhangi bir yerde. Ayrıca internet yayını da yoktu. Senin için kaydediyorum, diye hatırlattım ona. Biliyorum ama aynı şey değil. Üzgünüm :( Telefonumun ekranındaki gri noktaların dansını izlerken kurabiyelerimin sonuncusunu da ağzıma attım. O kadar uzun sürdü ki neyle karşılaşacağımı bildiğimden emindim. Bronwyn ışık hızında mesaj yazardı. Söylememesi gerektiğini düşündüğü bir şey söyleyecek olmadığı sürece asla tereddüt etmezdi ve şu anda kendi kendine dayattığı Açılmaması Gereken Mevzular listesinde tek bir konu vardı.

Başka ne olabilirdi ki: Nate orada mı? Ablam artık yan odamda yaşamıyor olabilirdi ama bu ona kök söktüremeyeceğim anlamına gelmiyordu. Kim? yazdım mesajına cevap olarak, ardından Nate’e baktım. “Bronwyn selam söylüyor,” dedim. Koyu mavi gözleri ışıldasa da istifini bozmadı. “Sen de selam söyle.” Sanırım anlıyordum. Birini ne denli önemseseniz de, sürekli yanınızdayken aniden ortadan kaybolduğunda bazı şeyler değişiyordu. Farklı bir açıdan ben de öyle hissediyordum. Ama hislerimizden konuşmak Nate’le aramızdaki ilişkinin dinamiklerinden biri değildi – doğrusunu söylemek gerekirse ikimizin de Bronwyn’den başka pek kimsesi yoktu.

Dolayısıyla ona dil çıkarmakla yetindim. “Senin de bildiğin gibi insanın duygularını bastırması hiç de sağlıklı bir tutum değil.” Nate cevap veremeden etrafımız aniden hareketlendi: Knox geri döndü, Addy masamıza bir sandalye çekti ve üstüne ince kesilmiş biftek, erimiş peynir ve et sosu serpiştirilmiş koca bir tabak dolusu tortilla aniden önümde belirdi. Bu, Café Contigo’nun nachoyu yorumlama şekliydi. Tabağın geldiği tarafa baktığımda koyu kahverengi bir çift gözle karşılaştım. “Maç için atıştırmalık,” dedi Luis Santos tabağı tutmakta kullandığı havluyu omzuna atarken. Luis, Bayview Lisesi’nde okurlarken Cooper’ın en yakın arkadaşıydı ve ikisi de geçen sene mezun olmuştu. Café Contigo annesiyle babasına aitti. Luis de devlet üniversitesinde okurken yarı zamanlı olarak burada çalışıyordu. Bu köşe masayı ikinci evim hâline getirdiğimden beri Luis’i aynı okulda okuduğumuz dönemkinden bile daha sık görüyordum.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Kuzenler ~ Karen M. McManusKuzenler

    Kuzenler

    Karen M. McManus

    Herkesin kıskandığı Story ailesi, dört kardeşe anneleri tarafından gönderilen tek cümlelik mektupla paramparça olmuştu. Fakat hem yaşadıkları adadan hem de aileden aforoz edilen kardeşler...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Bıçak ~ Jo NesboBıçak

    Bıçak

    Jo Nesbo

    Eski ve yeni düşmanlarla karşı karşıya kalan Harry Hole hayatının en zor davasını çözmek zorunda… Rakel tarafından terk edilen Harry Hole şimdi ufak tefek davalar verilen...

  2. Doğunun Limanları ~ Amin MaaloufDoğunun Limanları

    Doğunun Limanları

    Amin Maalouf

    ‘Bana içimin derinliğinde ne olduğum sorulduğunda, bunda herkesin içinin derinliğinde ağır basan tek bir aidiyetin, bir bakıma kişinin derin gerçekliğinin, doğarken ebediyen belirlenen ve...

  3. Madenci ~ Natsume SosekiMadenci

    Madenci

    Natsume Soseki

    “İnsanların olmadığı bir yere gidip bir başıma yaşamak istiyorum.” Japonya’nın en tanınmış ve en saygı duyulan yazarlarından biri olan, Üç Köşeli Dünya, Gönül ve Ardından gibi eserlerin yazarı Natsume...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur