Başkalarının Aklı ile Dürtme kitaplarının yazarlarından…
Hayatınızın en güzel günü hangisiydi? Peki o günü tekrar tekrar yaşasanız sizce nasıl hissederdiniz? Muhtemelen giderek anlamını yitirirdi. Böyleyiz… Hafta başında bizi heyecanlandıran şey hafta sonu geldiğinde sıkar. Bir zamanlar nefes kesici bulduğumuz ilişkiler, işler, şarkılar, sanat eserleri bir süre sonra ışıltısını kaybeder. İnsan alışır ve iyi şeyleri fark etmemeye başlar. Tabii kötü olanları da: Kirli havaya alışır, kendisine zarar veren ilişkileri sürdürür, hatalı davranışlara karşı kayıtsızlaşır, eşitsizliğe karşı körleşir.
Peki ya her şeyi yeniden görmenin bir yolunu bulabilseydik? Ya sadece gözalıcı şeylere duyduğumuz hayret duygusunu, çoktandır göz ardı ettiğimiz şeylere karşı da yeniden kazanabilseydik?
Davranış bilimi alanındaki iki müthiş zihnin işbirliğiyle ortaya çıkan Bir Daha Bak, rutinlerimizi bozmanın beyni nasıl sıfırlayabileceğini ve böylece günlerimizi yeniden yeşertip, daha mutlu ve tatmin edici hayatlar yaşamamızı sağlayabileceğini gösteren çığır açıcı bir çalışma.
“Leonardo da Vinci’den Albert Einstein’a tüm yaratıcı düşünürlerin ortak özelliği, çoğu insanın körleştiği gündelik şeyleri farklı gözle görüp hayret edebilmeleridir: mavi gökyüzü, zamanın geçişi, ışık huzmesinin bir yaprak üzerinde yarattığı parlaklık… Bir Daha Bak, etrafımızdaki şeylere yeni bir gözle bakmamıza, hayatımızı yeniden canlandırmamıza yardımcı olabilecek değerli bir yol.” –WALTER ISAACSON
“Esenlikli bir hayat sürmenin yollarını gösteren muhteşem bir rehber.” –ANGELA DUCKWORTH
İÇİNDEKİLER
Giriş: Her Şeye Nasıl Alışıveriyoruz? 1
I. BÖLÜM – ESENLİK
1 Mutluluk: Dondurma, Orta Yaş Krizi ve
Tekeşlilik Üzerine 11
2 Çeşitlilik: Neden İyiyi Parça Parça, Kötüyü
Tek Lokmada Yutmalısınız? 31
3 Sosyal Medya: Teknoloji Komasından
Nasıl Çıkılır? 43
4 Dayanıklılık: Sağlıklı Bir Zihnin Vazgeçilmezi 59
II. BÖLÜM – DÜŞÜNMEK VE İNANMAK
5 Yaratıcılık: Düşünce Alışkanlığını Yenmek 75
6 Yalancılık: Çocuğunuzun Burnunun Uzamasını
Nasıl Engellersiniz? 87
7 (Yanlış) Bilgilendirme: İnsanlar (Neredeyse)
Her Şeye Nasıl İnandırılır? 104
III. BÖLÜM – SAĞLIK VE GÜVENLİK
8 Risk: İsveçlilerin Bize Högertrafikomläggningen
Hakkında Öğrettikleri 123
9 Çevre: Yaz Boyu Güneydeki Bir Domuz Çiftliğinin
Dibinde de Yaşayabilirdiniz 139
IV. BÖLÜM – TOPLUM
10 İlerleme: Düşük Beklentiler Zincirini Kırmak 157
11 Ayrımcılık: Centilmen Yahudi, Mini Etekli Biliminsanı
ve Uslu Durmayan Çocuklar 167
12 Tiranlık: Faşizme Sürüklenişin Kasıp Kavurarak Artması 182
13 Hukuk: Acıya Fiyat Biçilir mi? 194
14 Yaşam Deneyleri: Alışkanlıkları Kırmanın Geleceği 202
Teşekkür 209
Notlar 211
Dizin 231
BİR
DAHA
BAK
GİRİŞ:
HER ŞEYE NASIL
ALIŞIVERİYORUZ?
