Klasik bir edebiyat eserinden çağdaş bir başyapıt yaratmak…
Daniel ve Dina Nayeri kardeşlerin, yayımlandığı her ülkede büyük yankı uyandıran “Bir Başka” serisi, dünya edebiyatına mal olmuş klasik eserlerin modern çağa uyarlanarak yeniden yorumlanmasından doğan sıra dışı bir edebiyat projesi. Bu projenin ilk meyvesi ise Goethe’nin ölümsüz eseri Faust’tan esinlenerek kaleme alınmış Bir Başka Faust.
Bir Başka Faust, şeytanla bahse giren insanoğlunun zaaflarını, hırslarını, sırlarını ve sınırlarını gözler önüne seren esrarengiz bir kurguyla buluşturuyor okurlarını.
“Yetenekli” çocukların hayatlarını cehenneme çeviren Marlowe Okulu’na hoş geldiniz!
Aynı gece, dört ayrı şehirde, dört çocuk ortadan kaybolur. Aradan yıllar geçse de onları ne gören olur ne de onlardan bir haber alan… Ta ki bu seçilmiş çocuklar genç, tuhaf ve bir o kadar güzel bir kadın olan Madam Vileroy ile birlikte New York’taki özel bir partide ortaya çıkana kadar. Madam Vileroy’un “Faust”lar olarak adlandırdığı bu gençlerin insanüstü yetenekleri ve gizemli yaşam öyküleri, yeni kaydoldukları Marlowe Okulu’na, onlardan önce ulaşmayı başarmıştır.
Madam Vileroy tarafından bu gençlere bahşedilen yetenekler, onların Marlowe’da kısa sürede sivrilmelerine sebep olur. Hile yapmak, çalmak, yalan söylemek ve zaman-mekan kavramlarıyla oynamak gibi konularda özel meziyetleri olan bu gençlerin yapamayacakları şey yoktur. Ancak, Madam Vileroy’un sunduğu bu özel güçlerin gittikçe karanlıklaşmaya başlayıp daha karmaşık bir hal almasıyla işlerin rengi değişir. Amaçlarına ulaşmak için şeytanla pazarlığa oturmuş lanetli bedenlerin açığa çıkardığı bazı şok edici sırlar, affedilmesi güç günahlardan bile daha korkutucudur.
İnsanların ruhunu mesken tutan yüzyıllık bir dilemma, yepyeni bir anlatım biçimi ile günümüz dünyasına taşınarak, ürpertici bir okuma deneyimi sunuyor.
Bölüm 1
Küçük Oyunumuz
Avrupa’da bir kır evi Dışarıdan bakıldığında ev bir sükûnet abidesi gibiydi, sanki bir tablodan fırlamıştı. Genç ve sevimli bir ailenin, çağdaş yaşamın günlük keşmekeşinden kaçmak için kullanacağı türden bir sığınağa benziyordu. En yakın yerleşim yerinden oldukça uzakta, ormanlık bir alandaydı. Küçük ormanın çevresinde dönümlerce kırlar, onların ötesinde de birbiri ardına tepeler uzanıyordu. Ağaçların arasında, ormanın bu kısmının temizlendiğini gösteren eski ağaç kökleri ve güzel kokulu çiçekleriyle bir açıklık vardı; ıssız kır evi işte bu açıklıktaydı. Büyük ahşap kapının arkasındaysa, mutlu bir aile tatili sahnesinden eser yoktu. Dışarısının kaygısız cazibesi yalnızca bir yanılsamadan ibaretti, çünkü evin içi kasvetliydi, karanlık katmanlara bürünmüştü. Ara sıra bir ses yankılanıyordu ve sağa sola açılan bir sürü koridor varmış gibi görünüyordu. Ama çok geçmeden ortalık yeniden sessizliğe gömülüyordu. Kısmen gölgede kalmış bir köşede, bir kadın oturuyordu. Sarışındı ve tepeden tırnağa simsiyah bir elbiseye bürünmüştü; sanki içeri girecek küçücük bir güneş ışığının bile kendisini yakmasından korkuyormuş gibi görünüyordu. Oturduğu yerde kitap okurken arada sırada hızla kafasını kaldırıyor, dikkatini bir şeye yöneltiyordu. “Bicé, Bicé, uyan! Uyan çabuk!” Belle fısıldayarak çığlık atmaya çalıştı.
“Neyin var?” Ama Bicé kımıldamadı. Karanlıkta usulca soluyarak hareketsiz uyumayı sürdürdü. Belle kadını bulmak için el yordamıyla odadan çıktı. “Kardeşime ne yaptın?” diye sordu, onu bulunca. Konuşurken sesi çıkmamıştı, çok fazla yaklaşmaya cesaret edemiyordu. Onun insanı serseme çeviren bakışları altında ürperen Belle korkarak geri çekildi. Kadının sevimli yüzü nedeniyle, tuhaf sol gözü ilk bakışta fark edilmeyebilirdi. Yalnızca tek bir göze bakmak için kim vakit ayırırdı ki? Dünyaca ünlü bir yıldızın bir çili ya da dişindeki bir boşluk gibi mütevazı bir şekilde duruyordu yüzünde. Bir yılanın gözünü andıran bu göz, hem davetkâr görünüyor hem de meydan okuyordu.
Karanlıkla el ele giden bu göz, gölgeleri delip geçiyordu. Yakından bakmaya cüret edenlerin içine kendini belli etmeden sızıyordu; bir tür zehir gibi karanlık ve sevgisizdi. Şayet bu gözün bakışına yakalanırsanız oldukça sıradan öteki gözün aksine, her biri değişik gök mavisi tonunda, güçlükle fark edilebilir dört parçaya bölünmüş olduğunu görebilirdiniz. Sanki ortasında küçük bir haç yanıyor ve kendi biçimini korurken, gözü sonsuza kadar çatlatıyor gibiydi. Belle’i kendisine bakmaya kışkırtan göz alevler saçıyordu. Kadın yere yığılmış Bicé’ye göz ucuyla bile bakmadan, “Bir şeyi yok, canım. Artık çok daha mutlu olacak,” dedi. “Sen neden söz ediyorsun? Neredeyse ölmüş gibi. Kardeşimi incittin, oysa söz vermiştin…” “Ölmedi, canım. Yalnızca dinlenmesi gerek. Uyandığında mutlu olacak, yine seni sevecek, çünkü hiçbir şey hatırlamayacak.”
Belle gergin parmaklarını gür, siyah saçlarının arasında dolaştırdı. “Söz mü? Tamamen normale döneceğine ve hiçbir şey hatırlamayacağına söz veriyor musun?” “Yani, canım… ‘Tamamen’ normale dönecek demedim. Tanıştığımızda hiçbiriniz tamamen normal değildiniz.” “Bicé öyleydi.” Belle kadına daha iyi bakmaya çalışırken kısa bir sessizlik çöktü. İtalya’da kilisenin bahçesinde karşılaştıklarından beri Belle onu olağanüstü buluyordu; şimdiye dek gördüğü en güzel kadın oydu. Kendi annesinden çok daha güzeldi.
Şu gözü unutmak işten bile değildi. “Yüzün çok güzel,” dedi Belle, onu daha iyi görebilmek için gözlerini kısarak. “Güzel yüzleri düşünerek çok fazla zaman harcıyorsun belli ki.” Belle gülümsedi. “Kardeşimin yanına döneyim.” Tam ayrılmak üzereyken durup yeniden kadına baktı. “Diğer çocukları pek sevmedim.” “Onlardan hoşlanmayı öğreneceksin, ayrıca bu akşam yeni biriyle tanışacaksınız.” “Şimdi oraya mı gidiyorsun?” diye sordu, Belle. “Yalnızca dördümüz olduğunu sanıyordum.” “Hayır, canım. Birini daha almam gerekiyor.” Belle bir heyecan dalgası hissetti, ama kadınla göz göze gelince heyecanın yerini derin bir korku aldı. Bakışlarını indirip koşarak odadan çıktı. Bir süre sağa sola çarptıktan sonra kardeşinin uyuduğu odayı buldu. Yatağın kenarına ulaştığında Bicé’nin kımıldandığını ve gözlerinin açık olduğunu fark etti. “Günaydın,” dedi Bicé, tatlılıkla. Roma’daki son saatlerinden bu yana ilk kez sakindi ve ilk kez Belle’e kibar davranıyordu. Belle ikiz kız kardeşine gülümseyerek karşılık verdi. Odanın kesif karanlığında bile kardeşinin yüzünü, kendi yüzünün o kusursuz yansımasını görebiliyordu. Bicé’nin neler düşündüğünü merak etti.
