Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bilinmeyen Ülkede Yolculuk
Bilinmeyen Ülkede Yolculuk

Bilinmeyen Ülkede Yolculuk

David Park

Dünyanın kardan bir pelerine büründüğü, yolların uçsuz bucaksız bir beyazlıkta kaybolduğu bir kış gününde karşılaşabileceği tüm tehlikeleri göze alan Tom, Sunderland’daki öğrenci evinde mahsur…

Dünyanın kardan bir pelerine büründüğü, yolların uçsuz bucaksız bir beyazlıkta kaybolduğu bir kış gününde karşılaşabileceği tüm tehlikeleri göze alan Tom, Sunderland’daki öğrenci evinde mahsur kalan hasta oğlunu eve getirmek için arabasıyla Belfast’tan yola çıkar. Fakat bu yalnız yolculukta ona; Noel neşesini bin bir çabayla aileye geri getirmeye kararlı karısı, eve dönüşünü sabırsızlıkla bekleyen küçük kızı, ne kadar uğraşırsa uğraşsın bir türlü bağ kuramadığı oğlu, hayal kırıklıklarıyla dolu kariyeri ve kendini gaipten bir ses olarak hatırlatan diğer oğlu Daniel eşlik edecektir.

Çağdaş İrlanda edebiyatının son yıllarda adından övgüyle söz ettiren, ödüllü yazarlarından David Park’tan babalar ve oğullar, peşimizi bırakmayan sırlar ve duyguların donup yeniden canlandığı anlar üzerine yalın, şiirsel, ustalıklı bir üslupla yazılmış unutulmaz bir roman.

“David Park, İrlanda’nın en önemli romancılarından biri.”
-Roddy Doyle

“Her cümlesi hissedilerek yazılmış bu eserinde Park, sivri tepeleriyle, tekinsiz uçurumlarıyla nefes kesici vecesur bir romana imza atıyor.”
-Claire Kilroy, The Guardian

“Baba oğul ilişkilerini hümanist bir yaklaşımla ele alan, paylaşmaktan mutluluk duyacağım, zarif bir roman.”
Brian McGilloway, Irish Times, Yılın Kitapları

David Park: 1953’te Belfast’ta doğdu, Belfast Queen’s Üniversitesi’nde eğitim gördü. Eğitim alanında yaptığı kariyerinde özellikle okul müfredatlarında yaratıcılık alanının geliştirilmesine katkıda bulundu. İlk romanı The Healing (1992) Ulster McCrea Üniversitesi Edebiyat Ödülü ve Yazarlar Kulübü İlk Roman Ödülü’ne layık bulundu. Bunu The Rye Man (1994) ve yine Ulster McCrea Üniversitesi Edebiyat Ödülü’nü kazanan Stone Kingdoms (1996) izledi. 2002 tarihinde yazdığı The Big Snow ile edebiyat dalında Belfast Sanat Ödülü’nün sahibi oldu. 2004’te yayınlanan Swallowing the Sun Kerry Group İrlanda Kurmaca Ödülü ve İrlanda Yılın Romanı Ödülü’ne aday gösterildi 2008 tarihli The Truth Commissioner birçok dile çevrilmesinin yanı sıra BBC Radio 4 programında yayınlanan kurmaca kitaplardan biri oldu. Onu 2012 yılında Uluslararası Impac Ödülü adaylarından olan The Light of Amsterdan ve The Poets’Wiwes (2014) izledi. 2018 yılında yayınlanan ve İrlanda Kitap Ödülü adaylarından olan Bilinmeyen Ülkede Yolculuk aynı yıl Irish Times tarafından yılın kitabı seçildi. Yazar halen Kuzey İrlanda’nın Down ilçesinde yaşamaktadır.

*

Donmuş topraklara giriyorum ama hangi ülkeye ait olduğunu bilemiyorum. Onu, kimi zaman adeta bir drondan izliyorum, öyle ki aşağıda karla kaplı dağlık arazi, derin vadiler ve göller, aniden yükselen ve bembeyaz dallarını gözlerime değdiren ormanlar seriliyor gözümün önünde. Kimi zaman da dizlerime kadar gömüldüğüm derinliklerinden ufku hiç göremiyorum; nereden geldiğimi, nereye gideceğimi bilmediğim, amacı belirsiz bir yolculuğa devam etmek için debeleniyorum. Dünya örtülmüş, içindeki yaşam, eski taş duvarlar arasında derin kar birikintilerine gömülmüş, çekip çıkaramadığım koyunlar gibi yavaşça boğuluyor. Her şey saklanmış, ışığı bulmalarını engellemek için sıkıca sarıldığım sırlar bile; dünya öyle sonsuz genişliyor ki onu tek bir çerçeveye sığdıramıyorum ve gözlerimi kıstığımda bunu sadece rüzgârın savurduğu karın gözüme girmesini engellemek için yapıyorum. Her şeyin bir amacı olmalı ve ben de ya amacımı bulmalı ya da yorgunluğuma teslim olup başımı bu donmuş toprakların yumuşak karlardan yastığına yaslama ısrarına boyun eğmeliyim. Bruegel’in, köyün ötesindeki ormanda yiyecek aramaktan yorgun argın dönen avcıları da bitkin fakat donmuş gölde avlananlar onları karşılamak ya da nelere katlandıklarını anlamak için acele etmiyor. Diriliş filminde Hugh Glass, oğlunu öldüren adamdan intikamını almak için geri dönüyor.

Her şeyin bir amacı olmalı. Öyleyse bana bu yolculuğu yaptıran ne?

Kar körlüğüyle tökezliyorum, her an bir çatlaktan düşecekmiş ya da bir uçuruma adım atıp ellerim tutunacak bir şey-sonsuz düşüşü durduracak bir şeyarayarak havayı döverken ani bir boşluk şoku yaşayacakmış gibi korkuyorum. Derken gölün kıyısına ulaştım, gözlerim yeniden açıldı ve artık mehtabın ışığında titreşen, donmuş kristalleriyle yıldızlar gibi saçılmış buz kırıklarını görüyorum. O yıldızlar ki soğuklukları kubbeli karanlığı yakarak adeta delikler açıyor.

Orada, uzak kıyıda bir ev duruyor. Işığı yanan bir ev. İçinde çıkmak zorunda olduğum merdivenleri olan bir ev. Fakat bu donmuş gölü geçmeden oraya nasıl ulaşırım? Hem, kim tutacak elimi? Kim yol gösterecek bana şimdi? Arkama dönüp bakıyorum fakat sadece ağaçların arasından geçen, karları döndürüp savuran ve bütün dünyayı ürperten rüzgârı duyuyorum.

 

Birlikte otomobilin ön camındaki kalın kar tabakasını temizliyoruz. Kar, yüzeyde hâlâ yumuşak; bu, sabahın erken saatlerinde bir miktar daha yağdığını gösteriyor fakat eldivenli ellerimiz nihayet cama ulaştığında donmuş bir tabaka ile karşılaşıyoruz, buz çözücü spreyi sıkıyorum. Motoru çalıştırmak ve ön cama sıcak hava vermek için kapıyı açmadan önce ben yan ve arka camlardan olabildiğince çok kar kazırken Lorna da uzun saplı fırçayı kullanarak, kaputu ve tavani gri metal yavaş yavaş ortaya çıkana dek temizliyor. Nefesimiz, aramızda hiçbir konuşma geçmese de dudaklarımızın önünde donuk konuşma balonları oluştururken sabah ışığı yüzeyini nabız gibi titretecek şekilde karın içine işliyor. Fakat varlığı sıcaklık yayan bir yaşamın izine rastlanmıyor, evin etrafındaki sessiz arazilerde şaşkınca yiyecek peşinde koşan bazı yaratıkların bıraktığı gece izleri göze çarpıyor sadece.

Otomobilin kapısını açtığımda yarı donmuş kilit sızlanıp gıcırdıyor, şoför koltuğunun üzerine bir parça kar düşüyor ve onu elimle süpürmeye çalışırken sadece koyu renk su lekelerine dönüştürmeyi başarıyorum. Lorna yolcu koltuğuna geçiyor ve buz gibi otomobilde, bir iglodaki gibi dünyaya kör, oturuyoruz ve dışarıdaki her şeyden korunuyormuşcasına bir an için güvende hissediyoruz kendimizi.

“Bu delilik, Tom,” diye bağırıyor, neredeyse radyatörün sesini bastırarak. “Başka ne seçeneğimiz var?”

“Belki yakında uçak seferleri başlar. Bence bu çok tehlikeli,” diyor sıcak hava üfleyen ızgarayı kendi camına doğru çevirirken.

“Onu orada bırakamayız. Eve getirmemiz lazım.”

Ön cama bakarak oturuyoruz. Havalandırmaya yakın olan kısım şerit halinde açılmaya başlıyor. Fanın gürültüsü kulaklarımda patlıyor.

“Navigasyonu ayarladın mı?”

“Evet.”

Omzunun üzerinden arka koltuğa bir bakış atarak, “Peki, her şeyi aldın mı?” diye soruyor. “Termosları ve yiyecekleri getireceğim birazdan.”

“Evet, sanırım aldım,” derken bir gece önce hazırladığımız amatör acil durum çantasındakileri geçiriyorum zihnimden: İçinde kürek, uyku tulumu, sıcak giysiler, el feneri, bir yığın CD ve her zamanki gibi fotoğraf makinem olacak. Bagajda plastik bir bidonda benzin ve tam olarak anlayamadığım tuhaf bir nedenden ötürü, renkli atları, ay ve yıldızları ile birlikte tastamam halde, on yaşındaki kızımız Lilly’ye ait kahverengi brandadan Kızılderili çadırı duruyor. Tükürsem içine geçer dememe rağmen ısrar etmişti ve benim daha fazla tartışacak enerjim yoktu. Kardan adamı gece bekçisi gibi hâlâ ön bahçede, nöbette dikiliyor.

“Haber vermeyi unutma,” diyor Lorna belki dördüncü kez. “Ha, telefon şarjını da aldın, değil mi?”

Başımı sallayarak onaylıyorum, ön camın bir parçası daha açılırken.

“Başında bekleyince tencere kaynamak bilmez,” diyorum, nefesim süreci hızlandıracakmış gibi başımı cama doğru uzatırken.

“Feribot kaçta kalkıyor?”

“Yedi buçuk. Epey vakit var daha,” diyorum ama sonra “her şey yolunda giderse,” diye ekliyorum çünkü eşi benzeri görülmemiş kar yağışı ve tüm ülkenin donup kaldığı

düşünülürse hiçbir şey artık kesin görünmüyor; üstelik sadece zaman ile mesafe arasındaki ilişki de değil, bir zamanlar kafamızdaki haliyle dünyayı oluşturan her şey rayından çıkmış gibi.

Camın üzerinde küçük bir delik beliriyor ve tek başıma olsaydım gözümü oraya dayar, küçük merceğinden süt rengi ışığa bakardım. Günlerimi böyle geçiriyor, dünyaya böyle bakıyorum. Çevresindeki buz gevşeyip cıvıklaşıyor. Işık içeri süzülüyor. Son zamanlarda, dünyanın imgesini, içimde hissettiğim bu bocalayan öngörülemezliği değiştirip nihayet kalıcı hale getirmeyi ümit eden küçük bir iğne deliği kameradan daha fazla bir şey olmadığımı düşündüğüm günler oldu. Sabırsızca silecekleri açıyorum, önce hiçbir şey olmuyor, sonra ön camda isteksizce sarsılarak sürükleniyorlar. Lorna, yüzünü bana bakmak için çevirerek “Ayrıca dikkatli ol. Düzgün sür,” diyor.

Karla uğraşmaktan yanakları kızarmış ve bir tutam saçı yün şapkasının altından dışarı fırlamış.

“Elbette çok dikkatli olacağım. Ne kadar uzun sürerse sürsün oraya sağ salim ulaşacağım ve onu eve getireceğim.” “Noel’de onu orada yalnız bırakmayı göze alamayız. Özellikle de bu Noel’de,” diyor bana fakat benimle olduğu kadar kendiyle de konuştuğunu biliyorum. “İşler yolundayken bile olmaz, ama şimdi o iyi değilken… onu eve getirmek zorundayız.”

“Onu eve getirmek zorundayız,” diye tekrarlıyorum ve buz kesmiş arabada gidecek yer bulamayan kelimeler sessizlik içinde donana kadar havada asılı kalıyor.

Oğlumuz Luke, Noel’e üç gün kala Sunderland’da mahsur kaldı ve Newcastle Havaalanı kapatıldı. Üniversitede okuyor ve Edward döneminden kalma biçimsiz, harap bir evde, tatil için çoktan evlerine dönmüş beş öğrenciyle birlikte kalıyor. Yani tek başına ve iyi değil. Rahatsızlığının ne olduğu telefon konuşmalarından pek anlaşılmıyordu fakat…

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Emma ~ Jane AustenEmma

    Emma

    Jane Austen

    Jane Austen 1815’te 39 yaşındayken tamamladığı Emma’nın en sevdiği romanı olduğunu söyler. Bir taşra kasabasında yaşayan ve iyi bir çöpçatan olduğunu düşünen Emma’nın gerçek...

  2. Kara Kule 1 – Silahşor ~ Stephen KingKara Kule 1 – Silahşor

    Kara Kule 1 – Silahşor

    Stephen King

    I Siyahlı adam çölde kaçıyordu. Silahşor de peşindeydi. Bütün çöllerin tapınağıydı burası. Gök kubbesinin altında her yana doğru sanki milyonlarca kilometre uzanan dev bir...

  3. Büyülenme ~ Hermann BrochBüyülenme

    Büyülenme

    Hermann Broch

    İlk romanı kırk beş yaşındayken yayımlanan Hermann Broch, Nazilerin Avusturya’yı ilhakının ardından sosyalist bir dergi bulundurduğu şüphesiyle kısa süreliğine hapis yattı ancak aralarında James...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur