Arap Booker Ödülü sahibi Filistinli yazar İbrahim Nasrallah’ın kaleminden yüz yılı aşkın zamandır süren Filistin Mücadelesi’ni anlatan sarsıcı bir roman.
İbrahim Nasrallah, ustaca kullandığı sözcüklerle âdeta Filistin direniş tarihinin resmini çiziyor. Verilen mücadeleler, yaşanılan acılar ve toplumsal travmalarla bambaşka hikâyelere sahip üç farklı nesli ortak bir noktada buluşturuyor.
Hadiye Köyü’nden Mahmud, Halid ve Naci’nin yaşamları üzerinden farklı dönemlerde Osmanlı, İngiliz ve Yahudi birliklerine karşı verilen direnişin hikâyesine tanıklık ediyoruz.
Cümleleriyle tutsak zamanların zincirlerini kıran Nasrallah, Filistin halkının kolektif hafızasını ve mücadelesini oldukça güçlü bir dille ortaya koyuyor.
“Göz kamaştıran, duyarlı bir üslupla yazılmış olan Beyaz Atlar Zamanı, okuru büyüleyici bir şekilde kavrıyor, onun duyarlılığı ve hafızası üzerinde kalıcı bir etki bırakıyor. Bu kitap, Filistin halkının yaşadığı trajedi ve felaketleri nedenlerini de ele alarak yaratıcı bir şekilde tasvir ediyor.” Salma Khadra Jayyusi
*
Allah atı rüzgârdan, insanı topraktan yarattı.
(Bir Arap Atasözü)
(Bir ilave) evi de insandan…
Önsöz
1985 yılında bu romanı yazmaya başladığımda bunun bir “Filistin Trajikomedisi” olacağını düşünüyordum. Romanı yazmak için gerekli hazırlıkları yaptım. Olaylara şahitlik edenlerin anlattıklarını kaydettim, romanla ilgili kitapların olduğu bir kütüphane oluşturdum. Bazen işler bizim arzu ettiğimiz gibi gitmediğinde arkasından başka güzel şeyler olabiliyor. Bu roman üzerinde uzun soluklu çalışmam diğer beş roman için kapı aralamış oldu. Ancak, ilk başta bu romanı yazacakken diğerlerini yazdım. 1985-1986 yıllarında özellikle Beyaz Atlar Zamanı’nda çok yararlandığım şahitlerin anlattıklarını topladım. Anavatanlarından atılarak sürgün hayatı yaşayan şahitler Filistin’de yaşadıklarını bana tüm ayrıntılarıyla anlattı. Ne yazık ki bu şahitlerin hepsi vatanlarına dönme arzuları gerçekleşemeden bu dünyadan göçüp gitti. Aynı şeyi hayal eden, aynı ölümle ölen Filistin’in dört köyünden şahitler: Garipler. Bu romanı onların ruhuna ithaf ediyorum: Amcam Cuma Halil, Cuma Salah, Mersa Hadir, Kevkeb Yasin Tavtah. Bu roman onlara, anılarını paylaşmaktan çekinmeyen diğer şahitlere, yirmi yıl boyunca tesadüfen hikâyelerini dinlediğim insanlara bir selamdır. Ayrıca anıları ve kitapları yoluma ışık tutan, eserlerinin adları romanın son kısmında verilen Filistinli ve diğer Arap yazarlara bir selamdır. Filistin gelenekleri bölgeden bölgeye, köyden köye değişmekte olup inanılmaz bir çeşitliliğe sahiptir. Bu yüzden romandaki bazı gelenekler kimi okurlara yabancı gelebilir. Hadiye ve oradaki manastırın hikâyesi başından sonuna gerçek bir hikâye. Bu benim köyümün hikâyesi. Romanda geçen şahıslar ve aileler hayal ürünüdür. Gerçek kişilerle her türlü benzerlik tamamen tesadüfidir.
BİRİNCİ KİTAP
RÜZGÂR
Hamame’nin Gelişi
Mükemmel bir mucizeydi yaşananlar.
Hacı Mahmud, oğlu Halid ve köyden birkaç adamla misafirhanenin önündeki dut ağacının altında oturuyordu. Birden uzaktan yaklaşan bir toz bulutu gördüler. Hacı Mahmud garip bir hisse kapıldı. Dakikalar geçtikçe toz bulutu dağılmaya, yerini daha önce hiç görmedikleri bir beyazlık almaya başladı. Parlaklığı gittikçe artıyordu ve sonunda tastamam belirdi.