Alışkanlık, hayatın DNA kadar
temel bir özelliği olabilir.
—VINCENT GASTON DETHIER
Hayatınızın en güzel günü hangisiydi? En güzelini seçmek zor gelebilir. Sorun yok; gerçekten güzel denecek herhangi bir günü seçseniz de olur.
Kimileri düğününü hatırlar. Kimileri çocuğunun doğumunu ya da mezuniyet gününü. Bazıları da daha nevi şahsına münhasır cevaplar verir: “Labrador Retriever ırkı köpeğimle çatıda break dans yaptığımız gün” ya da “topluluk önünde konuşma korkusu hakkında konuşma yaptığım gün” gibi. Güzel bir gün olduğu sürece yeterli. O günü tekrar yaşadığınızı gözünüzde canlandırın. Güneş tepede, gökyüzü masmavi; sarı mayonuzla sahilde koşuyorsunuz. Belki de hava karanlık; kar yağıyor, kızaran burnunuzu yeni sevgilinizin burnuna dayayıp ısıtıyorsunuz. Her ne olursa olsun çok keyifli. Şimdi o günü tekrar yaşadığınızı hayal edin. Tekrar. Ve tekrar. Ve tekrar. Ve tekrar. “Hayatımın en güzel günü” döngüsünde sıkışıp kaldınız. Peki, ne olacak? Hayatınızın en güzel günü giderek daha az heyecan verecek; eski neşesi, eğlencesi ve anlamı kalmayacak. Hayatınızın en güzel günü çok geçmeden sıkıcılığa bürünecek. Güneş o kadar da sıcak, kar o kadar da büyülü, sevgiliniz o kadar da mükemmel, başarılarınız o kadar da muazzam ve akıl hocalarınız o kadar da akıllı gelmeyecek. Pazartesi sizi heyecana boğan şey, cuma günü sıkılmanıza sebep olacak. Alıştıkça, tekrarlanan uyaranlara karşı giderek daha az tepki veririz.2 İnsan doğası böyledir. Bir zamanlar nefes kesici bulduğunuz şeyler dahi (ilişkiler, işler, şarkılar, sanat eserleri) bir süre sonra ışıltısını kaybeder. Araştırmalara göre insanlar tropik tatilin büyüsüne bile tatil yerine geldikten sonraki kırk üç saat içinde alışmaya başlıyor.3 Peki ya artık hissetmediğiniz veya fark etmediğiniz şeylere karşı hayret duygunuzu geri kazanabilseydiniz? Alışkanlığınızı bir nebze kırabilseydiniz?
Kitabımızın konusu da bu. İnsanlar ofiste, yatak odasında ya da atletizm sahasında alışkanlığı yenebilseydi neler olabilirdi diye soracağız. Mutluluk, ilişkiler, iş ve toplum üstündeki etkisi ne olurdu? Ve bunun için nasıl bir yol izlerdiniz? Çevrenizi, kuralları, etkileşimde bulunduğunuz insanları geçici olarak değiştirmenin ve gündelik hayatta gerçek veya hayali ufak molalar vermenin duyarlılığınızı yeniden kazanmanıza ve gözünüze çarpmayan şeyleri fark etmeye başlamanıza nasıl yardımcı olabileceğini göreceğiz. Muhteşem bir iş, ev, mahalle ya da ilişki gibi en güzel şeylere ulaşmak için alışkanlıkları nasıl kırabileceğinizi incelemekle kalmayacağız. Kötü durumlara karşı geliştirdiğiniz alışkanlığı da nasıl kırabileceğinizi keşfedeceğiz. Bu size berbat bir fikir gibi gelebilir. Korkunç olayları neden ilk seferki gibi yaşamak isteyesiniz ki?
Size hayatınızın en kötü gününü defalarca kez yaşatsaydık alışan bir beyin isterdiniz elbette. Istırabın ya da kalp kırıklığının acısının zamanla azalmasını isterdiniz. Bu bir lütuf olurdu.
