Görmezden gelemeyeceğiniz 80 soru Gerçek diye bir şey gerçekten var mı? Büyük bilgi büyük bilgeliği içerir mi? Kaç tane benliğe sahibim? Kendimizi gerçekte tanıyabilir miyiz? Evren sonsuz mudur? Ölümden sonra hayat var mıdır? Özgür irademiz var mı? Tanrı birisi mi yoksa bir şey midir? Ruhum var mı? Tüm dinler doğru olabilir mi? Kötülük gerçekten var mı? Din olmadan inanca sahip olabilir miyiz? Sezgi, mantığın yerine geçebilir mi? Bir ahlak yasasına ihtiyacımız var mı? Karşılık beklemeden eylemde bulunmak diye bir şey var mıdır?
BU VE BUNA BENZER SORULARIN YANITLARINI BEŞ DAKİKADA FİLOZOF KİTABINDA BULABİLİRSİNİZ.
İÇİNDEKİLER
Giriş
1 BİLGİ
Bilgi nedir?
Bilebilecek veya anlayabileceklerimizin bir sınırı var mıdır?
Bildiklerimizin doğru olduğunu nasıl bilebiliriz?
Gerçek diye bir şey gerçekten var mı?
Gelecek hakkında neler bilebiliriz?
Neyi bilmemiz “gerekir”?
Büyük bilgi büyük bilgeliği içerir mi?
2 BENLİK
Ben kimim?
Doğmadan önce başka bir kişi miydim?
Benlik nedir?
Kaç tane benliğe sahibim?
Kendimizi gerçekten tanıyabilir miyiz?
Kendimizi değiştirebilir miyiz?
Yanımdaki erkekten ya da kadından ne kadar farklıyım?
Kendim hakkındaki gözlemlerim daima yanlışmıdır?
3 EVREN
Evrenin zamansa! bir başlangıcı var mıdır?
Evren sonsuz mudur?
Zamanın bir başlangıcı var mı ve bir sonu olacak mıdır?
Gezegenimizin bir geleceği var mıdır?
Bu evren kime aittir?
Evrende kendimizi “evde” hissetmek mümkün müdür?….83 Evrende yalnız olmamız bir şeyi değiştirir mi?
4 İNSANOĞLU
İnsan yalnızca başka bir hayvan mıdır?.
Ölüm nedir?
ölümden sonra haya! var mıdır?
Hayatın bir amacı var mıdır?
Gerçekten mutlu olabilir miyiz?
Umut tehlikeli bir yanılsama olabilir mi?
özgür irademiz var mı?
Zihin nedir?
Kendi zihnimizi bilebilir miyiz?
Zekâya gereğinden fazla mı değer veriliyor?
Bir şeyleri neden isteriz?
Hipermateryalizm bizim için bir tehlike midir?
Şeyleri oldukları gibi kabul etmeye çalışmalı mıyız?
5 TİNSELLİK
Ruh nedir?
Tanrı ile ne kastedildiğini anlama şansımız var mı?
Bir Tanrı var mı?
Tanrı birisi mi yoksa bir şey midir?
Bizler Tanrı’nın suretinden mi “yapıldık*?
Tanrı doğanın tümü müdür?
Darwinizm Tanrı’nın öldüğü anlamına mı geliyor?
insanoğlu tinsel olarak evrim geçirdi mi?
Ruhum var mı?
Ruh veya tin öldükten sonra nereye gider?
Tinsel bir hayat nedir?
Tanrı’nın yokluğu ne gibi farklar yaratır?
6 DİN
Din nedir?
Din temel bir insan gereksinimini karşılar mı?
Tüm dinler doğru olabilir mi?
Dinler neden insanların düşüncesini değiştirmek ister?
insanlar neden köktenci olurlar?
Kurtuluş nedir?
Kötülük gerçekten var mı?
Çileler neden var?
7 İNANÇ
îman nedir?
Din olmadan imana sahip olabilir miyiz?
Tanrının varlığından emin olabilir miyiz?
Dua nedir?
Mistikler ne tecrübe eder?
Aydınlanma nedir?
Yeniden dünyaya gelirsek ne olur?
inzivada tinsel tatmin nefse düşkünlük müdür?
Bilinemezcilik geçerli midir?
Ateizm inanmama cesareti midir?
Sadece aklımızla yaşayabilir miyiz?
Sezgi, mantığın yerine geçebilir mi?
Neye inandığımız gerçekten fark yaratır mı?
8 DAVRANIŞ
Bir ahlak yasasına ihtiyacımız var mı?
Mutlak ahlak yasaları var mıdır?
Yasaların dinsel ilkelere dayanmaları gerekir mi?
Bazen yasaları çiğnemek doğru eylem olabilir mi?
Davranışlarımızı belirleyen karma mıdır?
Temel değerler nelerdir?
Karşılık beklemeden eylem diye bir şey var mı?
Her zaman doğru sözlü mü olmalıyız?
Başkalarına karşı sorumluluklarımız nelerdir?
Birini affedemediğimizde yanlış mı yapıyor oluruz?
Kendimizi affetmeli miyiz?
Neden en yüce değerin sevgi olduğu öğretilir?
Daha ileri okumalar
Teşekkür
Michael Jacobson’a
Yıllar süren dostluğuna, tartıştığımız yüzlerce soruya, fakat özellikle de bana sormadıklarına duyduğum şükranla.
“Dostluk, tıpkı kaliteli bir şarap gibi, yıllar geçtikçe olgunlaşır.” (ANONİM)
İnsan aklının kendine özgü bir yazgısı vardır: Kuralları tamamen kendi doğası tarafından belirlenen bir bilgi türünde sorduğu birçok sorunun yükünü taşır, bunları görmezden gelemez, ancak kendi gücünün çok ötesinde olduklarından, onlara yanıt da veremez. IMMANUEL KANT (1724-1804)
Hiç kimse soru sormadan yaşayamaz. Bilme ihtiyacının kaynağının, bu ister zorunluluk isterse merak olsun, var olmak için kendine özgü bir sebebi vardır: Bu, zihnin doğal bir niteliğidir. Soru sormak ve cevabını araştırmak, ilk insanlar için bir hayatta kalma tekniğiydi; bizim içinse bu dünyadaki zamanımızı en anlamlı biçimde doldurmamızı sağlayan bir etkinliktir. Elbette doğru soruları sormak önemlidir çünkü hayatlarımızı yanlış bir soruya cevap arayarak harcayabiliriz. James Thurber (1894~l961)’in de işaret ettiği gibi, “Bazı soruları bilmek, tüm yanıtları bilmekten daha iyidir.” Soru sorma etkinliği çocukluğumuzla başlar ve hayatımız boyunca devam eder. Sorular, zihnimizin keşfedilmemiş bir dünyaya açılan pencereleri ve bilinen ile bilinmeyen arasındaki bağlantıdırlar. Günlerimizi dolduran birçok soru, sadece bilgi toplama aracıdır: “Nasılsın?”, “Saat kaç”, “Bana bunun nasıl yapıldığını söyleyebilir misin?” Birçok öğrenme, sorma ve yanıtlama arasındaki süreçte gerçekleşir, aynı biçimde öğretme işinin de çerçevesini oluşturur. Bu Sokratik yöntemdir, bir görüşe karşılık başka bir görüş ileri sürülen diyalektik bir yapıya sahiptir ve problem tartışma yoluyla ele alınarak yanıta ulaşılmaya çalışılır. Bu, hakikate, “Diğer taraftan, bir de söyle düşünelim” biçiminde ulaşma metodudur. Sokrates (MÖ 469-399) insan düşüncelerinin ebesi olarak bilinir, sorduğumuz veya sorulan her soru, yeni bilgi ve algıların dünyaya gelişine yardımcı olan bir ebedir. Zihnimizin ilk meyveleri olan yeni fikirler sorularla ekilir ve düşünmeyle hasat edilir.
Bu kitapta ele alınan sorular, olgular ve bilgi edinme üzerine değildir. Bu sorular, yanıtların elde hazır olmadığı ve onları aramanın bir ansiklopedinin sayfalarında dolaşmaktan çok, keşif gezisine çıkmaya benzediği türden sorulardır. Keşfe çıkılacak topraklar kişinin kendisidir ve bunu yapmak için, yeni fikirlere açık bir biçimde kendi içine yönelme ve hazır düşünce şablonlarını bir kenara bırakmaya razı olan benlik bilgisi gerekir. Er ya da geç kendimizi, bu muammalar hakkında düşünürken buluruz. Genellikle bu sorunlar üzerinde duramayacak kadar meşgulüzdür: Başka beklentiler, başka öncelikler vardır ve bunların hepsi gereklidir ve gerekçeye sahiptir. Ancak yaşadığımız hayatın eksik yönlerinden birisi de, kısa da olsa kendi başımıza kalıp merak uyandıran soruların üzerinde durabileceğimiz ve düşünerek yaşamlarımızı yeniden şekillendirebileceğimiz bir zaman dilimine olan ihtiyacımızı göremeyişimizdir. Fransız felsefeci Simone Weil (1909-1943) şuna inanıyordu: “Herkesin, daha yüksek bir algılama seviyesine ulaşabilmesi için, kendi zamanının kullanımını planlayabilme özgürlüğü olmalıdır ve bunu yapabilmek için biraz yalnız, biraz sessiz kalabileceği bir boşluğu olması gerekir.” Böylesi zamanlarda, biz kişisel olandan, kişiler üstü olana doğru ilerleriz. Korku ve gereksinimlerimizi, tutku ve umutlarımızı tanımladığımız “Ben” ile geçici bir Özgürleşme durumu elde ederiz. “Ben”i geliştirerek, daha yüksek bir algılama düzeyine ulaşmak için kendi yarattığımız kaygılardan kurtulur, kendimizin daha büyük bir bütünün parçası olduğunu bildiğimiz bir noktaya ulaşırız. Karşılaştığımız bazı sorulara bir çeşit düşünsel iç huzur ile yaklaşmak gerekebilir.
Sorulara gerçek bir yanıt asla verilemez. Yanıtlar, göze çarpan sorunların bir özeti gibi görülebilirler. Basmakalıp bir ifade olabilir ama her yanıt için sorulabilecek yeni bir soru vardır; aslında birçok soru vardır ve verilen yanıtlar hakkında düşünürken okuyucu, daha önemli ve daha çok dikkat edilmesi gereken, oldukça iyi bir soru sorabilir. Olgusal ve bilgisel alanın dışında, hazır cevaplar yoktur ve üzerinde düşünülmesi gereken sorular zaman, benliğe yönelme, dürüstlük ve hatta cesaret gerektirir. Bu kitabı okurken olabilecek en iyi şey, hâlihazırda tanımlanmış fikirleri yeni kazanılmış fikirler ile yeni bir düzlemde bir araya getirerek okuyucunun düşünme sistemini yeniden düzenlemek olacaktır. Zihin, düşüncelerimiz ve algılarımızdan tamamen yeni bir desen ve yapılandırma ortaya çıkarmak için hâlihazırda bulunan renk ve şekillere yenilerinin eklendiği bir kaleydoskop gibidir.
Bu sorular üzerine düşünmek, doğru düşünmeyle kişiyi bilinenler alanının ötesindeki topraklara götürecektir. Eğer yukarıda yapılan alıntıda Kant aklın önemli soruları ne yanıtlayabildiği ne de görmezden gelebildiği konusunda haklıysa, bundan yanıtların aşkın bir mantık gerektirdiği sonucu çıkar.
Kitap içinde ele alınan sorular aşağıdaki başlıklar altında ele alınmışlardır.
Bilgi: Bilgimiz birçok kaynaktan bir araya gelmiş ve çeşitli araçlar vasıtasıyla elde edilmiştir. En basit biçimiyle bilgi, olgulara yapılan katkı ya da eğitimden ve pratik (nasıl’ın bilindiği) ya da teorik (neyin bilindiği) olabilen tecrübelerden kaynaklanan bir uzmanlık alanıdır. Genelleştirilebilir ya da özelleştirilebilir ve soyut fikirlere olan yaklaşımlarımızı ve onlardan kazandığımız içgörüleri içerir. Bir şeyin bilinebilmesi için, hakikat olması gerekir. Platon (MÖ y. 428-347) bunu *gerekçelendirilmiş doğru inanç” olarak ifade etmiştir. Bilgi ile inanç arasındaki fark önemlidir. Bilgi çoğu yerde ‘kesinlikle ilintiliyken inanç ‘güven’le ilintilidir. Bilgi edinme zihnin doğasında vardır, inançlar ise bir zihin durumudur. Bilgimizi neyi bilmediğimizin bir belirteci olarak kullanmak, daha çok öğrenmek konusunda bizi teşvik eder. Bu başlık altında yer alan sorular bilgi ve bilen öznenin doğası içinde yer almaktadır.
