Kari Vaara, kızları doğduktan iki gün sonra Amerikalı eşi Kate’e, bomba etkisi yaratan haberler verir; Bir beyin tümörü vardır ve suçla savaşmak için suç işleyen, gizli bir operasyon örgütünün başına getirilmiştir.
Örgüt doğrudan Finlandiya Ulusal Polis Şefi’ne bağlıdır. Gizlilik, özerklik ve tüm teknolojik cihazları alabilecek nakit sağlanmıştır. Çok geçmeden haydutların evlerine girmeye, paralarını, uyuşturucularını ve yasadışı silahlarını çalmaya başlarlar.
Bu sırada, Finlandiya, yabancı düşmanlığından başka bir gündemi olmayan aşırı sağ partinin popülerlik kazanmasıyla çalkalanmaktadır. Ülkenin önde gelen göçmen hakları avukatı öldürülür ve başı postayla Finlandiyalı Somalililer Şebekesi’ne gönderilir. Başkan tarafından cinayet davasına atanan Kari, kendini bir milyarderin kaçırılan çocuğunun çözülmemiş davasının ortasında bulurken, eski Fransız lejyoneri ve Kate ile Faustvari bir pazarlığa girmek zorunda kalır.
“Çarpıcı anlatımıyla elden bırakılması imkânsız bir kitap.” – Houston Chronicle
“Kari Vaara serisinin bu üçüncü kitabı daha karanlık, jilet gibi keskin ve düşündürücü.” – The Florida Times
“Stieg Larsson ve Henning Mankell hayranları için kaçırılmaması gereken bir kitap.” – Booklist
“Thompson bu son derece güncel romanında ahlaki açıdan belirsiz alanları ustalıkla keşfediyor.” – Publishers Weekly
Bu kurgusal bir romandır. Bu romanda geçen bütün isimler, karakterler, mekânlar ve olaylar yazarın hayal ürünüdür; ölü ya da diri gerçek kişilerle, kuruluşlarla, işletmelerle, olaylarla olan herhangi bir benzerlik tamamen rastlantısaldır.
Yazar romanın yayımlanma esnasında doğru telefon numaraları ve internet adresleri vermek için elinden geleni yapmıştır. Yayımcı ve yazar kitap yayınlandıktan sonra gerçekleşen hatalardan dolayı herhangi bir sorumluluk kabul etmemektedir. Ayrıca yayıncı, yazarın ya da üçüncü şahısların web sitelerinin içeriklerinde söz ve sorumluluk sahibi değildir.
Oğlum Christopher’a.
Ve her zamanki gibi Annukka için.
Travma sonrası nörolojik tedavi ve kavrama alanmda uzman Dr. Jukka Turkka’ya teşekkürler. Onsuz bu kitap var olamazdı.
GİRİŞ
Abayısın ikisiydi, güneşli bir pazar günüydü, serin bir bahar akşamıydı. Şehir merkezinde dolaşarak ana caddeleri kontrol ettim. Üstü açık barlar hıncahınç doluydu. Herkes sarhoş ve mutluydu. Önceki gün yılın en fazla içki içilen tatili 1 Mayıs’ın arifesiydi. İnsanların çoğu cuma günü işten çıktığından beri durmak bilmeden, sabahtan akşama kadar içki içmişti. Sabah alınan alkol içki mahmurluğunu geciktiriyordu. Eninde sonunda bir bedel ödenecekti tabii ama en azından ertesi gün işte hastalanarak bunu çalıştıkları şirkete fatura edebilirlerdi.
Her yerden gürültülü kahkahalar yükseliyordu. Şehrin en büyük ve en iyi alışveriş merkezi olan Stockmann Alışveriş Merkezi’nin ana kapısının önündeki saatin altında durdum. Bazen buradan alışveriş yaparım, çünkü ihtiyacım olan şeyleri burada neredeyse her zaman bulabiliyorum. Kaliteye ve rahatlığa biçtikleri fiyat otoyol soygunculuğundan farksız olsa da mağazalar kaliteli üründen şaşmaz.
Şehrin tam merkezindeki saat geleneksel bir buluşma yeridir. Bir alışkanlık haline gelmiştir, insanlar birbirlerine sadece, “Saatin altında buluşalım,” der. Üzerine daha fazla konuşmaya gerek yoktur. Bu nokta özellikle âşıkları çeker. Bense Ulusal Güvenlik Şefi Jyri Ivalo’yu bekliyordum. Sevgili olmakla hiç alakamız yoktu. İlişkimizi, saygı ile karışık ortak nefret olarak tanımlayabilirim. Beni korkutur ama dolaylı yoldan yine de ona güvenirim. Saat dörde beş vardı. Tam zamanında gelmiştim.
Polis memuruyum ve müfettiş rütbem var. Basında yansıdığı haliyle bazı “çarpıcı” soruşturmalarda görev aldığım için Kari Vaara ismi kahraman ile eşanlamlı oldu. Jyri benim amirim ama bizimkisi alışılmadık bir düzen; geleneksel bir emir-komuta zinciri yok. Aramızda başka bir otorite olmadan doğrudan onun altında çalışıyorum. Yaptığım işler gizli.
Jyri’nin bir kadınla, kadın öldürülmeden kısa bir süre önce, üstelik cinayet mahallinde ve kıçında bir dildoyla fetişist seks yaparken çekilmiş videosunu kiralık bir kasada saklıyorum. Filippov davasında anahtar kanıt olmasına rağmen bu aşağılayıcı videoyu hasıraltı ettim. Seks partnerinin video çekildikten hemen sonra korkunç bir şekilde öldürüldüğü göz ardı edildiğinde son derece gülünç olan bu video Jyri’nin hayatını mahvedebilirdi.
Romen bir dilenci kaldırıma yayılmış oturuyordu. Bacaklarını altına almıştı. Başını yere eğmiş, yüzünü gizliyordu. Soluk kahverengi ellerini uzatmış, parmaklarına doladığı tespihiyle, konuşmadan durumunu ifade ediyordu. Geçimini sağlayabilmek için zor bir yol.
Romanya, Avrupa Birliği’ne katıldığında diğer üye devletlerin yurttaşları ülkeye vizesiz girmeye ve doksan gün boyunca ülkede kalmaya hak kazandılar. Bazı uyanık Romen girişimciler ise bulabildikleri en sefil insanları bir otobüse doldurup diğer ülkelerde dilendirerek bunu kârlı bir iş koluna çevirdiler.
Helsinki’nin iyi vatandaşları çileden çıktı. Dilenciler göz zevklerini bozuyordu. Romenler ülkeye geçici bir kamp kurmuştu. Kış yaklaştıkça soğuktan donarak ölmelerinden korkan belediye yetkilileri onlara Romanya’ya geri dönmeleri için uçak bileti satın aldı. Helsinkililer onların uçuş masraflarını karşılamak zorunda bırakıldıkları için çileden çıktı. Hava düzelince Romenler yavaş yavaş geri döndü. Helsinkililer bir kez daha çileden çıktılar. Bununla ilgili bir şeyler yapılmalı.
İskandinav ülkelerinin geri kalanı gibi Finlandiya da aşırı sağcıların yabancı karşıtı görüşünün hâkim olduğu bir dönemden geçiyor. Finlilerin sessizce nefret ettiklerini düşünürdüm. Artık böyle düşünmüyorum. Beyin ameliyatımdan sonra bir ay kadar araba kullanmam yasak olduğu için sıklıkla toplu taşıma araçlarını kullanıyorum. Bir gün tramvaydaydım. Biri yürüteç kullanan iki yaşlı kadın, siyahi göçmen şoföre gidecekleri yere varabilmek için hangi durakta inmeleri gerektiğiyle ilgili bir soru sordu. Şoför aksanlı ama anlaşılabilir bir Fince ile cevap verdi. Önümde oturan bu iki yaşlı kadın yüksek sesle, şoförün de duyabileceğinden emin bir şekilde kahrolası zencilerin lanet olası dillerini öğrenmeleri gerektiğinden bahsetmeye başladılar.
Yaşlı kadınlar kahkahayı patlattı. Bu da bir gence fıkra anlatması için ilham verdi. Genç adam, “Bir zenci ile çingene karşılaşırsa ne olur? Soygun yapmaya üşenen bir hırsız,” diyerek etrafına kem küm etti. Şoförün hepsini tramvaydan atmaya hakkı vardı ama o cevap vermedi. Böyle davranışlara alışkın olmalıydı.
Bir grup hoş genç kız etrafımı çevreledi. Gülüşüyorlar, dondurmalarını yalıyorlar, müzikçalardan gelen bangır bangır teknomüzikle ileri geri sallanıyorlardı. Kızlar dilenciyi görmezden gelerek onun etrafında dans edip dondurmalarını yalıyorlardı. Soğuk havaya rağmen giydikleri yazlık kıyafetlerle bedenlerini teşhir ediyorlardı. Güneş ışığı göğüsleri büyütür ata-sözünün doğruluğuna karar verdim. Taşıdığım bastondan dolayı bana yan yan baktılar. Elimdeki, dişbudak ağacından yapılma bir değnekti. Tutma yeri ağır som altından bir aslan başı şeklindeydi, 250 gram kadar geliyordu. Aslanın bir gözü yakut, diğeri zümrüttü. Sol işaret parmağımı jilet gibi keskin, parlak çelikten dişlerin arkasından geçirerek tutuyordum bastonu.
Işık değişmişti. Gitmelerinden önce kızlardan son bir bakış aldım. Caddenin aşağısını izliyordum. Bir keresinde buradan iki adım ötede bir adamı vurup öldürdüğümü hatırladım. Kaldırımlar bugünkü gibi kalabalıktı ama mevsim yazdı ve hava ılık ve güneşliydi. Bir zamanlar düşünceler canımı sıkardı. Şimdiyse umurumda değildi.
Caddenin diğer tarafında Mannerheimintie ile Aleksanterinkatu’nun kesiştiği yerden Jyri’nin bana doğru geldiğini gördüm. Köşeye doğru yürüyüp karşıya geçmek için ışığın yanmasını bekledim. Rolling Stones’un “Gimme Shelter” şarkısı aklıma takılmıştı. Stones ve teknoritmi kafamda yankılanıyor, beni rahatsız ediyordu.
Sulo ya da sevgili Amerikalı karımın himayemdeki gence verdiği ismiyle “Tatlım” bu seslerin hop, bebop, rebop ve daha fazlası olduğunu söyleyebilirdi. Tatlım bana özenir ve hayranlık duyar. Onun bana gösterdiği hürmetin bir çeşidi de eski de-ath metal takıntısını caz ile değiştirmesidir.
Jyri’nin yumuşak tavırları özgüvenini yansıtıyordu. Kusursuz takım elbisesinin modeli mükemmeldi. Onu pek tanımam ama onun tam bir narsis olduğunu düşünüyorum. Ego-santrik, zevke ve sefaya düşkün, ahlakdışı bir şekilde bencil ve empati yoksunluğu dolayısıyla dertsiz birisidir. Her halükârda bu bir şekilde onun işine yarıyor. Kariyeri birbiri ardına başarılarla dolu.
Dört şeritli caddenin ortasındaki refüjde karşılaştık. Selamlaşma ve el sıkışmayla hiç vakit harcamadık. Suçluların ve planladıkları aktivitelerin olduğu büyükçe ve kahverengi zarfı bana verdi. Ben de ulusal güvenlik şefine içi para dolu iki zarf uzattım: dünkü soygundan Jyri’nin ve başka devlet adamlarının payına düşen yüzlük banknotlardan oluşan yüz elli bin euro nakit. Unutulmaz bir 1 Mayıs’tı. Zarfları takas ettik.
“Sen ve Amerikalı karın benimle ve işten birkaç arkadaşla akşam dışarı çıkmaya ne dersiniz?” diye sordu Jyri.
Bu fikir beni cezp etmişti. Jyri ve ahbaplarıyla sosyalleştiğimi hayal bile edemezdim.
“Bu akşam benden. Harika bir caz grubu ve seninle tanışmak isteyen birkaç kişi var.”
Kelimeler hızlıca ağzından dökülünce bizim gizli operasyon kendini belli etmeye başlamıştı. “Bebek bakıcısı ayarlamak için fazla vakit yok. Kate’e sormam lazım.”
“Şimdi ara ve sor öyleyse. Size güvenilir bir bakıcı ayarlayacağım konusunda ona söz veriyorum.”
Yapacağım özel konuşma için bir iki adım uzaklaşıp arkamı döndüm. Kate fena halde akşamdan kalmaydı; ondan net bir hayır cevabı bekliyordum. Onu davet edip Hotel Kamp’taki genel müdürlük işinde ona faydalı olabilecek kişilerle tanışacağından bahsettim.
Beni şaşırtıp karşı çıkmadan, “Elbette,” diye cevap verdi. “Harika, benim için Jyri’ye teşekkür et ve buluşmayı dört gözle beklediğimi söyle.” Bir an duraksadıktan sonra, “Aino’yu da getirebilir miyim?” diye sordu. Aino restorandaki asistanı, yeni en iyi arkadaşı ve benim arzuladığım kişiydi.
Kate bu sabah kusuyordu. Onun bu coşkusuna anlam veremedim. Konuşmayı bitirdik.
Jyri’ye geri döndüm. “Size katılmayı çok isteriz. Bir arkadaşını getirse sorun olur mu? Çekici bir kadındır,” diye ekledim, çünkü bir kadın avcısı olan Jyri’nin güzel bir kadına tek bir bakış için bile benzine bulanmış bir şekilde cehenneme sürüneceğini biliyordum.
Hoşuna gitmişçesine gülümsedi. “Elbette, ekibini davet edebilirsin ve onlara isterlerse arkadaşlarını da getirebileceklerini söyle. Bakıcı sekiz buçukta sizde olacak.” Topuklarının üzerinde döndü (muhtemelen elindeki yüz elli binlikten dolayı çok mutluydu) ve enerjik bir şekilde yürüdü.
Bana dosya vermesindeki amacı bana ve benim gizli operasyon ekibime suçluları belirlememiz ve onların paralarını, uyuşturucularını ve silahlarını yağma etmemiz için bilgi sağlamaktı.
Filippov soruşturması sırasında, ona karşı kullanılabilecek olan kanıtı örtbas etmem için bana yalvarırken Jyri ile yaptığımız konuşmayı neredeyse kelimesi kelimesine hatırlıyordum.
“Sana istediğin her şeyi veririm, sadece bu işi hallet,” demişti.
Ona, “Bu senin problemin. Hiçbir şey istemiyorum,” diye karşılık verdim.
Bana doğru yöneldi. “Bir gizli operasyon ekibi kurmayı düşünüyorum. Organize suçla mücadele timi. Suçluları yakalamak için her türlü yola başvurma, onlara karşı kendi yöntemlerini kullanma yetkisine sahip bir ekip. Hiçbir kısıtlama olmadan.”
“Zaten böyle bir ekibimiz var. Gizli güvenlik gücümüz, SUPO.”
“SUPO ile ilgili bir problem var,” demişti Jyri. “Onlar benim için çalışmıyor.”
“Yani sen bir çeşit Finli J. Edgar Hoover olmak istiyorsun.”
“Evet.”
“Hayır,” diyerek yüzüne karşı güldüm.
“Seni tanımadığımı düşünüyorsun, ama tanıyorum,” diye karşılık verdi. “Masumları korumak gibi zavallı bir ihtiyacın acısını çekiyorsun. Bir çeşit beyaz şapkalı iyiliksever olduğunu sanıyorsun ama değilsin. Kanıtladığın üzere sen hortumcu bir polissin, bir cani ve katilsin. Adalet olarak gördüğün şeyi elde etmek için her şeyi yaparsın. Böyle bir birliğe ne kadar ihtiyacımız olduğunu göstermek için sana bir örnek vereyim. Helsinki’de insan ticaretini soruşturan, tam zamanlı çalışan sadece yedi polis var. Finlandiya’da ve çevre ülkelerde binlerce gangster genç kızların alım satımını organize ediyor ve bu kızların yüzlercesi ya da binlercesi gidecekleri ülkenin yolu üzerinde olduğu için bu ülkeye giriş yapıyor. Kısıtlı yasal kaynaklarımızla köle ticaretini çökertenleyiz. Bütün bu kurbanları hayal et. Kaç tanesinin ışıltılı, parlak yüzlerini bu iğrenç ıstıraptan, istismardan, terörden, defalarca tecavüze uğramaktan kurtarabileceğini düşün.”
İlgimin farkına vardı.
Ortağımı kastederek, “Milo,” dedi, “el altı işlerden anlıyor. O harika bir bilgisayar dehası, aynı zamanda da bir katil. O senin ilk takım üyen olabilir. Daha sonra her kimi istersen onunla çalışabilirsin.”
Milo el altı işleri öğrenmişti, çünkü o bir röntgenciydi. Haneye tecavüzle evlere girer, insanların eşyalarını karıştırırdı. Milo, IQ’su yüz yetmiş iki olan bir kaçıktı.
“Ben kimseyi öldürmüyorum,” dedim.
“Bunu senin takdirine bırakıyorum.”
“Milo bir delifişek ve mesuliyet gerektirir.”
“Milo gergin bir köpek yavrusu gibidir. Onu yönlendirecek kararlı bir ele ihtiyacı var. Senin olsun.”
“Bu çok pahalıya patlar,” dedim. “Bilgisayarlar. Araçlar. Gözetleme donanımı.”
“İki hafta içinde İsveçli ve Finli çingeneler Exctasy için uyuşturucu anlaşması yapacaklar. Yüz altmış bin Euro el değiştirecek. Bunu durdurabilir ve bu parayı rüşvet fonunun başlangıcı olarak kullanabilirsin. Ekipmanlar için ekstra parayı daha sonra sana sağlarım.”
“Hayır.”
Düş kırıklığı onu kavramıştı ve sesinde yankılanıyordu. “Seni tanıdığımı söylemiştim ve tanıyorum da… işinden nefret ediyorsun. Bir farklılık yaratamadığın için düş kırıklığına uğramış durumdasın. Sen bir başarısızlık örneğisin. Ölen kız kardeşin için…” Bir önceki soruşturmadaki yüksek ölü sayısını gündeme getirdi: “Sufia Elmi ve onun ailesi için, eski çavuşun Valteri ve onun ailesi için… Ölmüş eski eşin ve özel hayatında düşük yüzünden ölen ikizlerin ve bu sebeple de karın için… Milo’nun hakladığı zavallı okul katliamcısı için sen bir başarısızlıksın. Sen kendin için de bir başarısızlıksın. Dokunduğun herkesi başarısızlığa sürükledin. Bu işi yaptıklarını telafi etmek için kabul edeceksin. Sana istediğin her şeyi sunuyorum.”
“Neden ben?” diye sordum.
“Çünkü sen daha önce sözünü ettiğim rahatsız edici dürüstlük örneğisin. Hiçbir şey istemiyorsun. Manyağın tekisin ama kaya gibi de sağlamsın. Arkamdan iş çevirmeden bu ekibi yönetmen için sadece sana güvenebilirim.”
“Bunu düşüneceğim.”
“Hiç kimse bu işe karıştığımı bilmemeli. Her şeyi organize edeceğim, sana adam bulacağım. Bu işi benim için çöz ve gizli operasyon ekibimi yönet,” dedi.
Saf bir ahmak olduğum için Jyri’nin bu yanıltıcı eleştirisine inandım. Hiç kimseye yardım etmemiştim ama birkaç kişinin canını yakmıştım ve dahası da olacaktı. Başarılı olduğu tek şey benim için en değerli varlık olduğunu hatırladığım kişiyi, karımı yabancılaştırmak olmuştu.
Finlandiya’nın yozlaşmadan muaf olduğuna dair nerdeyse herkesin inandığı bir efsane vardır. Polis ve politikacılar dini anlamda pirüpaktır ve kendilerini her şeyin ötesinde uluslarının iyiliğine adamışlardır. Yabancılar bile gezi rehberlerinde bununla ilgili yazmıştır. Gizli operasyon ekibimiz için en iyisi kimsenin böyle bir şeyin varlığına ya da bu yolsuzluğun hükümetin en üst seviyelerine kadar yayıldığına inanmamasıydı.
Bir silahlı soygun çetesi yönetiyorum. Bir polis müfettişi, şantajcı, kaba kuvvet uzmanı ve infazcıyım. Uç ay önce dürüst bir polistim. Nasıl ya da neden olduğunu umursadığımdan emin değilim ama bu kadar kısa sürede böyle sıra dışı bir değişim nasıl yaşadığım konusu üzerine kafa yoruyorum. Jyri benden birkaç çetin polis daha toplamamı istedi ama onu reddettim. Dört kişiden fazlası gizli görevde çok kalabalık olacaktı. Grup sadece ben, Milo ve Tatlım’dan oluşuyor. Milo hasta bir köpek yavrusu olsa da gösterdiği azimden dolayı onu gittikçe daha çok takdir etmeye başladım. Tatlım, bebek suratlı bir dev. Onu ona acıdığım için, cüssesi için, zevk almadan şiddet uygulayabilme kapasitesi için ve Jyri’yi sinirlendirmek için işe aldım. Jyri ondan “hödük” diye bahsediyor. Tatlım genellikle aptal biri görünür ama alakası bile yoktur.
Tatlım’a göre, “Hayat olduğu gibidir, hiçbir şeyin bir sebebi yoktur.”
1. BÖLÜM
Jyri ile tanışmamdan üç aydan biraz daha fazla bir süre geçmişti. Kate ilk çocuğumuzu (kızımızı) 24 Ocak’ta doğurmuştu. Çoğu doğumdan daha kolay bir doğumdu. Parmaklarının arasından karpuz çekirdeğini fışkırtmaktan daha zor değildi. İlk kasılmasını yaşamasından sadece on altı saat sonra kızımızı kucağımda tutuyordum. Onu ilk kucağıma aldığımda varlığından haberdar bile olmadığım bir huzur duygusu hissettim. Böyle bir şeyin mümkün olabileceğine inanmazdım ama bana verdiği bu hediye için Kate’i on kat daha fazla sevdim.
Sakin bir bebektir. Pek ağlamaz. Çoğu kez gece boyunca uyur. Vaftiz törenine kadar resmen adı koyulmamış olsa da biz ona Anu diye seslenmeyi seçmiştik. Basit ve hoş bir isimdi, telaffuzu Fince’de ve diğer yabancı dillerde benzerdi. Bu, iki kültürlü evliliklerde önemlidir.
İki kültürlü evliliğimiz beni değiştirdi. Kate ile tanıştığımızda pek çok Finli erkek gibi “Seni seviyorum.” cümlesini dile getiremezdim. Kocaları karılarına bu sözü söylemediği için kadınların şikâyet ettiğini en az birkaç kez duydum. Erkeklerin buna verdiği tipik cevap ise, “Sana seni sevdiğimi evlendiğimde söyledim. Eğer bir şeyler değişirse seni haberdar ederim,” olur. Kate bana sık sık samimiyetle ve utanmadan beni sevdiğini söyler. Bu duygusuna karşılık vermeyi öğrendim. En başlarda bana garip gelmişti. Çok geçmeden ondan önce söylemeyi de öğrendim. Bu doğal bir şeydi, hatta şimdiye kadar neden bu kadar zor geldiğini anlayamamıştım.
Senenin başından beri ağır migren ağrıları çekiyordum. Kate’in hamileliğinden dolayı stresle alakalı olduğunu düşünmüştüm, çünkü Kate geçtiğimiz aralık ayında ikizleri düşürmüştü ve ben bunun yeniden yaşanmasından korkuyordum ama Kate test yaptırmamda ısrar etti. Kardeşim Jari nörologdur. Ona gittim ve beni MRI çektirmeye gönderdi. Anu’yu hastaneden eve getirdiğimiz gün de beyin tümörüm olduğunu söyleyeceği tuttu.
Kate ve benim her zaman harika bir ilişkimiz vardı. Karı koca olmanın yanı sıra birbirimizin en iyi arkadaşıydık ama aramızda bir çıkmaz vardı. Geçmişimi ya da hayatımdaki olayları, özellikle de hoş olmayanları ona anlatmamakta hata etmiştim. Kate hiçbir zaman Amerikan TV programlarındaki kadınlar gibi olmadı. Hayatının aşkı olduğuna inandığı, hatta en derin, en özel düşüncelerini ve duygularını paylaştığı, güvenilir olduğunu düşündüğü adama, yirmi sene önceki tek gecelik ilişkisini ya da daha tanışmadan beş sene önceki ilişkisini öğrendiği için aniden öfke saçan kadınlar kadar kötü değildi. Yine de bir iki sefer Kate benimle ilgili şoke edici gerçekleri öğrenmiş ve ona birazcık da olsa açılmamı istemişti. Böylece beni daha iyi tanıyıp anlayabilecekti. Bu benim için zordu, böyle bir şey tabiatımda yoktu. Kate, müşterek hayatımızla ilgili olayları ona söylemeyişimin bir yalan söyleme biçimi olduğunu düşünüyordu. Benim geçmişimle ilgili gerçekleri gizlemem ve onları kilit altında tutmam onu rahatsız ediyordu.
Anlatmak istediğini anlamıştım ve ona daha açık olacağıma dair söz verdim. Ama o daha yeni anne olmuştu, ışıl ışıl, neşeyle doluydu. Ona ölebileceğimi söylemeden onun ne kadar uzun süre mutlu kalabileceğini düşündüm. İki gün daha susmaya karar verdim. Muhtemelen daha sonraya da erteleyebilirdim ama tümörü belirlemek için yapılacak biyopsi iki gün sonra, ayın yirmi sekizindeydi. Kafamın neden yarısının tıraş edildiğine dair bir açıklama uydurmak zor olacaktı ve cerrahi müdahale ile kafama dikiş atılmış olacaktı. En azından bu fikre alışması için bir güne ihtiyacı olduğunu düşündüm.
Kate ile beraber kanepede oturuyorduk. Ondan kendini hazırlamasını istedim ve elini tutup, “MRI sonuçları geldi ve beynimde tümör var,” dedim.
Yüzü düştü ve gözyaşları gözlerinin köşesinde parıldadı. Konuşmaya çalışıp duraksadı. Konuşmayı başardığında çatlayan bir sesle, “Durum ne kadar kötü?” diye sordu.
Jari’nin bana açıkladığı ve benim anlayabildiğim kadarıyla durumu ona açıkladım. Bir sonraki gün biyopsi yapılacağını ve bunun sorumuza cevap vereceğini söyledim.
En iyi senaryoya göre beynimde menenjiyom vardı. Beyni ve omuriliği kaplayan ince zarlarda meydana gelen bir tümördü bu. Şansım yaver giderse kraniyotomi ile alınabilirdi. Hiçbir kalıcı hasara neden olmayacaktı ve üç gün içerisinde evde olacaktım. Belki birkaç hafta içerisinde işe bile geri dönebilecektim. Kemoterapiye ya da radyasyon tedavisine ihtiyaç duymayacaktım. Ancak konuşmamda ve dengemde zayıflıklar meydana gelebilirdi, felç bile olabilirdim. Gerekirse fizik tedavi bu dertlerime derman olabilirdi. Şansın da yardımıyla sadece birkaç ayda normale dönebilirdim ya da normale yakın hale gelebilirdim.
En kötü senaryoya göre ise dördüncü seviye, hızla büyüyen ve habis bir tümörüm vardı. Öyleyse çok fazla yapılacak şey yoktu ve yaşayacak çok az, belki de sadece birkaç hafta vaktim vardı. Tümörün derecesine ya da ciddiyetine göre değişen ve farklı tedavi yöntemleri gerektiren başka olasılıklar da vardı ama Jari bunların hepsini bana açıklamamıştı, çünkü liste çok uzundu. İki uç nokta bu şekildeydi.
Kate haberleri bir asker gibi karşıladı, sakin kalmaya çalıştı. Biraz ağladı ama kendini kaybetmedi. “Sen bunu nasıl karşılıyorsun?” diye sordu.
Korkunç bir migren ağrısı çekiyordum. Yaklaşık olarak bir yıl süren şiddetli baş ağrılarından sonra zayıf düşmüş ve yorulmuştum. Uzun süredir devam eden ağrı gücümü tüketmişti ve her daim uyuşukluk halindeydim. “iyiyim. Her şeyden daha çok sen bununla yüzleşmek zorunda olduğun için endişeliyim,” dedim.
“Korkmuyor musun?” diye sordu.
Uzun süren şiddetli bir ağrının sonuçlarından biri de bitmesini arzulamaktır. Bu, diğer her şeyin yerine geçer. “Pek değil. Sadece bitmesini istiyorum,” dedim.
Beni kucakladı ve bir süre öylece tuttu. Söylenecek hiçbir şey yoktu.
Biraz vakit geçince, “Seninle konuşmam gereken bir şey var,” dedim. Bu konuyu şimdi açmak hoşuma gitmiyordu çünkü onun bundan hoşlanacağını sanmıyordum ve sırf bana engel olmaması için ölme olasılığımı bir bahane olarak kullanıyormuşum gibi hissediyordum. Oysa öyle değildi. Onun isteklerine saygı göstermek ve ondan saklamamak istiyordum. Ayrıca Jyri’ye gizli operasyon timi ile ilgili bir cevap vermeliydim. Bu cevabı hemen almak konusunda ısrar etmişti. Evet, ölebilirdim fakat Jyri tümörü çıkarmanın tereyağından kıl çekmek kadar kolay olacağına inanıyordu.
Kate ile isteklerimiz birbirini tutmadığında mümkünse onun mutluluğunu kendi mutluluğumun önüne koyardım, işimin ilişkimize tekrar engel olmayacağına dair kendime söz vermiştim. Aslında romantik biriyimdir.
Kate’e Ulusal Güvenlik Şefi Jyri Ivalo’nun bana bir iş teklifinde bulunduğunu ve gizli bir ekibi yönetmemi istediğini…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Polisiye Roman (Yabancı)
- Kitap AdıBeyaz Helsinki
- Sayfa Sayısı334
- YazarJames Thompson
- ISBN9786055358327
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviEphesus / 2013-3
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Martin Eden (Türkçe) ~ Jack London
Martin Eden (Türkçe)
Jack London
Martin Eden Jack Londonın hayatından belirgin izdüşümler taşıyan özyaşamsal bir roman. Hayalleri kadar iradesi de güçlü bir genç, sosyal statüsünü değiştirmek için giriştiği yazar...
- Arsenyev’in Yaşamı ~ İvan Bunin
Arsenyev’in Yaşamı
İvan Bunin
Kimi ve neyi seversek sevelim bu aşkın içinde sevdiğini sonsuza kadar yitirme korkusunun verdiği bir acı vardır. Rus bozkırlarında kaygısız geçen çocukluk yılları, Arsenyev’in...
- Metropol: En Büyük İnsan İcadının Tarihi ~ Ben Wilson
Metropol: En Büyük İnsan İcadının Tarihi
Ben Wilson
İki yüz bin yıllık insan varoluşunda hiçbir şey bizi şehir kadar derinden değiştirmedi. İmparatorluklar yükseldi ve yıkıldı, yaşam muazzam bir devinimle değişirken şehirler arka...