Bu adamları bir kısrağın ya da atın güzelliğinden daha fazla meftun edebilecek bir şey yoktu.
Hacı Mahmud şaşkın bir edayla, “Benim gördüğümü siz de görüyor musunuz?” diye sordu.
Bir cevap alamayınca dönüp adamlara baktı. Hepsi hayretler içinde kalmış nutukları tutulmuştu. Uzun süre hâkim olan sessizliği, rüya âleminden çıkmış gibi görünen yaratığın çılgınca dörtnala koşması bozdu.
Kısrak, gemin yol açtığı yaranın acısını umursamadan süvariyle inatlaşıyordu. Hayvan nefes nefese kalmıştı, gitikçe canını daha çok yakan acıyla canhıraş iniltiler çıkarıyordu. Atlı, elinden geldiği kadar altında çılgınca debelenen ışık hüzmesine hâkim olmaya çalışıyordu. Derken ışık hüzmesi başını yukarı doğru kaldırıp acı acı kişnemeye başladı. İşte o an Hacı Mahmud daha fazla dayanamadı.
“Efendiler! Özgür bir ruh yardım istiyor. Ona yardım edin.”
Kısrak gelip önlerinde kaya gibi mıhlandı. Bir adım daha atmaktansa ölmeye karar vermiş gibiydi.
***
Süvari, adamların seğirterek kendisine doğru geldiğini görünce dehlemek için sopasıyla kısrağa vurmaya başladı ama hayvan oralı olmadı. Hemen kısraktan atlayıp geldiği yöne doğru tökezleye tökezleye kaçmaya başladı.
Halid, adamlar kısrağın yanına varmadan kendi kısrağına atlayıp uçarcasına kaçan adamın önüne çıktı.
Adam yere düşene kadar kısrağıyla etrafında döndü.
“Kısrağı nereden çaldın?” diye sordu.
Adam cevap vermedi.
Kısrağıyla adama doğru yaklaştı. Hayvan öfkeyle kişneyerek ön ayaklarını korku içindeki adamın üstüne doğru havaya kaldırdı.
“Buradan geçen Araplardan” diye bağırdı.
Kısrağın ön ayakları, adamın tam göğsüne düşmek üzereyken Halid hayvanın başını çevirince az öteye bastı.
“Nerede?”
“Nehrin batısında.”
“Safkan kısrak foyanı ortaya çıkardı” dedi Halid.
Ardından adam merhamet dileyerek feryat etmeye başladı.
“Ne zaman çaldın?”
“İki gün önce.”
“Bir kısrağı çalmanın birinin ruhunu çalmak gibi olduğunu bilmiyor musun sen? Güneş batmadan kaç kurtar kendini yoksa seni köpeklere yem ederiz.”
Halid, adamın etrafında tekrar daire çizmeye başladı. Adam kefiyesine, ageline ve abasına uzandı.
“Bırak onları! Özgür bir ruha bunu yapan bir herif onları takamaz!” diye bağırdı Halid.
Adam günbatımından önce ufka ulaşmak için düşe kalka can havliyle koşmaya başladı.
***
Kısrak, adamlar yaklaşınca daireler çizerek çılgınca dönmeye başladı. Biraz geri çekilince tekrar durdu.
“Onu yalnız bırakın” dedi Halid.
Adamlar yokuş yukarı çıkıp misafirhanenin olduğu tepeye döndüler. Halid kısrağın yanında tek başına kaldı. Ancak, yanına yaklaşmaya çalışmadı. Uzaktan onu süzüyordu. Daha önce bu ovaya hiç uğramayan bir güzelliği vardı hayvanın. En iyisi onu yalnız bırakmak diyerek babasının ve adamların olduğu tepeye doğru çıktı.
Kaçan adam, karanlıkta yavaş yavaş kayboluyordu fakat hava kararmasına rağmen kısrak, tıpkı bir ışık hüzmesi gibi hâlâ görülebiliyordu.
“Kısrağın dışarıda kalması doğru olmaz” dedi adamlardan biri.
“Bırakın kalsın, o da özgür bir ruh” dedi Hacı Mahmud.
