Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bestesiz Güfteler – Şarkılardan “Klasik”liğe: XIX. Yüzyıl Matbu Güfte Mecmuaları (1852-1905)
Bestesiz Güfteler – Şarkılardan “Klasik”liğe: XIX. Yüzyıl Matbu Güfte Mecmuaları (1852-1905)

Bestesiz Güfteler – Şarkılardan “Klasik”liğe: XIX. Yüzyıl Matbu Güfte Mecmuaları (1852-1905)

Cem Behar

Müziğin sözlerini kişisel bir deftere not etme geleneği Osmanlı ile başlamış da değildir, bu âdet çok daha eskidir. Osmanlı’ya veya Şark musıkilerine mahsus da…

Müziğin sözlerini kişisel bir deftere not etme geleneği Osmanlı ile başlamış da değildir, bu âdet çok daha eskidir. Osmanlı’ya veya Şark musıkilerine mahsus da değildir. Yüzyıllar boyunca müziğin eğitim, icra ve intikalinde yazılı malzeme olarak sadece güfte mecmuaları kullanıldı. Talebe üstaddan meşk ettiği eserin güftesini mecmuasına yazardı; hânende ise geçmiş olduğu eserlerin güftesini elindeki mecmuada arar, bulur, eserin müziğini hatırlar ve icra ederdi. Güfte mecmuaları hiçbir zaman geleneksel meşk yöntemine bir alternatif telâkki edilmedi, aksine ona bir yardımcı olarak görüldü.”

Bestesiz Güfteler’de her biri sadece basit bir “şarkı sözü” derlemesi olmakla kalmayıp aynı zamanda Osmanlı kültür ve musıki tarihine dair bir belge niteliği de taşıyan matbu (dindışı) “Güfte Mecmuaları”nı inceliyor Cem Behar. Giriş bölümünde elyazması güfte mecmualarına değinse de, çalışmasını aslen ilk matbu güfte mecmuası olan 1852 tarihli Mecmua-yı Şarkı’yla başlatıp 1905 tarihli Gülzâr-ı Musıki’yle bitiriyor. Böylece, “modernleşme” adı verilen sosyal ve kültürel sürecin on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısının İstanbul’unda Osmanlı/Türk musıkisi üstüne bıraktığı izleri kısmen görme imkânı sunuyor.

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ • 9
I. ELYAZISINDAN MATBAAYA • 17
Benzerlikler ve Farklar • 19
Dinî ve Dindışı Mecmualar • 24
Şiir ve Güfte • 28
Tarih ve Kronoloji • 30
II. BASILI GÜFTE MECMUALARINA DAİR • 36
Kapsamlı Mecmualar • 38
Perakende Risaleler • 61
Hasan Tahsin Bey ve Diğerleri • 65
Tipoloji ve Tasnif • 69
III. MATBU GÜFTE MECMUASINDA GÜFTE, USÛL VE NAĞME • 72
Hâşim Bey ve Nota Yazısı • 73
Hâşim Bey’in Öğrencileri, Muhafazakârlık ve Ahmet Avni Bey • 77
Orta Yol: Edhem Efendi ve Ali Galip Bey • 80
“Moderniteyle Baş Etmek” • 82
Usûle Hâfıza, Hâfızaya Mecmua • 83
IV. ŞARKILARIN YÜKSELİŞİ • 89
Şarkılar Yeni Değil • 89
Matbu Şarkılar, Yeniler ve Eskiler • 92
Şarkıların Güzergâhı/Akıbeti • 98
Şarkılar, “Takım” ve “Fasıl” • 103
Şarkılar Arası Köprü: Aranağmeler • 107
Şarkılar Yükseliyor, Çoğalıyor Fakat Kısalıyor • 108
Yenilik Denemeleri: “Nev-zemin” Şarkılar • 111
Müslüman ve Gayrımüslim Şarkı Bestecileri • 116
V. BESTECİ VE MECMUA DERLEYİCİSİ ŞEVKİ BEY • 118
Birkaç Yanlış Teşhis • 119
Şevki Bey’in Şarkıları ve Şarkı Mecmuaları • 120
Uşşâk’a Rağbet • 124
Bir “Arayüz” olarak Güfte Mecmuaları • 126
Şevki Bey “Külliyatı” • 128
VI. KADRİ BİLİNMEMİŞ, ESERLERİ MECMUALARA ALINMAMIŞ
“KLÂSİK BESTECİ” ZEKÂİ DEDE • 132
VII. KÜRDÎLİHİCAZKÂR’IN SERÜVENİ • 139
Rauf Yekta Bey’in Kürdîlihicazkârı • 144
Yaşayan/Yaşamayan Makamlar • 150
VIII. BATI MÜZİĞİNİN ETKİSİ • 153
Bozulma ve Çöküş mü? • 155
IX. KÂR VE KÖÇEKÇE (“CİDDİ” MECMUALARDA EĞLENCE
MÜZİĞİ) • 160
İlk Mecmualar • 162
Mecmua-yı Arifî’de Şarkı Kavramının Genişliği • 163
Diğer Mecmualarda Zevkler ve Türler • 168
X. EĞLENCE MÜZİĞİ, UD VE ŞARKILAR • 174
Direklerarası ve Müzik Piyasası • 177
Ud’un Muhteşem Dönüşü • 181
XI. KIRAATHANEDE BİR MÜZİKOLOG: RAUF YEKTA BEY, PİYASA
MÜZİĞİ VE “KLÂSİK” MÜZİK • 189
Bir Gazete Yazısının Önemi • 190
Kemanî Memduh Efendi’nin İncesaz Heyeti • 192
“Ciddi ve Klâsik Musıki”/“Piyasa Musıkisi”: Sınırlar ve Göstergeler • 196
XII. ŞARKILARDAN KLÂSİKLERE • 203
“Klâsik” Nasıl Olunur? • 204
“Klâsik” mi, “Kadîm” mi? • 212
XIII. VELHÂSIL… • 220
EK I. MATBU GÜFTE MECMUALARININ SONU MU? • 229
EK II. ON DOKUZUNCU YÜZYIL MATBU GÜFTE
MECMUALARINDAN ÖRNEKLER • 233
KAYNAKÇA • 257
DİZİN • 265

GİRİŞ

Osmanlı/Türk müziğinde güfte mecmuaları, mâlûm, vokal müzik eserlerinin sadece sözlerini içeren yazılı veya basılı derlemelerdir. Bu mecmualar müzik eserinin sesinin, yani fiilen icrasının yazıya dökülmüş şekli olan notasını içermezler. Osmanlı/Türk musikisi geleneğinin bize bıraktığı tarihî belgelerin en önemlisi değilse bile kesinlikle en önemlilerinden birinin güfte mecmuaları olduğuna hiç kuşku yok. On dokuzuncu yüzyılın basılı güfte mecmualarından bazıları notadan kısaca söz ederler ama hiçbirinde güftesini verdikleri müzik eserlerinin notası yoktur. Yani hepsi de tıpkı bu kitabın başlığı gibi
birer bestesiz/müziksiz sözler derlemesidir.

Bazı matbu mecmuaların başında bulunan ve yer yer uzunca da olabilen önsözleri bir kenara koyarsak, mecmuaların “yazarlarından” söz edilmesi dahi doğru olmayabilir. Çünkü bu kişiler mecmualardaki güfteleri bir “düzenleyici” (mürettip) ve/veya seçici (müntehip) sıfatıyla derleyip sunduklarını ifade ediyorlar. Geleneğin başlarından, yani tâ on altıncı yüzyıl sonlarından itibaren repertuarın çok büyük bir bölümünün (bir hesaba göre yüzde doksan beş kadarının) sözlü eserlerden oluştuğu konusunda Türk musıkisi camiası mutabıktır. En önemli musıki âletinin de hiç kuşkusuz insan sesi olduğuna dair genel bir konsensüs mevcuttur.

Üzerlerinde pek çok çalışma yapılmış olan Kantemiroğlu (1673-1723) ve Ali Ufkî (1610?-1675?) yazmalarının ise toplam repertuarın çok küçük bir bölümünü oluşturan saz eserlerine yoğunlaştıkları göz önüne alınırsa, bugüne dek genellikle ihmal edilmiş olan güfte mecmualarının önemi daha iyi anlaşılır. Birçoğu Ali Ufkî ve/veya Kantemiroğlu tarafından notaya alınmış da olsa, sadece enstrümantal eserler üzerinden yapılmış musıki tarihi araştırmaları bu tarihî repertuarın ancak nispeten küçük bir bölümüne nüfuz edebilecekler ve vardıkları sonuçları  genele teşmil etmekte zorluk çekeceklerdir. Güfte mecmualarının ihmalini günümüzde kısmen bu metinlerin günümüzde artık anlamını büyük ölçüde kaybetmiş bir müzik aracı olmasına bağlamak mümkündür. İnternet artık her türden Türk musıkisi eserleri ve bunların notalarıyla doludur.

Bir eseri hem güftesi hem de notasıyla birlikte indirip basabiliyor, çoğaltıp dağıtabiliyorsunuz. Bir güfte listesi veya kataloğu tek başına artık dar bir akademik çevre dışında kimseye pek bir şey ifade etmiyor bugün. Oysa nağmelerin henüz kâğıda/notaya dökülmediği dönemlerde, yani kabaca on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinden önce fiilen icra edilen musıkinin tek yazılı aracı güfte mecmualarıydı. Gerek Ali Ufkî Bey’in gerekse Kantemiroğlu’nun nota koleksiyonları Osmanlı musıkisinin sözel kültüründe birer yazılı istisna teşkil eder ve yirminci yüzyılda tekrar keşfedilinceye dek bu nota koleksiyonları hemen hemen hiçbir müzisyen tarafından kullanılmaz. Müziğin sözlerini kişisel bir deftere not etme geleneği Osmanlı ile başlamış da değildir, bu âdet çok daha eskidir.

