Atatürk’ün Tavsiye Ettiği Kitap
Rusya’nın en büyük aydınlarından biri olan Grigory Petrov, seyahatleri sırasında gittiği Finlandiya’dan çok etkilenmiş ve bu hayranlığının sonucu olarak Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabını kaleme almıştır.
Her bir sayfası ders niteliğinde olan bu eser, Türkiye’de ilk kez basıldığında Mustafa Kemal Atatürk’ün de dikkatini çekmiş, Türkiye’nin çağdaşlaşma sürecine büyük katkısı olacağını düşündüğü için eğitim kurumlarının ve bilhassa askerî okulların müfredatına derhâl dâhil edilmesini istemiştir. Çünkü Finlandiya tüm elverişsiz doğa koşullarına, yoksulluğuna, yetersiz imkânlarına rağmen yediden yetmişe her vatandaşının canla başla verdiği emekler sayesinde toplumsal olarak kalkınabilmiş ve aydın bir toplum olmayı başarabilmiştir.
Bu kitap bir ulusun sıfırdan inşasını, toplumsal kalkınmanın ve ilerlemenin önünde hiçbir mazeret bulunmadığını en gerçekçi örneğiyle gözler önüne seriyor ve herkesi bu uğurda emek vermeye çağırıyor.
İÇİNDEKİLER
MENE, TEKEL, FARES …………………………………………………………….. 12
KAHRAMANLAR VE TOPLUM ……………………………………………… 16
İKUİNEN TAİSTELU ………………………………………………………………… 23
SUOMİ ……………………………………………………………………………………… 40
SNELLMAN ……………………………………………………………………………… 43
KİLİSE ……………………………………………………………………………………….. 48
MEMURLAR …………………………………………………………………………….. 55
KIŞLA ………………………………………………………………………………………… 59
FUTBOL ……………………………………………………………………………………. 69
ANNE BABALAR VE ÇOCUKLAR …………………………………………. 79
KAROKEP ………………………………………………………………………………… 86
KÖYLÜLER ………………………………………………………………………………. 122
RAHİP MACDONALD ……………………………………………………………. 144
ÖN SÖZ
18 Haziran 1925 tarihinde Paris yakınlarındaki Maison de Santé kliniğinde Rus asıllı göçmen Grigory Spiridonoviç Petrov hayata gözlerini yumdu. Göçmen gazeteleri bu ölüme pek fazla yer vermezken bir tek Paris’te basılan Son Haberler adlı gazete, Petrov’un hayatının son beş yılını geçirdiği Yugoslavya’da yapmış olduğu çalışmaları konu alan kısa bir haber yayımladı. Çıkan bu haberde Grigory Spiridonoviç Petrov’un Rus toplumunda sahip olduğu yerden bahsedilmiş ve onu yalnızca ‘ünlü gazeteci ve yazar’, ‘eski rahip’ gibi birkaç kelimeyle tanıtmışlardı.
Hâlbuki ölümünden sadece on yıl önce Grigory Spiridonoviç Petrov’un adı Rusya’da herkes tarafından bilinirdi. Vermiş olduğu konferanslara hayranları ülkenin dört bir yanından akın akın gelir, kitapları ve makaleleri kapış kapış satılırdı. Dillere destan hayat hikâyesi, kendi ülkesinde uğradığı haksızlıklar sonucunda üzerine yerleşen kahraman imajı, halkı ateşleyen vaazları ve heyecanlı kişiliği gibi nitelikleri de bir araya gelince Petrov’un halkın gözünde ulusal bir idole dönüşmesi kaçınılmaz olmuştu. Bir hayranı kendisine göndermiş olduğu mektupta, “Bu adı taşıdığı ve kendisini Rus gibi hissettiği müddetçe halkımız onu unutmayacak,” diye yazmıştı.
Petrov’un ölümü gerek Rusya’da gerekse Yugoslavya’da halkın sonsuz sevgisiyle bezeli, inişli çıkışlı hayat öyküsüne son noktayı koymuş oldu. Yine de ölümünden kısa bir süre önce kitabını yayımlatmayı başarabilmişti. Dahası bu sayede adını farklı farklı ülkelere duyurmakla kalmayacak; ilerleyen zamanlarda ölümsüz bir isme sahip olacaktı. Finlandiya’nın uyanışını anlatan bu kitap, ününün Yugoslavya’ya, Bulgaristan’a ve bilhassa Türkiye’ye yayılmasındaki en büyük etken olarak kabul edilecekti. Ancak söz konusu kitap yazarın ana dili olan Rusçada ilk kez yayımlanmaktadır. 1923’te Zidari Zivota (Yaşamın Yaratıcıları) adı altında Sırpça basılmış, yazarın ölümünden sonra 1925’te Bulgarcaya çevrilerek de Bulgaristan’daki okuyuculara sunulmuştur. Eser, Bulgarcada V stranata na belite lilii (Beyaz Zambaklar Ülkesinde) adıyla çevrilip yayımlanmış ve bu isim daha sonra başka dillerde de aynı şekilde tercüme edilerek kullanılmıştır.
Unutulmuş bir yazarın yıllar önce kaleme aldığı, eskimeye yüz tutmuş bir eser bu… Peki, aradan bunca yıl geçtikten sonra bizi bu kitaba yönlendiren, yazarın müsveddelerine kadar ulaşıp metin üzerinde çalışmaya, yorumlamaya ve yayına hazırlamaya iten sebep neydi? Küçük ve pek bilinmeyen bir kuzey ülkesini konu alan, nahif olduğu kadar da duygusal sayılabilecek bu eser kimin ilgisini çekebilir, hangi yönleriyle günümüz Rus okurlarını etkisi altına alabilirdi ki? Böyle bir soru ancak etraflıca bir değerlendirme sonucunda cevaplanabilir ve elde edeceğimiz açıklamalar da muhtemelen buraya sığamayacak kadar uzun olacaktır. Bu kitabın anlatmış olduğu hikâyenin birkaç Balkan devletindeki yadsınamaz rolüne ilaveten yazarının hayata karşı duruşunun da bundan sonraki nesiller tarafından unutulmaması gerektiğine inanıyoruz.
Hem kitabın hem de yazarının anavatanları olan Rusya’ya geri dönmesini ise ilahi adaletin en sonunda tecelli etmiş olduğuna bağlıyoruz. Ayrıca bu kitabın ana fikrini oluşturan her insanın temelde bir ‘yaşam mimarı’ olması gerektiğine dayanan görüşünün, yazarın coşkun ve tutkulu üslubunun ve gelecekte mükemmel bir dünyanın kurulacağına dair olan sadık inancının günümüz dünyasında da ihtiyaç duyduğumuz kılavuzluğu bize sağlayacağı kanaatindeyiz.
Marina Vituhnovskaya
MENE, TEKEL, FARES
Bundan birkaç yıl önce* Moskova’daki İmparatorluk Tiyatrosu’nun duvarlarında beklenmedik bir şekilde büyük çatlaklar belirmeye başlamış. Temelden çatıya kadar uzayan bu çatlaklar yüzünden devasa binanın tamamen çökerek hem içerideki hem de binanın etrafındaki insanların enkaz altında kalma tehlikesi ortaya çıkmış. Bu çatlaklara neyin sebep olduğunu bulabilmek adına binanın temeline ulaşmak için çeşitli kazılar yapılmış ve bunun sonucunda da taştan bir yapı olan tiyatro binasının hâlihazırda çürümekte olan ahşap bir temel üzerine inşa edildiği görülmüş.
Yüz yıl önce bu devasa tiyatro binası inşa edilirken toprağa büyük kazıklar çakılıp, üzerlerine kalın meşe kirişler dizilerek bir temel oluşturulmuş ve yüksek taş duvarlar da bu temel üzerine örülmüş. Böyle bir temel o dönemin standartlarına göre yeterince sağlam olarak kabul edilmekteydi. Tiyatro binası işte bu ahşap temel üzerinde bir asırdır ayaktaydı. Lakin zaman kendini göstermekte pek ısrarcı davranmış ve kalın kirişler çürüdükçe duvarlar zeminden kaymaya ve çatlamaya başlamıştı. Hâl böyle olunca binanın tamamen çökmesini önlemek isteyen mühendisler farklı çözümler bulmaya yönelmişti. Ne yapılmalıydı? Nihai çözüm için binayı tamamen yıkmak mı gerekiyordu? Bu durum çıkmaza doğru sürüklenirken mühendisler farklı bir karar alıp çürüyen kirişleri büyük granit bloklarla parça parça değiştirerek tüm temeli baştan aşağı yenilemişler.
Böylece İmparatorluk Tiyatrosu’nun devasa binası yeni ve sağlam temeli üzerine oturmuş oldu. Bugün de hâlâ dimdik ayaktadır bu bina. Devletlerin tarihi ve ulusların yaşamı da tıpkı Moskova’daki İmparatorluk Tiyatrosu gibidir. Devlet düzeninin eski temelleri, geçmiş dönemlerde ulusları yönetme biçimleri bakımından ne kadar yeterli görünürse görünsün bu gücünü zamanla yitirerek âciz ve savunulamaz bir hâle gelir. Meşhur bir atasözü şöyle der: ‘Yeni devir, yeni şarkıların habercisidir.’ Zaman geçtikçe nesiller de değişir ve yenilenir.
Yeni kavramlar, yeni istekleri ve yeni ihtiyaçları da beraberinde getirir. Bu yeni nesillere eskimiş ve çoktan miadını doldurmuş yönetim biçimleri zorla dayatılmamalı, aksine onların yaşamaları için daha makul, daha adil ve daha sağlam temellere dayalı bir idare biçimi uygulanmalıdır. Bazı ülkelerde, zamanının taleplerine ayak uydurmaya çalışan devlet adamları tam da buna göre hareket eder. Bu ülkelerde halkın akil ve adilane bir şekilde yönetilmesi için zamanla sert önlemler almaya gerek dahi kalmadan yeni yöntemler geliştirilip uygulamaya konur. Fakat diğer birçok ülkede devleti idare eden kişiler halkın yönetimi ve eğitimi için gerekli olan kademeli değişimin zorunlu olduğunu anlamazlar ya da anlamak istemezler. Böylelik le devlet denen yapı dağılmaya başlar ve duvarlarında yer yer çatlaklar belirir. Zaman geçtikçe uzayan ve derinleşen bu çatlaklara asla önem verilmez. İşte bu yüzden dışarıdan güçlü ve sağlam görünen devletlerin sadece çatlak vermekle kalmayıp ilerleyen zamanlarda tamamen çökmesi hiç de şaşırtıcı değildir. Eski İran çöktü. Eski Türkiye ve eski Avusturya da çöktü.
Nihayetinde büyük Rusya’nın, eski Almanya’nın yani Bismarck ve Wilhelm Almanya’sının da sonu geldi. Eski Ahit’teki bir kıssaya göre kudretli ama zalim bir kralın sarayının duvarlarında ansızın ateşle yazılan şu sözler belirir: Mene, Tekel, Fares* . Hiç kimsenin anlamını bilmediği bu kelimeleri Bilge Daniel şöyle açıklar: “Ateşle yazılmış olan bu sözler meydana gelecek büyük değişimlerin alametidir. Anlamı şudur ki; devletimiz yaşam gücünü kaybedecek ve kaçınılması imkânsız bir musibet sonucunda yıkılmaya mahkûm olacaktır.”
Antik Roma İmparatorluğu’nun kaderi, Felipe ile Alba dükünün büyük İspanyol monarşisinin ve XIV. ile XV. Louis’nin Fransa monarşisinin dağılması, Rusya’daki Romanov hanedanının trajedisi, Hohenzollern Almanya’sı ve Habsburg Avusturya’sının çöküşü tarihin ateşten sözlerine birer örnektir. Hepsinin sonu aynı oldu; tarih hepsine aynı hükmü verdi: Mene, Tekel, Fares. Hayatı ciddiye alın! Önemsiz kişisel uğraşlarınız ve kaygılarınızla dolu bir batağın içinde solucanlar gibi kıvranarak zamanınızı boşa harcamayın!
Devletinizin temellerini nasıl güçlendireceğiniz üzerine kafa yorun! Halkınızın eğitim seviyesinin yükselmesi için yeni adımlar atın! Tarih, bazı devletlerin ve halkların içler acısı kaderi üzerine sert hükümler verirken gelişmekte olan diğer ülkeleri de toplumsal yaşamın hangi yöntemlerle güçlendirileceği ve halkın nasıl eğitileceği konusunda yol gösterici örnekler sunar. Bu örneklerde insanların iki ayakları üzerine kalkmış bir hayvan sürüsüne ya da çalışkan bir karınca kolonisine dönüşmeden nasıl üretken olabilecekleri, nasıl daha sağduyulu ve neşeli bir yaşamın mimarı olabilecekleri hususunda izlemeleri gereken yollar da izah edilir.
.KAHRAMANLAR VE TOPLUM
Bazı ülkeler çıkan ayaklanmalar ve şiddetli buhranlar sonucunda çöker. Bazı ülkelerse halklarının uyum ve düzen içinde yaşayabilmeleri sayesinde daha da gelişir ve güçlenir. İyi ya da kötü olmalarına bakılmaksızın bu durumlar yalnızca devlet adamlarını, bakanları, kralları veya parlamento üyelerini ilgilendirmez; bunlar ülkenin her bir ferdini etkileyen meselelerdir. Erkek ya da kadın, yaşlı ya da genç, şehirli ya da köylü, beyin gücüyle ya da kol gücüyle çalışan herkes ülkesi adına elini taşın altına koymalıdır.
Devletlerin güçlü veya zayıf, ulusların gelişmiş veya geri kalmış olmalarının altında yatan sebepler yalnızca yöneticilerin işine hâkim olmamasına bağlanamaz. İster iyi ister kötü ister kahraman ister zalim olsun, her yönetici kendi halkının bir parçası, kitle ruhunun bir yansımasıdır. Halk nasılsa onları yönetenler de aynı kumaştandır. Bu sebeptendir ki her halkın hak ettiği iktidarlara ve liderlere sahip olduğu çok eskilerden beri söylenegelir. Yeterince anlaşılamayan bu önemli gerçeği daha da iyi açıklamak ve ispat etmek için felsefi ve tarihî açıdan önemli olan eski bir tartışmayı hatırlatmama müsaade edin..
Mesele aslında şundan ibarettir: Ulusların tarihini kim yazar? Devletlerin ve tüm insanlığın kaderinde son derece önem taşıyan büyük olaylar kim tarafından yönlendirilir? Kimdir bu tarihi etkileyenler? İngiliz mütefekkir Carlyle’ın kahraman adını verdiği belli başlı şahsiyetler mi yoksa tüm ulusun ortak gayeleri mi? Yahut toplumun fırtınalı ruhu ya da âciz ruhu mu yazar tarihi? Carlyle, Kahramanlar, Kahramanlara Tapma ve Tarihte Kahramanlık Üzerine adlı ilgi çekici eserinde kahramanlık kültü ve kültürü üzerinde durur.
Ona göre halk cansız bir kil yığınından farksızdır; kendilerini şekillendirecek bir heykeltıraş olmadığı müddetçe öyle kalmaya da mahkûmdur. Fakat bir gün bir sanatkâr, büyük bir şahsiyet veya bir kahraman –Sezar, Napolyon, Büyük Petro, Sokrates, Muhammed– ortaya çıkar ve bu kil topağını eline alarak ona bir şekil verir. Böylece kahraman, avucunun içine aldığı halk kitlesini istediği her şeye dönüştürebilir. Cengiz Han, Asya bozkırlarındaki Moğol halkını bir sancak altında topladı ve onların önderi olarak Çin’i, Hindistan’ı, İran’ı ve Eski Rusya’yı fethetti. Amiensli Keşiş Pierre, Kudüs’ü Müslümanlardan geri almak için bütün Katolik Avrupa’yı ayaklandırdı. Luther, Reform hareketini başlattı.
Nero ve Caracalla, Antik Roma’nın çöküşüne sebep oldular. Bismarck’ın ve Hohenzollern’in politikaları Almanya’yı korkunç buhranlara sürükledi. Kısacası Carlyle’a göre halkın ve hatta tüm insanlığın tarihini yazanlar, ruhen güçlü ve zeki şahsiyetler yani Ramsesler, Romuluslar, Themistoklesler, Lutherler, Bismarcklar gibi kahramanlardır. Lev Tolstoy ise bunun tam aksini iddia eder. Hayatı yaratan, olayları yönlendiren ve bunların özelliğiyle biçimini tek başına belirleyenlerin Napolyon gibi kahramanlar değil halk kitlelerinin ta kendisi olduğunu söyler. Carlyle’a göre toplum, yanmaya mahkûm ya da yerde gübreye dönüşmekte olan bir saman çöpüne benzer; büyük şahsiyetler yani kahramanlarsa gökten düşerek bu saman çöpünü tutuşturan, kitleleri coşturan bir şimşek gibidir.
Lev Tolstoy ise durumu farklı bir açıdan anlatır: “Denizde yol alan muazzam büyüklükte bir gemi hayal edin. Suları yararak ilerleyen geminin önünde büyük dalgalar belirir. Gemiyi ileriye götürenin bu dalgalar olduğunu söylemeye cüret edebilir misiniz? Geminin önündeki dalgaları oluşturup kovaladığı apaçık bellidir aslında. Buradaki itici güç gemidir. Dalgalarsa geminin gücünün ortaya çıkardığı bir şekil, bir sonuçtur sadece. Halk için de aynı durum geçerlidir. İçindeki güç birikip de ortaya çıktığı anda toplum kendiliğinden hareketlenecek ve yaratmış olduğu dalgaları da kovalamaya başlayacak. Açıkça söylemek gerekirse halk kendi içerisinden duygu ve isteklerine tercüman olacak bir önder seçecektir.” Savaş ve Barış’ın yazarı Tolstoy, Carlyle’ın kahraman denen olguyu bir şimşek olarak gördüğünü bilseydi şöyle derdi:
“Büyük şahsiyetler namıdiğer kahramanlar hakikaten de birer şimşektir. Fakat toplumu kil veya saman yığını olarak ele alırsak büyük bir yanılgıya düşmüş oluruz. Toplumlar şimşeği oluşturan bulutlardır. Eğer bulutlar belli bir miktar elektrikle yüklenmişse şimşeğin çakması kaçınılmaz olacaktır. Ancak bulutlarda hiç elektrik toplanmamışsa yalnızca bir su buharı olarak kalacaktır gökyüzünde.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıBeyaz Zambaklar Ülkesinde
- Sayfa Sayısı192
- YazarGrigoriy Petrov
- ISBN9786057843463
- Boyutlar, Kapak12,5 x 19,5, Karton Kapak
- YayıneviParodi Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Özgür ~ E L James
Özgür
E L James
Özgürlüğün Elli Tonu’nun şehvetini, romantizmini ve dramını Christian Grey’in derin düşünceleri, duyguları ve hayalleriyle yeniden yaşayın. E L James, dünya çapında milyonlarca okuru büyüleyen...
- Dominikli ~ Angie Cruz
Dominikli
Angie Cruz
“Benim adım Ana. Günbatımını seviyorum. On beş yaşımdayım.” Ana, ailesinin isteğiyle Juan Ruiz’le evlenip New York’a yerleşir. Bu evlilik aynı zamanda ailesinin Dominik Cumhuriyeti’nden...
- Çalınmış Hafızalar ~ Ted Dekker,Erin Healy
Çalınmış Hafızalar
Ted Dekker,Erin Healy
“Aslında, insan beyni gerçekten keşfedilmemiş bir bölge gibidir; dünyayı o yönetiyor olsa da, beynimiz hakkında çok az şey biliyoruz. İşte bu keşfedilmemiş bölgeye, Erin...