Artık sesini duymayacağım. Olduğum kadını, bir zamanlar olduğum çocukla bir araya getiren onun sesi, sözleri, elleri, tavırları gülüşü ve yürüyüşüydü. Geldiğim dünyayla aramdaki son bağ da koptu.
Ernaux, hafızasını, zihinsel ve fiziksel bütünlüğünü yok eden bir hastalık yüzünden yitirilen annenin ardından, küçük bir Normandiya kasabasının varoşlarında doğan ve Paris’in banliyölerindeki bir hastanenin geriatri koğuşunda ölen gerçek kadının portresini çizmeye, onu olduğu gibi resmetmeye girişiyor.
Bir anne ve kızı arasındaki hem zayıf hem de sarsılmaz bağı, onları ayıran dünyaları anlatan Bir Kadın, mümkün olan en tarafsız dille yazılmış bir ağıt, belki de Annie Ernaux’nun en dokunaklı metni.
“Annenin yaşamına ve ölümüne şefkatli, sert ve dokunaklı bir saygı duruşu…”
The Washington Times
“Son derece özgün. Bir Kadın, aslında her kadının hikâyesi.”
The New York Times
ANNIE ERNAUX, 1940’ta, Lillebonne’da, işçi sınıfına mensup bir ailede doğdu; çocukluğunu Yvetot, Normandiya’da geçirdi. Mazbut bir sosyal çevrede büyüdü, edebiyat öğrenimi gördü ve uzun yıllar boyunca edebiyat öğretmenliği yaptı. Kişisel deneyimle toplumsal tarihi birleştiren unsurları daha ilk romanı Boş Dolaplar’la ortaya koydu. Sınıf atlama, evlilik, kadın özgürlüğü, cinsellik, kürtaj, hastalık, yaşlılık ve ölüm gibi meseleleri kendi deneyimleri üzerinden aktarırken, arka planda daima toplumsal yaşam ve onu oluşturan kültürel, siyasi, tarihî olaylara yer vererek, “toplumsal bellek” yazını olarak nitelenebilecek eserlere imza attı; başta 2022 Nobel Edebiyat Ödülü olmak üzere birçok ödüle değer görüldü. Hâlâ Cergy’de yaşamaktadır.
“Çelişkinin akıl almaz bir şey olduğunu
ileri sürmek hatadır zira onun gerçek
varoluşu bir canlının acısında yatar.”
Hegel
***
Annem 7 Nisan’da, onu iki yıl önce yerleştirdiğim Pontoise Hastanesi’nin huzurevinde öldü. Hemşire telefonda, “Anneniz bu sabah kahvaltıdan sonra vefat etti,” dedi. Saat on sularıydı.
Odasının kapısı ilk kez kapalıydı. Defin için hazırlanmıştı bile; çenesinin altından geçen ve ağızla göz çevresindeki tüm deriyi yukarıya çeken beyaz bezden bir şeritle başını bağlamışlardı. Omuzlarına kadar bir çarşafla örtülmüştü, elleri görünmüyordu. Küçük bir mumyaya benziyordu. Ayağa kalkmasını engellemek için yatağın her iki yanına yerleştirilen parmaklıkları kaldırmışlardı. Vaktiyle kendi cenaze töreni için satın aldığı bordürlü beyaz geceliğini giydirmek istedim ona. Hemşire, görevlilerden birinin bununla ilgileneceğini ve başucundaki komodinin çekmecesindeki haçı da göğsüne koyacağını söyledi. Bakır kolları çarmıha tutturan iki çivisi eksikti. Hastabakıcı çivi bulabileceklerinden emin değildi. Önemi yoktu, yine de haçını koymalarını istiyordum. Tekerlekli masanın üstünde, bir gün önce getirdiğim altınçanak demeti duruyordu. Hemşire bir an önce idareye gitmemi önerdi. Bu süre zarfında onlar da annemin kişisel eşyalarının sayımını yapacaklardı. Kendisine ait neredeyse hiçbir şeyi kalmamıştı; bir tayyör, bir çift mavi yazlık ayakkabı ve elektrikli tıraş makinesinden başka. Bir kadın bağırmaya başladı, aylardır orada kalan aynı kadındı bu. Onun hayatta, anneminse ölü olmasını anlayamıyordum.
İdaredeki genç bir kadın ne istediğimi sordu. “Annem bu sabah vefat etti,” dedim. “Hastanede mi yoksa huzurevinde mi? Adı ne?” Bir kâğıda bakıp hafifçe gülümsedi. Haberi varmış. Gidip annemin dosyasını getirdi ve bana onunla ilgili bazı sorular sordu, doğum yeri, huzurevine yerleşmeden önceki adresi gibi. Bu bilgilerin dosyada olması gerekirdi.
Annemin odasına, başucundaki komodinin üstüne eşyalarının bulunduğu bir plastik torba koymuşlardı. Hemşire imzalamam için sayım kâğıdını uzattı. Geçmişte, babamla Lisieux’ye yaptıkları hac gezisinde satın aldığı bir heykelcikle, bir Annecy hatırası olarak Savoie’lı bir baca temizleyicisi heykelciği dışında, buradaki giysilerini ve öteki eşyalarını alıp götürmek istemiyordum. Geldiğime göre, ölümden sonra cesedin yönetmelik gereği serviste iki saat tutulma süresini beklemeden onu hastanenin morguna götürebilirlerdi. Oradan ayrılırken, personele ait camlı büroda annemle aynı odayı paylaşan kadını gördüm. Yanında el çantasıyla oturuyordu. Annem morga götürülünceye dek onu orada bekletiyorlardı.
Eski kocam bana cenaze levazımatçısına kadar eşlik etti. Yapay çiçeklerle dolu vitrininin gerisinde koltuklar ve üstünde dergiler bulunan bir sehpa vardı. Bir görevli bizi bir büroya götürdü ve annemin ölüm tarihini, gömüleceği yeri, ayin yapılıp yapılmayacağını sordu. Her şeyi büyük bir çizelgeye not ederken ara sıra küçük hesap makinesine dokunuyordu. Sonra bizi penceresiz, karanlık bir odaya aldı, ışıkları yaktı. Duvarda bir düzine tabut duruyordu. Görevli, “Tüm fiyatlarımıza vergiler dahildir,” dedi. Döşeme rengini seçebilmemiz için üç tabut açıktı. Annemin tercih ettiği ağaç olduğundan meşe tabut seçtim, yeni bir mobilya gördüğünde onun meşe olup olmadığını merak ederdi hep. Eski kocam kumaş için erguvan pembesi rengi önerdi. Annemin genellikle o renk korsajlar giydiğini anımsadığı için gururlu, neredeyse mutluydu. Görevliye bir çek verdim. Yapay çiçekler dışında her şeyle ilgileneceklerdi. Öğleye doğru evime dönüp eski kocamla Porto şarabı içtim. Başım ve midem ağrımaya başladı.
Saat beşe doğru, iki oğlumla birlikte annemi morgda görmenin mümkün olup olmadığını öğrenmek için hastaneye telefon ettim. Santraldaki kız saatin çok geç olduğunu, morgun dört buçukta kapandığını bildirdi. Hastaneye yakın yeni mahallelerde pazartesi günü açık bir çiçekçi bulmak için evden yalnız çıktım. Beyaz zambak almak istiyordum ama çiçekçi onu önermedi, zambak çocuklar, hadi bilemedin genç kızlar için tercih ediliyormuş.
Defin çarşamba günü gerçekleştirildi. Hastaneye iki oğlum ve eski kocamla gittim. Morgun yerini gösteren işaretler konmamıştı; yolumuzu şaşırdık ama sonunda bulduk. Burası tarlaların kenarında tek katlı, beton bir binaydı. Telefonla görüşen beyaz önlüklü bir görevli koridorda oturmamızı işaret etti. Kapısı açık tuvaletlerin karşısında, duvar boyunca dizilmiş sandalyelere oturduk. Annemi yeniden görmek ve çantamdaki çiçek açmış iki küçük ayva dalını üstüne koymak istiyordum. Tabutu kapamadan önce, onu bize son kez gösterip göstermeyeceklerini bilmiyorduk. Daha önce gördüğümüz cenaze levazımatçısı bitişikteki odadan çıkıp nazikçe kendisini izlememizi söyledi. Annem tabutun içinde, başı geride, kavuşturulmuş elleri haçın üstündeydi. Başındaki şeridi çıkarıp bordürlü geceliğini giydirmişlerdi. Saten örtü göğsüne kadar çekilmişti. Burası çıplak, büyük, beton bir salondu. Hafif ışığın içeriye nereden sızdığını bilmiyordum.
Görevli, ziyaretin sona erdiğini bildirip bizi yeniden koridora çıkardı. Bana öyle geldi ki, adam şirket hizmetlerinin ne denli iyi olduğunu görelim diye bizi annemin önüne getirmişti. Yeni mahallelerin içinden geçip kültür merkezinin yanındaki kiliseye ulaştık. Cenaze arabası gelmemişti, kilisenin önünde bekledik. Karşıdaki süpermarketin cephesine katranla, “Para, mal ve devlet, ırk ayrımının üç temel direği,” yazılmıştı. Bir rahip nazikçe yaklaşıp, “Anneniz mi?” dedi. Ayrıca oğullarımın nerede okuduklarını da sordu.
Altarın önündeki beton zemine, kenarları kırmızı kadife kaplı, boş, küçük bir tür yatak konmuştu. Görevliler daha sonra annemin tabutunu bu yatağa yerleştirdiler. Rahip teybe bir org müziği koydu. Ayinde sadece biz vardık, burada annemi kimse tanımıyordu. Rahip, “ebedî yaşam”dan, “kız kardeşimizin dirilişi”nden bahsediyor, ilahiler söylüyordu. Bunun hep sürmesini, annem için daha başka şeyler de yapılmasını, şarkılar söylenmesini isterdim. Org müziği yeniden başladı ve rahip tabutun iki yanındaki mumları söndürdü.
Cenaze arabası hemen annemin babamın yanına gömüleceği Normandiya’daki Yvetot’ya doğru hareket etti. Ben kendi arabamla, oğullarımla yola koyuldum. Yol boyunca hep yağmur yağdı, rüzgâr sert esiyordu. Çocuklar bana ayinle ilgili şeyler sordular, daha önce hiç böyle bir şey görmedikleri için tören sırasında nasıl davranacaklarını bilmiyorlardı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı Roman (Yabancı)
- Kitap AdıBir Kadın
- Sayfa Sayısı64
- YazarAnnie Ernaux
- ÇevirmenYaşar Avunç
- ISBN9789750760594
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Uçurum İnsanları ~ Jack London
Uçurum İnsanları
Jack London
Uçurum İnsanları üzerinde güneş batmayan ülke olarak bilinen İngiliz İmparatorluğu’nun karanlık yüzüne dair birinci elden bir tanıklık… Jack London 1902 yılında, birkaç aylığına şehrin...
- Mahrem ~ Anna Campbell
Mahrem
Anna Campbell
Sadece birkaç öpücük nasıl bu kadar fırtınalı bir arzu yaratabilir? Güzel Grace Paget kaçırılmış, gizlice uzaktaki bir çiftliğe götürülmüş ve hiç tanımadığı bir adamın...
- Sherlock Gibi Düşünmek ~ Daniel Smith
Sherlock Gibi Düşünmek
Daniel Smith
“Sadece bakmak yetmez, görmek de lazım!” Gözlem gücünüzü, hafızanızı ve mantık yürütme yeteneğinizi dünyanın en ünlü dedektifi Sherlock Holmes’un kullandığı sıra dışı tekniklerle geliştirecek...