Osmanlı’ya veya Şark musikilerine mahsus da değildir.1 Yüzyıllar boyunca müziğin eğitim, icra ve intikalinde yazılı malzeme olarak sadece güfte mecmuaları kullanıldı. Talebe üstaddan meşk ettiği eserin güftesini mecmuasına yazardı; hânende ise geçmiş olduğu eserlerin güftesini elindeki mecmuada arar, bulur, eserin müziğini hatırlar ve icra ederdi. Güfte mecmuaları hiçbir zaman geleneksel meşk yöntemine bir alternatif telâkki edilmedi, aksine ona bir yardımcı olarak görüldü. Musıki meraklısı padişahlar kendilerine geniş, süslü ve sanatlı güfte mecmuaları ve musıki kitapları hazırlattırırlardı. Basit ve amatör musıki meraklılarına gelince, onlar da öğrendikleri, bildikleri, beğendikleri veya sadece o sıralarda revaçta olan eserlerin güftesini derleyip mütevazı bir mecmuada ya da cönkte2 toplayabilirlerdi. On altıncı, on yedinci, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda geleneksel Osmanlı/Türk musıkisinin sözlü eserler repertuarının değişimini bu güfte mecmualarından izlemek mümkün olmalıdır. Çünkü geleneksel Osmanlı/Türk musıkisinin ardında bıraktığı en belirgin yazılı izlerden biri de bu güfte mecmualarıdır. Tasarlanan, kurgulanan veya idealize edilen değil fiilen icra edilen, edilmiş ve edilmekte olan sözlü eserler repertuarının gelişim ve değişimini izlemek için güfte mecmualarının her biri vazgeçilmez bir tarihî belgedir. Kendilerini yazıldıkları dönemde icra edilmekte olan müziğe genellikle epey uzak bir mesafede konumlandıran, perdeleri, makamları, terkipleri teorik düzeyde tanımlayan nazariyat kitapları (edvârlar) ise haliyle bu işlevi yerine getiremez.

Çok sınırlı bir araştırmayla dahi ve sadece İstanbul’daki bazı umumî kütüphanelerde yüzden fazla Türkçe elyazması güfte mecmuası tespit edebildik. Gerek Türkiye’deki gerekse yurtdışındaki kütüphaneleri ve özel koleksiyonları da içerecek daha kapsamlı, ayrıntılı ve özenli bir araştırmanın bu rakamı birkaç katına çıkaracağını, toplamın belki de binleri bulacağını tahmin etmek zor değil. Bu alanda bütün kaynak metinleri istisnasız kapsayabilmek mümkün olur mu, bilemiyoruz. Her hâlükârda, bu büyük, büyük olduğu kadar da karmaşık ve gayrı mütecanis yazma güfte derlemeleri külliyatının taranıp, tasnif edilip değerlendirilmesi ve her bir yazma mecmuanın tarihlendirilmesi musıki tarihimizin yazılabilmesi için hayatî bir önem taşır. Her şeyden önce bu külliyatın bütünüyle gün yüzüne çıkarılması gerekir.

Ardından kataloglanması, mecmuaların her birinin tarihlendirilmesi, çeşitli kıstaslara göre tasnif edilmesi ve bilâhare karşılaştırmalı olarak incelenip değerlendirilmesi aşaması gelecektir. Çünkü şunu da artık teslim etmek gerekiyor ki, Osmanlı/Türk musıkisi geleneğinin tarihi sadece eserlerinin müzikal varlığı ya da notası izlenerek ortaya çıkarılamaz. Gelişim ve değişimler bütünüyle müziğin kendine mündemiç değildir.3 Güfte mecmualarının incelenmesi sayesinde musıkimizin tarihine ve bu musıkinin sosyal ve kültürel arka planına dair başka yollarla ortaya çıkarılamayacak önemli bilgiler elde etmek mümkün olacaktır.4 Bu yüzlerce elyazması güfte mecmuasının her biri sadece basit bir “şarkı sözü” derlemesi olmakla kalmaz. Aynı zamanda Osmanlı kültür ve musıki tarihine dair bir belge niteliği de taşır.5 Güfte mecmualarına icracıların kullandığı birer basit teknik araç olarak değil, bir kültürel ürün gözüyle de bakmak gerekiyor. Maalesef bu güfte mecmuaları uzun yıllar boyunca musıki tarihine dair birer belge, bu tarihi ortaya çıkarmaya yardımcı olacak bir malzeme olarak görülmediler.

Ancak, şunu da hemen belirtmemiz gerekir ki, elyazması güfte mecmualarına dair bu kadar kapsamlı bir araştırma tasarısı tek bir araştırmacının gücünü ve ömrünü aşar. Bu işin mutlaka vâdesi uzun tutulmuş bir ekip çalışmasının ürünü olması gerekir. Dolayısıyla elinizdeki kitabın kapsam ve amacının çok daha mütevazı olması eşyanın tabiatına uygundur. Burada inceleyeceğimiz güfte mecmuaları sayıları yüzleri ve belki de binleri bulan yazma güfte mecmuaları olmayacaktır. Konumuz matbu (yani basılı) güfte mecmualarıdır. Dönemimiz de on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı olacaktır. İstanbul’da basılıp yayımlanan ilk güfte mecmuası Mecmua-yı Şarkı başlığını taşır ve 1852 yılına aittir. Cumhuriyet’in ilanından önce yayımlanmış son kapsamlı güfte mecmuası ise 1905 yılı tarihini taşıyan Gülzâr-ı Musıki’dir. Bu iki yayın arasındaki yıllar da on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına denk gelir. Matbu güfte mecmuası dediğimizde aslında iki farklı yayın türünü kastediyoruz. Birincisi “kapsamlı güfte mecmuası” diye adlandırdığımız yayınlardır.

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’da yirmiye yakın kapsamlı güfte mecmuası basılıp yayımlanmıştır. “Kapsamlı güfte mecmuası” ifadesinden anladığımız kabaca şudur: Nispeten hacimli, içerdiği repertuar epey geniş, çoğunlukla bir ya da birkaç bestecinin eserleriyle yetinmeyen, birçoğu büyüklü küçüklü her formdan dindışı eserin güftesini içeren, iç düzeni makam ve usûl sırası gibi belirgin bazı musıki kıstaslarına uyan yayınlardır. İleride açıklayacağımız üzere, aralarında önemli bazı farklar bulunsa da bu matbu mecmualar önceki yüzyılların elyazması güfte mecmuası geleneğinin bir devamı sayılmalıdırlar. Bu mecmuaların birçoğu pedagojik bir nitelik de taşıyordu; şöyle ki bazı mecmualar güftelerin sıralamasına geçmeden önce mecmuanın girişinde veya ilk bölümünde gerek makamlar ve usûller gerekse eser türleri hakkında somut bilgiler ve musikiye yeni başlayanlar için bazı tavsiyeler içerirler.

Hâşim Bey’in, Bolahenk Nuri Bey’in, Ahmet Avni Bey’in mecmuaları böyle teorik ve pedagojik ögelerle çeşitli tavsiyeler içeren mecmualardır. Musıkiye hevesli kişileri teşvik ve onlara rehberlik işlevini üstlendiklerini açıkça söyleyenleri de vardır. Bu kapsamlı mecmuaların yanı sıra çok daha kalabalık bir yayın grubu daha vardır. Sayısı yüzleri aşan ve genellikle tek formalık “Yeni Şarkılar”, “Yeni Şarkı Mecmuası”, “Gülşen-i Musıki”, “Müntehab [seçilmiş/seçme] Şarkılar”, “Güldeste-i Musıki”, “Zevk-i Dil”, “Safâ-yı Dil” “Hadika-yı Musıki” , “Yeni Şarkı ve Kantolar” vb gibi başlıklar taşıyan, içyapıları pek özenli ve düzenli olmayan ve bazen her forması birer cüz olarak adlandırılmış olan perakende risaleleri kastediyoruz. Bazıları çok sayıda kanto güftesi de içerir. Bunlar daha ziyade güncel, popüler ve o sırada moda olan eserlere ağırlık veren yayınlardır. Bu iki tür yayının mümkün olduğunca geniş bir listesini ileride vereceğiz. Bu yayınların tümüne ulaşabildiğimizi söyleyemeyiz. Ne var ki, uzun süre kullanımda kalan, Cumhuriyet döneminde 1940’lı yıllardan itibaren yeni yazıyla yayımlanan güfte mecmuaları tarafından taklit edilen ve on dokuzuncu yüzyıl Türk musıkisi repertuarı için referans niteliği taşıyan “kapsamlı güfte mecmuaları” bizim için önceliklidir. Araştırmamızın ağırlık noktasını bunlar teşkil edecektir. “Binlerce elyazması güfte mecmuası kütüphanelerimizde araştırmacısını beklerken basılı mecmualarla uğraşmak niye?” diye sorulabilir. Sayıca azlık ve yaklaşımın nispeten kolay olması matbu mecmuaların çekiciliğini kısmen izah edebilirse de mesele bundan ibaret değil. Yazma ve matbu mecmuaların ayrışan yanları olduğu gibi çok benzeşen yanları da vardır. Matbu mecmualar nihayette ilham kaynaklarını yazmalardan alıyorlardı. Dolayısıyla nicelik açısından daha sınırlı bir külliyatı inceleyerek diğerine ciddi bir biçimde eğilmek için önemli ipuçları ve yöntemler derlemek de mümkün olabilir. Matbu mecmuaları incelerken yapılanlar ve sonuçta elde edilen bilgiler biraz uyarlanıp diğerlerine uygulanır hale getirilebilir.

Bu kitapta 1830 yılından itibaren yayımlanan ve neo-Bizantin nota sisteminin kullanıldığı Karamanlıca nota ve güfte mecmualarına değinmeyecek, onları araştırmamıza dahil etmeyeceğiz. İstanbul Rum Ortodoks cemaatinin yüzyıllar boyunca ana akım Osmanlı/Türk musikisiyle ilişkisi konusunda temel kaynak olan bu yayınlar, apayrı ve ayrıntılı bir araştırmayı hak ediyorlar.6 Bu mecmuaların birer güfte mecmuası olmadıklarını, birçoğunun kilise ilâhileriyle birlikte İmparatorluğun Rum Ortodoks halkının bazı şarkı ve ilâhilerini de kapsadıklarını hatırda tutmak gerekiyor. Bu yayınları incelerken onların yayımlandıklarında sadece bu nispeten karmaşık neo-Bizantin nota sistemini iyi bilenler tarafından, yani esas itibariyle Rum Ortodoks kilise mugannileri tarafından okunabildiklerini anımsamak gerek. On dokuzuncu yüzyılda sıkça kullanılan Hampartzum nota sistemi de konumuz dışında kalmaktadır. Esasen on dokuzuncu yüzyıl ortalarından itibaren icracılar tarafından sıkça kullanılmasına rağmen bu yüzyıl zarfında Hampartzum notasıyla yayınlanan ve kilise ilâhileri değil dindışı musıki eserleri içeren ilk matbu mecmuanın ise ancak 1898 yılında ortaya çıkabildiğini unutmamak gerekiyor.

Ele alacağımız mecmualar sadece dindışı eserler içeren güfte mecmuaları olacaktır. Bolahenk Nuri Bey’in 1873’te yayımlanan mecmuasına verdiği isim bizim için de “efrâdını câmî, ağyârına mâni” bir tanım ve sınır tanımlıyor: Mecmua-yı kârhâ [kârlar] ve nakşhâ [nakışlar], beste, semâi ve şarkiyât [şarkılar]”. Her matbu mecmua bu kapsama uymaz. Bu kitapta ele aldığımız her güfte mecmuasının münderecatını çok ayrıntılı bir şekilde tarif edecek de değiliz. Matbu güfte mecmualarını incelerken tüketicilik saplantısına gerek de yoktur aslında. Kaldı ki, musikiyle ilgili her türden eski yazı matbu eserler hakkında bir sergi kataloğuna benzer, akademik hiçbir yaklaşıma dayanmayan, içerik analizinden ziyade yayınların görsel niteliklerini ön planda tutan dökümler yapılmamış değildir.8 Dolayısıyla amacımız bu dönemin yayınlarının sunuşu ve listelenmesi ya da hiçbir analitik özelliği ve derinliği olmayan basit bir koleksiyon takdimi veya sergisi yapmak da değildir. Bu yayınların her birinin antika koleksiyonlarından birinin bir parçası değil, musıki tarihimize ait bir belge olduğunu unutmamak ve onu tarihçi gözüyle öyle değerlendirmek gerek. İşimiz takdim ve tarif değil, daha ziyade “tedkik ve tahkik”, yani daha derinlikli bir analiz. Bugüne dek pek kullanılmamış bir musıki tarihi kaynağından nelerin çıkarılabileceğini görebilir, deneyebilir, yol gösterebilirsek amacımıza ulaşmış olacağız.

İnceleyeceğimiz matbu mecmualardan sadece icra edilen repertuara dair bilgi edinilmiyor çünkü. Yukarıda belirttik, bu mecmualar birer derleme olmakla birlikte aslen birer tarihî metindirler. Bazen pek uzun olan önsözlerini, derleyicisinin ona verdiği biçimi, yaptıkları eser seçimlerini, yayınlandıkları tarihte mevcut repertuarı algılayışlarını, yayınların kronolojisinin bize gösterdiklerini hesaba katmak durumundayız. Ve her şeyden önemlisi, o dönemde icra edilen müziğe bu yazılı metinleri kullanarak yeni bir pencere açabilmek için her bir mecmuayı tecrit etmek suretiyle tek tek değil, tüm diğerlerini de arka planda hazır tutarak karşılaştırmalı olarak incelemek gerekiyor. Bu yaklaşımın önemini ne kadar vurgulasak yeridir. Bu sayede “modernleşme” adı verilen sosyal ve kültürel sürecin on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısının İstanbul’unda Osmanlı/Türk musıkisi camiasında bıraktığı izleri de belki kısmen görebileceğiz. İncelememiz sırasında bazı alanlarda aşırı detaycılığa girmek ve kimi sıkıcı tekrarlara başvurmak durumunda kalabildiğimizin farkındayz. Önemli şeylerin bazan ayrıntıda gizli olduğuna, birçok tekrarın ise aslında ister istemez eldeki araştırma malzemesindeki birçok benzerlikten kaynaklandığına işaret etmeden edemeyeceğiz.

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında yayınlanmış güfte derlemelerinin tümüne ulaşabildiğimizi, özellikle de küçük çaplı risaleler söz konusu olduğunda, iddia edemeyiz. Bu gerçeği ne kadar tekrar etsek yeridir. Yayınların çeşitliliği ve dağınıklığı göz önüne alındığında bunun kolayca mümkün olabileceği kanaatinde değiliz. Kıyıda köşede kalanlar, unutulmuşlar, baskısı tükenenler, günümüze nüshası gelemeyenler, ulaşılamayanlar, yeniden keşfedilemeyenler hep olmuştur ve olacaktır. Bazı matbu mecmuaların kapak sayfaları, serlevhaları veya sayfa örnekleri için bkz. EK II. Bu kitapta incelediğimiz mecmuaları derlerken bana yardımcı olanlara teşekkürlerimi burada alenen sunmak isterim. Belge ve malzeme tedarikinde çeşitli dönemlerde yardımlarını esirgemeyen Burak Çetintaş, Hüseyin Kıyak, Onur Öner ve Akşin Somel’e, gıyaben de rahmetli Yavuz Selim Karakışla’ya medyun-u şükranım. 1980 ve 90’lı yıllarda sahaflık mesleğini sadece kârlı bir ticarî faaliyet olarak değil, aynı zamanda bir kitabiyat ve kültür hizmeti olarak da telâkki eden “Librairie de Péra” şirketinin mensupları Ayhan Aktar, rahmetli Uğur Güracar, Nedret İşli ve Püzant Akbaş’ın yardımlarını yâd etmek ise boynumun borcudur. Telefonda “Ağabey köfte mecmuası var, gel al” diyen Nedret’in sesi hâlâ kulağımdadır.

Anadoluhisarı, Aralık 2023

I. ELYAZISINDAN MATBAAYA

Elyazması güfte mecmuaları yaygın bir kullanım için kaleme alınmıyordu. Her güfte mecmuası bizzat onu kaleme alan musıkişinasın ya da olsa olsa onun musıki refiklerinin veya talebelerinin yararlanması için kaleme alınırdı. Mecmualar derlendikleri dönemin repertuarını, yani o sırada bilinen ve icra edilen eski ve yeni eserleri içerirdi. Her kullanıcı da elindeki yazma mecmuanın boş kalan yerlerine onun bir önceki sahibinin geçmemiş olduğu eserlerin ya da yeni bestelenen yahut yeni öğrendiği eserlerin güftelerini ekleyebilirdi. İleride bestelenecek ya da yeni geçilecek eserlerin güftelerini kaydetmek için de güfte mecmuasının gerekli yerlerine (genellikle de her makam başlığının altında sıralanan eser güftelerinin son kısmına) boş sayfalar bırakılması zamanla âdet haline gelmişti. Dolayısıyla, kütüphanelerde yüzlercesi araştırmacısını bekleyen elyazması güfte mecmuaları bir bakıma birer tamamlanmamış eser olarak da görülebilir. Yani tamamlanması bir sonraki kuşağa ve eğer varsa mecmuanın bir sonraki sahibine bırakılmış bir eser… Bu boş sayfa bırakma âdeti daha sonraları matbu güfte mecmualarının birçoğunun sayfa düzenine aynen taşınmıştır. O kadar ki yazma mecmualar için gerçek bir ihtiyaca cevap veren bu boş sayfa bırakma âdetinin matbu mecmualara geçilince basit bir şekil şartı ya da bir matbuat alışkanlığı olarak algılandığı da olmuştur.

Mesela yalnızca kapsamlı güfte mecmualarında değil, Şeyh Edhem Efendi’nin şarkılarından başka eser içermeyen Bergüzâr-ı Edhem’de ve sadece Şevki Bey’in şarkılarının bulunduğu Sadâ-yı Şevk’te dahi her makamın sonunda boş sayfalar bırakılmıştır. Peki bu takdirde mecmuanın alıcısı ve kullanıcısının bu boş sayfaları neyle doldurması bekleniyordu? Bu iki bestecinin piyasaya çıkan yeni şarkılarıyla mı acaba? Güfte mecmualarını şiir mecmualarından ve edebî mecmualardan ayrı tutmak gerekir. Güfte mecmualarının içinde edebî değeri olan bestelenmiş şiirler bulunmuyor demek istemiyoruz. Değerli şairlerin değerli şiirleri de güfte olarak kullanılabiliyordu elbette. Ama bu şiirlerin hepsi de mecmuaya edebî değerleri dolayısıyla değil, bestelendikleri için, besteciler o şiirleri güfte olarak seçtikleri için konuyordu. Gerçek ve kalıcı bir edebî değeri olmayan güfte çoktur, muhtemelen bunlar çoğunluk teşkil eder. Ayrıca, bir şiirin, gazel veya kasidenin genellikle yalnızca bestelenmiş olan bölümü, yani iki veya üç beyti, bir ya da iki kıt’ası güfte mecmuasına girerdi çoğu kez, o edebî eserin tümü değil. Bestecisininkiyle birlikte güfte yazarının da adının güfte mecmuasında yer alması ise nadirattan sayılmalıdır.

Diğer yandan, güfte mecmuaları içyapıları bakımından edebiyatın değil musıki icrasının mantığına uyar. Mecmuadaki güfteler ne güftekârın adına, ne güfteyi teşkil eden şiirin cinsine ve formuna ne de mürettep divanlarda görüldüğü gibi bu güftenin kafiyesinin son harfine göre (eski deyimiyle “hurûf-u hecâ tertibiyle”) sıralanır. Mecmualarda güfteler, bu güftelerin cinsi ne olursa olsun, musıki makamlarına göre, yani hangi makamda bestelenmiş olduklarına göre sıralanmış bulunur. Ayrıca, her makamdan bestelenmiş eserler de o makamdan eserlerin bulunduğu bölüm (“fasıl”) içinde yine bir edebî kıstasa göre değil, o güftelerin temel teşkil ettiği eserin müzikal formunun sırasına göre (örneğin önce kâr, sonra murabba beste, semâi, şarkı vb) dizilir. Göreceğimiz gibi, şarkıların büyükten küçüğe doğru usûl sırasına konmalarına da bazı mecmualarda rastlanıyor. Çünkü güfte mecmuası edebiyat ve şiir meraklısından ziyade öncelikle musıki icracısının, hânendenin hizmetindeydi. Güfte mecmuaları, özellikle matbu mecmualar amatör veya profesyonel hânendenin güfteye bakıp müzik eserini ilgili makam ve usûlüyle birlikte okumasını kolaylaştırıcı işlev görürdü.

Osmanlı Türkçesiyle İstanbul’da üretilen ilk matbu kitap Müteferrika matbaasından 1729 yılında çıkmıştı. İstanbul’da ilk matbu güfte mecmuasının, yani musıki konusundaki ilk basılı kitabın ortaya çıkması için ise 123 yıl, yani 1852’de basılan Mecmua-yı Şarkı’yı beklemek gerekmişti. Şunu da ilave etmek gerekir ki Osmanlı yazılı kültürünün kendine mahsus hiyerarşisinde musikiyle ilgili kitaplar hiçbir zaman “kütüb-ü mutebere” olarak görülmediler zaten. Yazılı metinlerin önem sıralamasında musıki kitap ve risaleleri diğer mecmualarla birlikte “mecmua-yı fevâid” ya da “mecâmi’i muhtelife” başlıkları altında en alt sıralarda yer alırlardı.1 Ama bizim açımızdan önemli olan şey bu ilk matbu musıki kitabının, yani 1852 tarihli Mecmua-yı Şarkı’nın bir müzik teorisi kitabı değil, pratik bir işlevi olan, hânendeler tarafından icrada kullanılan ve musıki camiası içinde ihtiyacı daha çok hissedilen bir güfte mecmuası olmasıdır. Bu da pek şaşırtıcı değil. Bir yandan on dokuzuncu yüzyılın müzik teorisine rağbetin epey düşük olduğu bir dönem olması,2 diğer yandan da hânendelerin geleneksel olarak tek kullandıkları yazılı aracın güfte mecmuaları olması dolayısıyla baskıya geçilince şarkı mecmualarına verilen önceliği açıklamaya yeter. 1852 tarihli bu ilk matbu güfte mecmuasının geleneksel musıki faslının temel taşları olan kâr, beste ve semâiler değil de sadece “hafif” eserler yani şarkılar içermekte olması ise üzerinde düşünülmesi gereken apayrı bir konudur. Mecmuaların basımına geçilmesi için basım işinin nispeten ucuzlaması ve matbaanın yaygınlaşmasının gerektiğini de gözden uzak tutmamak gerek. 1870’li yıllardan itibaren nispeten pahalı olan taşbaskı yönteminden hareketli harflerle dizgiye geçilince basılan güfte mecmualarının ve şarkı risalelerinin sayısı hızla artmıştır. Neticede, musıki eserlerinin notalarının basılmasından çok önce güfteler basılmıştır İstanbul’da. Notaların, çalgı metodlarının, notalı güfteler içeren yayınların ortaya çıktığını görmek için bir çeyrek asır daha geçmesi gerekecektir.

BENZERLIKLER VE FARKLAR 

Basılı güfte mecmualarını hiç değilse işlevleri açısından yazma mecmualar geleneğinin devamı olarak görebiliriz. Ama bu ikisi arasındaki fark sadece basit bir teknoloji farkı değildir. Aradaki farkların her zaman o kadar da kesin ve keskin olmadığını akılda tutarak bunların benzeşen ve benzeşmeyen yanlarına yakından bakmakta yarar var. Şunu da hemen belirtmeliyiz ki on dokuzuncu yüzyıl ortalarında matbu güfte mecmuaları yayımlanmaya başlayınca yazma güfte mecmuaları tamamen gereksiz hale gelmedi. Birçok hânende ve amatör müzisyen daha uzunca bir süre kendi kullanımları için güfte derleyip elyazısıyla listelemeye devam etti. 1920’li yıllara dek bazıları çizgili okul defterlerine yazılmış birçok güfte mecmuasına rastlanıyor. İki tür arasında şu an tam olarak teşhis edemediğimiz başka etkileşimler de olmuş olabilir.3 Yazma güfte mecmuaları her zaman şahsîdir, şahsa mahsustur. Yani derleyicisi ve kullanıcısı, hiç değilse ilk aşamada, aynı kişidir. Derlenme sebebi eserleri muhafaza etmek olsa bile, bu böyledir. Kezâ, derleyicinin şahsen bilmediği eserleri içeriyor olsa da bu böyledir. Bu mecmua başkasının (örneğin derleyicinin bir talebesinin) eline geçebilir, yeni sahibi de ona ilaveler yapabilir, yaptıkça da repertuarını güncellemiş olur. Ne var ki, kullanım itibariyle yazma mecmua şahsî olmaktan çıkmaz, umuma hitap etmez. Bunun için çoğu yazma güfte mecmuası bir bitmiş, tamamlanmış eser olarak görülemez. Ne var ki, basılı mecmua sahipleri de, birçok matbu mecmua nüshasında görebildiğimiz gibi, her makam blokunun sonunda boş bırakılmış sayfalara yeni eserlerin güftesini yazabiliyordu. Böylece, standart bir matbu mecmuayı bir ölçüde kişiselleştirme ve kendi musıki müktesebatıyla uyumlu hâle getirme imkânına sahipti. Ayrıca, görebildiğimiz kadarıyla yazma güfte mecmualarının yerleşik, genel kabul görmüş bir formatı da yoktu. Her yazma mecmua tek nüshadır, aynen istinsah edilmesi genellikle söz konusu olmaz, çoğaltılması ise anlamlı değildir.

Aynı derleyicinin birkaç yazma mecmua derlemesi durumuna çok nadiren rastlanır. Hiç olmazsa derlendiği dönemde bir yazma mecmuasının satışına, ticarete konu olmasına da pek rastlanmaz. Güfte mecmuaları, Saray veya Padişah için özel olarak yaptırılanlar hariç hüsnühat, tezhip, serlevha, cilt vb. itibariyle genellikle birer nesne olarak kıymet taşımazdı. Pedagojik, öğretici vasıfları da yoktu, olması da gerekmez ve beklenmezdi. Mecmuanın derleyici ve/veya kullanıcısı için hatırlatıcı vasfı vardı ancak. Bazı yazma mecmualarda usûllerin tariflerinin not edildiği görülse de, bu tarifler ancak mecmuanın derleyicisi veya sahibi içindi. Yazma veya matbu olsun birçok mecmuada dönemin padişahına veya başka bir hâmiye medhiye niteliğinde güfteler bulunabiliyor.4 İncelediğimiz dönemin mecmuaları da bu âdete istisna teşkil etmiyor. 1852 yılındaki ilk Mecmua-yı Şarkı’dan başlamak üzere birçoğunun mukaddime bölümünde dönemin padişahına, onun sanatseverliğine abartılı övgü ve teşekkür dolu cümleler bulunur.

Hacı Arif Bey’in Mecmua-yı Ârifî’sinde mukaddime yoktur ama mecmua bütünüyle Sultan Abdülâziz’e medhiye zımnında ve Arif Bey’e ait bir şiirle başlar. “Bolahenk Nuri Bey Mecmuası”nın önsözündeki medih cümlelerinin konusu medhedilen padişahın saltanat döneminde her türlü ilim ve fennin ilerlemekte olması ve padişah sayesinde özellikle musikiye rağbetin çok artmış olmasıdır. Şevki Bey’in iki mecmuası “medhiye-i hazret-i şehriyâri” başlıklı güftelerle başlar. Ahmet Avni Bey’in Hânende mecmuasında ise Rast makamındaki şarkıların en başında Guatelli Paşa’nın Marş-ı Âlî-yi Hamidî’sinin güftesini görürüz, hemen ardından da Rif’at Bey’in ve Hoca Zekâi Efendi’nin birer medhiye şarkısının güfteleri veriliyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Söz konusu padişahın gerçekten musıki hâmiliği yapıp yapmadığı ise ayrı bir konu.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Sanat
  • Kitap AdıBestesiz Güfteler – Şarkılardan “Klasik”liğe: XIX. Yüzyıl Matbu Güfte Mecmuaları (1852-1905)
  • Sayfa Sayısı272
  • YazarCem Behar
  • ISBN9789750863448
  • Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
  • YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur