Hollandalı yazar ve akademisyen Mineke Schipper’ın 2005 yılında “En iyi Kurmaca Dışı Kitap” dalında Eureka Ödülü’ne değer görülen dünyaca ünlü çalışması Bir Kemikten Bin Söze: Dünya Atasözlerinde Kadın, Delidolu’nun “Dünyayı Okumak” temalı kurmaca dışı eserler koleksiyonunda yerini alıyor.
Türkiye dâhil olmak üzere dünya çapında yaygın olarak kullanılan atasözlerini toplumsal cinsiyet perspektifinden inceleyen eser, sözlü kültür, edebiyat ve cinsiyet çalışmaları alanlarına önemli katkılarda bulunuyor.
İnsanlık olarak farklı coğrafyalarda, farklı dilleri konuşsak da öyle konular vardır ki, onları ifade etme biçimlerimiz ortaklaştığımız kültürel zeminleri ortaya çıkarır. Toplumsal geleneklerin en kısa ifadesi olan atasözlerinde kadınların ve kadınlık hâllerinin temsili de bu konulardan biridir. Peki atasözlerinin kökeni olan bilgi ve deneyim birikiminin doğruluğuna her zaman güvenebilir miyiz? Nasıl oluyor da kadının aşağı konumu söz konusu olduğunda hiçbir fikrimizin olmadığı kültürlerle benzer dilsel ve kültürel ifadeleri paylaşabiliyoruz?
240 dilin sözlü ve yazılı kaynaklarındaki 15 binden fazla atasözünü inceleyen Schipper, alanında öncü bu çalışmasında, atasözlerindeki eril bakışı, erkek egemen kültürün izlerini ve erkek ayrıcalıklarını pekiştiren evrensel yapıyı cinsiyet körü olmayan bir yaklaşımla gözler önüne seriyor.
Kadınların gözüyle görülen hakikatlere zor rastlarsınız ve bu yalnızca atasözleri için geçerli değildir. Peki atasözleri kimin ideallerinden bahseder? Anonim bir tür olarak atasözlerinin “geleneğe” hizmet ettiği ve onu izlediği söylenir, ama aslında kimin geleneğine gönderme yapıldığı hiçbir zaman açıkça belirtilmez. Üstelik, kadınlar hakkında söylenmiş atasözlerinde gizli bir korku duygusu vardır. Kadınlar üzerindeki denetimin kaybedileceği korkusudur bu.
“Schipper’ın atasözleri hakkındaki engin bilgi birikimini kadınların toplumsal konumuna yönelik merakıyla harmanlayan, titizlikle hazırlanmış, ilgi çekici bir kitap.”
The National Post, Kanada
GİRİŞ
Tüm Bilimlerin Anası
“Benim fikrimi sorarsan Sancho, doğru olmayan tek bir atasözü bile yoktur, çünkü hepsinin
temelinde, bizzat tüm bilimlerin anası olan deneyimden elde edilen gözlemler vardır.”
M. Cervantes, Don Kişot
İ nsanlık, birbirleriyle tanışma zahmetine katlanmamış akrabalardan oluşur. Farklı kültürlere ait insanlar olarak ve daha genel anlamda, dünyada yaşayan erkekler ve kadınlar olarak birbirimizle nasıl iletişim kuracağımızı öğrenmek zorundayız.1 Dışlayıcı değil kucaklayıcı biçimde düşünmeyi, konuşmayı, yazmayı ve bir araya gelmeyi nasıl öğrenebiliriz? Kendi hakkımızda ve başkaları hakkında düşündüğümüz, söylediğimiz, yazdığımız şeyleri öğrenmemiz ve bilmemiz tek başına yeterli değildir; aynı zamanda sonunda başka insanların da kendileri ve bizim hakkımızda ne düşündüğünden, ne söylediğinden ve ne yazdığından haberdar olmalıyız. Tarafların birbirleri hakkında karşılıklı bilgi sahibi olması, her düzeyde barış içinde bir arada yaşamanın başlıca anahtarlarından biridir. İnsan olarak neleri paylaştığımıza bakmak, kesinlikle meyvesini veren ve eskiye oranla günümüzde daha çok aciliyet kazanmış bir iştir. Bir başlangıç noktası olarak da, “biz” ve “onlar” arasında, iyi ve kötünün savaş baltalarını göstermektense, sürekli “onlar” yerine “biz” üzerinde durmak, bize ait olmayan şeyler yerine bize ait olan şeyler üzerinde durmakta ısrar etmek çok daha iyidir. Farklılık arayanların yalnızca farklılıkları göreceğini söylemeye bile gerek yok; oysa benzerlik arayanlar, başka insanlarla birlikte şimdi ya da geçmişte yaşanmış ortak deneyimleri keşfedeceklerdir. İnsan olarak ortaklaşa sahip olduklarımızın kaynağı, bazılarının sandığı gibi yalnızca küreselleşme değildir. Bunların kaynağı aynı zamanda eski insani evrensellerdir, çünkü yalnızca bedenlerimizin biçimini değil, insan olarak aynı zamanda temel ihtiyaçlarımızı ve deneyimlerimizi de paylaşıyoruz. Yaklaşık 4.000 yıl önce Sümer tabletleri üzerine yazılmış bazı gözlemler, daha sonra Grekçe, Latince, Sanskritçe ya da Çince ifade edilmiş düşüncelerle ya da bugün bile Afrika, Asya, Güney Amerika’da sözlü olarak dolaşımda olan düşüncelerle (yerel kültürel farklılıklara ve elbette mevcut tarihsel değişimlere rağmen) ortak yönler içeriyor. Kadınlara ilişkin atasözleri, kültürel bakımdan değil ama cinsel bedenleşme bakımından “bizi”, “onlara” karşı konumlandıran eski alışkanlığı tekrarlama eğilimindedir. Bugün, tarihte ilk kez, erkekler ve kadınlar eşit eğitim alıyor ve aynı işleri yapıyor, ama küresel ölçeğe göre konuşursak, bu gerçek yalnızca küçük bir mutlu azınlık için geçerli. Bunun böyle sürüp gitmesinin önüne geçmek istiyorsak, yüzyıllar boyunca uydurulmuş, değer verilmiş ve bütün dünyaya yayılmış sayısız engelin farkında olmalıyız.
Çoğu atasözünün, eğitime erişim ve toplumsal roller konusunda, eşitliği, istenebilecek en son şey, hatta kâbus senaryosu gibi çizme eğilimini yansıtması çok dikkat çekicidir. Yıllardır farklı kültürel kökenlerden gelen sözlü ve yazılı metinleri karşılaştırıyorum. Atasözleri üzerine yaptığım araştırma, insanlık tarihi üzerine yapılmış uzun, çoğu zaman nefes kesici ve aynı zamanda uğraşmaya değer bir çalışma oldu. Son yıllarda, bulduğum sonuçlar üzerine birçok yerde (New York ve Paris’ten Pekin’e kadar) konuşmalar yaptım. Dinleyicilerim akademi çevreleri kadar köylü kadınları da içeriyordu ve Leiden’da bir sinagog, Nairobi’de bir cami, birçok ülkede öğrenciler ve Brüksel’de Avrupa Parlamentosu gibi geniş bir yelpazeye yayılan bir çeşitlilik gösteriyordu. Atasözleri üzerine sohbet etmek çok hoş bir deneyimdir.
Bütün kültürlerde, toplumun her düzeyinde yapılabilir. Her yerde insanlar bu sohbeti sever ve sohbetin büyüsüne kapılır, çünkü atasözleri insanlığın var oluşuyla ilgilidir. Kadınlar hakkındaki atasözleri aynı zamanda erkekleri de anlatır ve işte bu nedenle bu çalışma hepimiz hakkındadır. Beni en çok etkileyen, adını bile duymadıkları kültürlerden gelen kadınlar üzerine söylenmiş atasözlerini insanların hemen anlamasıydı. Paylaştığımız hayatın kafamızı en fazla kurcalayan unsurları hakkında atasözü niteliği kazanmış gözlemler; kuşku, düşmanlık ve kutuplaşmalardan arınmış, karşılıklı bir anlayışın oluşması için kusursuz bir başlangıç noktasıdır. Somut olarak, hep birlikte (kardeşçe), kültürel miraslarımızı aramaya çıkmak, kültürler arası köprüler kurmanın mükemmel bir yoludur.
Yaratılış ve Doğum
Ölüme karşı koymanın en iyi yolu doğurmaktır.
(Fula dili/Kamerun, Gine, Nijerya)
Eski Mezopotamya’dan bir Yeni Arami (Süryani) atasözü “Çok uzun zaman önce, karı koca aynı çamurdan yoğrulmuştur,” demişti ve bundan binlerce yıl sonra, daha yakın bir zamanda, bir Rus atasözü ise bunun üstüne, “Hepimiz dünyaya aynı yoldan geliriz,” ilavesini yaptı. Bunların her ikisiyle de hemfikir olabilecekken, erkek ve kadınlarda doğuştan gelen küçük fiziksel farklar nasıl böylesine büyük sonuçlar doğurabiliyor? Tüm bunların nasıl başladığını görmek için geçmişe bakarsak, dünya çapında cinsiyet ve toplumsal cinsiyet konularının mitler, doğuş hikâyeleri, peri masalları, fabllar, aşk şiirleri ya da ninniler gibi sözlü edebiyat geleneği içinde dile getirildiğini görürüz. Kuşaktan kuşağa aktarılan böyle bir sözlü “bilgi birikimi” büyüleyici bir kültürel tarih sunar.
Tüm bu anlatı dizileri arasında dünyanın en küçük edebi türü olan atasözleri insanlık hakkında en çok şey söyleyenidir. Atasözleri burada bizim ana konumuz olacak, ama ilkin, konuya giriş açısından çok aydınlatıcı örnekler teşkil eden yaratılış mitlerinde temsil edildiği biçimiyle erkekler ve kadınların dünyaya nasıl geldiğine kısaca bakalım. Erkek ve kadının aynı çamurdan yoğrulduğuna ilişkin eski inanış, Âdem’in ilk karısının, Tanrı tarafından onunla aynı topraktan yaratıldığı hikâyesine ilham vermiş olmalı. Âdem’in ilk karısının adı Havva değil, Lilith’ti. Âdem ile Lilith’in eşit yaratılmış olmaları felaketle sonuçlandı, çünkü Lilith, cinsel ilişkide üstte olmak istediği gibi, bu hakkını korumakta da ısrarlıydı. Hikâyenin bazı çeşitlemelerine göre, Âdem buna karşı çıktı, ondan boşandı ve onu yanından uzaklaştırdı, ama aynı hikâyenin bazı başka çeşitlemelerine göre terk edilen Âdem’di. Lilith, Tanrı’nın adını zikrederek cennetin dışına, arşa çıkıp Kızıldeniz’e gitti. Tanrı, Şeytan’ın, çocuklarından yüz tanesini her gün teker teker elinden alacağı tehdidiyle Lilith’i korkutsunlar, onu yakalayıp Âdem’e geri getirsinler diye meleklerini gönderdi.
Ama Lilith, bu cezayı bile Âdem’e dönmeye yeğledi. O günden beri Lilith, yeni doğmuş bebekleri boğarak ve geceleri yalnız yatan erkeklerin spermini yutarak (rakibi) Havva’dan intikamını almaktadır.2 Anlaşılan, cinsel ilişkide üstte olmak kıskanılacak bir iktidar konumu olarak kabul ediliyor. Yakın zamanlarda Tanzanya’da karı koca ayrıldıktan sonra çiftin çocuklarına bakma hakkının kimde olacağı üzerine bir tartışmaya katıldım. Erkeklerin çoğu bu hakkın kocalara verilmesinde ısrar ederken yarı şaka havasında öne sürdükleri tezlerden biri şuydu: “Çocuklar yapıldığı sırada üstte olan erkektir.” Lilith hikâyesinden çıkan ana sonuç, erkeklerle kadınlar arasındaki eşitliğin iyi bir fikir olmadığıdır. Havva, başka yaratılış hikâyelerinin de esin kaynağı olmuştur; ilkin Yahudi kültüründe, ama aynı zamanda Arap dünyasında, Afrika’da ve Avrupa’da da benzerlerine rastlanır. Bazı çeşitlemelerde, Havva’nın, yaratılmasından önce gerçekleşen bir olay nedeniyle, Âdem’in kaburgasından doğduğuna şüpheyle yaklaşılır. Epeyce bir zaman önce Kongo’da yaşayan Sudanlı bir mülteci kadından dinlediğim çeşitleme şöyle:
Tanrı, uykuya dalmış olan Âdem’in gövdesinden kaburgayı alması için dört büyük melekten biri olan Cebrail’i gökyüzünden yeryüzüne gönderir. Cebrail cennete dönüş yolunu tutmuş uçarken Şeytan’a rastlar. Şeytan ona, “Merhaba Cebrail, nasılsın?” der. Cebrail kibarca cevap verir ve hızlanır. Şeytan, Cebrail’in elinde tuttuğu ilginç nesneyi fark etmekte gecikmemiştir, ona yaklaşır ve yanında uçmaya başlar. “Nedir bu?” diye sorar merakla. “Seni ilgilendirmez,” diye kestirip atar Cebrail. Şeytan üsteler, ama Cebrail sessiz kalır. Sonra Şeytan ani bir hareketle Cebrail’in elindeki kaburgayı kapar, o da hemen Şeytan’ın peşine düşer. Şeytan, Cebrail’in elinden kurtulur ve elinden geldiğince hızla uzaklaşmaya çalışır ama Cebrail, Tanrı’nın önüne eli boş çıkmak istemediğinden düşmanının yakasına sımsıkı yapışır. Uzun süre kâh uçup güreşirler, kâh güreşip uçarlar, ta ki Şeytan, Cebrail’den kurtulana kadar. Şeytan, Cebrail’i atlatmak ister, ama Cebrail peşini bırakmamakta kararlıdır. Sonunda Şeytan’a yetişir ve kuyruğunu yakalamayı başarır. Elbette Şeytan yine kurtulmaya çalışır, ama Cebrail de avucunda tuttuğunu bırakacak değildir, Şeytan’ın kuyruğuna ansızın kopana kadar var gücüyle asılır. Cebrail, Âdem’in kaburgasını geri alamadığı için, gökteki Tanrı’nın huzuruna Şeytan’ın bedeninin bu parçasını getirir. İşte ilk kadının yapıldığı madde de budur.
Kadınların bedenleriyle dünyaya çocuk getirmesi daima gözle görülür bir olaydır; oysa çok uzak geçmişte, erkeklerin bu gebelik ve doğum mucizesine kendilerinin de bir katkısı olduğunu bilmemeleri mümkündür. Gariptir ki yaratılış mitlerinde kadınların rolü bazen göze batacak ölçüde yok sayılmıştır. İncil’de, Âdem ile Havva’nın yaratılması buna örnektir: Havva, Âdem’in bedeninden doğar, Âdem Havva’dan doğmaz. Mitlerin pek çoğunda kadının doğumla ilgisi inkâr edilir ve annenin yerini bir erkek tanrı, birinci dereceden bir ata, canlı insanlar yapan bir çömlekçi, heykeltıraş veya zanaatçı alır. Bu erkek, çamurdan ya da tozdan yoğurarak kendi elleriyle insan ırkına şekil verir ya da şu ya da bu şekilde onları dünyaya getirir. Örneğin; Mısır tanrısı Atum, kusarak dünyaya ikiz tanrılar getirir ya da bir başka çeşitlemeye göre, onları mastürbasyon yaparak üretir. Kongolu Kuba halkının bir sözlü anlatısı, başlangıçta Tanrı’nın midesinin çok fazla bulandığından söz eder. O kadar hastadır ki, bütün bedeni sancılarla kıvranır ve sonra kusar. Her şeyi bedeninin içinden yaratır, birbiri ardına bütün bitkileri, ağaçları, hayvanları ve insanları yeryüzüne kusar. Gabon’dan bir Fang mitine göre insanlığın gizemi, ilk kadının, ilk erkeğin ayak başparmağından doğmasıyla ya da ilk erkeğin, ilk kadını bir tahta parçasından, eliyle yaratmasıyla açıklanır. Neden böyle tam anlamıyla kendi kendilerine yeterli yaratıcılar düşünüldüğünü bilmiyoruz. Yoksa, kadınların fiziksel olarak ürettiği şeyi zihinde telafi etmeye yarayan “doğal bir dürtü müydü bu?”
Atasözlerine oranla mitlerin ayakları yere daha sağlam basar. Bu nedenle mitler, çok daha açıkyüreklilikle doğumu yadsınamaz bir dişil nitelik, anneliği de hayatın çok önemli bir alanı olarak kabul eder. Gana’dan bir Twi atasözü buna dikkat çeker: “Erkeği doğuran da kadındır.” Doğum yapabilmeyi benzersiz bir olay saymış olmalılar, çünkü bu konudaki sayısız atasözü, yalnızca saygıyı değil, korkuyu da ifade eder. Mitler güçlü bir türdür ve mitlerden doğan dogmalar ve mesajların, inananlar tarafından sorgulanması beklenemez. Mitler, “insanın” kaostan nasıl olup da bir düzen yarattığını ve kültür yoluyla, kendi iradesini doğaya nasıl zorla kabul ettirdiğini doğrular ve açıklar.
Sözlü geleneklerde kadınlar daima doğanın denetlenemezliğiyle özdeşleştirilmiştir. Eskiden işlerin başında kadınların olduğuna, erkeklerin kendilerini kadınların sırlarını çalmak zorunda hissettiklerine, bu yaptıklarını haklı çıkarmak için de “her şeyin sahibi kadınlardır” tezini öne sürdüklerine ilişkin birçok mit vardır. “Her şeyin sahibi olmak”, doğurabilmek anlamına geliyordu ve vajinaya ek olarak bir de klitoris (küçük bir penis) sahibi olmak gibi yorumlanıyordu.
Hıristiyan teolojisi, İncil’in Yaratılış (Genesis) ve daha birçok başka bölümünü, genellikle, erkeklerin kadınlara üstünlüğünün teyit edilmesi olarak yorumlamıştır. İsa’nın ölümünden sonra, daha o zaman kadının erkeğe eşit olması; “erkek”, “kadının” başıdır sözlerinde ısrar eden havari Paul tarafından sorgulanmıştı ve bu görüş sonradan Kilise Babaları tarafından büyük bir hevesle benimsendi. Bu hüsnükuruntu, giderek İsa’nın kendi sözlerinden daha etkili olmaya başladı ve o zamandan beri birçok atasözünde tekrarlandı. Aynı şey, sonradan gelen ulema ya da Müslüman yorumcular5 tarafından Kuran’ın yorumlanmasında da görülür ve eski Sanskrit metinlerinden6 gelen Hindu dininin, kadınlara ilişkin katı kuralcı görüşlerinde de aynı derecede geçerli olduğu görülmektedir. Budizme gelince, kadınların konumu Buda’nın zamanında yükselmişti ama ölümünden sonra, kadınlara düşman olan güçler yüzünden gerilemiştir.7 Kadınlar hakkındaki yaratılış hikâyelerinin ve atasözlerinin ürettiği politika, doğum alanı ile hayatın başka alanları arasında bir denge kurmaya çalışan politikalardan biridir ve muhtemelen erkeklerin dünya dinlerini tekelleri altına almaya çalışarak elde etmek istedikleri “dengenin” aynısıdır. Atasözleri hikâyelere, hikâyeler de atasözlerine gönderme yapar.
Böylelikle Yahudilerin ve Avrupalıların atasözlerinde kadın cinsi “Havva” adıyla anılırken, Havva’nın ayıbına gönderme yapılır. Atasözleri, İncil’deki yaratılış hikâyesine her zaman göndermelerde bulunur; örneğin Rusçada, “Kaburgamızdan iyi bir şey bekleyemeyiz,” ya da Rumencede, “En iyi kadın bile içinde Şeytan’ın kaburgasını taşır,” denir.8 Havva, Lilith’le aynı hamurdan yaratılmış olmasa bile, o da alçakgönüllü ve boynu bükük olacağı yerde, istenmeyen biçimde kendi başına adımlar atar. İşte Havva’nın dikbaşlılığını gösteren bir Rus atasözü: “Havva, ‘Ben kendim giderim,’ dedi, ona Cennet’in kapısının ardındaki yolu göstereni dirseğiyle iterek.” Avrupa kaynaklı bazı atasözlerinde, ideal eş, İncil’de alçakgönüllü ve yumuşak başlı biri olarak temsil edilen Bakire Meryem’e benzetilir. Atasözleri böyle ideal bir eş bulmanın neredeyse imkânsız olduğunu vurgular: “Tanrı vermedikçe, kimse Meryem gibi eş bulamaz.”
Gerçekten de Havva, Meryem’in taban tabana zıddını temsil eder. Dünyanın başka bölgelerinde de, atasözleriyle mitler ve hikâyelerdeki tanrıçalara göndermeler yapılmıştır. Örneğin Sümerlerin tahıl tanrıçası Ezinu-Kusu’ya yapılan gönderme gibi: “Bir kocadan ve bir anneden de daha tatlı bir bitki olarak Ezine-Kusu senin evinde otursun”. Ya da Çin’in ünlü merhamet tanrıçası Kuan Yin’e yapılan gönderme gibi: “Gençken bir Kuan Yin’dir, yaşlanınca maymun olur.” Sözlü gelenekler bir ahlak mirası bırakmıştır; insanlara, belirli durumlarda ne yapmaları ya da ne düşünmeleri gerektiğini öğretirler. Sağduyunun, değerlerin ve eyleme tarzının önemli bir bölümünü şekillendirirler.9 Otorite sahibi oldukları için atasözleri, diğer prestijli sözlü ve yazılı metinler gibi, işlerin nasıl yapılması ya da olması gerektiğini belirli bir açıdan verir. Böyle otoriter görüşler insanların rolleri ve kimliklerinin şekillendirilmesine hizmet etmiştir ve bugün de birçok yönden etkili olmaya devam etmektedir. Belirli bir atasözünü üreten ilk kişinin kadın mı erkek mi olduğunu hiçbir zaman bilmesek bile, bu atasözlerinin hizmet ettiği birtakım çıkarları fark edebiliriz. Bir kitabın konusunu oluşturan kadınlarla ilgili atasözleri incelenirken belirli kültürlerde söz konusu çıkarların ne olduğu, retorik açıdan ve tematik olarak nasıl ifade edildiği akılda tutulması gereken sorulardır.
Malzeme Toplama ve Soru Üretme
Eski bir atasözü hiçbir zaman yanılmaz.
(Rusça)
Çağdaş Batı dünyasından pek çok kişi gibi ben de atasözü türüne hiçbir zaman fazla ilgi göstermemiştim, ta ki Afrika’ya gidene kadar. Nijeryalı yazar Chinua Achebe’nin dediği gibi, sözlü kültürlerde10 atasözleri hâlâ, “sözcükleri yenilip yutulabilir kılan palm yağı” olmaya devam etmektedir. Kongo’da yaşadığım zamanlarda, bazen, insanlar konuşurken duyduğum atasözlerini yazardım, çünkü şiirsel güçlerine kapılmamak mümkün değildi. Bundan birkaç yıl sonra Avrupa’ya döndüğümde, bir yayınevi bana Duyulmamış Sözcükler: Afrika, Arap Dünyası, Asya, Karayipler ve Latin Amerika’da Kadın ve Edebiyat (1985) başlıklı kitabın editörlüğünü teklif etti.
Bu kitabın kadın yazarlarla ilgili beş bölümünün her birinin girişine, o alanla ilgili küçük bir atasözü derlemesi hazırlamak istedim. Kadınlarla ilgili atasözleri konusuna ilgi duymaya başlamam böyle oldu. O zamanlar elimdeki kaynaklar çok kısıtlıydı, ama beklenmedik bir şey oldu. Kültürlerin temelde farklılıklarla ayrıldığı varsayımının tam tersine, yeryüzünün dört bir köşesindeki ülkelerde ve tarih boyunca ortaya çıkan atasözleri arasında sarsıcı benzerlikler buldum. Acaba, kültürler arasında muazzam farklılıklar olmasına karşın, kadınlar konusunda benzerlik olması salt bir rastlantı olmayabilir miydi? Ve bu bir rastlantı değilse, arada nasıl bir ortaklık vardı?
Bu soruları yanıtlamak üzere, son on beş yıldır karşılaştığım her atasözünü kaydediyorum. Malzememi, dünyanın her köşesinden binlerce insanın hevesle katkıda bulunması sayesinde toplayabildim. Yıllar boyunca, büyük bir hassasiyetle malzeme peşinde koştum ve bunun karşılığını aldım. Pazarcı kadınlardan taksi şoförlerine, esnaftan lokanta sahiplerine, tezgâhtarlardan temizlik işçilerine ve otobüs, tren, uçak yolculuklarında yanımda oturanlara kadar, her yerde insanlar benimle cömertçe atasözü alışverişine ve tartışmasına girdi.
Birçok ülkeden dostlarımın, meslektaşlarımın ve öğrencilerin yardımından da yararlandım. Koleksiyonum, tüm kıtalardan, 240 dilden 15.000 sözlü ve yazılı kaynağı aştıktan sonra, bu heyecan verici veri derlemesini temalarına göre, bir karşılaştırmalı metinler bütünü olarak inceleme zamanının geldiğine karar verdim. Bir kültürde, bir ülkede, bir dilde ya da bir alanda bulduğum atasözü veya çeşitlemeleri, genellikle başka bölgelerde de bulunuyor. Bu nasıl mümkün olabilmiş? Günümüzde işler biraz değişmeye başlamış olsa da, statü niteliklerinde ve işbölümünde standart kalıpların olduğu konusunda hemfikir olan araştırmacılar çok açıksözlü davranır:
Neredeyse tüm toplumlarda erkekler kadınlardan daha iyi durumdadır. Erkekler daha fazla güç ve daha fazla itibar sahibidir ve daha özgürdür. Erkekler genellikle ailenin başıdır; hukuki, siyasi ve dinî konularda daha fazla güç kullanır; cinsel ilişkide eş değiştirir, çoğu zaman birden fazla karısı olabilir; karısını seçerken daha çok özgürlüğe sahiptir; genellikle kendi hısım akrabalarının yanında oturur; alkollü içkilere ve uyuşturuculara daha kolay ulaşabilir. Öte yandan kadınlar, regl zamanlarında genellikle ayrı tutulur ve kendilerinden uzak durulur; çoğu zaman kocalarını bir veya daha fazla kumayla paylaşmak zorundadırlar; çocuk sahibi olamamakla suçlanır ve çoğu zaman kamuya açık yerlerde erkeklere boyun eğmek zorunda bırakılırlar. Çocuk yetiştirme, kadınların erkeklere göre her zaman daha fazla etki sahibi olduğu tek alandır.
Sözlü edebiyat, geleneksel düşüncelerin pekiştirilmesinde önemli rol oynar. Atasözleri bizlere, özellikle kadın bedeni hakkında çok zengin bir fikirler koleksiyonu sağlar ve insanlar arasındaki cinsel farklılıkların toplumsal sonuçları üzerine de aynı derecede zengin bir mozaik sunar. Bu kitabın başlangıç noktası, kadınlar hakkındaki atasözlerinin, hayatta var olan ve yeryüzünün her köşesine yayılmış toplumsal cinsiyete dayalı ayrımlara dünya ölçeğinde şaşkınlık verici bir ışık tutmasıdır. Cevap aradığım sorular şunlardır:
• Atasözleri kadınlar hakkında neler söyler?
• Neden kültürler, erkeklerle kadınlara farklı davranılması gerektiğine inanır?
• Kadınlar ve erkeklerin farklı rolleri olmasını desteklemek için öne sürülen tezler, kültürler arasında da benzerlik gösteriyor mu ve ne tür farklılıklar var?
Kitabın bundan sonraki bölümlerinde bu soruların cevapları aranacak. Ama önce ele alınması gereken başka bir soru var: Nasıl oluyor da biz, “yabancı” kültürlerde doğan atasözlerini anlayabiliyoruz? İnsanlar olarak birçok şey paylaşmaktayız. İnsan türüne aidiz ve şimdilik tek ve aynı gezegende yaşıyoruz. Hem atalarımızla hem de çağdaş insan kardeşlerimizle ortak yanımız, paylaştığımız yiyecekler, barınak, güvenlik ve çocuk doğurmak gibi temel itki ve ihtiyaçlarımızın hayatımızı en azından kısmen belirlemesidir. “Kültürel gelenek” denilen şeyin uygulandığı toplumlarda, karşılıklı beden şekillerimiz erkek ve kadın rollerine yol açmıştır ve çok sayıda atasözü doğrudan doğruya ve bunun yanı sıra metafor olarak, kadın bedenine ya da kadın bedeninin organlarına, kadın ve erkek rollerine ve cinsiyetler arası ilişkiye gönderme yapar.
Ortak özellikler ve deneyimler sayesinde pek çok atasözü fazla zorlanmadan, onları yaratan kültür dışında, hatta çeviriyle bile anlaşılabilmektedir. İnsanların adını bile duymadıkları kültürlerden gelen atasözlerini anlamaları pek çok şeyi açıklığa kavuşturur. Bizzat ben, farklı yaşlardan, farklı geçmişlerden, farklı kültürlerden ve farklı kıtalardan gelen dinleyiciler arasında bir atasözünü hemen tanıma durumunu çok sık yaşadım. İnsanı hayrete düşüren bu kültürler arası anlayış, büyük ölçüde ortak olan bedensel ve cinsel deneyimlerden beslenen atasözleriyle ilgili olmalıdır. Öte yandan, belirli yerel kültürel bağlamlardan beslenen atasözleri vardır ve bu nedenle ek bilgi olmadan onları anlamak daha zordur.
Karşılaştırma yapmak için karşılaştırılacak veri bulunmalıdır. Karşılaştırılabilir verileri biriktirmek için yararlı bir kural vardır: “İncelemek istediğiniz coğrafi alan ne kadar genişse, analiz biriminiz de o kadar küçük olmalıdır.”12 Birleştirici temanın bir “cins” olarak kadın olması temelinde derlenen bir atasözleri koleksiyonu, kültürler arası karşılaştırma yapmaya özellikle elverişlidir. Birincisi, atasözleri çok kısa cümlelerden oluşur; ikincisi, bu tür bütün dünyada vardır. Kültürler arası karşılaştırma yapmak isteyince, kaçırdığımız şeyler de vardır: örneğin bir atasözü “canlı” olarak söylendiğinde, yerel kültürel bağlamın fazladan ekleyeceği anlamlar gibi. Buna rağmen, insanlığın toplumsal cinsiyet kalıpları konusunda yeni bir anlayış kazanırız.
Atasözleri, veciz ve hatırda kalacak ifade tarzlarıyla, hayatı görme biçimlerini meydana çıkarır. Müzikal tonu, dolaysızlığı ve açıkyürekliliğiyle atasözleri, yalnızca kültürlerin kendine özgü yönünü değil, hepimizin sahip olduğu kadın ya da erkek bedeni sayesinde, yeryüzünün her köşesinde ve tarih boyunca paylaşılan ortak noktaları dile getirir. İnsanlar çoğu zaman hiç farkında olmadan kadın ya da erkek olarak programlanmıştır. Atasözlerinin verdiği mesajlar, bireysel ya da toplumsal olarak, bu sabit fikirlere ne ölçüde aldanmaya devam ettiğimizi ya da dünyaya atalarımızdan ne ölçüde farklı baktığımızı gösteren mükemmel kıstaslardır. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak, yerel ya da bölgesel farklılıklara, tarihsel gelişmelere ve değişimlere karşın hepimiz bu tür mesajlardan etkilenmişizdir. Atasözlerinde sunulan düşüncelerin pek çoğu, insanlara eskisi kadar apaçık gerçeklermiş gibi görünmüyor, ki bu da özellikle sanayileşmiş toplumlarda “geleneklerin” değiştiği anlamına gelir. Bu değişimlerden esasen ayrıcalıklı gruplar yararlanır:
Pek fazla eğitim fırsatı bulamamış ve erkek nedir, kadın nedir soruları üzerine düşüncelerini atasözlerinden edinmiş olup bu meseleler hakkındaki fikirlerini genellikle sabit hâle getirenler, değişimden çok daha az etkilenir. Ancak bu, çağdaş “iş kadınlarının” mesleki başarılarının, çoğu zaman uygun eş bulmayı güçleştiren bir sebep olmasında görüldüğü gibi, atasözlerinden edinilen düşüncelerin toplumsal olarak ayrıcalıklı grupların içselleşmiş bilinçaltı mirasından tamamen silindiği anlamına gelmez. Kadınlar hakkındaki atasözleri, cinsel farklılıklar arasındaki mesafenin bütün dünyada neden ve nasıl açıldığını ve büyüyen bu mesafenin, kadınlarla erkekleri, hayattaki kamusal rollerini ve evdeki sorumluluklarını paylaşamayacak biçimde yabancılaştırdığını ciddi biçimde açıklamaya yarar.
Oldukça önemsiz beden farklılıklarına dayanarak bu türden cinsiyetçi bir mesafenin korunmasını öğreten atasözleri, hâkim hiyerarşileri güçlendirmiş ve erkek değil de, bir kadın olmanın ne demek olduğuna ilişkin katı imajlar yerleştirmiş ve böylelikle, her iki cins için de hayat boyu sürecek, birer eklentiden öteye geçmeyen rolleri meşrulaştırmıştır. Madalyonun bir yüzünde sıkı kurallar varsa, öbür yüzünde de kaçınılmaz olarak kurallara uymayan kadın ve erkeklerin damgalanması yer alır ve bu damgalama işinde kadınlar da erkeklerden aşağı kalmaz. Ayrıcalıkları bırakmak hiçbir zaman kolay olmaz. İstenmeyen işleri başkalarına yaptırmaya alışık olan insanlar, durumun öyle devam etmesini ister. On yedinci yüzyılda Madame de Sévigné’nin kaydettiği gibi: “Aşağı tabakanın aşağılanması toplumsal düzenin devamı için gereklidir.” Ya da bir Alman atasözünün söylediği şekilde: “Yatağı biri yapar, öteki içine girer yatar.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıBir Kemikten Bin Söze: Dünya Atasözlerinde Kadın
- Sayfa Sayısı444
- YazarMineke Schipper
- ISBN9786052349373
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviDelidolu /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Washington Meydanı ~ Henry James
Washington Meydanı
Henry James
Washington Meydanı, Amerikan edebiyatının düzyazı ustası Henry James’in kaleminden çıkma bir 19. yüzyıl klasiğidir. Roman, İngiliz edebiyat eleştirmeni F.R. Leavis’e göre sessizce çekilen bir...
- Kabil’in Çene Kemiği ~ Torquemada
Kabil’in Çene Kemiği
Torquemada
Altı cinayet. Yüz sayfa. Milyonlarca olası kombinasyon… fakat yalnızca bir sıralama doğru. Torquemada’nın cinai romanını çözebilir misiniz? 1934 yılında Observer’ın şifreli bulmaca derleyicisi Edward...
- Yıldızlara Değen Rüzgâr ~ Jung Myung Lee
Yıldızlara Değen Rüzgâr
Jung Myung Lee
1944, Fukuoka Hapishanesi, Japonya. Hapishane duvarlarının içinde korkunç bir cinayet işlenir. Tek ipucu ise cesedin cebindeki şiirdir. Maktul hapishanenin “Kasap” lakaplı en gaddar gardiyanıdır. Cinayeti...