Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bir Katilin İtirafları
Bir Katilin İtirafları

Bir Katilin İtirafları

Joseph Roth

1930’lu yıllar, Paris. Quatre Vents Sokağı’nda Rus mültecilerin uğrak yeri olan bir Rus restoranı: Tari-Bari. Ve müdavimler arasında dikkat çeken, “katil” lakaplı bir adam:…

1930’lu yıllar, Paris. Quatre Vents Sokağı’nda Rus mültecilerin uğrak yeri olan bir Rus restoranı: Tari-Bari. Ve müdavimler arasında dikkat çeken, “katil” lakaplı bir adam: Semyon Semyonoviç Golubçik. Bir gece, Golubçik hayatını anlatmaya başlar. Sahiden de birilerini öldürmüştür: “Bu benim lakabım, ama bir yandan pek o kadar yakıştırma da sayılmaz. Uzun yıllar önce bir adam öldürdüm, o zamanlar bir de bir kadını öldürdüğümü sanıyordum.” Hiç bitmeyecekmiş gibi sonsuzluğa uzanan bir gecede, bir adamın yaşam yazgısına tanıklık eder Tari-Bari müdavimleri. Çarlık Rusya’ sının yaşam koşullarında bir prensin evlilik dışı oğlunun, babası ve toplum tarafından kabul görmek için verdiği hırslı mücadele, bu mücadele uğruna sürüklendiği gizli teşkilat casusluğu, hastalık derecesinde bir tutkuyla bağlandığı bir kadınla tümden içinden çıkılamaz hale gelen bir ihtiras, intikam ve nefret girdabı… Roth, güçlü psikolojik betimlemeleriyle ördüğü romanıyla, bireysel yazgının toplumsal olandan bağımsız düşünülemeyeceğini çarpıcı bir anlatımla göz önüne sererken “iyi” ve “kötü” gibi değerlerin de ne denli sorgulanabilir olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.

*

Birkaç sene önce Quatre Vents Sokağı’nda oturuyordum. Evimin pencereleri Rus restoranı Tari-Bari’ye bakıyordu. Yemeklerimi çoğunlukla orada yerdim. Tari-Bari’de günün her saatinde kırmızı pancar çorbası, fırında balık ve haşlanmış sığır eti bulabilirdiniz. Bazı günler geç kalkardım. Öğle yemeği saati hususunda titizlikle eski alışkanlıklara uyan Fransız restoranlarında o sırada artık akşam yemeği hazırlıkları başlamış olurdu. Oysa Rus restoranında zamanın bir önemi yoktu. Duvarda asılı bir madenî saat vardı. Bu saat bazen durur, bazen yanlış çalışırdı; sanki zamanı göstermez de zamanla dalga geçer gibiydi. Saate kimse bakmazdı. Zaten bu restoranın müşterilerinin çoğu Rus mültecilerdi. Kendi ülkelerindeyken bir dakiklik ve zaman duygusuna sahip olmuş gibi görünenleri bile yabancı bir ülkede bu duygularını ya yitirmişlerdi ya da onu göstermekten utanıyorlardı. Evet, mülteciler sanki Batı Avrupa’nın o her şeyi ölçüp biçen, kılı kırk yaran hesap kitapçı zihniyetini protesto etmekteydiler ve sanki sadece gerçek Ruslar olarak kalmak için değil, “gerçek Rus”u oynamak, Batı Avrupalıların Ruslara ilişkin tasavvurlarına uymak için çaba gösteriyorlardı. Yani Tari-Bari’deki sürekli yanlış gösteren veya duran saat rastlantısal bir aksesuvar değil, daha çok simgesel bir eşyaydı. Burada zamanın yasaları kaldırılmış gibiydi. Bazen Rus taksi sürücülerinin dahi herhangi bir işte çalışmayan ve varlıklı Rusların bağışlarıyla yaşayan mülteciler gibi zamanın geçişiyle ilgilenmediklerini gözlemlediğim olurdu, oysa onların bu ülkede çalışırken günde belli bir hizmet saatini doldurmaları gerektiği kesindi. İşsiz Rusların çoğuna Tari-Bari’de rastlamak mümkündü. Bunlar günün her saatinde ve akşamın geç saatlerinde de restoranda otururlardı, hatta gece giriş kapısı kilitlenip restoran sahibi artık otomatik çelik kasanın üstünde yanan tek bir lambanın ışığında garsonlarla hesap kesmeye başladığında bile. Bu konuklar restorandan sahibiyle ve garsonlarla birlikte çıkarlardı. Restoran sahibi aralarından bazılarının, evsiz veya sarhoş olanların, orada gecelemesine izin verirdi. Bunları uyandırmak çok zordu zaten – ayrıca uyandırılsalar bile memleketten başka birinin yanında yatabilecekleri bir yer aramak gerekirdi. Daha önce söylediğim gibi, çoğu zaman ben de çok geç kalkmakla birlikte ara sıra sabah saatlerinde tesadüfen pencerenin yanına gittiğimde Tari-Bari’nin çoktan açılmış ve “tam kapasite” hareket halinde olduğunu görürdüm. Sürekli birileri girer çıkardı. Belli ki ilk kahvaltılarını orada yapıyorlardı, hatta bazen alkol eşliğindeki ilk kahvaltıyı. Çünkü içeri girerken sağlam adımlarla yürüyenlerin dışarıya sallanarak çıktığı olurdu. Belli yüzleri ve tipleri unutmuyordum. Aklımda kalacak kadar dikkat çekici olan bu tiplerin arasında bir adam vardı ki tahminimce günün her saatinde Tari-Bari’deydi. Çünkü ne zaman sabahları pencereden baksam onun restoranın kapısında müşterileri karşıladığını veya onlara eşlik ettiğini görüyordum. Ve ne zaman akşamüstü yemeğe gitsem o da masaların birine oturmuş müşterilerle sohbette oluyordu. Ya da akşam geç vakit –meslekten olanların söylediği gibi– “dükkân kapanmadan” önce bir şnaps daha içmek için Tari-Bari’ye girdiğimde o adam kasanın başında restoran sahibine ve garsonlara hesap kapatırken yardım etmekte olurdu. Anlaşılan zamanla o da beni orada görmeye alışmış ve bir tür tanıdık olarak benimsemişti. Beni de kendisi gibi bir müdavim olarak kabul ederek onurlandırmıştı – birkaç hafta sonra eski tanıdıkların birbirlerine yönelttikleri türden, tanıştığımızı belli eden anlamlı bir gülümsemeyle karşılamaya başladı beni. Başlangıçta bu gülümsemeden rahatsız olduğumu itiraf etmeliyim, çünkü gülümsediğinde, adamın normalde dürüst ve sempatik görünen yüzünde itici olmasa bile adeta kuşku uyandırıcı bir ifade beliriyordu. Gülümsemesi aydınlık değildi, yani yüzünü aydınlatmıyordu, aksine bütün dostça haline rağmen karanlıktı, evet, yüzünden bir gölge gibi geçiyordu, dostane bir gölge. Bu nedenle de adamın bana gülümsememesini yeğlerdim.

Elbette ben de ona nezaketen gülümseyerek karşılık veriyordum. Bu karşılıklı gülümsemelerin şimdilik, hatta daha uzun bir süre için tanışıklığımızın yegâne ifadesi olarak kalmasını diliyordum. Hatta bu yabancının günün birinde benimle konuşmaya kalkışması halinde bu mekâna gitmekten kaçınmayı bile içimden geçirdim. Fakat zamanla bu düşünceyi de aklımdan çıkardım. O gölgeli gülümsemeye alıştım, restoranın bu sürekli konuğuna ilgi duymaya başladım. Ve çok geçmeden içimde onunla daha yakından tanışma isteğinin belirmeye başladığını hissettim.

Artık onu biraz daha ayrıntılı betimlememin zamanıdır: Uzun boylu, geniş omuzluydu; saçları kül sarısıydı. Birisiyle konuşurken ara sıra kıvılcımlanan, asla alkol sisiyle bulanıklaşmayan berrak mavi gözlerini dosdoğru yüzüne çeviriyordu. Gür ve çok bakımlı, soluk sarı bıyıkları geniş yüzünü, alt ve üst kısmı birbirine eşit olacak şekilde ikiye ayırıyordu. Bu da yüzünü biraz tekdüze ve anlamsız, yani gizemsiz kılıyordu. Ona benzer yüzlerce adamı Rusya’da, düzinelercesini de Almanya’da ve diğer ülkelerde görmüştüm. Bu uzun boylu, yapılı adamın zarif, uzun elleri, yumuşak, sessiz, neredeyse hiç işitilmeyen adımları ve hiç de kendinden emin görünmeyen ağır, tutuk, temkinli hareketleri dikkat çekiyordu. Bu nedenle zaman zaman yüzünün yine de gizemli bir şeyleri sakladığını düşünüyordum, özellikle de kurgulanmış bir aydınlık ve açıklık sergilediğinde; adamın mavi pırıltılı gözlerini, bunu yapmazsa kendisine güvenmeyeceklerini sandığı için konuşmakta olduğu insanın yüzüne dosdoğru diktiğini varsayıyordum. Buna rağmen ona baktığım zamanlar, somutlaşmış açıkkalpliliğin bu kadar mükemmel ama yine de nahif bir görüntüsünü yansıtabiliyorsa, bu açıkkalpliliğe büyük ölçüde sahip olması gerektiğini de düşündüm hep. Selam verirken, iri dişlerinin pırıldamasına ve gülerken bıyığının kül renginden sarıya dönerek altın gibi ışımasına rağmen yüzünde beliren gülümseyişin gölgeli olması çekingenliğindendi belki de. Adamdan giderek hoşlanmaya başladığımı görüyorsunuzdur herhalde. Hatta çok geçmeden, restoranın kapısına vardığımda şişman, cana yakın restoran sahibinin alışıldık selamı ve alışıldık şnaps için duyduğum sevincin yanı sıra onu göreceğim için de belli bir sevinç duymaya başladım.

Rusçayı anladığımı Tari-Bari’de asla belli etmemiştim. Ne var ki bir keresinde iki taksi sürücüsüyle aynı masaya düştüğümde doğrudan milliyetimi sordular. Alman olduğumu söyledim. Ama hangi dilde olursa olsun, eğer kendi sırları hakkında konuşacaklarsa bunu ben gittikten sonra yapmalarının daha iyi olacağını, çünkü aşağı yukarı bütün Avrupa dillerini anladığımı ekledim. Tam o sırada başka bir masa boşalınca kalktım ve taksicileri kendi sırlarıyla baş başa bıraktım. Böylece Rusça da bilip bilmediğimi sormaya niyetlendikleri belliyken bunu yapamadılar. Dolayısıyla bu konuda hâlâ kimse bir şey bilmiyordu.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıBir Katilin İtirafları
  • Sayfa Sayısı160
  • YazarJoseph Roth
  • ISBN9789750736100
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2018

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Hotel Savoy ~ Joseph RothHotel Savoy

    Hotel Savoy

    Joseph Roth

    Yıllar süren savaş ve esaret döneminden sonra yurda dönen Gabriel Dan, sınıra yakın bir Polonya kentinde, Hotel Savoy’un altıncı katına yerleşir. Birinci Dünya Savaşı...

  2. Sonsuz Kaçış ~ Joseph RothSonsuz Kaçış

    Sonsuz Kaçış

    Joseph Roth

    Üsteğmen Franz Tunda, Doğu Cephesi’nde Ruslara esir düşmüştür. Kaçmayı başardığında kendini kanlı bir içsavaşın ortasında bulur; uçsuz bucaksız Sibirya taygalarında bir çiftliğe sığınır ve...

  3. İsyan ~ Joseph Rothİsyan

    İsyan

    Joseph Roth

    Viyana 1919: Birinci Dünya Savaşı’ndan tek bacağını kaybetmiş olarak dönen Andreas Pum, laterna çalarak geçimini sağlamak üzere izin belgesi alır ve böylece bir hırsız,...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Yalnız Gezenin Düşleri ~ Jean Jacques RousseauYalnız Gezenin Düşleri

    Yalnız Gezenin Düşleri

    Jean Jacques Rousseau

    Fransız Aydınlanması’nın ‘aykırı’ sesi Rousseau, edebiyatın geleneksel türleri içinde kendisine kolayca bir yer bulamayan bu ‘anı’ ile ‘roman’ arası metinde, hayatı ile bir son...

  2. Katilin Gözyaşları ~ Anne-Laure BondouxKatilin Gözyaşları

    Katilin Gözyaşları

    Anne-Laure Bondoux

    Angel kapüşonunun altında boncuk boncuk terliyordu. Bu tehlike hissi onu boğuyordu. Eskiden olsa, takip edildiğini anladığı anda çeker giderdi. Postu deldirmemeye çalışan bir hayvan...

  3. Dişi Kedi ~ ColetteDişi Kedi

    Dişi Kedi

    Colette

    Fransız edebiyatının sansasyonel kalemi Colette, uçarı, ele avuca sığmaz bir kadın ve mağrur bir dişi kediyi asalet, kıskançlık, gurur ve cesaretle yoğrulmuş bir aşk...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur