Amerikalı yazar Kate Chopin’in dokuz kısa öyküsünden oluşan bu kitaptaki hikâyelerin neredeyse tamamı, Kanada’nın Acadia (bugünkü Nova Scotia) kırsalında ya da Acadia halklarının göç ettiği Louisiana’da geçer ve Fransızca konuşan Acadia, Creole ve Cajun halklarının yaşantısına odaklanır.Chopin’in bu kısa öykülerindeki kadın karakterler içlerindeki tutkuyu keşfetme, kabullenme ve duygularına teslim olma yetenekleriyle yazarın kült romanı Uyanış’ın başkarakteri Edna’nın öncülüdürler. Her seferinde karar veren, harekete geçen, inisiyatifi alan, olayların seyrini değiştiren bu kadın karakterler aynı yaratıcıları gibi, kaleme alındıkları döneme göre zamanlarının ötesinde istisnai bir zihinsel özgürlüğe ve cesarete sahipler.
DÉSIRÉE’NIN BEBEĞI
Güzel bir gündü; Madam Valmondé, arabasıyla Désirée’yi ve bebeğini görmeye L’Abri’ye gitti.
Désirée’yi bir bebekle düşünmek onu güldürdü çünkü Desirée’nin neredeyse bir bebek olduğu günler daha dün gibiydi; Mösyö, onu Valmondé’nin giriş kapısından atla geçerken büyük taş sütunun gölgesinde uyur bulmuştu.
Ufaklık onun kollarında uyanmış ve “Dada” diye ağlamaya başlamıştı. Tüm yapabildiği ya da söyleyebildiği buydu. Kimileri, kaybolmuş ve oraya kendi başına gelmiş olabileceğini düşünmüştü, zira yeni yeni yürüdüğü yaştaydı. Yaygın kanı, çadır bezi tenteli arabalarıyla seyahat eden bir grup Texas’lı tarafından kasten bırakıldığıydı. Akşamüzeri, Coton Maïs’in plantasyonun hemen aşağısında işlettiği feribotla suyu geçmişlerdi. Zamanla Madam Valmondé, biri hariç tüm iddiaları bir kenara bıraktı. Çocuksuz olduğunu gören Tanrı hayırlı bir müdahaleyle ona şefkatini verebileceği bir evlat bağışlamıştı. Kız büyüdükçe güzel ve iyi kalpli, sevgi dolu ve içten biri olmuştu – Valmondé’nin idolüydü.
Tevekkeli değil, on sekiz yıl önce bir gün gölgesinde uyuyakaldığı taş sütunun önünde dururken, oradan atıyla geçen Armand Aubingy onu görmüş ve âşık olmuştu
Tüm Aubingy’ler böyle severdi, tabancayla vurulmuş gibi. Şaşılacak şey, ona daha önce âşık olmamasıydı; onu çocukluğundan beri tanıyordu. Annesi Paris’te öldükten sonra babası onu alıp L’Abri’ye getirdiğinde Armand daha sekiz yaşındaydı. O gün, onu kapıda gördüğünde içinde uyanan tutku bir çığ, bir bozkır yangını ya da tüm engelleri aşan herhangi bir şey gibi yayılmıştı.
Mösyö Valmondé nesnel bir tavır takınmış, her şeyin enine boyuna düşünülmesini istemişti. Her şeyden kastı kızın bilinmeyen nesebiydi. Armand kızın gözlerine bakmış ve gerisini umursamamıştı. Kendisine kızın bir soyadının olmadığı hatırlatıldı. Desirée’ye Louisana’ nın en eski ve en onurlu soyadını verebilirdi, bir ismin ne önemi vardı ki? Paris’ten corbeille1 sipariş etti ve gelene kadar sabırla kendini tuttu; akabinde evlendiler.
Madam Valmondé, Désirée’yi ve bebeği dört haftadır görmüyordu. L’Abri’ye vardığında, her zamanki gibi mülkün ilk manzarasıyla ürperdi. Burası uzun yıllar boyunca bir hanımın sevecen varlığından yoksun kalmış hüzünlü bir yerdi, zira Mösyö Aubingy kendi toprağını asla terk etmeyecek kadar çok seven karısıyla Fransa’da evlenmiş ve onu oraya gömmüştü. Bir kukuleta gibi keskin bir eğimle simsiyah aşağı inen çatı, sarı sıvalı evi çevreleyen balkonların ötesine uzanıyordu. Yakınındaki büyük, heybetli meşeler sık yapraklı upuzun dallarıyla evi bir tabut örtüsü gibi gölgeliyordu. Genç Aubingy’nin katı kuralları vardı. Rahat ve hoşgörülü eski efendileri hayattayken mutlu mesut yaşayan zenciler, onun idaresi altında neşeyi unutmuşlardı.
Yavaş yavaş eski gücüne kavuşan genç anne bir kanepeye krem rengi muslinler ve danteller içinde boylu boyunca uzanmıştı. Bebek yanında, kolunun üzerindeydi, memesinde uyuyakalmıştı. Melez hemşire kadın bir pencere kenarına oturmuş yelpazeleniyordu.
Madam Valmondé iri bedeniyle eğildi ve Désirée’yi öptü, kısa bir süreliğine ona şefkatle sarıldı. Sonra çocuğa döndü.
“Bu bebek değil!” diye ünledi şaşkın bir ses tonuyla. O günlerde Valmondé’de Fransızca konuşuluyordu.
“Şaşıracağını biliyordum,” diye güldü Désirée, “ne kadar da büyüdü küçük cochon de lait!1 Bacaklarına bak anne, ellerine ve tırnaklarına – gerçek tırnaklar. Zandrine onları bu sabah kesmek zorunda kaldı. Öyle değil mi Zandrine?”
Kadın örtülü başını soylu bir edayla öne eğdi, “Mais si, madame ,”dedi.
“Nasıl ağladığını bir duysan,” diye devam etti Désirée, “kulakları sağır ediyor. Geçen gün Armand onu ta La Blanche’ın barakasından duydu.”
Madam Valmondé gözlerini çocuktan hiç ayırmamıştı. Onu kucağına aldı ve en ışıklı pencereye yürüdü. Bebeği titizlikle inceledi, sonra pencereden tarlaları seyreden Zandrine’e sorgularcasına baktı.
“Evet, çocuk büyümüş ve değişmiş,” dedi Madam Valmondé, onu yavaşça annesinin yanına bırakırken. “Armand ne diyor?”
Désirée’nin yüzü mutluluğun ta kendisiyle aydınlandı.
“Ah, Armand cemaatin en gururlu babası, kendisi kabul etmese de sanırım en çok ismini devam ettirecek bir oğlu olduğu için; ama kız olsaydı da severdim diyor. Fakat ben bunun doğru olmadığını biliyorum. Beni memnun etmek için öyle söylüyor. Ve anne,” diye ekledi Madam Valmondé’nin başını aşağıya, kendine doğru çekerek ve fısıltıyla konuştu, “hiçbirini cezalandırmadı –birini dahi– bebek doğduğundan beri. İşten kaçmak için bacağını yakmış numarası yapan Négrillion’u bile; sadece güldü ve Négrillion’un büyük bir sahtekâr olduğunu söyledi. Ah, anne o kadar mutluyum ki korkuyorum.”
Désirée’nin söyledikleri doğruydu. Evlilik ve ardından oğlunun doğumu, Armand Aubingy’nin buyurgan ve müşkülpesent mizacını bir hayli yumuşatmıştı. Bu, iyi huylu Désirée’yi fazlasıyla mutlu etmişti zira ona çılgınca âşıktı. Armand sinirlendiğinde Désirée titriyor ama onu yine de seviyordu. Gülümsediğinde bunu Tanrı’nın en büyük lütfu sayıyordu. Neyse ki Armand’ın esmer, yakışıklı yüzü ona âşık olduğu günden beri sıkça somurtmadığı için biçimsizleşmemişti.
Bebek üç aylıkken Désirée bir gün havada huzurunu tehdit eden bir şey olduğu inancıyla uyandı. Önceleri bu şeyi kavraması fazlasıyla güçtü, huzursuzluk veren bir imadan ibaretti: siyahlar arasında gizemli bir hava; sudan bahanelerle ziyarete gelen alakasız komşular. Ardından kocasının tavrındaki tuhaf, korkunç ve nedenini sormaya cesaret edemediği değişim. Armand onunla konuşurken sevgi ışığı sönmüş izlenimi veren gözlerini kendisinden kaçırıyordu. Eve gelmiyor, geldiğinde de açıklama yapmaksızın onun ve çocuğunun yanında vakit geçirmekten imtina ediyordu. Kölelere de sanki şeytan aniden ruhunu ele geçirmiş gibi davranıyordu. Désirée öylesine perişandı ki ölebilirdi.
Sıcak bir öğle üzeri üzerinde peignoir’ıyla odasında oturmuş parmaklarını omuzlarına dökülen uzun, ipeksi kahverengi saçlarının arasında dalgın dalgın gezdiriyordu. Bebek etrafı saten cibinlikli, ihtişamlı bir tahta benzeyen büyük maun yatağında yarı çıplak uyuyordu. La Blanche’ın küçük quadroon1 oğullarından biri –o da yarı çıplaktı– bebeğin başında durmuş, tavus kuşu tüyünden bir yelpazeyi aheste aheste sallıyordu. Désirée etrafını saran tehditkâr sise nüfuz edebilmek için çabalarken düşünceli ve üzgün gözlerini bebeğe dikmişti. Bakışlarını bebeğinden onun yanında duran oğlana, sonra bebeğine tekrar tekrar kaydırdı. “Ah!” İçinde tutamadığı, dudaklarından bilinçsizce dökülen bir haykırıştı bu. Damarlarındaki kan buz kesmişti, yüzü yapış yapış nemlenmişti.
Désirée quadroon çocukla konuşmaya çalıştı, ne var ki ilk denemesinde sesi çıkmadı. Oğlan adının söylendiğini duyunca başını kaldırıp baktı; hanımı kapıyı işaret ediyordu. Devasa yumuşak yelpazeyi bir kenara bıraktı ve cilalı yer döşemesinin üzerinde çıplak ayak parmaklarının ucuna basa basa usulca odayı terk etti.
Désirée bakışlarını çocuğuna mıhlamış hareketsiz duruyordu ve yüzü dehşet içindeydi.
Kocası odaya girdi, onu fark etmeden masaya yürüdü ve üzerini kaplayan kâğıtlar arasında bir şey aramaya koyuldu.
“Armand,” diye seslendi Désirée, eğer içinde biraz insanlık varsa onu kalbinden hançerlemesi gereken bir ses tonuyla. Fakat o, fark etmedi bile. “Armand,” dedi yeniden Désirée. Sonra ayağa kalktı ve ona doğru yürürken sendeledi. “Armand,” diye inledi bir kez daha onun kolunu kavrayarak, “çocuğumuza bak. Bu ne demek? Söyle bana.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Öykü
- Kitap AdıBir Çift İpek Çorap
- Sayfa Sayısı96
- YazarKate Chopin
- ISBN9789750751424
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bir Dükkânı Beklemek ~ Uğur Nazlıcan
Bir Dükkânı Beklemek
Uğur Nazlıcan
“Bir Dükkânı Beklemek” “… elimde filmler, cebimde kırıntılarla dolaşmasam, ben kendimin masal kuşu olmaktan, kendi yolumu kendime kaybettirmekten kurtulur muyum?” Uğur Nazlıcan ilk kitabı...
- Yüzyılın Skandalı ~ Gabriel Garcia Marquez
Yüzyılın Skandalı
Gabriel Garcia Marquez
Bu yazılardaki öncelikli amacım, ortalama okurlara her hafta bir şeyler öğretebilmek, beni asıl ilgilendiren onlar, ki öğrettiğim şeyler her şeyi bilen uzman okurlara apaçık...
- Oğlum, Ben Çocukken… ~ Aytül Akal
Oğlum, Ben Çocukken…
Aytül Akal
Anne, büyüdüğümün farkında mısın? Anne, kimse odama girmesin! Anne, sen uzaydan mı geldin? Alo anne, ben âşık oldum!.. Her kitapta, genel bir çatı öykü...