Ardından şu dizeleri söylemeye başladı:
“Birisi atını kaybederse
Alır ailemiz gibi koruruz
Her gün ekmeğimizi onunla paylaşırız
Peçeler giydirir, baş tacı ederiz”
***
Akşam misafirhanedeki sohbet sonra erince herkes evinin yolunu tuttu. Ancak Halid bir yere gitmedi. Gece boyunca gözlerini kısraktan ayırmadı. Her şeyden korkuyordu; kısrağın gitmesinden, kalmasından ‒bu durumda başkasına ait bir hayvana daha çok bağlanacaktı‒ sahibinin çıkagelmesinden. Kendisi bu kadar güzel bir kısrağı kaybetse ömrünü onu aramakla geçirirdi.
Bu durum başına gelmemiş miydi zaten?
Habbab
Habbab’ın isminin nereden geldiğini kimse bilmiyordu. Daha önce başka bir adının olup olmadığını bilen de yoktu.
İzzetli, devletli Kaimmakam Hazretleri yeni tayin edildiği kazayı keşfe çıkmıştı. Mağrur yürüyen Habbab dikkatini çekti. Göz göze geldiler ama Habbab istifini bile bozmadı. Bu durum Kaimmakam Hazretlerini pek şaşırttı. Habbab’a seslenince ona doğru yaklaştı. Kaimmakam Habbab’ın omzunu tıpışlayarak etrafında dönmeye başladı. Habbab kendisini ilgilendiren bir durum yokmuş gibi öylece duruyordu. Onun bu tavrı, kazaya daha iki gün önce gelen ve halkın kendisine boyun eğmesini bekleyen bir idareciyi çileden çıkarmak için yeterliydi. Kaimmakam, kılıcını kınından çıkardı. Kabzası yere, ucu başparmağı ile işaretparmağı arasında ileri geri sallanacak şekilde ters çevirdi. Sağ elini Habbab’ın omzuna uzattı. Sol eliyle kılıcın ucunu onun beline doğru eğip oraya sabitledi. Habbab hâlâ oralı olmadan duruyordu.
İnsanlar bu ilginç hadiseyi seyretmek için toplandı. Kaimmakam elini Habbab’ın omzuna atarak onu kendine, beline dayadığı kılıca doğru çekti. Kılıcın ucu belinin yumuşak etini kolayca bulmuştu. Habbab olduğu yerde durmaya devam ediyordu.
Metal parçası beline zorlanmadan girmişti. Kan, belinden yere dikilmiş vaziyette duran kılıcın kabzasına doğru akmaya başladı. Kaimmakam dönüp bakınca hızla genişleyerek biriken kanı gördü. Bu adamın hayatı pahasına da olsa son söyleyeceği şeyin, “Ah’” olduğuna kanaat getirmişti. Üç adım geri çekilerek, “Nerelisin?” diye sordu. Habbab, doğuya doğru uzanan boşluğu ve sabah güneşinin külrengi halesiyle örttüğü uzaktaki tepeleri gösterdi.
Kaimmakam, kendisiyle yürümeye davet edince ona eşlik etti.
Habbab’a adını, köyünün adını sordu. Sonra, “Bu handan ayrılmayacaksın, uzaklaşmayacaksın!” dedi. İki gün sonra üç Türk asker gelerek Habbab’ı alıp götürdü. Bir daha görünmedi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıBeyaz Atlar Zamanı
- Sayfa Sayısı560
- Yazarİbrahim Nasrallah
- ISBN9789752212770
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviBilgi Yayınevi / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Hasbüyü ~ Terry Pratchett
Hasbüyü
Terry Pratchett
“Başka herkesi yendikten sonra, geriye savaşacak yalnızca tanrılar kalır,” dedi Coin. “Aranızda tanrıları gören var mı?” Tereddütlü inkârlar yükseldi. “Size onları göstereceğim.” Yakın geçmişte,...
- Yağmur Kral ~ Saul Bellow
Yağmur Kral
Saul Bellow
“Bir roman, birkaç doğru izlenim ve bundan çok daha fazla yanlış izlenim arasında dengelenmiştir, ki biz buna hayat diyoruz.” Saul Bellow Yağmur Kral, Afrika’ya...
- Burma Günleri ~ George Orwell
Burma Günleri
George Orwell
“Bizim bu ülkede bulunmamızın hırsızlık yapmaktan başka bir amacının olmadığını nasıl anlayabilirsiniz? Çok basit. Memurlar Burmalıları ezerken işadamları da onların ceplerine dalıyorlar. Eğer bu...