Belle bekledi, ama Bicé konuşmadı. Bir süre sonra Belle içini çekti. “Annemi özlüyorum,” dedi. Bicé kardeşini hayretler içinde bırakarak bir kahkaha attı. “Dalga mı geçiyorsun?” Belle hiçbir şey söylemedi. Bekledi yalnızca. “Bazen çok tuhaf konuşuyorsun, Belle.” “Annemizi özlemenin neresi tuhaf?” “Belki de gerçek annemizi bebekliğimizden beri görmediğimiz için tuhaftır, ne dersin?” Belle’in yüreği ağzına gelmişti. “Doğru ya.” Buna inanamıyordu, ama doğruydu işte. Tıpkı kadının söylediği gibi, Bicé hatırlamıyordu. Her şeyi unutmuştu. Evlatlık verildiklerini düşünüyordu. En başından beri burada olduklarını, bebekliklerinden bu yana içerideki kadınla yaşadıklarını düşünüyordu. Üstelik daha da önemlisi Belle’i yine seviyordu. “Korkmana gerek yok Bicé. En azından birlikteyiz,” dedi Belle, başını kardeşinin omzuna koyarak. Ama Bicé yine bir kahkaha savurdu. “Budala,” dedi, eskiden yaptığı gibi Belle’in kuzguni saçlarını okşayarak. O gece kızlar karanlık odada saklanıp güzel kadının gelmesini beklediler. Belle bir yığın yalan yanlış anıya karşın eskisi gibi mutlu ve enerjik olan kardeşini izledi ve ona hiçbir şey söylememeye, büyüdüklerinde bile bu konudan söz etmemeye karar verdi. Tüm sırlarını gizli tutacaktı. Her şeyin tadını çıkaracaktı.
Birkaç saat bekledikten sonra Belle ve Bicé uykuya daldılar. Ortalık zifiri karanlık olduğundan ve dışarı çıkmalarına izin verilmediğinden saati anlamak güçtü. Belle birkaç kez Bicé’nin uykusunda konuşmasıyla uyandı. İnlemeleri ve bağırışları arasında “Burada ne işim var benim!” ve “Belle, yardım et bana!” gibi şeyler söylüyordu. Kadın bunun bir süre böyle devam edeceğini söylemişti. Belle uzun, yavaş bir gıcırtıyı ve giderek yaklaşan iki çift ayak sesini fark ettiğinde halen uyku sersemiydi. Birinin kısık sesle, çabuk çabuk konuştuğunu duydu. Gelenleri görmek için koşarak odadan çıktı. “Yeni ailenle tanış, Christian,” dedi kadın, yanındaki kızıl saçlı oğlana.
Daha iyi görebilmek için gözlerini kısan Christian, gergin tavırlarla çevresini süzdü. Tam o sırada bir çift ayak daha, koridorda dikilen Belle’in yanından geçti. Bu, o korkunç kız, Victoria’ydı. Belle onunla yeni tanışmıştı, ama Bicé bebekliğinden beri onu tanıdığını sanıyordu. “Burası da ne, bir yetimhane mi?” diye sordu oğlan, kadına. “Hayır, canım, siz kimsesiz değilsiniz. Ben sizin annenizim artık.” “Benim adım Victoria. Buraya önce ben geldim.” Belle, Christian’a doğru birkaç adım attı. Oğlanın üzerinde yırtık pırtık bir pantolonla, Celtic 31 yazılı paçavraya dönmüş bir gömlek vardı. “Niye bu kadar kirlisin?” diye sordu Belle. Christian sokakta futbol oynamak ve bozuk bir duşla ilgili birtakım mazeretler mırıldandı. “Benim evimde, Christian, dünyadaki her şeye sahip olacaksın,” dedi kadın, soğuk ve yatıştırıcı bir sesle. Christian bu sırada öteki odada birinin inleyerek yardım istediğini duydu. Çevresine bakınırken, “Burası pek bana göre değil sanırım,” dedi.
“Elbette sana göre, bir tanem. Hepinize göre.” Tam o sırada Bicé yine çığlık atınca Christian yerinde sıçradı. “Bu da kim?” “Ah, sorun yok, canım.” “Ben… Ben senin kim olduğunu ve bunun ne olduğunu bilmiyorum. Ama burada olmak istemiyorum.” “Elbette istiyorsun, Christian.” “Hayır, istemiyorum. En başından beri seninle takıldığım için pişmanım.” Christian güçlükle soluyordu ve usulca gerilmeye başlamıştı. “Çok yazık,” dedi kadın.
“Hayır, hiç de değil! Bırak gideyim! Gitmek istiyorum…” Belle yalnızca bir an için başka tarafa bakmıştı. Ardından içeride soğuk bir rüzgâr esti ve kadının siyah elbisesi dalgalandı. Bulunduğu köşeden çıkan kadın, pencereden süzülen zayıf ışık demetinin içindeydi şimdi. Belle, odanın kusursuz karanlığında, kadının yüzünden iblislerinkini andıran bir ifadenin gelip geçtiğini sandı. Bir tür canavar mı acaba, diye sordu kendi kendine. Kadın müthiş bir hızla Christian’a atıldı; elbisesi ikisinin de üzerinde gürültüyle dalgalanarak, Belle’in duyduğunu sandığı çığlığı bastırmıştı. Christian artık yerde kımıltısız yatıyordu, yüzünde acı dolu bir ifade donup kalmıştı. Kadın karnı doymuş bir yırtıcı gibi ışık huzmesinden çıkıp köşesine döndü. Sandalyesine oturduğunda her zamanki gibi sıcacık gülümsüyordu. Birkaç saniye boyunca Belle, kımıldayamayacak kadar dehşete düşmüştü. Sonra küçük adımlarla ışığın gitmeye cesaret edemediği köşeye, kadının sandalyesine yaklaştı. Şimdi bile Belle bu garip kadının inanılmaz güzelliğini düşünmeden edemiyordu. Belle’e arkası dönük oturan kadının yanında duran eski püskü sehpanın üzerinde bir mektup vardı. Kadın, bir oyuncakla oynar gibi, uzun ve zarif parmaklarını sararmış kâğıdın üzerinde dolaştırıyordu. Umursamaz tavırlarla, manikürlü tırnaklarını kenarlara sürtüyordu. Belle daha fazla yaklaşmak istemedi, ama yazılanları okumak için yakına gelmesine gerek yoktu. Büyük, çocuksu bir el yazısıyla yazılmıştı mektup.
Kime: Duvar Phineas, Celtic 31
Kimden: Christian W.
Sevgili Bay Duvar, Dünkü maçta muhteşemdiniz! Topun o şekilde hareket ettiği o vole vuruşunu nasıl yapıyorsunuz? Hep o kötü formaları mı giyiyordunuz? Büyüyünce üzerinize olmayanları ne yaptınız? Size yazıyorum, çünkü bazı önemli yetişkin meselelerini halletmem gerekiyor. Artık sorumluluklarım var, büyüdüm; bu yüzden ciddisinden bir soru daha, para kazanan bir oyuncu olmak için nasıl daha iyi oynayabilirim ve kimle sözleşme imzalarım? Bana söyleyebilirsiniz, çünkü ben yalnızca bir çocuk değilim. Bakmam gereken biri var artık ve bunun gibi başka işler. Biraz kafayı üşüttü ve bana ihtiyacı var. Bu yüzden işleri ben halledeceğim. İkimiz için de. Söylesenize, hayatta yaptığınız en kötü şey ne? Yapabileceğiniz en kötü şey ne? Diyelim ki biri size teklifte bulundu ve sizin de muhtemelen bakmanız gereken birileri var. Bana kalsa neredeyse her şeyi yapabilirim.
Dostunuz,
Christian
Not: Eski formalarınızı atıyorsanız birini ben alabilir miyim?
Belle yüzünün kızardığını hissetti. Celtic gömleği giymiş kızıl saçlı oğlanın yanına koştu. “Ona ne yaptın?” diye sordu kadına, diz çöküp çocuğun soğuk yüzüne dokunurken. Yanağını Christian’ın yanağına dayayıp elini tutarken Victoria, oğlanı ayağıyla dürttü. Victoria’yı kenara itip bir yanıt alabilmek için kadının yanına koştu. Kadın arkasını dönmedi. Çaldığı mektubu okşayarak öylece oturmayı sürdürdü. “Kızlar, öyle görünüyor ki Bicé gibi Christian da küçük oyunumuza katılmayacak.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıBir Başka Faust
- Sayfa Sayısı408
- YazarDaniel & Dina Nayeri
- ISBN9786058629165
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviDelidolu /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Fırtınada Yanacaksın ~ John Verdon
Fırtınada Yanacaksın
John Verdon
New York’un sessiz sakin kasabası White River’da bir keskin nişancı dehşet saçıyor ve öldürülen polisin telefonuna bir uyarı mesajı geliyor. Kimsenin kimseye güvenmediği soruşturmaya...
- Olasılıksız ~ Adam Fawer
Olasılıksız
Adam Fawer
Gelin, olasılıktan söz edelim. İlk önce, olasılık dediğimizde en sık akla gelen çekilişlerden, piyangolardan söz edelim. Amerika’daki en büyük piyangoyu, Povverball’ı kazanabilme olasılığı 120.000.000’da...
- Evlilikler ~ Doris Lessing
Evlilikler
Doris Lessing
Evlilikler, 2007 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Doris Lessing’in, bilimkurgu, fantezi ve siyaseti harmanlayan politik bilimkurgu başyapıtı “Argos’taki Kanopus Arşivleri” dizisinin ikinci cildi. Lessing, bağımsız olarak da okunabilen bu kitabında, anaerkil bir...