Haklısınız ama sorun şu: Kötüye alıştığımızda değişim için uğraşma motivasyonumuz azalır. Salı günü kâbus yaşatan bir şeyin pazar olunca sıkıcı gelmesi, aptallık, zulüm, acı, israf, yolsuzluk, ayrımcılık, yanlış bilgilendirme ve tiranlıkla mücadelede ciddi bir zorluğa dönüşür. Kötüye alışmak, pervasızca finansal risk almamıza, çocuklarımızın davranışlarında zamanla gelişen endişe verici değişiklikleri fark etmememize, romantik ilişkilerimizdeki belli belirsiz çatlakların giderek büyümesine göz yummamıza ve işyerindeki aptallık ya da verimsizlikten rahatsız olmayı bırakmamıza yol açabilir.
Dolayısıyla yalnızca iyiye değil, kötüye de alıştığınızda neler olacağını ve bu alışkanlıkları nasıl kıracağınızı keşfedeceğiz. Trafik akışının yönünü değiştirmenin (kısmen risk alışkanlığını bırakmaktan ötürü) kazalarda geçici bir süre yaklaşık yüzde 40 azalmaya yol açtığı İsveç’e gideceğiz.4 Temiz hava odalarının, insanların kirliliği fark etmesine (ve dolayısıyla önemsemesine) nasıl yardımcı olabileceğini, kendimizi başkasının yerine koymanın ayrımcılık alışkanlığından vazgeçmemize nasıl yardım edebileceğini5 ve sosyal medyaya ara vermenin hayatınızın kıymetini yeniden anlamanıza nasıl olanak sağlayabileceğini6 göreceğiz. Olaylara yeniden veya farklı bir açıdan bakmanın nasıl şaşırtıcı yenilikler doğurabileceğini inceleyeceğiz.
Ancak bu detaylara inmeden önce gelin, neden her şeye hep bu kadar hızlı alıştığımıza bakalım. (Daha doğrusu, neredeyse her şeye ve neredeyse hep. Bu konuya geleceğiz.) Neden beynimizin yeni şeyler (güzel bir araba, büyük bir ev, sevgi dolu bir eş, yüksek maaşlı bir iş) istemeye programlanarak evrildiğini ama nihayet sahip olduğumuzda bunları çabucak görmezden geldiğimizi ele alacağız. Sofistike yaratıklar olmamıza rağmen zulüm, yolsuzluk ve ayrımcılık gibi normal hale gelen korkunçlukları neden nispeten hızlı kabul ettiğimizi soracağız. Bu bilmeceleri çözmek için psikoloji, nörobilim, iktisat ve felsefeden fikirler ve çalışmalara başvuracağız; bunlardan bir kısmı bizim, bir kısmı da başkalarının araştırmalarına dayalı olacak.
Neden çabuk alışıyoruz? Bu sorunun cevabı, tehditlerin ve mucizelerin kıymetini bilmeyen zayıf, nankör ya da bitkin varlıklar olmamız değil. Asıl cevap biz iki bacaklı, koca kafalı yaratıkların maymunlar, köpekler, kuşlar, kurbağalar, balıklar ve sıçanlar dahil yeryüzündeki diğer tüm hayvanlarla, hatta bakterilerle paylaştığımız temel bir özellikte yatıyor.
NASIL BAŞLADI, NEREYE GİDİYOR
Atalarınız yeryüzünde 3 milyar yılı aşkın bir süre önce ortaya çıktı.7 Ama onlara bakarak atalarınız olduklarını anlayamazdınız. Belirgin bir benzerlik yoktu. Daha küçük ve daha az kültürlüydüler. Neyse ki sert koşullarda hayatta kalacak kadar sofistikeydiler. Bacakları yoktu ama besin bakımından zengin ortamlar bulmak için yüzebiliyor ve rasgele ilerleyebiliyorlardı. Ancak bu ilkel eylemler bile alışkanlığın alameti farikalarını sergiliyordu: Ortamdaki besin düzeyi sabit olduğunda, atalarınız bir nevi otomatik pilotta sabit bir hızla ilerliyordu. Sadece besin düzeyleri değiştiğinde hareketlerinin sıklığı değişiyordu.8 Peki, bu ilk yaratıklar kimdi? Tek hücreli bakterilerdi. İsimlerinden anlaşılacağı gibi, tek hücreden oluşuyorlardı. Karşılaştırırsak: Vücudunuzda 37,2 trilyon hücre var.9 Bu hücreler etkileşime girerek yalnızca yüzmenizi ve yuvarlanmanızı değil, aynı zamanda koşmanızı, zıplamanızı, gülmenizi, şarkı söylemenizi ve bağırmanızı da sağlıyor. Ama tek hücrenin davranışı bile kendi tepkisine ket vurarak alışkanlık yaratabilir.
Tek hücreli organizmaların yeryüzünde belirmesinden yıllar sonra, çok hücreli basit organizmalar ortaya çıkmıştır. Bu organizmalar birbiriyle “konuşabilen” nöronlara sahiptir. Konuşma ihtimalleri zamanla değişir. Bir nöron başka bir nörona ilk mesajı gönderdikten sonra, mesela bir duyusal nöron bir motor nörona kötü koku hakkında bilgi ilettikten sonra koku hâlâ mevcut olsa bile genellikle sinyallerinin sıklığını azaltır.10 Sonuç olarak, o kokudan uzaklaşmaya çalışmak gibi davranışsal tepkiler azalır. Aynı süreçler insan beyninde de gerçekleşir. Duman kaplı bir odada birkaç dakika geçirdikten sonra tütün kokusunu fark etmemeye başlamanızın ve ilk başta sizi son derece rahatsız eden arka plan gürültüsüne giderek alıştığınızı görünce şaşırmanızın nedenlerinden biri de budur. Bu temel prensibi açıklamak için zaman yolculuğuna çıkarak 1804 yılında Avusturya’nın Viyana kentine gidelim. Yirmi dört yaşındaki İsviçreli hekim Ignaz Paul Vital Troxler, görme duyusu üzerinde çalışırken hayret verici bir keşif yaptı.
Gözlerini yakın mesafeden bir görüntüye yeterince uzun süre sabitlediğinde görüntünün kayboluyormuş gibi göründüğünü fark etti. Kendiniz de deneyebilirsiniz. Bu kitabın iç kapağındaki renkli görüntüyü bulun (ortasında siyah nokta olan bir dikdörtgen). Yaklaşık otuz saniye boyunca gözlerinizi hareket ettirmeden siyah artı işaretine sabitleyin. Renkli bulutlar kısa sürede kaybolacak ve gri bir hiçliğe dönüşecektir. Bunun nedeni, beyninizin değişmeyen şeylere tepki vermeyi bırakmasıdır.* Gözlerinizi hareket ettirdiğinizde renk farkındalığını hemen yeniden kazanacaksınız. Onları tekrar göreceksiniz. Gözlerinizi hareket ettirmekle beyninize gelen girdileri değiştirirsiniz. Elbette beyninizin fark etmeyi bıraktığı tek şey, sabit gökkuşağı rengi bulutlar değil. Zamanla ayağınızdaki çorabı hissetmeyi ya da klimanın durmak bilmeyen vızıltısını duymayı da bırakırsınız. (Belki tam şu anda arka plandaki bazı gürültüleri fark etmiyorsunuzdur.)
Çok daha karmaşık durumlara da alışırsınız (zenginlik, yoksulluk, güç, risk, evlilik ve ayrımcılık gibi). Bu tür alışmalarda, farklı nöronlar arasında aktif inhibisyon devreye girer.13 Örneğin, komşunuz Bayan Wheeler’ın Finley adında yeni bir Alman kurdu sahiplendiğini düşünün. Finley devamlı havlıyor. İlk başta havlamaları sizi irkiltiyor, her birini fark ediyorsunuz. Ama bir süre sonra beyniniz durumun bir “modelini” (içsel temsilini) yaratıyor (“Ne zaman Bayan Wheeler’ın evinin önünden geçsem Finley havlayacak”).14 Böylece havlamayı öngörüyorsunuz. Bu durumda (“Finley havladığında”), beyniniz bu deneyimi modelle (“Ne zaman Bayan Wheeler’ın evinin önünden geçsem Finley havlayacak”) karşılaştırır. Deneyim modelle eşleşirse tepkiniz (sinirsel, duygusal, davranışsal) inhibe edilir, yani engellenir.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Kişisel Gelişim
- Kitap AdıBaşkalarının Aklı
- Sayfa Sayısı252
- YazarTali Sharot, Cass R. Sunstein
- ISBN9786051983660
- Boyutlar, KapakKarton Kapak,
- YayıneviDomingo Yayınevi / 2025