Nuri Pakdil’in yazıları, ‘Edebiyat’ı anlamak ve değerlendirmek için büyük kolaylıklar sağlıyor bize. Bu bakımdan, herkese ve özellikle “gün geçtikçe edebiyat’tan uzaklaşan” siyasilerimize okumalarını salık vereceğim bu kitabı ve Nuri Pakdil’in diğer kitaplarını. / Affan Gençosman
Biat II, Nuri Pakdil’in Edebiyat Dergisi’nde çıkmış yazılarından oluşmaktadır. Yazıldığı dönemin evrensel bildirilerdir Biat II’yi oluşturan yazılar. Yurt sınırının ötesine taşan, bütün İslâm toplumlarına seslenen, edebiyat çerçevesi içinde evrensel bildirilerdir.
Türkiye’nin geçirdiği yabancılaşma deneyimlerini en yalın biçimde eleştiren, tüm özgün gerçekleri ile irdeleyen, bir uyanış simgesi olarak aralıksız 1923 yabancılaştırma girişimlerini vurgulayan yazılardır.
İlginç yaklaşımları var Nuri Pakdil’in konuları ele alışında. Derlenişi öğütlüyor sürekli. Batıcılığın bizleri nasıl iç çelişkiye düşürdüğü, geleceği uygarlık yaklaşımıyla ele almadıkça şok dalgalarının durmayacağı belirtiliyor. / Mehmet Emin
EDEBİYATIN DAMARLARI
Bir bütündür uygarlık.
Bir ulus, bir uygarlıktan koparılınca, o uygarlığın bütün ürünlerinden, o uygarlık çemberindeki uluslardan da uzaklaşmış olur. Yönümüz Batı’ya çevrileli beri, ulusumuza, uyum yapamadığı, bilinçle yapmak istemediği bir özü, yabancı bir özü öğretmek istiyorlar, benimsetmek istiyorlar. Düşünce biçimiyle olsun, yaşam biçimiyle olsun, benim devlete devletin bana bakış biçimiyle olsun, hiçbirinde kendimize özgü bir çizgi yok. Biçimsiz bir ulusuz. Kendi kendisi olan bir ulus oluncaya değin direniş gerekli. Kişinin de en büyük yanı, kendi kendini kuran yanı, direnebilmesidir.
1923 yabancılaştırma girişimleri hep gündemde bulunmalı, yabancılaşma sürecindeki konumumuz sürekli vurgulanmalı, üzerinde düşünülmelidir. Çağdaş Türk yazarı, çağın sorunlarını düşünürken, nasıl yabancılaştırıldığımızı, uygarlığımızdan nasıl koparıldığımızı düşünmelidir. Aslında, biz uygarlığımızdan koparılmasaydık, çağın sorunları bu denli yoğunluk kazanmayacaktı. Çünkü, dengesini yitirmeyecekti çağ. Çağın sorunlarıyla, İslâm uygarlığının yayıcısı, sunucusu, yaşatıcısı olan büyük ulusumuzun tarihsel özgörevine yabancılaştırılması arasında ilgi kurulabilir.
İpi kopmuş deve gibi ortalıkta dolaşıyor çağ. Bu çağı tutmalı bir yere, sağlam bir yere bağlamalıdır. İnsanlar bağsızlığın sıkıntısını duyuyorlar. Bu sıkıntı olumsuz davranışa iteliyor onları: Başkaldırmaya.
1923 yabancılaştırma girişimlerinin amaçlarından biri de, bizi, aynı uygarlık çemberindeki uluslardan koparmaktı. Ama şimdi, petrol gereksinmesi bizi onlara yaklaştırıyor.
Soruyorum: Petrol mü daha güçlü, edebiyat mı?
Edebiyatın damarları petrolünkilerden daha derinlerdedir. Ortadoğu uluslarıyla olsun, Afrika uluslarıyla olsun, İslâm uygarlığının çemberi içine giren tüm uluslarla bir bağ kurmak istiyorum, edebiyat bağı. Yalnız bunlarla mı kurmak istiyorum? Nerede bir İNSAN yaşıyorsa onunla bağ kurmak isterim. Kulluk bilincine, insanları düşündükçe vanıyorum. Tanrı’nın bizi yaratışındaki bilgeliği kavrayabilmemizin başka olanağı var mı?
Ortadoğulu, Afrikalı ozanlara, yazarlara ilgi duyuşumun nedeni biraz da bu.
Eylül 1975
İLENÇ
XX.yüzyıl insanı bir yön yanlışlığı içindedir. İnsan şeytanları önlerini kesiyorlar insanların. Her ülkede iç baskı, buralarda etkisini duyuran dış baskı, yoğunlaştırıyor bunalımı. İlenç üstümüz başımız. Exupéry “Çağımdan tiksiniyorum” derken, çağının tanığı olduğunu göstermiştir. Tiksinme birşeyi kurtaramaz. Bir adım daha atarak etkin davranışlar göstermeliyiz.
Vicdan rahatlığı duyarak bir günü geçirmek çok güçleşmiştir. Ezilene acıdığımız denli ezene de acıyoruz. “İnsan, nasıl, böyle bir işkence makinesi oldu?” diye. İnsan, yaratılışının gizini yitirmiş, bir işkence aygıtına dönüşmüştür. Öyle bir işkence düzeni ki bu, işkence edilenle işkence eden özdeşleşiyor. Başkalarının katlandıkları acıları içimde duyamıyorsam, çağın acıları beni baskısı altına almıyorsa, sormalıyım kendi kendime: İşkence aygıtının bir parçası mı oluyorum?
Gelecekten yoksun olunca, yapacağı birşey kalmıyor insanın. Çünkü, yılgı, geleceğin üstüne de yığıyor zincirlerini. Boyunlarına demir halkalar vurulu tutsakları andıriyoruz. Albastılı bir tablo insanlığın durumu.
Biri çıksa, bize şunu söylese: “Ey insanlar! Nereye gidiyorsunuz? Yaptıklarınızı bilen, üstün yetenekli deneticiler, unutmayan yazıcılar sizi gözetlemektedir.”
Gittikçe kararan bir vadide toplanıyor gibiyiz. “Kiyamet yaklaştıkça yaklaşmıştır.” Yapılan, patlamayı bekleyen tüm bombalar tepemize yağacak gibidir. Bu korkuyu duymama olasılığı var mı? İnsan olmamak gerekiyor bunu duymamak için. Bombaları etkisiz kılacak tek güç ‘İnsan sevgisi’dir. İnsana ait olan, ondan çalınan ‘sevgi’ nasıl yeniden insanın yüreğine bırakılabilecektir? Bu da, ancak, insanın, yaratılış gizini anlama eğitimine başlamasıyla mümkündür.
Havamızı makina dumanları değil yadsıma kirletiyor. XX. yüzyıl insanının yüreği inmelidir. İnmeli yüreklerin sevmesi de çok güç. Karamazof Kardeşler’de Alyoşa’nın dediği gibi “mantıktan önce sevgi gelmeli. Muhakkak öyle olmalı. Sevgi mantıktan önce gelmeli ki, anlamını kavrayabilelim.”
Tanrıya inanış, Tanrıya bağlanış iyi eder insan yüreğindeki inmeyi. “İnsanların, gözleri dalgın dalgın, çekirgeler gibi yayılmış, o çağırana koşarak gömütlerinden kalkacakları” bir güne inanmadan geçmez bu inme, insan yüreğindeki bu inme.
Ekim 1974
BİR KAZA
Bir gerçek var: Ölüme alışmak.
Toplu ölümlere değil de ‘bir’in ölümüne daha güç alışılıyor. Yadırgıyoruz önce. Saçma geliyor bize bir ‘kaza’, bunun sonucu gelen ölüm. Oysa, sürekli algılanması gereken gerçek: ölüm olgusu. Ama, ölüm de biraz anlamlı gelmelidir ki, kavrayabilelim inceliklerini. Ölüm de titizliği gerektiriyor. Bizi şaşırtması, galiba hoşuna gidiyor ölümün.
2 Nisan 1976 gecesi oluyor kaza: Hızla geçen bir otomobil, evine gitmekte olan Halis Altındağ’a ana caddenin üstünde çarpıyor. ‘Kaza’. Hastaneye kaldırıyorlar, hiçbir şey gelmiyor elden.
Halis Altındağ, 3 Nisan 1976 günü öldü.
Ölümle özdeşleşti otomobil. Kuşkusuz yaşamın da özdeşi oldu. Ölümle yaşam içiçe otomobilin içinde. Bir ona işaret ediyor, bir ona işaret ediyor. Halis Altındağ için ölüm yanı çalıştı otomobilin.
1974 ortalarında tanımıştım. Edebiyat’ın yönetimevine ilk geldiği günü anımsıyorum şimdi. Uzun konuşmuştuk. 20-25 yaşları arasındaydı. Üniversitenin birinde öğrenciydi. Mardin’in Savur ilçesindendi. Düşünceli, ince, sıkılgan, ama bir dağda sırtınızı verdiğiniz kaya gibi sağlam, yalın, gösterişsiz, doğal, güven verici bir görünümü vardı. Anadolu, tüm acılarıyla, ezikliğiyle, öfkesiyle, özlemleriyle bir insan kimliğine bürünerek gelmişti sanki. Suskundu. Ama, konuştukça umut dolardı içime. Bu arkadaşla sonuna değin gidilir, derdim kendi kendime.
Sık sık gelirdi dergiye. Sürekli okuduğunu söylüyordu. Konuşmalarımızdan da anlıyordum bunu. Edebiyat dergisinin izlediği düşünsel eyleme içtenlikle bağlanmıştı. Ne yaptığımızı, neler yapmak istediğimizi bilinçle kavrayanlardan birisiydi. Türkiye’deki, hatta dünyadaki konumumuzu saptamaya çalışıyordu. Yabancı dil çalışmasını söylemiştim, başlamıştı. Getirdiği şiirler üzerinde, birlikte düşünürdük, konuşurduk. Götürür, üstünde çalışır, yeniden getirirdi.
Mayıs 1976
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıBiat - II
- Sayfa Sayısı192
- YazarNuri Pakdil
- ISBN9789757013273
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviEdebiyat Dergisi Yayınları / 2014
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- 666 ~ Küçük İskender
666
Küçük İskender
Diriliğimizi nasıl yok edeceğimizi, duyarlılığımızı nasıl köreltebileceğimizi o kadar mükemmel öğreniyoruz ki, varolmaktan öte bir yokolmak kaygısı sarıyor ruhumuzu. İlk olarak 1994’te yılında basılan,...
- Millete Mektuplar ~ Ufuk Cavlı
Millete Mektuplar
Ufuk Cavlı
Bak herkes kendi rolünü oynuyor, kaybolup gitmiş dünleri, yarındanve kendisinden bile habersiz. Okul bitsin iş bulayım derken evlilik gelir, hele bir büyüsün çocuklar.Şu emeklilik bir gelsin gör bak neler yapacağım.Yani olmuyor işte öyle.Bugün çocuğunu severken keyif al, bırak onlar için kaygılanmayı.
- Heyecan Yaşlanmaz ~ Mustafa Balbay
Heyecan Yaşlanmaz
Mustafa Balbay
1993 yılında gazetem Cumhuriyet’te günlük yazı yazmaya başladım. Bu yazıların içeriği adı üstünde; Gündem. O gün, o hafta olup bitenleri okura aktarmak aynı zamanda...