18. yüzyılın ortalarında, Paris’in güneyinde bir parkta başlayan kır balosu geleneği çok geçmeden tüm Fransa’ya damgasını vurdu ve festival benzeri bu etkinliklere her sosyal kesimden şehirliler akın etmeye başladı. Kır balolarının atmosferinden Balzac da çok etkilendi ve baloları bu kısa romanında kaleme aldığı aşk hikâyesinin arka planı olarak kullandı.
Sceaux’daki kır balosunda ilk kez beğenisine göre birini gören Kont de Fontaine’in aylardır eş arayan seçici ve biraz da şımarık kızı Émilie, yakışıklı ve gizemli Maximilen’e oracıkta âşık olur. Ancak genç kadının soyluluk, zenginlik ve statü merakı bu aşkı ciddi bir sınava tabi tutacaktır.
*
Henri de Balzac’a,
kardeşi, Honoré.
Poitou’nun en eski ailelerinden birinin reisi Kont de Fontaine, Vendée’lilerin Cumhuriyet’e karşı verdikleri savaş sırasında Bourbon davasına akıl ve cesaretle hizmet etmişti. Yakın tarihin bu çalkantılı döneminde kralcı liderleri tehdit eden tüm tehlikelerden kurtulduktan sonra, neşeyle, “Ben, tahtın basamaklarında öldürülmek için kendini sunanlardan biriyim!” diyordu. Kanlı Quatre-Chemins1 gününde ölüme terk edilen bir adam için bu şakada doğruluk payı bulunmuyor değildi. Müsaderelerden sonra her şeyini yitirmiş olsa da bu sadık Vendée’li, İmparator Napoléon’un kendisine teklif ettiği kârlı yerleri mütemadiyen geri çevirdi. Kendisine bir eş seçmenin uygun olacağına kanaat getirdiğinde ise soylu bağlılığıyla bu ilkelere körü körüne itaat etmişti. Bu birlikteliğe yüksek bir değer biçen sonradan görme zengin bir devrimcinin ayartmalarına rağmen varlıklı olmasa da ailesi Bretonya’nın en eski ailelerinden birinin kızı olan Matmazel de Kergarouët’yle evlendi.
Restorasyon, birçok ailenin sorumluluğunu taşıyan Mösyö de Fontaine’i de beklemediği bir anda yakaladı.
Her ne kadar lütuf dilenmek, asilzadelerin görüşlerine uymasa da karısının isteklerine boyun eğdi, geliriyle çocuklarının ihtiyaçlarını ucu ucuna karşılayan malını mülkünü terk edip Paris’e geldi. Eski dostlarının meşruti makam ve itibar konusundaki açgözlülüklerini görüp derin bir üzüntüyle kendi toprağına döneceği esnada bakanlıktan bir mektup aldı. Meşhur ekselans, bu mektupta, emir gereğince, Katolik ordu subaylarına XVIII. Louis hükümdarlığındaki benzersiz ilk yirmi hizmet yılı karşılığında maréchal de camp1 olmalarına imkân tanınacağını bildiriyordu. Birkaç gün sonra, Vendée’li herhangi bir talebi bulunmadan kendiliğinden Fransa Şeref Nişanı’yla Saint-Louis Nişanı’nı aldı. Kralın anısına borçlu olduğunu düşündüğü bu lütuflar silsilesiyle kararlılığı sarsıldığından, artık her pazar yoğun dinî duygularla yaptığı gibi ailesini alıp Tuileries’deki Mareşaller Salonu’nda, prensler şapele girerken, “Yaşasın kral!” diye bağırmakla yetinmiyordu. Kralla özel görüşme ayrıcalığı talep ediyordu. Hızla düzenlenen bu resmî görüşmenin özel bir yanı yoktu. Kraliyet salonu, belli bir yükseklikten bakılınca pudralı kafalarıyla kardan bir halıyı andıran yaşlı uşaklarla doluydu. Kont orada, onu biraz soğuk bir tavırla karşılayan eski dostlarıyla karşılaştı; ancak prensler ona çok sevimli geldi, kontun yalnızca adını bildiği, efendilerinden en zarifi gelip onun elini sıktığında ve onu en saf Vendée’li şeklinde ilan ettiğinde yüzündeki heves ifadesi ortadan kayboldu. Tüm bu coşkuya rağmen, bu gösterişli kişilerden hiçbiri ne kaybettiği meblağları ne de Katolik ordusunun kasasına cömertçe akıtılan paraları ona sormayı akıl etti. Aslında kendi aleyhine mücadele vermiş olduğunu biraz geç fark etti. Gecenin sonuna doğru pek çok soylu gibi o da işlerinin durumuna nükteli bir göndermede bulunma cesareti gösterdi. Majesteleri de buna iştahla güldü, nüktedanlıktan nasibini alan her söz onun hoşuna giderdi; ancak o yine de insanı paylamaktan beter eden krala yaraşır şakalarından biriyle yanıt verdi. Kralın en samimi danışmanlarından biri hemen bu çıkarcı Vendée’liye yanaştı, incelikle ve nazikçe efendilerinin hesabını görme vaktinin henüz gelmediğini anlamasını sağladı, masada henüz onunkilerden çok daha geçmişte kalan ve devrim tarihine şüphesiz katkı sağlaması beklenen hesaplar olduğunu söyledi. Kont, dikkatli bir şekilde, aziz ailenin önünde saygıyla bir yarım daire oluşturan bu saygıdeğer gruptan ayrıldı. Sonra da biraz uğraşarak uzun ince bacakları arasına sıkışan kılıcını çıkardı, Tuileries’nin avlusunu yürüyerek geçti, rıhtımda bıraktığı at arabasına bindi. Ligue’in ve Barricades’ların anılarının hâlâ canlı olduğu çok eski soylulara has huysuz ruh haliyle, sarayda meydana gelen değişimlerle ilgili arabasında yüksek sesle ve kendini tehlikeye atacak şekilde hayıflanıp durdu. “Eskiden,” diyordu kendi kendine, “herkes krala işlerinden bahsetmekte özgürdü, soylular rahatlıkla kraldan yardım ya da para isteyebiliyordu, ancak artık bir skandal yaratmadan onun hizmeti için yatırılan parayı geri almak ne mümkün! Aman Tanrım! Saint-Louis Nişanı ve maréchal de camp rütbesi kesin olarak kraliyet davasına harcadığım üç yüz bin frank değerinde değil ki. Kralla yeniden, yüz yüze ve onun özel salonunda konuşmak istiyorum.”
Bu olay, Mösyö de Fontaine’in şevkini daha çok kırdı, çünkü görüşme talepleri daima yanıtsız kaldı. Gerçekten de eski monarşi altında en iyi ailelere ayrılan bazı görevlerin imparator döneminde ne oldum delisi kişilere verildiğini gördü.
Bir sabah, “Her şey gitti,” dedi. “Belli ki kral, bir devrimciden başka bir şey değilmiş. Sadık yandaşlarına hiçbir zaman karşı gelmeyen ve onları teselli eden beyefendi olmadan bu rejim böyle devam ederse Fransa tacının günün birinde hangi ellere geçeceğini tahayyül bile edemiyorum. Bu melun meşrutiyet sistemi tüm yönetim biçimlerinin en kötüsü ve bunun Fransa’ya uyması mümkün değil. XVIII. Louis ve Mösyö Beugnot Saint-Ouen’ daki her şeyi bozdu.”
Umutsuzluğa kapılan kont, zararının tazminatını istemekten soylu bir şekilde vazgeçerek kendi toprağına dönmeye hazırlanıyordu ki, 20 Mart Olayları, meşruti kralı ve yandaşlarını mahvetmekle tehdit eden yeni bir fırtınanın habercisi olarak patlak verdi. Sağanak yağmurlarda, bir hizmetçiyi kovmayan cömert insanlar gibi Mösyö de Fontaine de göçteki bu suç ortaklığının ona geçmişteki adanmışlığından daha uygun olup olmadığını bilmeden bozguna uğramış monarşiyi takip etmek için topraklarından ödünç aldı. Ancak, sürgündeki dostlarının, Cumhuriyet’in kurulmasına ellerinde silahla karşı çıkan cesur kişilerden daha iyi durumda olduğunu fark ettikten sonra yabancı bir ülkeye yaptığı bu yolculukta belki de kendi ülkesindeki etkin ve tehlikeli hizmetten daha fazla bir kazanç elde etmeyi umdu. Saraylı hesapları, kâğıt üzerinde müthiş sonuçlar vaat eden ancak uygulamada yıkıcı olan bu etkisiz borsa vurgunlarından değildi. Mösyö de Fontaine, en nüktedan ve yetenekli diplomatlarımızın sözlerine göre Gent’teki mahkemenin sürgününü paylaşan sadık beş yüz hizmetkârdan ve oradan onunla dönen elli bin kişiden biriydi. Kraliyet ailesinin bu kısa süreli yokluğu sırasında Mösyö de Fontaine, XVIII. Louis nezdinde çalışma mutluluğuna erişti ve krala siyasi dürüstlük ve içten bağlılık sunmak için eline birtakım fırsatlar geçti. Bir akşam, kral yapacak daha iyi bir işi olmadığı sırada Mösyö de Fontaine’in Tuileries’de etmiş olduğu nükteli sözü hatırladı. Yaşlı Vendée’li böyle….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıBir Kır Balosu
- Sayfa Sayısı180
- YazarHonore de Balzac
- ÇevirmenUmut Can Gökduman
- ISBN9789750758119
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Küçük Nils Holgersson’un Yabankazlarıyla Maceraları ~ Selma Lagerlöf
Küçük Nils Holgersson’un Yabankazlarıyla Maceraları
Selma Lagerlöf
Selma Lagerlöf, çocuk kitabı alanında hâlâ aşılmayan bir örnek sunuyor. Yazar, döneminde kuru, sıkıcı hayat bilgisi derslerini ilköğretimin çocukları için ilginç hale getirmek amacıyla,...
- Reenkarnasyon Blues ~ Michael Poore
Reenkarnasyon Blues
Michael Poore
Tek aşkı Ölüm’le birlikte olmak için reenkarnasyonla bir yaşamdan diğerine geçen bir adam ve onun tuhaf bir biçimde ilham verici hikâyesi. Ebedi yaşamın bedeli...
- Tebaa ~ Heinrich Mann
Tebaa
Heinrich Mann
“O zamanlar olduğu gibi, hâla bile müesses düzen, Alman’dan aldı ve Alman’a verdi: Ondan bireysel özgürlüğünü aldı ve ona başkaları üzerinde tahakküm kurmayı verdi....