Asker ve milis, şehit ve gazi…
Ve sporcu…Aynı yolun yolcusu olmuşlardı. Onların arşa yakınlığı merminin namluya yakınlığı ile eşitti.
“Trakkk… Trakkk… Trakk… Trak” Bir çift postal, belki altı delik…
Bir tayın torbası, belki içi boş…Bir tüfek, mermisi yok…Bir de kasatura, kör mü kör, paslı mı paslı…
Künyeleri olanlar veya bilinmeyenler… Asker veya Milis toprağa düştüklerinde belki de gözleri açık gitmişlerdi.
Vatan toprağına hasretti onlar.
Kendisi tarih olan, halkın gönlünde taht kuran Beşiktaş’dan söz ediyoruz. “Bazıları büyük doğar” sözü, tarihsel bir bakışla olduğu kadar güncelde de, en başta herhalde Beşiktaş’ı ifade der.
Ekonomi ve siyasetin ağırlığı içinde stadı var etmek, maçları hep deplasmanda oynamak gibi engelleri birer birer düşürmeden geçti Beşiktaş.
Hem Stadı bitirmek ve Beşiktaş’a kavuşturmak, hem de şampiyon olmak…
Bu başarıyı kulübe sağlayanlar, rakiplere ders vermekle kalmamışlar, “imkansızı denemek” gibi bir cesareti takdim etmişlerdir. Bu nedenle Şeref’in çilesini çekenler ile, onların çocukları bilsinler ki, dünya futbol tarihi, bundan böyle benzeri bir örnekle karşılaşmayacaktır.
İmkansız çoktur, ama imkansızı başaracak pek yoktur. İşte Kartal’ın asırlık galibiyeti ve şampiyonluğu budur.
Bu kitap, işte bu bakışla, Beşiktaş’ı okurlarla buluşturuyor.
*
İÇİNDEKİLER
Kitabımız Süleyman Seba’ya Adanmıştır
Teşekkür
Girizgah
Beşiktaş ve Dolmabahçe
Sporda Yabancılaşma ve Beşiktaş’ın Kitle İle Birleşimi
Beşiktaş’ın Kuruluşu
Beşiktaş’ın Yurtseverleri
Atatürk ve Beşiktaş
Bana Yıldızların Parlamadığını Söyleme
Direnişin Merkezlerinden Biri Olarak Beşiktaş
Cumhuriyetin Futbol Sahalarında Beşiktaş
Efsaneler Ölmez Siviller ve Askerler
BELGELER-BİLGİLER
Fuat Balkan’ın Hatıraları
Refik Osman Top’un Hatıra Defteri
Beşiktaş Marşları
Beşiktaş’ın Yıldızları
Beşiktaş’ın Özel Kupaları
Beşiktaş’tan Paragraflar
Seçilmiş Kaynaklar
Beşiktaş Şampiyon
KİTABIMIZ SÜLEYMAN SEBA’YA ADANMIŞTIR
Bu kitabımız, engin yurtseverliği ve spora bakışı sadece Beşiktaş’ı değil, genel anlamda sporumuzu aydınlatan, yönetim anlayışından asla ödün vermeden bir ömür boyu hizmetine asla ve asla herhangi bir armağan beklemeden, gün doğuşundan gün batımına kadar değil, her zaman Beşiktaşlı olarak yürümüştür.
Şeref Stadından görkemli Beşiktaş stadına kadar uzanan yıllar, Seba’yı her fani gibi eskitmiş, fakat tenine kadar işleyen Beşiktaşlı olmak özelliğine dokunamamıştır.
Bilinmektedir ki, yeni ve görkemli Beşiktaş Stadı’nın her taşındaki çimentoda maziden yükselen uğultunun birlik haykırışına dönüşmesinde sporun bu beyefendisinin mutlak surette sesi vardır.
Süleyman Seba’yı sevmek için, saygı göstermek için Beşiktaşlı olmak gerekmiyor.
Akaretler Yokuşu’nu çıkan, kulüp mekanını evinden daha çok gören, yönetim bakışında “Paralı” değil, “Akıllı” olmanın öncülüğünü yapan bu beyefendinin, geride bıraktığı miras şüphesiz incelenmesi gereken yönetsel bir anlayıştır.
Geçmişe de baksanız, geleceği de düşünseniz, Türk sporundaki az sayıdaki kişilerde karşılaşabileceğiniz “Ahlak” ve “fazilet”in ne olduğunu onların hayatında vardır. Adlan bir sokak, ya da bir park ile salonda var olur. Ama asıl varolan ve onları yaşatacak olan yüreklere kazınmış ve yılların yok edemediği gerçek değerdir.
Bu satırların yazarı ile anıt adamın akrabalık bağı yoktur.
Kimi zaman bazılarının anlayamadığı ve daha çok bizim bir anlam veremediğimiz, “karşı” çıkma hareketinde ne denli üzüldüğünü, gözyaşını içine gömerek, asla ve asla Akaretler yolunu çıkmaktan vazgeçmediğini yakından bilen bir kişiyim.
Yokuşu çıkan adam, yokuştan inen bana elini sallamış ve arayacağını belirtmişti. Zaman ikinci Beşiktaş kitabını yazdığım zamandı. Çok değil, birkaç saat sonra bildik otoriter sesine yumuşaklık vererek ve Fuat Balkan ile silah arkadaşlarını kastederek, “bu ülkede bazı Beşiktaşlılar, Fenerbahçeliler, Galatasaraylılar kulüplerine ve yurtlarına şampiyonluklar, gol krallıkları ile çok katkıda bulunmuşlardır. Senin geçmişe bu meziyetlerin bütünlüğü içinde bakmanı çok önemli bulduğumu ve her Beşiktaşlı için gerçek övünç kaynağının bu olduğunu söylemek isterim.”
Dedikleri aslında dediklerimizdi.
Spora “skor”la bakmayan ve belki de bazılarına göre nesli kalmayanlardan biri olarak, Süleyman Beyi unutmayı bile akla getirmenin en büyük ihanet olacağını ifade etmek isterim.
Ne timsah gözyaşları dökmek, ne de lige onun adını vermek onu yaşatmak değildir. Ama en azından hatırlamaya yönelik davranışın başlangıcı olarak kabul edebiliriz.
Çünkü ne Beşiktaş ne de Süleyman Seba, plaket ve teşekküre ihtiyaç duymayan bir maziye sahiptir.
Dün vardılar, bugün de var oldular,
Yarın da onlar olacaktır.
Beşiktaş’ı karşılıksız büyütenler, yüreklerindeki sevgi ve hürmetle bezenmiş bir vefa duygusunu bu ülkenin en ücra yerinde de olsalar Seba’ya iletmelidirler.
Bir karanfil ve gül, yoksa bir demet çiçek ya da dua ile yeşertecekleri, bu vefa duygusu, aslında en büyük bir anıtın temelini teşkil edecektir.
GİRİZGAH
Asker ve milis, şehit ve gazi…
Ve sporcu…
Aynı yolun yolcusu olmuşlardı.
Onların arşa yakınlığı merminin namluya yakınlığı ile eşitti.
“Trakkk… Trakkk… Trakk… Trak”
Bir çift postal, belki altı delik…
Bir tayın torbası, belki içi boş…
Bir tüfek, mermisi yok…
Bir de kasatura, kör mü kör, paslı mı paslı…
Künyeleri olanlar veya bilinmeyenler… Asker veya Milis toprağa düştüklerinde beklide gözleri açık gitmişlerdi.
Vatan toprağına hasretti onlar.
Siper tellerine takılmış bedenleri, geçmişten gelen bir hakikati sessizce terennüm ediyordu: Biz bu topraklar için, toprağa düşer ama bizden sonrakiler kanla yeşeren hürriyet ekinini cesaretle biçerler.
Toprağı kan ile sulayan ve toprağa can veren onlardır.
Toprak onların hem “Can”ı, hem de “Canan”ıdır.
Kuruyan dudaklarına bir yudum su beklediklerinde, seli de görmüşlerdir. Doluyu da, tipiyi de. Ya da kızgın çöllerde serap göreceklerdi,
Yağan bomba ya da kurşun yağmuruydu. Göğüslerini etten bir zırh haline getirmişlerdi. Düşmeden önce son bir hamle ile şehit olan arkadaşlarının bulunduğu siperlere bedenlerini bırakıyor ve etten bir duvar örüyorlardı. İhtimal ki, bedenleriyle siperdeki silah arkadaşları için “can”dan bir “tahkimat” yapmayı düşünmüşlerdi.
Ha kum torbası, ha delik deşik olmuş bir beden… Kendileri için değil, silah arkadaşlarını bilvesile korumaya çalışıyorlardı. Ölüyken bile diriydi onlar.
Onların savaş ve ölüm anlayışı, başkalarından farklı olacaktı. Can veren bedenleriydi, ruhları değil.
Bu yüzden bekledikleri o bir yudum su, ecel şerbeti olarak gelecekti.
Binlercesi, on binlercesi kana kana içmişti ecel şerbetini.
ŞEHİTLER VE GAZİLERİN GÜNÜ
Gökyüzü havai fişeklerle bin bir renge bürünmüştü. Işık kümeleri havada dağılıyor ve yere düşmeden yok oluyordu.
Herkesin bu renkli tablo ile ilgilendiği sırada asırlık gaziler, gözlerini bu çok renkli hayal tablosundan ayırmış ve gerçeği siyah beyaz ve belki de griye dönüşmüş zaman diliminde görmüşlerdi.
Yanı başlarında patlayan havan toplarıydı. Bombalar birkaç adım ötelerine düşüyor, coşku sesleri, mazinin mitralyöz ve top seslerine karışıyordu.
Fişeklerin “havai”sini değil, gerçeğini yaşayan adı bilinmez “meçhul asker”ler bedenlerinden bıraktıkları birer parçaya aldırış etmeden, sanki ta Birinci Dünya Savaşından itibaren yeniden savaş gücü bulmuşcasına siperden sipere giriyorlardı.
Bir ayağını Kocatepe de bırakmıştı.
Milislerden biri, sağrıları geniş yağız bir atın üstündeydi ve tek eliyle koşumlara sarılmış dörtnala ölüme gidiyordu.
Ayağı ve kolu olmayanların nasıl olup da siperden sipere koştuklarını, mevzilerin dikenli tellerini nasıl aştıklarını, hiç kimse onlar kadar bilemezdi. Ve hiç kimse “bu topraklar için toprağa düşmüş asker”i onlar kadar anlatamazdı.
Gaziler onları tanıyorlardı. Kimi gün matarasındaki son yudumu onlara içirmiş, kimi gün hayata dönüş yolunda arkadaşını günlerce sırtında taşımıştı. Son peksimetini ona veren ve gözyaşını saklayıp, acısını bastıranlar için “Silah arkadaşı” olmanın, kan kardeşi olmaktan bir farkı yoktu.
Onlar hiçbir şeyin son nefesi paylaşmaktan daha kutsal olmayacağını biliyorlardı. Ve yaşayanlar, o şehitlerle vardı….
Ölüme mesafeleri mermilerin tetiğe uzaklığı kadardı. Hayatla ölüm arasındaki yolda “bıçak sırtı”nda yürüseler bile, çıplak ayaklarından toplu iğne başı kadar kan çıkmazdı. Ölüm ya da onlara özgü şehitlik, bir seher vaktinde veya namerdin pusu kurduğu alacakaranlıkta geldiğinde onlar sadece Azrail’e yenilmişlerdi.
Şehitlere en yakın onlardı. Silah arkadaşlarıyla yokluğu ve acıyı bazen de coşkuyu paylaşmışlardı. Siperlerde bir bir tükenen arkadaşlarını defnediyor ve şehitleri gördükçe neden yaşadıklarını kendilerine soruyorlardı.
Ve onların yakınlarının, şüphesiz çocuklarına anlatacakları….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Araştırma/İnceleme Futbol Spor Tarih
- Kitap AdıBeşiktaş - Bazıları Büyük Doğar
- Sayfa Sayısı333
- YazarErgun Hiçyılmaz
- ISBN9786059588027
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviUlak Yayıncılık / 2016