Benlik: Varlık durumundaki bir olgu olarak “Benlik” anlaşılması ve bir yere yerleştirmesi zor bir kavramdır ve görünen o ki açık bir felsefi ya da psikolojik tanımlamaya direnmeyi sürdürür. Ben, bilen ve tepki veren öznedir, zihnimizin sürekli değişen manzarasının ve fiziksel durumumuzun sonucunda değişmeden kalmayı sürdürür ve bu süreçleri sahiplenir. Ben, her zaman orada olması ve bizim sürekli onun bilincinde olmamız nedeniyle, belki sabittir, ancak sadece insanlar, şeyler, çevre ve doğayla ilişkilerde anlaşılır olması nedeniyle Ben’in farklı uyarıcılara değişken tepkiler verdiğinin de en az o kadar farkında oluruz. İster dinsel bir inanç, bilinmezcilik, ateizm ya da laiklikle ilişkili olsun, Ben kendi eşsizliği fikrini taşır ve sonuç olarak her birimiz “gerçek” ya da “zorunlu benlik’e sahip olduğumuz sonucuna ulaşırız. Bu, Platon un Ruh ya da düşünen töz kavramına çok yakındır, hatta aynısı olabilir. Ya da belki, Rene Descar- tes (1596-1650)’ın Ben: “Düşünüyorum, öyleyse (ben) varım” ya da Sigmund Freud (1856-1939)’un “Ego” kavramına yakın olabilir. Ancak, “Ben” kelimesinin cismani olmayan bir şeyin yerine kullanımı, bazı filozoflar tarafından anlamsız görülmüştür. Örneğin David Hume (1711-1776) “benlik dediğimiz şey konusunda tam olarak bilinçli” olabileceğimizi kabul etmez çünkü kendimiz olarak düşündüğümüz şeyin farkındalığını sağlayan tecrübelerimiz sürekli değişim halindedir. Hume şöyle devam eder: “Eğer Benlik düşüncesini sağlayan herhangi bir izlenim varsa, bu izlenimin tüm hayatımız boyunca değişmez bir biçimde aynı kalması gerekir; çünkü benliğin var olma biçiminin bu olması gerekmektedir. Ancak sürekli olan ve değişmeyen olan bir izlenim yoktur.” Sorular bu ve bunun gibi birçok konuyla alakalıdır.
Evren: Başta evrenin kökeni ve dünyada hayatın başlangıcıyla ilgili sorular olmak üzere Evrenle ilişkili sorulara duyulan ilgi giderek artmaktadır. Kökene duyulan ilgi, başka bir yerde yaşam olabilme ihtimalini ortaya çıkarmıştır ve bizim ışık sistemimizde bir yerde yaşam olma ihtimali düşük olduğu için, bizimkinin dışında sayısız güneş sistemi olduğu varsayımı, dünyadan ışık yıllarıyla ölçülebilen uzaklıklarda yaşam formları olabileceği düşüncesine olanak vermektedir. Stephen Hawking (d. 1942) “Yaşamım boyunca, gözümün önündeki büyük sorularla büyülendim ve onlara verecek bilimsel yanıtlar bulmaya çalıştım” demiştir. Bu “büyük sorular” bir yana, başkaları aynı derecede anlamlı olan kâinat farkındalığımızın benlik algımızı nasıl etkilediği ve bu “dünya üzerinde” kendimizi daha da büyük bir düzen içine nasıl yerleştirebileceğimizi anlamaya çalışıyorlar. Paul Ricoeur (1913-2005) “Kozmik düzlemde, yaşamlarımız önemsizdir, ancak dünya üzerinde göründüğümüz bu küçük dönem, aynı zamanda tüm anlamlı soruların ortaya çıktığı dönemdir” der. Bu anlamlı sorulardan birkaçı bu başlık altında ele alınmıştır.
İnsanoğlu: Hamlet insanı “hayvanların en mükemmeli” olarak adlandırır fakat Charles Darwin (1809-1882) “Tüm o asil nitelikleriyle … bedeninde, hâlâ daha aşağı olan kökeninin çıkmayan damgasını taşır” der. İnsanoğlu anlayışımız yaratılış görüşünü savunanların ve evrimci biyologların arasındaki gergin alanda kalmıştır. Akıllı tasarım görüşü, bu iki görüş arasında bir köprü olarak kabul edilse de, artık bir itibarı yoktur. Daha düşük kökenlerden gelip şimdiki kadar gelişmiş olsa da, insanoğlunun hâlâ üstesinden gelemediği, özellikle birbirimiz ile barış halinde ve doğal çevreye saygılı bir biçimde nasıl yaşayacağız gibi sorunları vardır. Bizi hayvanlardan ayıran birçok etken vardır fakat Eric Fromm (1900-1980) “İnsan kendi varlığı çözülmesi gereken bir problem olan tek hayvandır” derken haklıydı. Varlık sorunumuz, hayatın bir anlamı veya genlerimizde bulunan ya da kendimizin arayıp bulması ve hayatımıza sokulması gereken bir amacı olup olmadığı sorusu etrafında dönmektedir. İnsan denen hayvanın sadece biyolojik anlamda değil, becerileri, zekâsı, zihni, hayal gücü ve yaratıcılığı anlamında da karmaşık bir yapısı vardır. Olağanüstü evrimi ve her alandaki dehasına rağmen insanlık tam da olduğumuz halin kalbinde bir şeylerin eksikliğini hisseder. Bu başlıklar altında sorulan sorular belki de Friedrich Nietzsche(1844-1900)’nin şu aforizmasını doğrulayacaktır, “Yaşamak için Nedeni olan Nasıla katlanır.”
Tinsellik: Yukarıda ele alınan ve fiziksel yapımız içinde kendisine ben ya da ruh adını veren, kavranamayan doğal olarak ruhani bir algıya ve maddi dünya ötesine yönelen bir varlığın olup olmadığı insanlık tarihinin en zorlu tartışmalarından birisi olmuştur. İnsanlık tarihinin tamamında insan ırkı “ötekini” arama görevini sürdürmüştür, Asisi’li Francis (1181- 1226) bu görevi övgüye değer bir sadelikle ifade etmektedir: “Aradığın şey kendinsin.” Ateistlerin inançlarının coşkulu bir biçimde yayma faaliyetlerinin, iman ya da tecrübe kaynaklı olarak “manevi bir tecrübe yaşayan insanlar değil … insani tecrübe yaşayan ruhani varlıklar” (Pierre Teilhard de Chardin, 1881-1955) olmadığına inanan insanlarla diyalogu sürdürmesi umulmaktadır. Burada zorunlu olarak, dogma ve teolojiyi ele almamız gerekmez. Tinsellik aynı zamanda dinsel metinlerin ya da miras edinilmiş geleneklerin tutuculuğuna da bel bağlamaz: Dünyeviliğin mucizelerini irdeler.
Din: Kim tarafından söylediği bilinmeyen bir söz vardır: “Felsefe asla cevaplanamayacak sorulardır. Din asla sorulamayacak cevaplardır” ve güçlü bir yetkenin arka çıktığı bu dogmatizm, dinin en büyük problemi olmuştur. Din, inancın kurulu bir ifadesini ve neyin inanılması gerektiğinin ölçüsünü temsil ederek hem büyük bir kabahatin hem de büyük bir faydanın kaynağı olmuştur. İnsanların güce duyduğu arzuyu tatmin eder. Ayrıca…
“Beş Dakikada Filozof; 80 Felsefi Soruya 80 Mantıklı Yanıt” için 5 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
valla felsefe boştur.
Felsefe 1.siniftan itibaren ders verilmesi gereken birsey olmali bence
yokya felsefe en önnemli şey soru sormayı öğrenirsin düzgünce hahaaaaaaaaaa
Hicbirini okumadim fakat felsefe kişiye gore degisir mantikli cevap yoktur bosuna olusturulan sayfa kendi dogrusunu yazan bir adam insanligin aciz oldugunun bir kqniti daha
Nihal baya haklisim kardess