Gel deyince gelmeyen,
git deyince gitmeyen, laftan anlamayan bir erkek hayal edin.
Nasıl?
Hayal etmeniz çok kolay oldu değil mi?
Molly’nin başı tam da böyle bir erkekle derttedir. Bir zamanlar tavlamak için çok uğraştığı Cameron, ilişkilerinin bitişini bir türlü kabullenememiştir.
Ondan kurtulmak için, halasından miras kalan eve yerleşmek üzere doğduğu kasabaya geri döner. Burada da onu başka bir erkek modeli beklemektedir.
Çocukluk aşkı Ben, daha önce hiç karşılaşmadığı türden bir adamdır ve Molly’nin erkekler konusundaki ezberini bozmuştur.
Kendini yeni bir dünyanın içinde bulan Molly’nin belalısı laf anlamaz Cameron ise onu adım adım izlemektedir.
Molly’nin herkesten gizlediği sırrını, hiç olmaması gereken bir yerde, bütünüyle yanlış bir şekilde ortalığa sermek üzeredir.
“Çok özel bir romantik komedi okumak istiyorsanız, bu kitabı kaçırmayın!”
Carly Phillips
New York Times Bestseller Yazarı
***
1
MOLLY JENNINGS minik Tumble Creek Market’in küçük kahve bölümündeki raflara bakarken dehşet içerisinde donakalmıştı. Markette Folgers, Sanka ve daha önce hiç duymadığı birkaç marka daha vardı ama görünürde hiç koyu, kavrulmuş espresso yoktu.
Çamaşır deterjanı kokusu, kahve kokusuyla karışınca Molly, derin bir nefes alıp verdi. Küçük kasaba marketleriyle ilgili her şeyi unutmuştu. Bu marketler kahve çekirdekleri ve özel kavrulmuş kahveleri getirmezlerdi. Bu yüzden rafın arka tarafında, bir tane French Vanilla Kreemer kutusunun saklı kalmış olduğunu görünce şaşırdı.
Tanrı ’ya şükürler olsun ki internet vardı, yoksa bir daha ev yapımı latte içemeyebilirdi. Ya da Hostess Meyve Pay yiyemeyebilirdi. Molly, kasaların yanındaki malum atıştırmalık bölümüne küçümseyen bir bakış attı. Umudunu caddenin karşısındaki benzin istasyonu için koruyordu çünkü Hostess‘e ait her şeyi yasal olarak getirmek zorunda olduklarından neredeyse emindi. Ya da CornNut’ı.
“Ooo, CornNut‘lar,” diye mırıldandı Molly ve bir anda neşesi yerine geldi. Liseden beri onlardan yememişti. Hâlâ barbekü çeşnilisinden yapılıyor olmasını ümit etti. Bunun üzerine çok fazla kafa yormadan bir kutu Folgers kahvesi aldı, alışveriş arabasına fırlattı ve arabayı dondurulmuş yiyecekler bölümüne doğru itti.
Kasada bebek çorabı giymiş bir gencin durduğunu fark etti. Görünüşe göre artık dükkânı Moe Franklin işletmiyordu. Moe Franklin baskıyla ve ürkütücü derecede yüksek sesle yönetirdi burayı ve coşkulu ergenlerden nefret ederdi. Tüm hırsızlar ve berduşlar, eski toprak Moe’ya göre birbirinin aynıydı.
Anlaşılan Tumble Creek civarında bazı şeyler iyi yönde değişmişti. Geçen on yıl Molly’yi de değiştirmişti. Yazma konusunda yaşadığı kötü bir tıkanma vakasıyla beraber canlı sosyal hayatını ve muhteşem çatı katını arkasında, yani Denver’da bırakmıştı. Yazma tıkanıklığına ilaveten sapık eski erkek arkadaşı Cameron Kasten denen o serseri, hayatındaki bütün mutluluğu yerle bir etmişti.
Cameron artık hava şartlarının iyi olduğu, dört saat uzaklıktaki bir yerdeydi ve Molly de hayatına yeni bir başlangıç yapıyordu. Bir dükkâna girmeden önce omzunun üzerinden bakmasına ya da etrafı taramasına gerek yoktu. O da orada olur, diye bir arkadaşının evindeki partiyi kaçırmasına da gerek yoktu. Bu kadar basit bir şeyin insanı keyiflendirmesi ne kadar komikti.
Onu keyiflendiren bir şey daha vardı… Bu genç yaşında yeniden seks yapabilme ihtimali. On beş bin kişilik bir şehre taşınmış olması, normalde o kadar da seks fırsatı vermezdi. Ama aklında kalan özel bir kişi vardı.
Son on yıldır Ben Lawson’ı görmemiş olması, onu her gün genellikle çıplak ve kalbini çalacak doğru zamanı arar vaziyette hayal etmesine engel değildi.
Molly dondurucunun kapısındaki yansımasına gülümsedi fakat karşısındaki yiyecek seçeneklerini görünce gülümsemesi kayboldu. Market tam olarak bir Wal-Mart Supercenter genişliğinde olmadığı için onun gibi bir kadına yeterli gelmiyordu. Bir de Tumble Creek’te sadece bir restoran vardı ve tabii ki Molly her gün orada yiyemezdi.
Olamaz, Molly şimdiden favori Thai restoranını özlemeye başlamıştı. Baharatlı eriştelerin düşüncesiyle ağzı sulandı, dondurucuya uzandı ve dondurulmuş peynirli makarna satın almıyormuş gibi görünmeye çalıştı.
“Tamam mıdır, şef?” diye sordu bir kız sesi. Can sıkıcı tonuna rağmen bu kelimeler Molly’ye kadar ulaşmıştı. Market arabasını kasanın tiz sesine doğru hızlıca itip reyonun sonunda durdu ve dikkat çekici bir bakışı karşısında görünce kaskatı kesildi.
Ürkütücü, korkunç derecede göz kamaştırıcı, dikkat çekici bir bakış… Karşısındaki oydu ve bu seferki hayal değildi.
Molly, halasının vasiyetini duyduğunda ve Tumble Creek’e geri döneceğini anladığında ilk aklına gelen, Ben Lawson olmuştu. Ancak dürüst olmak gerekirse onunla karşılaşmanın kendisini nasıl etkileyeceğini bilmiyordu. Adam hâlâ muhteşem görünüyordu. Onu en son, kendisinin yetişkin zevklerine tam olarak uyan halindeyken görmüştü ve şu an karşısındaki adam daha sert ve daha kaslıydı. Aynı zamanda üzeri giyinikti, son buluşmalarından beri inanılmaz bir değişim geçirmişti. Kıyafetleri de bir o kadar hoştu. Soluk, yırtık kot pantolon ve koyu kahverengi asker gömleği giymişti. Altın sarısı tüylerin parladığı güçlü kollarını ortaya çıkaran gömleğin kollarını kıvırmıştı.
Ben, kasiyere birkaç bozuk para uzatarak başını salladı. O ciddi gözleri, her gece hayal ettiği gibi koyu çikolata rengindeydi. Saçları da aynı renk tonundaydı ve bu kombinasyon Molly’yi her zaman büyülemişti. O gözler Ben’in kendine özgü gülümseyişiyle hafifçe kısıldı. Sonra açılıp Molly’ninkilere kilitlendi.
Aralarında yaklaşık yirmi adımlık mesafe vardı. Ben’in gözleri iyice açıldı. Donmuş elleri bir dolarlık banknotu cüzdanından çıkarıp ileri doğru uzattı. Kasiyer omzunun üzerinden kadına doğru baktı ve Ben’i şaşkınlığından kurtardı. Molly, adamın küçük plastik bir poşeti kavrarken, “Teşekkürler,” deyişini, tezgâhtan ayrılışını ve kendisine doğru gelişini seyretti.
Ben onu hatırlamıştı, hatırlaması da doğaldı aslında ama Molly, bunu ne kadar tatmin edici bulduğunu fark edince şaşırdı. Artık on yedi yaşında değilsin, diye kızdı kendine çünkü Ben’in vücudu ona göre oldukça genişlemişti ve bu da kendisini çok daha küçük hissettiriyordu.
“Molly?” İsmini belirsiz bir şekilde ve derinden bir ses tonuyla söylemesi, Molly’nin tüylerini diken diken etmişti.
“Ben! Selam! Uzun zaman oldu, değil mi?”
Ah! Söylenebilecek en yanlış şeyi söylemişti. Ben yeniden sersemlemiş gibi göründü ve yüzü hafifçe kızardı.
Evet, uzun zaman olmuştu -on yıl- ve bunun bir sebebi vardı. İkisi de birbirlerini en son ne zaman gördüklerini düşünüyordu. Molly kendi yüzünün de yanmaya başladığını hissetti. Ben boğazını temizledi. “Ben, ee…” Bir şey diyemeden ağzı büzüştü ve başını salladı, belki de kendisine kızıyordu çünkü Molly daha önce yapacağını yapmıştı. Artık polis şefisin. Kendine çekidüzen ver. “Halan Gertie için üzgünüm. Hayat dolu bir kadındı,” dedi.
Molly’nin halası gerçekten de hayat doluydu. Aslında onun için çok inatçıydı demek daha doğru olurdu. “Annem her zaman ölmeyecek kadar inatçı olduğunu söylerdi ama ne yazık ki bu beklenen bir sondu.”
Ben başını yana eğdi. “Evini sana bıraktığını duydum ama kimse senin Denver’dan buraya taşınacağını düşünmüyordu. Evi satılığa çıkarmak için mi geldin?”
“Hayır.”
Ben’in gözlerinde bir ihtiyat belirdi. “Kış için kapatmaya mı geldin?”
“Hayır, üzgünüm. Aslına bakarsan oraya taşınıyorum.”
İhtiyat yerini soğuk bir ifadeye bıraktı, öyle ki Molly ona istediği cevapları vermiş olduğunu düşündü.
“Oraya taşınıyorsun,” diye tekrar etti adam.
“Evet. Eşyalarım bir saat içinde burada olacak.”
“Yeniden kasabaya mı taşınıyorsun?” Gözleri tekrar yüzünde durmadan evvel kadının vücudunda gezindi. Bu da Molly’nin aklına ne kadar da basit giyinmiş olduğunu getirdi. Üzerinde bol bej bir pantolon ve neredeyse ayağındaki Keds spor ayakkabıları kadar eski bir tişört vardı. Koyu sarı saçları arkada dağınık bir atkuyruğu ile toplanmıştı. Neyse ki şort giymemişti. Dağlarda ekim ayının oldukça soğuk olacağını ve ekstra bir yalıtım katmanına ihtiyaç duyabileceğini varsayarak bir haftadır bacaklarındaki tüyleri almamıştı.
Molly de onun vücuduna şöyle bir göz gezdirdi. Bundan sonrası için de hava soğuk olsun ya da olmasın bacaklarındaki tüyleri almaya karar verdi.
“Ama Denver’da çalışıyorsun, öyle değil mi?” diyebildi sonunda Ben.
Yüzüne masum bir ifade yerleştirerek sorduysa da Molly şaşırmamıştı. Ben, onun erkek kardeşinin en iyi arkadaşıydı. Yani Molly Jennings meselesine gayet aşinaydı.
Koyu kahverengi gözlerine bakıp gülümsedi ve göz kırptı. “İyi deneme, şef.”
Ben sessizce kafasının karışıklığını protesto eder şekilde iki kaşını da yukarı kaldırdı ama Molly istifini bozmadı. “Bana şef diye seslenip işimin ne olduğunu belirttiğin için tebrik ediyorum.” Ben’in başı teşekkürle eğildi. “Hiç kimse bu işi istemez.”
“Vay, ne kadar mütevazısın.” Aman!
Ben yeniden kızardı. Ardından onun tam olarak ne düşündüğünü bilen Molly, sıcaklığın başından bütün vücuduna yayıldığını hayal edip kıpkırmızı kesildi.
“Pekâlâ…” Adam elini uzattı ve kadın elini tutunca kısa ve profesyonel bir şekilde sıktı. “Kasabaya yeniden hoş geldin, Molly. Görüşürüz.” O daha karşılık veremeden Ben marketin kapısını arkasından kapatıp gitti.
*
MOLLY JENNINGS. Aman Tanrım!
Ben üniformasını çıkartıp koşu kıyafetlerini giydi. Tam olarak o anda sigara içmeyi istedi. Çünkü sigaraya ya da bir içkiye ihtiyacı olduğunu fark etmişti. Ama koşu yapması gerekiyordu çünkü birkaç saat içinde göreve dönecekti. İş arkadaşı Frank birkaç günlüğüne tatile gidecekti ve bu, şef de dâhil diğer herkesin fazla mesai yapması anlamına geliyordu.
Ben telefonunu ve anahtarlarını aldı, sonra durup kurşun gibi ağır sopasını kavradı. Hayatı boyunca tedbirsiz olamayacak kadar çok dağ aslanı ve ayı saldırısıyla karşılaşmıştı. İlkbahar, güzden çok daha tehlikeliydi ve dikkatli olmak gerekiyordu. Dikkatli… Tıpkı orada, en utanç verici rüyasının bir parçasıymışçasına Molly’nin durduğunu gördüğü an olması gerektiği gibi. Sırıttı ve herhangi bir ısınma hareketine gereksinim duymaksızın hızlı hızlı koşmaya başladı. Vay canına, zaten çok önceden vücudu ısınmaya başlamıştı. Onu gördüğünde aptal bir öğrenci gibi kızarmıştı. Böylece Molly Jennings’le başka bir küçük düşürücü an daha yaşamıştı. Ama artık yirmi iki yaşında değildi. Ve Molly de kesinlikle on yedi yaşında değildi. Marketteyken koyu sarı atkuyruğu saçı ve yırtık pırtık kargo pantolonu ile dar bebek mavisi tişörtünün arasından belli olan hatlarıyla diri, doğal ve tamamen yetişkin görünüyordu. Ve Ben kargo pantolon giyen kadınları beğenirdi. Her zaman bu pantolonların, bir kadının poposunu tam olarak kavradığını düşünürdü. Şükürler olsun ki Molly’nin poposuyla o kadar fazla ilgilenmemişti çünkü vücudunun geri kalanı kendisine yeterli gelmişti. Ben yolun bittiği dik yamaca doğru çıktı, sonra da aşınmış bir patikadan sola döndü. Patika tam da Molly’nin evinin arkasındaki bayırı takip ediyordu ama burası onun en sevdiği yoldu ve sırf ondan uzak durmak için yolunu değiştirmeyecekti. Oradan geçerken Molly’nin arka pencerelerinden içeri bakması da gayet doğal olurdu. Tabii ki merak ediyordu. Eskiden arkadaştılar ya da en azından Ben, gençlikleri boyunca hep onun etrafındaydı. Ve her zaman onun çok sevimli bir kız olduğunu düşünmüştü. Ama aynı zamanda en iyi arkadaşının reşit olmayan küçük kız kardeşiydi. Yani tamamen yasak bölgeydi. Molly şimdi yirmi yedi yaşında da olsa hâlâ yasak bölge sayılırdı.
Ben’in, Tumble Creek’te yaşayan kadınlarla çıkmama kuralı vardı. Çünkü çok fazla dedikodu ve sorun çıkıyordu. Eğer küçücük bir kasabada sevgili olmaktan daha kötü bir şey varsa o da o kasabada eski sevgili olmaktı. Bu karmaşa anlamına gelirdi. Bu yüzden Ben kendini kasabanın dışındaki kadınlara saklardı ve yolların yarısı kışın kapalı olduğu için ilişkileri mevsimlik olurdu.
Molly tüm yıl boyunca burada olacaktı. Ya da olmayacaktı. Belki de sadece kış için buradaydı. Belki birkaç ay kalacak ve sonra yine on yıl oraya dönmeyecekti. Belli ki Denver’da geçirdiği o on yıl, Molly’ye cömert davranmıştı. Zayıftı ama sıska değildi, doğru yerleri kıvrımlı ve sıkıydı. Ve parlak yeşil gözleri hatırladığından çok daha canlıydı. Daha kendinden emin ve hatta daha zekiydi.
Ben, bu tehlikeli düşünceyi aklından atmaya çalıştı ve yolu daha hızlı çıktı. Patika burada çatallanıyordu; bir ucu tekrar caddeyle kesişiyor, diğeri bayıra doğru uzanıyordu; sonunda da kasabanın batısındaki geniş vadiye bakacak şekilde kıvrılıyordu. Güneş parlıyor, rüzgâr terini kurutacak kadar esiyordu ama dalgalanan duygularını yatıştıracak kadar serin değildi.
Ben yaprakları sararan kavak ağacının kokusunu içine çekerek bayıra doğru döndü ve zihninde uçuşan Molly’ye dair anıları nefesiyle dışarı vermek için elinden gelen çabayı gösterdi.
Telefonu çaldığında hâlâ ağaçların arasındaydı. “Lawson,” dedi telefona.
“Şef…” Sekreterinin sesi karşılık verdi. “Brenda, ben. Evde misin?”
“Pek sayılmaz, neden?”
“Şey, küçük bir sorunumuz var. Andrew, Blackmound’un yerine doğru yola çıktı; çitleri kıran birkaç sığıra yardım ediyor. Bu arada ana caddenin yarısını geçmiş büyük bir kamyon o yöne doğru ilerliyor ve duramayabilir. Jess Germaine’in arabası yolun üzerinde ve kapı ziline cevap vermiyor.”
Ben homurdandı ve hızını düşürdü. Sorun bir şekilde o bayırı inene kadar kendi kendini çözmüş olacaktı ama eğer yine Jess, birkaç şişe içtikten sonra uyuyakaldıysa…
“Tamam. Bana yirmi dakika müsaade et. Eğer Jess ortaya çıkarsa haber ver.”
“Tamam. Söylesene, kamyonun orada ne işi var?”
Çenesinin gerginlikten kilitleneceğini hissetti. Neyse ki kimse Molly’yle olan kısa ve dikkatsizce yaşadığı geçmişi bilmiyordu, yoksa tüm kasabada dedikodular dönmeye başlayabilirdi.
“Molly Jennings geri döndü,” diye kendi kendine sakince söylendi. Neyse ki gelir gelmez başına bela olmamıştı. Uzun bir kış cehenneme dönebilirdi.
*
HAFTALARDIR BOŞ OLMASINA RAĞMEN Gertie Hala’nın evi hâlâ tertemiz görünüyordu. Sadece ince bir toz tabakası ahşap zeminlere yayılmıştı. Molly taşınırken etrafa hiç toz topağı saçılmamıştı.
Ve bu evin, bir daha bu kadar temiz olmayacağı kesindi. Molly bilgisayarını çıkarmadan önce etrafa şöyle bir göz gezdirdi ve bilgisayarı yemek odasındaki bir masaya kurdu.
Büyük bir masası ve sandalyeleri hiç olmamıştı; Denver’daki tavan arası, isteyebileceği her şeye sahip olsa da
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıBiri Sır Mı Dedi?
- Sayfa Sayısı352
- YazarVictoria Dahl
- ÇevirmenSibel Bayındır Atay
- ISBN9786059961165
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviNemesis Kitap / 2014
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Günahkar Doğan – Chatham Cadısı Günlükleri 1. Kitap ~ Jessica Spotswood
Günahkar Doğan – Chatham Cadısı Günlükleri 1. Kitap
Jessica Spotswood
Bir lütuf ile kutsanmış… Bir sır ile lanetlenmiş. Herkes Cate Cahill ile kız kardeşlerinin tuhaf olduğu konusunda hemfikir. Fazla güzel, fazla münzevi ve fazla...
- Meteliksiz Öğrenci ~ Osamu Dazai
Meteliksiz Öğrenci
Osamu Dazai
“Gerçekten hissetmediğim şeyleri söylemek zorundayım sürekli, yoksa hayatta kalamam.” Yirminci yüzyıl Japon edebiyatının önde gelen yazarlarından, sıradışı hayatıyla da meşhur Osamu Dazai’den sanat, ölüm...
- Şeytanın İncili ~ Patrick Graham
Şeytanın İncili
Patrick Graham
İnsanın Kanını Donduran, Şeytani bir incelik ve sinsi bir kurgu… Kuzuların Sessizliği ve Şeytan yapıtlarının ardından ruhunuz ilk sayfasından son sayfasına kadar bu kitabın...