Yirmi yaşlarında hangi yalnız ve mutsuz erkek yıldızlı bir bahar gecesi şehrin sokaklarında yürürken bir köprübaşında gözyaşları döken bir genç kızı hayal etmez! Belki kızın hikayesiyle, hayalperest gencin hikayesi arasında pek çok benzerlikler vardır. Beyaz Geceler’i melodramın eşiğindeki bu duygusal konuyu abartmaların ve gözyaşlarının çekimine kapılmadan bir hafiflik ve bahar mutluluğu havasıyle ele aldığı için seviyorum.
Orhan Pamuk
ÖNSÖZ
BEYAZ GECELER VE
MELODRAM ÜZERİNE BİR NOT
ORHAN PAMUK
Beyaz Geceler Dostoyevski’nin en hafif, en saf, en lirik kitabıdır. Saflık kelimesiyle karmaşık ve karışık olmayan bir şeyi kastediyorum. Kitap sözü de okuyucuyu yanıltmasın: Dostoyevski Beyaz Geceleri bir gazetede yayımlanacak basit ve coşkulu bir hikaye olarak tasarlamıştı. Hikâye saflık ve yalınlığını, kahramanlarının hep aynı kumaştan ve renkten yapılmasından alır. Onlara, dile getirdikleri sözlere hemen inanırız. Bir şeye inanan, sonra aynı güçle tam tersine inanan tipik Dostoyevski kahramanları yok bu kitapta. Bu bakımdan Beyaz Geceler Dostoyevski’nin en özel, en ayrıksı kitabı. Burada bizi etkileyen şey kitabın ve kahramanlarının bu saflığından gelen hafiflik, bir çeşit çocuksu dürüstlük ve bizi yormayan melodramlardan alabileceğimiz bir mutluluk duygusu.
Oysa on sekiz yaşımdayken Beyaz Geceler”ı ilk okuduğumda, hikâyenin yalınlığını, insan kalbine doğrudan seslenebil me gücünü, bir zayıflık olarak görmüştüm. Bu yüzden bu hikâyede benim anlamadığım, ıska geçtiğim pek çok şey var diye huzursuzdum. Cinlerin, Karamazov Kardeşler’ın karmaşık ve karmaşıklığı ölçüsünde sarsıcı kitaplar çıkartan yazarının bu kadar basit bir hikâye yazamayacağım düşünüyordum.
Bunun bir nedeni benim o zamanlar iddialı bir enıcllektüel olmaya çalışmamdır belki. Ama Beyaz Geceler’de ve daha sonra yeraltından Notlar da Dostoyevski’nin kitaplarla düşüp kalkmanın da bir çeşit hayalperestlik olduğunu ima etmesine de dikkat etmemiştim. Dostoyevski ilk olarak gazetede yayımladığı bu zarif hikâyeyi, yıllar sonra kitap şekline sokarken yeniden ele almış, sağına soluna eklemeler yapmıştır. Bu eklerden birinde, bugün okuduğumuz şeklinde, hayalci kahramanının neler düşündüğünü uzun bir cetvelle sıralar. Burada kahramanın hayallerinin ikizler teması üzerine hikâyeleri olan Alman romantik yazarı Hoffmann’a, İngiliz tarihi romancı Sir Walter Scott’a, Carmen yazarı Merimde’ye, Puşkin’e ve pek çok tarihi olaya değindiğini fark ederiz.
Bugün otuz yıl sonra Beyaz Geceleri yeniden okuduğumda insanların bu basit kitabı neden bu kadar çok sevdiklerini çok iyi anlayabiliyorum. Bu bir olgunlaşma mı, akla tapan gençliğimin tutkularından uzaklaştığımın kanıtı mı bilmiyorum. Ama on sekiz yaşımda Beyaz Geceleri anlayamadığım için hayatla pek çok şeyi kaçırdığımı biliyorum: Pek çok Türk filminin duygusal sahnesi, Orhan Kemal’in bazı romanları, benim ilk gençlik yıllarımda çok yaygın olarak okunan ve iki sayfadan fazla hiçbir zaman okuyamadığım İtalyan fotoromanları ve yerli taklitleri, Carmen, Dostoyevski’yi de etkilemiş olan melodramatik edebiyat, sinemalarda cenaze sahnelerinde cemaatle ve sinemadaki kalabalıkla birlikle gözyaşı dökebilme zevki, Romeo ve juliet vs.
Dostoyevski Beyaz Geceler’i 1848’de yirmi yedi yaşındayken yazıp bir Petersburg gazetesinde yayımladı. İki sene önce gene bir gazetede yayımlanan ilk romanı Zavallılar ûnlû eleştirmen Belinski ve çevresi tarafından hayranlıkla karşılanmış, hemen arkasından yazdığı roman ve hikâyelerin aynı başarıyı göstermemesi ya2an mutsuz etmişti. Beyaz Geceler o yıllarda Rus yazar ve aydınlarım meşgul eden “romantik” ve hayalperest kahraman kavramından da beslenir. Bizim edebiyatımızda, Reşat Nuri ve Orhan Kemal’de de Beyaz Geceler’e yakın bir yumuşaklıkla ele alınan bir konudur bu: Aklı bir karış havada “romantik” ve hülyalı delikanlının memleket gerçekleriyle karşılaşması! Dostoyevski bu romanda memleket gerçekleri yerine sevgi ve içtenlikle anlattığı ve daha önce gazete makalelerinde de tasvir ettiği Petersburg’u ve yılın o en uzun günlerine denk düşen yıldızlı bahar gecelerini koymuştur.
Beyaz Gecelerde sözü edilen yalın aşk duygusunu, sevgiliye inanabilme gücünü, bir sevgiliyle birlikte yeni bir dünya düşleyebilme zevkini kitabı ilk okuduğumda yeterince tanımıyordum. Aşk kelimesinin çok fazla kullanılmadığı bir ailede yetiştiğim, aşkı bir çeşit akıl kaybetmesi ve alay edilecek bir alıklık olarak gören bir yazılı basın ve mahalle ve okul çevresiyle beslendiğim için bana bu hikâyedeki inanabilme gücü bir çeşit saflık olarak gözüküyordu. Üstelik daha sonraki romanlarını, insanın inanacak bir şey bulma azmi ve gayretiyle, inandığı şeye hiçbir zaman tam inanamamasının acıları üzerine kuran Dostoyevski’nin, kendilerini hayallerine bu derece bırakan kahramanlara bir hikâyeyi bu derece bırakabilmesini anlayamıyordum.
Melodramın ilk kuralı, kahramanların birbirlerine ve kendilerine kolaylıkla inanabilmeleridir. Fazla kanıt göstermeden ve anlamadan beliren bu inanç melodram kahramanlarını kolaylıkla birbirine bağlar. Bir süre sonra okur da aynı iyimserlikle kahramanlara inanacaktır. Okurun ve kahramanların bir çeşit düşüncesizlikle birleştiği bu noktada. yaratıcı yazar “duyguların” müziğini özgürce ve kendi üslubunca çalar. Ama daha önemli ikinci kural, bir süre sonra kahramanların ve okurun aldatıldıklarını anlamasıdır. “Kız aslında samimi değilmiş, oğlan kızı para için seviyormuş…” olur bir sûre sonra. Kahramanların da okurun da aptal duruma düşmeden hikâyeye devam edebilmeleri için bir süre sonra yeniden inanacak bir şey bulmaları gerekir. Gözyaşlarıyla öpüşüp barıştıkları eski sevgilileri de olabilir bu, ilkine inandıktan aceleyle hemen kanacakları bir yenisi de, bir başka meşgale de… Bir süre sonra yeniden aldatılmaktadır asıl kural ve sevgililerin yerine “siyasi düşünceleri” koyarsanız ülkemizde çok yazılan siyasal melodramatik romanların kalıbını, “Doğu” ya da “Batı”dan birini koyarsanız daha derin “kültür” romanlarının kalıbını elde ederiz. Dostoyevski melodramı her zaman sevmiş, diğer karmaşık romanlarında kahramanlarını bu melodramatik aptallıktan inançsızlıklarıydı korumuştur. Beyaz Gecelerde ise konunun hafifliği, yalınlığı ve kısalığı hikâyeyi zarif kılıyor.
Yirmi yaşlarında hangi yalnız ve mutsuz erkek yıldızlı bir bahar gecesi şehrin sokaklarında yürürken bir köprübaşında gözyaşları döken bir genç kızı hayal etmez! Belki kızın hikayesiyle, hayalperest gencin hikâyesi arasında pek çok benzerlikler vardır. Beyaz Geceleri melodramın eşiğindeki bu duygusal konuyu abartmaların ve gözyaşlarının çekimine kapılmadan bir hafiflik ve bahar mutluluğu havasıyla ele aldığı için çok seviyorum
Temmuz 2000
Birinci Gece
Sevgili okuyucum, o öylesine güzel bir geceydi ki, böylesini ancak gençliğimizde görebiliriz! Gökyüzünün aydınlığına, yıldızların parlaklığına bakıp bakıp da, “Böyle bir göğün altında insan nasıl olur da öfke duyar, hırçınlaşabilir?” diye düşünürsünüz. Ama bu düşünce de gençler içindir, sevgili okuyucum, hem de çok gençler için. Dilerim, sizin de gönlünüz uzun süre genç kalsın.
Hırçınlardan, öfkeli insanlardan söz açılmışken bütün o günkü uysallığımı anımsamadan edemeyeceğim. Sabahın ilk saatlerinde bunaltıcı, tuhaf bir can sıkıntısı doldurmuştu yüreğimi. Benim gibi yalnız bir adamı herkes terk ediyormuş, herkes benden kaçıyormuş gibi bir duygu vardı içimde. uHerkes”le kimleri kastettiğimi sormak hakkınızdır. Çünkü neredeyse sekiz yıldır yaşadığım şu Petersburg kentinde bir tane bile tanıdık edinemedim. Ama tanıdık benim neyime? Zaten Petersburg’u baştan başa tanırım, onun için bütün kent kalkıp yazlığa gidince haklı olarak herkesin beni terk etliğini düşünmeye başladım. Yalnız başıma kaldığımı görünce de, büyük bir korkuya kapılarak üç gün neye uğradığımı anlamadan, kentin sokaklarında dolaştım, durdum. Neva Caddesi’ne, parka, deniz kıyısına, daha nereye gittiysem hiçbir yerde, bütün bir yıl hep aynı saatte görmeye alıştığım kimselerin tekini bile göremedim. Onlar beni elbet bilmezler, ama ben onları tanırım, hem de yakından tanırım, hepsinin de yüzü hatırımdadır. Onların sevinci benim sevincim, onların üzüntüsü benim üzünlûmdür. Tanrı’nın her günü aynı saatte Fontanka’da rastladığım ufak tefek bir ihtiyarla da neredeyse ahbaplık peydahladım. Görkemli, dalgın bir görünüşü olan bu ihtiyar, sol elini sallayarak hep kendi kendine bir şeyler mırıldanır; sağelinde ise, sapı altın kaplamalı, boğum boğum, uzun bir baston vardır. Adamcağız beni fark etmeye bile başladı, her rastlaşmada bana karşı bir ilgi gösteriyor. Beni aynı saatte Fontanka’daki yerimde görmese neşesinin kaçacağına kalıbımı basarım. Onun içindir ki, karşı karşıya geldiğimiz sıralar, ikimizin de keyfi yerindeyse, birbirimize selam verecekmiş gibi bir havaya giriyoruz. Geçenlerde iki gün birbirimizi görmeyip de üçüncü gün karşılaştığımız zaman az kalsın elimizi şapkalarımıza atıyorduk; neyse ki tam zamanında aklımız başımıza geldi de ellerimizi indirdik, birbirimizi süzerek geçtik. Evlerle de aram iyidir. Gezinirken birbiri ardından önüme çıkıp bütün pencereleriyle bana bakarak kimisi, “Merhaba! Nasılsınız? Eh, ben çok şükür iyiyim, mayısta üzerime bir kat daha çıkacaklar,” kimisi; “E, nasılsınız bakalım? Yarın beni onanyorlar,” kimisi de, “Dün az kalsın yanıyordum. Öyle korktum ki!” vs. der gibidirler Aralarında sevdiklerim vardır, kimisini oldukça yakından tanırım, bir tanesi de önümüzdeki yaz kendisini mimara tedavi ettirecek. Tedavi olurken, Tanrı esirgeye, başına bir şey gelmesin diye her gün uğrayacağım oraya. Hele güzelim pembe bir evin öyküsünü hiç unutamam. Taştan yapılmış, ufacık, sevimli bir evcegizdi bu; hantal komşularına bakıp böbürlenmesini, bana bakarken de yüzünün gülmesini gördükçe ona karşı içim sımsıcak olurdu. Geçen hafta yanından geçerken başımı kaldırır kaldırmaz: “Beni sarıya boyadılar!” diye acıklı bir ses işittim. Bir de baktım kî, ne göreyim!.. Haydutlar! Barbarlar! Ne sütun bırakmışlar, ne sundurma; hepsini kanarya sarısına boyamışlar! Kanım beynime sıçradı. Çin İmparatorluğu rengine boyanarak çirkinleştirilen zavallı dostuma bakmaya dayanamayacağım için o günden beri de semtine uğramıyorum.
işte, okuyucum, Petersburg’u ne kadar yakından tanıdığımı artık anlamış bulunuyorsunuz.
Nedenini ortaya çıkarıncaya kadar bir tedirginliğin ûç gündür içimi kemirdiğini yukarıda söylemiştim. Sokakla canım sıkılıyor, “O yok, bu yok, öteki ne cehenemegitti!” diye evde kendimi yiyordum. Tam iki gece; “Benim nem eksik? Burada niçin rahat edemiyorum?” diye odamda kıvrandım durdum, isten kararmış, yeşil badanalı duvarlara, Matriyona’nın başarıyla ürettiği örümcek ağlarıyla kaplanmış tavana şaşkın şaşkın baktım. “Yoksa bütün sıkıntımın nedeni bunlar mı?” diye sandalyeleri gözden geçirdim. (Çünkü bir sandalye bile akşam bıraktığım biçimde durmuyorsa, sinir olurum.) Pencereye göz gezdirdim; hepsi boşuna… içim bir türlü rahat etmedi! Hattâ Matriyona’yı çağırarak, örümceklerden, her zamanki pasaklılığından dolayı kendisini fazla üzmeden azarladım. Kadın tuhaf tuhaf baktıktan sonra çekti gitti, örümcekler ise yerlerinde hâlâ sapasağlam duruyorlar.
En sonunda bu sabah işin içyüzünü anlayabildim. Öyle ya, herkes benden kaçıp yazlığa kapağı atıyordu. (Bu bayağı anlatımdan dolayı özür dilerim, şu anda yüksek üslubun hiç sırası değil.) Çünkü Petersburg’da bulunan herkes ya yazlıklarına gitmişti ya da yeni gidiyordu. Çünkü sokakta her araba kiralayan kerli ferli adam, gözümde, günlük işini bitirdikten sonra yazlığa, ailesinin yanına dönen pek sayın aile babası görünümüne Dürtmüyordu. Çünkü karşılaştığım yayaların; “Biz buraya şöyle bir uğradık, iki saat sonra yazlığa gideceğiz,” diyen kibirli bir havası vardı. Kar gibi beyaz ince parmaklarıyla pencereye vurduktan sonra, güzel bir kız, başını dışarı çkararak, elinde saksılarla çiçek satan çiçekçiyi çağırmaya görsün. Hemen o anda bu…
“Beyaz Geceler” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıBeyaz Geceler
- Sayfa Sayısı96
- Yazar Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
- ISBN9754708196
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2000
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sonunda Ben de Sevdim ~ Victoria Alexander
Sonunda Ben de Sevdim
Victoria Alexander
1854 yılında Londra’da evliliğe kesinlikle karşı olan dört yakın arkadaş birer şilin ve bir şişe kaliteli konyağın ödül olarak belirlendiği bir bahse tutuşurlar. Aralarında...
- Beni Hatırladın mı? ~ Sophie Kinsella
Beni Hatırladın mı?
Sophie Kinsella
Bir sabah uyansanız ve hayatınız kusursuz olsa? Lexi, berbat bir trafik kazasının ardından hastanede gözlerini açıyor. Ona göre sene 2004. Kendisi yirmi beş yaşında...
- Işık Bahçeleri ~ Amin Maalouf
Işık Bahçeleri
Amin Maalouf
Hoşgörü peygamberi Mani’nin inancı ve öyküsü Hıristiyanlık çağının şafağında, İsa’nın ölümünden iki yüz yıl sonra başlar. Bizim çağımızın da kahramanı olabilecek Mani, yaşam öyküsüyle,...
Bu roman gerçekten, ama gerçekten çok güzel..