Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bir Şapka Bir Tabanca
Bir Şapka Bir Tabanca

Bir Şapka Bir Tabanca

Celil Oker

Parayla saadet olmaz… Büyük bir reklam ajansının sahibi, eceliyle ölen yaşlı babasının evinde Humphrey Bogart tarzı bir şapkanın altında bulduğu tabancanın oraya nasıl geldiğini…

Parayla saadet olmaz…

Büyük bir reklam ajansının sahibi, eceliyle ölen yaşlı babasının evinde Humphrey Bogart tarzı bir şapkanın altında bulduğu tabancanın oraya nasıl geldiğini öğrenmesi için Dedektif Remzi Ünal’a başvurur. Hemen çözülebilecek basitlikte görünen “iş”, araştırmaya bir cesedin de dahil olmasıyla karmaşık ve tehlikeli bir hale gelmeye başlar. Remzi Ünal olayların üzerine gittikçe cesetler artacak, yaşlı adamın ardında bıraktığı servet, şüphelilerin sayısını da artıracaktır.

Polisiye edebiyatımızın usta ismi Celil Oker, Bir Şapka Bir Tabanca’da yine sürükleyici bir serüvenin içine katıyor okuru. Para hırsının kirlettiği yaşamlar, sırlarla çevrelenmiş bir aile ve görünenin ardındaki gerçekle yüzleştiriyor.

“Biz Almanlar ellili yılların sonunda nasıl Dashiell Hammett ve Raymond Chandler aracılığıyla Amerika’da yaşananları öğrendiysek, şimdi de Celil Oker aracılığıyla İstanbul sokaklarında neler olup bittiğini öğreniyoruz.”

Andreas Ammer, Bayerischer Rundfunk

“Remzi Ünal, hiç şüphesiz polisiye tarihimizin şimdiye dek yaratılmış en inandırıcı dedektif tiplemesidir. (…) Celil Oker, gündelik hayatın küçük ayrıntılarının çok canlı tasvirleriyle polisiyelerde sık rastlanmayan gerçek bir insan tipi yaratıyor.”

A. Ömer Türkeş

*

BÖLÜM 6.1

Ölmedim.”edim.

Yok, ölmedim.

Tabancanın sesini çok sonraları hatırladım. Nasıl boğuştuğumuzu da. Gençti Cenk Bozer. Korkmuştu belki yaptığından. Heyecanlıydı. Çok direnemedi anlaşılan. İyi hatırlamıyorum. Bir şeyler yaptım can havliyle. Apartmanın ince duvarları gürültümüzü dışarılara taşıyınca, apartman yöneticisi emekli asker dostum kapıya dayanmış, bir iki komşuya sonradan anlattığına göre. Kapıyı açar açmaz yere yığılmışım tabanca elimde. Kanlar içinde. Zor yetiştirdik diyor hastaneye. Polisleri hatırlıyorum bir de. İyi davrandılar. Haber ertesi gün gazetelerde çıkınca, Kadir Güler kulaklarına bir şeyler üflemiş olmalı. Cenk Bozer daha o akşam çözülmüş. Evi kimse aramamış her şey ayan beyan ortada olduğu için. Ama taşınmam farz oldu o akşamki patirtidan sonra. Gülendam Şenalp’le Yıldız Turanlı etrafımda dört döndüler hastanede. Reklamcı arkadaşımın bulduğu avukata göre, haneye tecavüz yüzünden yırtarmışım darp suçlamasından.

İyiyim yani.

BÖLÜM 6.2

Telefonun çalması sanki bana biraz daha zaman kazandıracaktı, iyi oldu. Yıldız Turanlıyla, evimde telefon çalmasının dünyanın en acayip işi olduğunda hemfikirmişçesine bakıştık. Gülümsemesiyle izin verdi bana. Kalktım yerimden. İkinci çalışta telefonun yanındaydım. Üçüncü kez çalmasına fırsat vermeden kaldırdım telefonu. “Efendim!”

“Merhaba,” dedi reklamcı arkadaşımın sesi.

“Merhaba,” dedim. Bir tahmin yürüttüm içimden. Ya yarın sabahki çalışmaya gelmeyecekti, utancından hocayı aramak yerine beni arıyordu ya da gelecekti, benim de mutlaka gelmemi garantiye almak istiyordu. Bense kendimi iyileşmiş kabul ettiğimden beri hiçbir çalışmayı kaçır miyordum.

“Evdesin?” dedi reklamcı arkadaşım.

“Kısa kes,” dedim Yıldız Turanlı’ya doğru bakarak. Ayağa kalkmış, pencereden dışarıyı gözlemliyordu. “Ne o lan?” dedi reklamcı arkadaşım. “Seni tanımasam iş üstünde diyeceğim. Ne oluyor?”

“Kisa kesmeyeceksen sonra ara,” dedim. Bir an sessizlik oldu karşı tarafta.

“Aksilenme,” dedi. “İlgilenirsen bir iş var diyecektim.”

Her şeyde bir hayır vardır, dedim içimden.

“Dinliyorum…” dedim telefona.

“Bir arkadaşım…” dedi reklamcı arkadaşım. “Daha doğrusu meslektaşım. Onun da ajansı var yani. Seninle ahbaplığımızı anlatmıştım çok önce. Aikido falan… Dün babasını kaybetti. Seninle bir konuşmak istiyor.”

“Başı sağ olsun ama,” dedim, “cinayetlere polis bakıyor bu memlekette.”

Yıldız Turanlı’nın omuzlarının dikildiğini gördüm aramızdaki beş metreye karşın. Belki de başka bir sözcük kullanmalıydım, dedim içimden.

“Saçmalama,” dedi reklamcı arkadaşım. “Adamcağız eceliyle öldü. Kalp krizi yani. Bayağı yaşlıydı zaten. Tanımam ben ama.”

“Eeee?” dedim.

“Arkadaşımın kafası karışmış…” “Neden?”

“Önce geveledi biraz. İşte, kafası karışmış, hiç anlamadığı bir şey varmış falan. Üsteledim biraz. Bir şey söylemedi. Sonra lafı sana getirdi.”

“Evet,” dedim yeniden.

“İçinin rahat etmesi için ne kadar harcaması gerekirse karşılamaya hazır olduğunu söyledi. Laf aramızda, benden zengindir. Krizden en önce çıkan ajans belki onunki.”

“İyi,” dedim.

“Sen ‘he’ dersen numaranı vereceğim, arayacak.”

“Nasıl çalıştığımı söyledin mi arkadaşına?” dedim. “Canım çok evvelden şişirmiştim seni yeteri kadar,” dedi reklamcı arkadaşım.

“Numaramı verebilirsin,” dedim. “Ama söyle, hemen aramasın, bir yarım saat versin bana.”

“Tamam,” dedi reklamcı arkadaşım. “Yarın geliyor musun? Oğlanın derdi neymiş, merak ettim. Anlatırsın.” Anlatır mıydım çok emin değildim. Bunu ona söylemedim.

“Geliyorum,” dedim. Telefonu yerine koydum. Yıldız Turanlı pencereden bana doğru döndü. Şiddet içeren bir dönüştü bu.

“Yarım saat yeterli mi?” dedi. Gözlerinde ateş vardı. Baltayı taşa vurdum, dedim içimden. Hem de sert taşa.

“Yarım saat yeterli mi?” diye tekrarladı. İki elini beline koymuştu. Aynı cümleyi tekrarlaması gözlerindeki ateşi azaltmadı.

“Ne için?” dedim.

“Beni yeniden çalışmaya başlamak zorunda olduğuna ikna edip sepetlemen için,” dedi.

“Sepetlemek ağır kaçtı,” dedim.

“Ona takılma,” dedi. “Cümlenin ilk yarısına nasıl itiraz edeceksin?”

“Çalışmaya ihtiyacım var,” dedim.

“Bu sefer kurşunu nerenden yemeye ihtiyacın var?” dedi. Sesinin tonu bir önceki cümlesine göre daha yüksekti.

“Her zaman olmaz,” dedim.

“Doğru,” dedi, daha da yükselen bir ses tonuyla. “Gelecek sefer daha can alıcı bir yere değer kurşun, iş kökünden hallolur. Ben de rahatlarım, sen de rahatlarsın.” “Abartıyorsun,” dedim.

Abartmadığını biliyordum halbuki. “Abartmadığımı biliyorsun,” dedi. “Her işin riskleri var,” dedim.

“Doğru,” dedi. Pencereden salonun ortalarına doğru yürüdü. Başını yere eğmişti. Ayaklarının ucuna bakıyordu sanki yürürken. Ağır bir söz yumurtlayacak, dedim içimden. Sırtımı duvara yasladım. Belki de zamanı gelmişti. Hayat böyleydi işte, sen konuşmazsan başkaları konuşur du. Sen davranmazsan başkaları davranırdı. Bekledim.

Yürüyüşünü ani bir karar vermiş gibi yarıda kesti Yıldız Turanlı. Koltuğa oturdu birden. Her zaman oturduğuna değil ama. Benimkine.

“Bana bak Remzi Ünal!” dedi.

“Bakıyorum,” dedim.

Sehpanın üzerindeki paketten bir sigara aldı. Dudaklarına yerleştirdi. Bu daha kötüye işaretti. Etrafta sigarasını yakacak bir şey aradı. Sonra bana baktı. Cebimdeki çakmağı çıkardım, yavaşça fırlattım. İki bacağının arasında gergin duran eteğine düşmesine izin vermeden yakaladı. Sigarasını yaktı.

“Bak Remzi Ünal,” dedi yeniden.

Bu kez cevap vermedim. Kocaman bir nefes çekti sigarasından. Konuşmaya başlamadan önce ağzından saldi dumanları. Dumanlar tavana doğru yükseldi, benim daha önceden saldıklarımın arasına karıştı.

“Sen hastanedeyken…” diye başladı deminkinden çok daha alçak bir ses tonuyla. “Ses hastanedeyken…” Gerisini getirmekte zorlanıyormuş gibi ağzını büzdü. “Allah kahretsin!” diye bağırdı birden.

Bir sigara da ben yaksam, dedim içimden. Vazgeçtim sonra. Arkadan gelecekleri dikkatle dinlemem gerekiyordu, bunu çakmıştım.

Yıldız Turanlı dosdoğru gözlerimin içine bakmaya karar verdi konuşmaya başlamadan önce. Nefes falan almadı kendisini toparlamak için.

“Seni sevdiğimi o zaman anladım, tamam mı?” dedi. Ne dedi, ne dedi, dedim içimden.

“Sen, dünyanın âşık olunacak en son adamısın, Remzi Ünal,” diye devam etti Yıldız Turanlı. “Dünyanın en son adamı, anladın mı? Ama fark etmez dedim, ölmesin, bir tarafı sakat kalmasın yeter dedim, bir yolunu buluruz dedim, duygularını belli etmekte zorlanıyor dedim. Yaşından…”

Yüzüme baktı. En az eteği kadar gergin olmalıydı yüzüm.

Sigarasından bir nefes daha çekti. İşin zor kısmını atlatmış gibi hissediyordu kendini, eminim. Ben de olsam öyle hissederdim.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Polisiye Roman (Yerli)
  • Kitap AdıBir Şapka Bir Tabanca
  • Sayfa Sayısı336
  • YazarCelil Oker
  • ISBN9789752126428
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 21.5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviAltın Kitaplar / 2021

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Şeytanı Uyandırma ~ John VerdonŞeytanı Uyandırma

    Şeytanı Uyandırma

    John Verdon

    AKLINDAN BİR SAYI TUT’un yazarından, yine aklın sınırlarını zorlayan bir roman. Asla o karanlık odaya girme. Sabaha çıkmak istiyorsan şeytanı uyandırma. Hiçbir cinayet kusursuz...

  2. Likya’nın Şarkısı ~ Seran DemiralLikya’nın Şarkısı

    Likya’nın Şarkısı

    Seran Demiral

    Genç yazar Seran Demiral’dan, müziğin kıyısında gezinen bir kendini keşfetme öyküsü. Yaşlılık, ölüm gibi kavramları müziğin naifliğiyle anlatan Likya’nın Şarkısı, annesinin hastalığı yüzünden yaşamı değişen...

  3. Kayıp Kitap – Barnabas’ın Sırrı ~ Aydoğan VatandaşKayıp Kitap – Barnabas’ın Sırrı

    Kayıp Kitap – Barnabas’ın Sırrı

    Aydoğan Vatandaş

    80lerin başında Hakkarinin Kelo Memo Dağının yakınındaki Uludere Mağarasında köylüler, avlanmak için yazın yaylaya çıktıkları vakit, zeminden epey aşağıda, geniş bir oda büyüklüğündeki loş...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur