Nuri Pakdil, 1969’dan 1981’e kadarki süreçte kaleme aldığı denemeleri, ‘Biat’ adı verdiği üç kitapta topladı. Edebiyat Dergisi Yayınları arasında çıkan ‘Biat I’, Haziran 1973’te; ‘Biat II’, Ocak 1977’te ve ‘Biat III’, Nisan 1981’de yayımlandı.
Yabancılaşmaya karşı direnen, medeniyetimizi, dolayısıyla biatı savunan yazar, yazılması on üç yıl süren bu üç kitapta, ‘biat’ kavramını ülke gündemine taşıdı; kültür, sanat ve edebiyat boyutu üzerinde durdu. Çünkü ‘biat’, medeniyetimizi kuran akıl ve iradeyi ortaya çıkaracaktı, ülkemizin öze dönüş yolculuğuna çıkışı biat’la gerçekleşecekti.
Nuri Pakdil, Üç ciltlik Biat kitaplarına aldığı ve yazarlık, edebiyat, yabancılaşma, direniş gibi konular çevresinde derinleştirdiği denemelerinde, ülkemizin yerli düşünceye dayanan kendi toplumsal, ekonomik ve siyasal kültürünü canlandırmaya çalıştı.
Biat kitapları, yerli düşüncenin izinde, İslâm uygarlığı peşinde olan Edebiyat dergisi şairlerinin ve yazarlarının, aydınlık savaşçılarının dostluğu, dayanışması ve manifestosuydu.
Biat, bozguna son vermenin ve ülkeye dirlik düzen getirmenin adıydı.. Biat, düşünceyle eylemi, kültürle siyaseti bütünleştiriyordu. / Mustafa Yürekli
UÇURUM DERSLERİ
Ayaklarını kaldırdıkça yoğun dirsekleri deniz dalgaları gibi bir yükseliyor bir alçalıyordu. Tüm santimetrekarelerinde mavilik tutuşmaktaydı. Yeni bir dağın ışınlarıydı bu mavilikler. Bindokuzyüzlerin sonlarına doğru işte heryerde bunlar konuşuluyordu. Azalıyorlar tekrar artıyorlar sabahları erken kalkarak geceleri çok geç yatarak zamanlarını çoğaltıyorlardı. Şimdi yürüyorlardı. Ellerinde Adem’den İdris’ten bir kök sürmekteydi. O derin köklü ağaçları andırıyordu ayakları. Hepsinin gözleri bir noktaya bakıyordu çok uzakta belkide yakınlarındaydı o nokta. Gözleri kinli değil düşünceliydi. Yeryüzü katlanmış ceplerine sığmıştı. Arada bir göğe bakıyorlar yeniden ısınıyorlar giysiler diken İdris’i yukarılarda çok yukarılarda görür gibi oluyorlardı. Bunlar yalnız bir ‘sınıf’a değil tüm insana yaslanan durmadan insandan ısı alan ilerde bir kavşakta tüm insanı aklayacak olan yeni işçiler olacaklardı. Her yan denizdi her yan yardı her yanda kan vardı. Vadiler keskin sivri kılıçlarla kaplıydı dağlarda cin odaları yapılmıştı. Nuh çok uzaklarda mıydı şimdikizamanda mıydı sözsüz bir oyunla sorup duruyorlardı birbirlerine. İlişkileri iyiydi toprakla yorgunluklarını atıyorlar sürekli direnç biriktiriyorlardı. Şurada burada başıboş gergedanların dolaştığını gördükçe kara siyasanın insanı parçalayan kâğıtlarını bir çukur kazıp gömmek istiyorlardı. İnsanlar bir gereksinimin farkında değillerdi yeryüzünde çoğalan ağıt işte bundandı. Tufanı eşit parçalara ayırmışlar her parçayı etlerini oyarak içlerine yerleştirmişler yere akan kanlarını toprakla birlikte sırtlamışlar yürüyorlardı. İnsan insandan soğuyordu ısı çekiliyordu bu ısı hırsızları kaç firavundu bir de uluslararası mıydı sızısını bellerinde romatizma ağrısı gibi duyuyorlardı. Nehirler kabarıyor kentlere vahşi bir hayvan soluğuna benzer insansızlık yansıyordu. Salih döneminin Semud Ulusunu çok yakınlarında hissediyorlardı. Saçları coşkudan düşünceden sürekli kabarıktı karanlıkların üstünde toplanan ışıktı. Cinlerin boyunduruğu altına girmek için koşuşanları acıyarak gözlemliyor. lardı. Yeryüzü şimdilerde uzun uzun çığlıktı. Her yanda ne çok tabut imgeleri vardı kimler çiziyordu bu imgeleri bu cin çizgilerini kimler dolduruyordu boşaltıyordu sokakla. ra korkuyu ağıdı bu sandık sandık gözyaşını soruyorlardı birbirlerine yeni bir kente yaklaşırken. Ayaklarını kaldırdıkça daha uzaklardaki kentlerin beysoyluları biraz daha sıkıştıklarını anlıyorlardı çünkü mavilikleri ışık hızıyla yaymaktaydı sevinci de ürküntüyü de. Lût’tan kimse bilgece yararlanmak istemiyordu ortadaydı bu. Ne ki Lût Öğretisi geçmişte bitmemişti ki geçerliydi sürekli insan ne çabuk unutuyordu. Taş yağmıyordu ya insan kanı taş gibi donup kalıyordu ülkelerde. Tüm emekçilerin onurlu yüksek ısılı fırınları andıran doğaya yansıyan açık alınları evrensel levhalar gibi hiç uslarından çıkmıyordu. İnsanlar birbirleriyle konuşmuyorlar birbirleriyle söyleşmiyorlar yalnızca vuruşuyorlardı bu da kan tulumcularının istediğiydi. Anamalcıların kasalarında bu kan tulumlanıyla kâğıt para yığınları yan yana duruyordu. Bir an bile vicdan azabı duymuyordu hiç biri bunların. Nasıl bir ilenç içinde kurulaşmıştı insan. Tüm otomobiller boşlukta çekilen cin mezarlarını andırıyordu. Küçük kentsoylular oynuyorlardı bu mezarlarla kuşkusuz içlerinde tapınma gereksinimini böylece giderenlerine de rastlanıyordu sokakları dolduran bir puttu bu otomobiller bir bakıma. Kirlenen putlarını belirli günlerde evlerinin önünde yıkıyorlardı tapınma törenlerine küçük bir hazırlıkhı bu edimleri. Ölmüşler de tabutlarına girmişler de görünmeyen cinler bunlan taşıyorlarmış gibiydiler otomobillerde. İnsanlık şimdilerde uygulayımbilim dışkısıydı. Buradan kaynaklanmaktaydı insanın acısı. Kanserden çok insanın bu konumu tehlikeliydi. İnsan konumunun ayrımında değildi de işte bundandı asıl tehlike. Gizilgüçleri aşınıyordu toplumların. Ayaklarını kaldırdıkça Nemrutların ateşleri havasızlıktan sönecekmiş gibi oluyordu ya kuşkusuz sönmüyor gene az sonra başlıyordu lavları yükselmeye. Güneş doğmadan bu sabah da suya vardılar ellerini ağızlarını burunlarını tüm yüzlerini kollarını yıkadılar başlarına kulak memelerine boyunlarına su değdirdiler ayaklarını da parmak aralarına değin yıkadılar bitimsiz bir su uygarlığının bu temel ilkesini yürüyüşlerine uyarladılar silahsız silahlandılar durdular alınlarını yere değdirerek evreni ışınladılar doğruldular şimdi sonsuz bir orduydular varoluşlarını bir kez daha algıladılar birbirlerine baktılar birbirlerinden birbirlerine yeni bir maviliğin geçtiğini o anda hepsi aynı anda duydular yeryüzünü bir top gibi bir dinamit lokumu gibi omuzlarına aldılar İsmail ile İshak’ı düşündüler bir Eyüp sabrı dilediler Şuayb’ı yadsıyan Medyen Ulusunu gözlerinin önüne getirdiler birden ceplerine sonsuz güçlü arı gür kapsamlı kitapları doldurdular. Biraz sertçe bakmayagörsünler sivri keskin kılıçlar başlıyordu kırılmaya. Kılıç kırıklarını toplayanlara bırakarak onlara hiç aldırmayarak ding dingin hiç bükülmeden çıkıyorlardı dağları. Kentin içindeydiler ya dışında gibi yaşıyorlardı çok yakındı ülkeler birbirine türküleri duyuluyordu köylü kadınların. Yeryüzünde sürekli ter toplanıyordu ter taşıyordu kapları ter kaplıyordu ovaları insan daha yığ nesneleri daha daha daha sesleri bir o yana bir bu yana sallıyordu dağları dağlar da insanları sallıyordu irgalanan irgalanıyordu. Vadileri ayak sesleri çınlatıyordu o devingen değişim kuşları tüm ormanları birbirine katıyordu çocuklar çocuklara ekleniyordu gökten cümleler yağıyordu yanıtlanması çok güç soruları kentsoylular beysoylulara üst üste soruyorlardı çok sıkıcıydı havası yeryüzünün. Ayaklarını kaldırdıkça emeğin dinsel evrensel gücünü duyuyorlardı damarlarında ne mutlu bu gücü duyanlara diyorlardı sağlarına sollarına iri yapılarda çok dipte ıssızlıkta artan o çok Musalarına. Bire bin doğuran sözcüklerdi kadınları. Taş gibi somut ağır vakur taşıyorlardı kalplerinde adaleti. Tek bilmedikleri şey yılgıydı yılgı yiyip bitirirdi insanı insan için savaşanı insanı dünyaya bağlayan bağı ortadireğini yeryüzünün. Özveriydi ekmeklerinin mayası bugün vakit yoktu yarına erteleyerek aşıyorlardı cinselliği. Gece’nin gündüz’ün kandamarlarını bulmaya çalışıyorlar titizlikle bir izi sürüyorlar arafa dönüşen ülkelerinde bir şeyin cehenneme kaymasını durdurmaya çabalıyor. lar put yapımevlerini birer birer işaretliyorlardı. Kuşkusuz zaman zaman çok narin bir hüzne de kapılıyorlardı ya köklü bir çınardılar değip geçiyordu şöyle ince bir lodos. Kardeştiler arkadaştılar dosttular yürüyüşe antlıydılar bir bir tohumdular yeryüzünü değiştirmek için geldiklerini anlamıştılar. Sayılarını kesinlikle bilen yoktu ya gizemli bir çokluktular gerçekten bu yapının çağdaş tarihsel gelecekte de özgün temel taşlarıydılar bir görkemliydi bir yüceydi ki bir bakan göğe değiyor sanırdı bu alınları. Suskundular ulu bir dağ gibi. Bütün dillerle imliyorlardı engebeleri. Tüm geçmiş çağları şimdikizamanla birimleyip algılıyorlar şimdikizamanı tarihe çekip bir de öyle bakıyorlar belleklerini sürekli yeni yayınlarla örste dövülen demir gibi devingenleştiriyorlardı. Gazeteler tek cümleyle çıkıyordu âdeta: ‘Cinayetleri Yazıyor’.
ORTADİREK
Birden, on milyon kilometrekarelik o Büyük Devletimizi düşündüm. Yapıyı, dimdik ayakta tutan ‘ortadirek’ neydi? ‘Din’ bağlamından başka bir şey miydi bu ortadirek? Bu bağlamın sarsıntı geçirmeye başlatıldığı dönemlerden itibaren oluşmadı mı ‘parçalanma’, ‘çatışma’, ‘bölünme’, ‘kimliksizleşme’, ‘yabancılaşma’, ‘dar kalıplar içinde tutuklanma’, ‘sonuç olarak evrensel konumumuzu yitirme”? Türkiye genelinde, bu bağlamın yeniden, dinç bir bilinçle evrensel yöneliş gerekliliği olarak serinkanlılıkla irdelenmesi, usavurulması mantıksal olamaz mı? Hatta, bugün, Türkiye sorunsalının temelinde, -çok ciddî bir düzlemde bakıldığındabu bağlamdan koparılışın sonuçları yok mudur? Batılılaşma, dışladığı bu bağlamın yerine, bir bağlam koyabilmiş midir? Evrensel bir bağlam getiremeyen, ulusuyla kesinlikle bütünleşememiş; tersine, ulusunun tarihsel birikimiyle çelişen bir yönelişin; evrensel oluşumlara hızla kayılan yeryüzü genelinde, kendi kendini çok ciddi bir özeleştiriden geçirmesi, kendi konumunu irdelemesi zorunlu değil midir?
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıBiat - III
- Sayfa Sayısı114
- YazarNuri Pakdil
- ISBN9789757013280
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviEdebiyat Dergisi Yayınları / 2014
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kadınlar ~ Eduardo Galeano
Kadınlar
Eduardo Galeano
Farklı coğrafyalardan, ahir zamanlardan, yakın geçmişten, her yaştan, her sınıftan kadınlar… Kimi büyük kimi küçük eylemlerle, kimi konuşarak kimi yalnızca susarak, yaparak ya da...
- Son Yüzler ~ Cezmi Ersöz
Son Yüzler
Cezmi Ersöz
“Öylesine dolu dolu yaşadım ki inan, bazen, “Artık yeter!” diyorum. Doydum!” diyorum. Öyle bir an gelirse, yani bu duygunun sahiciliğine tamamen inanırsam, hayatıma kendi...
- Dört Güzeller Toprak, Su, Hava, Ateş ~ İskender PALA
Dört Güzeller Toprak, Su, Hava, Ateş
İskender PALA
Anasır-ı Erbaa “dört öğe”, “dört element” demek. Biz ona “Dört Güzeller” dedik. Hani hepimizin bildiği toprak, su, hava ve ateş… (Terra, aqau, aer, ignis)…...