“Sinema dünyasına açılım getiren ünlü 6 yönetmen ve filmleri…”
1970 yılında Yılmaz Güney’in Umut filmiyle başladığım Türk sineması yazılarımı o günden beri tam bir adanmışlıkla sürdürdüm. Özellikle 90’larda gelen yeni bir kuşak ise beni sanki büyüledi. Üst üste gelen beş erkek, bir kadın… Film yapma serüveni sırasına göre Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim ve Semih Kaplanoğlu. Hemen hepsi çabalarını günümüze dek sürdürdüler. Şimdi onları topluca yeniden anıyorum. Benim Sevgili 6 Silahşörlerim nitelemesiyle… Ve sadece eleştirilerimi değil, filmlerinin açtığı her türlü tartışmayı da anarak… Araya bir uluslararası İngilizce yazı bile girmiş… Umarım silahşörlerim bu yolda devam ederler.
İçindekiler
SUNUŞ…………………………………………………………………. 7
REHA ERDEM……………………………………………………….. 9
A Ay, 11; Kaç Para Kaç, 13; Korkuyorum Anne, 15; Beş
Vakit, 17; Hayat Var, 19; Kosmos, 21; Jin, 24; Şarkı Söyleyen Kadınlar, 27; Koca Dünya, 30; Neandria, 32
NURI BILGE CEYLAN ……………………………………………. 35
Kasaba, 37; Mayıs Sıkıntısı, 39; Uzak, 41; İklimler, 43; Üç
Maymun, 45; Bir Zamanlar Anadolu’da, 50; Kış Uykusu,
53; Ahlat Ağacı, 57; Kuru Otlar Üstüne, 62
YEŞIM USTAOĞLU ……………………………………………….. 67
İz, 69; Güneşe Yolculuk, 71; Journey to the Sun, 75; Bulutları Beklerken, 78; Pandora’nın Kutusu, 80; Araf, 82;
Tereddüt, 84
ZEKI DEMIRKUBUZ ……………………………………………… 87
Masumiyet, 93; Üçüncü Sayfa, 96; Yazgı, 98; İtiraf, 100;
Bekleme Odası, 102; Kader, 104; Kıskanmak, 107; Yeraltı,
109; Bulantı, 111; Kor, 114; Hayat, 117
DERVIŞ ZAIM………………………………………………………121
Tabutta Rövaşata, 123; Filler ve Çimen, 125; Çamur, 128;
Cenneti Beklerken, 130; Nokta, 132; Gölgeler ve Suretler,
134; Devir, 137; Rüya, 139; Flaşbellek, 141; Tavuri, 144
SEMIH KAPLANOĞLU…………………………………………..147
Herkes Kendi Evinde, 149; Meleğin Düşüşü, 152; Yumurta,
154; Süt, 156; Bal, 159; Buğday, 161; Bağlılık: Aslı, 164;
Bağlılık: Hasan, 167
KIŞI ADLARI DIZINI …………………………………………….171
Sunuş
Gazete yazarlığıma 1966 yılında Cumhuriyet’te başladım. Tam 27 yıl orada sürdürmek üzere… Sonrası karışık bir serüvendir; anı kitaplarımda anlattığım… Ama önce Cumhuriyet dönemi üzerine konuşayım. Önceleri sadece yabancı filmleri yazıyordum; yerli filmleri sevgili dostum merhum Turhan Gürkan yazıyordu. Gerçek anlamda bir eleştirmen değilse de… Aslında tam bir arşivci, bir sinema tutkunu ve alabildiğine mütevazı bir insandı. Yine merhum Agâh Özgüç gibi… Birlikte Hürriyet’in Gösteri adlı dergisinin ayda bir verdiği, sonradan ciltlenen Türk ve Dünya Sinema Ansiklopedisi adlı bir kitabı da ortaya koymuştuk. Ama, ona karşı saygımdan bizim filmlere dokunamıyordum. Yani elbette görüyor, ama üzerlerine yazamıyordum. Ve bu yüzden yerli sinemacılar bana Mr. Dorsey lakabını takmışlardı!… Dorsey adı o yıllarda ABD’de çok popüler olan ve caz yapan Jimmy-Tommy Dorsey kardeşleri hatırlattığı için… Ve yine bilinir, tam 1970 yılında bu yazılı olmayan kuralı çiğnemiş ve Yılmaz Güney’in bayıldığım Umut filmi eleştirisini yazıp bizzat gazeteye götürmüştüm. (O yıllarda bugünkü teknolojilerin T’si bile yoktu ve yazılarımızı gazeteye kendimiz götürüp bırakırdık.) Böylece kendi sinemamızla da ilişkim başlamıştı. Biraz geç kalmış olsam da, sonrasında çok sıkı, verimli ve üretken bir ilişki olarak… İşte o yıldan sonra yerli filmler de derin ilgi alanım oldu. Burada aşırı bir milliyetçilikten söz etmek istemiyorum. Ama öncelik ve özellikle kendi sinemasını bilmeyen ve üzerine yazıp çizmeyen bir sinema yazarı düşünülebilir mi? Böylece o harika yaratıcılar da benim yazarlığımın temel malzemesi oldular. Yeşilçam’ın son yıllarına yetişmiş, birçok başarı veya tersine bunalım dönemlerine katılmış, ama özellikle 90’larda işe başlayan bir kuşağın yepyeni yeteneklerine tanık olmuştum.
Öylesine özel, özgün ve yaratıcı idiler ki… Ve böylece o kuşak benim en büyük ilgi alanım oldu. Hemen hiçbir filmlerini kaçırmadım; kimi zaman biraz yanılgılara düşsem de (biraz aşırı övmek veya yermek gibi), sonuç olarak sanıyorum ki onlara gerçekten hak ettikleri o onurlu yeri kendimce sunmaya çalıştım. Ve sanıyorum önemli ölçüde de başardım. Böylece o Altı Silahşörler üst üste geldi. Beş erkek, bir kadın… Film yapma serüveni sırasına göre Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim ve Semih Kaplanoğlu. Hemen hepsi çabalarını günümüze dek sürdürdüler. Yeşim Ustaoğlu dışında… O biraz erken köşesine çekildi. Ama o az, fakat öz filmler öylesine çekiciydi ki… O grubun içinde en azından bir Lady olması gerekliydi. Ve çok da hoş oldu. İşte bu kitap onlara adanmış oluyor. O değişik kitaplarda kalmış eleştiriler gözden geçilmiş, bir kuşak üzerinde yoğunlaşmış bir çerçeveden veriliyor. En başa koyduğum biyografi özetleri de onların kariyerinin kökenlerine eğiliyor. Sanırım o kuşak bundan daha fazlasını da hak ediyordu. Benim naçizane katkımı böylece has sinefillere sunuyorum. Umarım ilgi duyar, okur ve seversiniz. Ve yine umarım ki hepsi hayatta olduklarına göre, bizlere yeni eserlerini sunmayı da ihmal etmezler. O kendimce koyduğum romantik adla “Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im”e sanırım hâlâ ihtiyacımız var!… Unutmadan, çektiği ve kitapta kullandığımız o güzel fotoğrafları için değerli sanatçı Kadir İncesu’ya teşekkürler.
Doğu ve Batı sentezi yapmaya çalışan deneysel çaba
A AY
Yönetim ve senaryo: Reha Erdem / Görüntü: Uğur Eruzun / Oyuncular: Yeşim Tozan,
Nurinisa Yıldırım, Gülsen Tuncer, Münir Özkul / Metis Film yapımı / 1991
Yeni kuşak kimi Türk yönetmenlerinin Batı ile Doğu arasında kurmak istedikleri köprü olayı ilgi çekici. Üstelik genelde dışarda sinema eğitimi görmüş bu yönetmenlerin ilk filmlerinde İstanbul’u, İstanbul’un en gizemli ve bizden yanlarını, Doğu sanatının ve felsefesinin kimi temel öğelerini çıkış noktası alan filmler yapmaları da ilginç. İşte Kutluğ Ataman’ın Karanlık Sular’ından sonra, aslında yıllar önce (1988’de) çekilmiş (ve 16 mm.’den 35’e aktarılmış) filmiyle Reha Erdem ve A Ay… Film, en azından adı kadar gizemli olmayı amaçlamış. Boğaz’a tepeden bakan bir evle Burgazada’daki başka bir ev arasında geçen filmde, küçük bir kızın, Yekta’nın öyküsü anlatılıyor. (Veya anlatılmıyor: ama bunun önemi yok. Bu zaten bir öykü anlatmayı seçmiş filmlerden değil). Annesi yıllar önce bir sandala binerek bu dünyadan çekip gitmeyi seçmiş olan küçük Yekta’nın, kısacık ömrünün bir dönemini doldurmuş olan yatalak dedesi, biri düşlerine dalmış, öbürü ona sürekli İngilizce öğretmeye çabalayan halaları veya tepedeki manastırın çoktan fıttırmış bekçisinden alabileceği bir şeyler yoktur. Bu da küçük kızın yavaş yavaş şizofreniye kaymasına ve annesinin akıbetine doğru yol almasına yetecektir…
A Ay, en klasik anlamıyla bir “sanat filmi”. Hani ulaşılır olmasına hiç çaba gösterilmemiş, yönetmenin sanki yalnızca kendisi için yaptığı ve deyimin adını kötüye çıkartan filmlerden… Çok düzeyli bir öğrenci diploması filmi veya seyirciyi hiç umursamamış bir deneysel çaba olarak da görülebilir. Bu umursamama, bu kendisi için yapılmış film tavrı kuşkusuz belli bir yüreklilik de taşıyor, belli bir saygıyı da hak ediyor. Yine de filmin verdiği başlıca duygu, önüne geçilmez bir sıkıntı oluyor. Filmin biçimsel alanda veya dayandığı sanatsal öğeler alanında yaratmaya çalıştığı sentez, gerçek anlamda gerçekleşmiyor. Vivaldi ile ezanı, William Blake şiiriyle Edip Cansever’i, Doğu’ya özgü keder ve hüzün motifleriyle bir zamanlar (1960’larda) Amerikan yeraltı sinemasının, özellikle de Maya Deren’in yapmaya çalıştıklarını aynı potada eritme çabası, içinde bulunduğumuz 1990’larda ne yazık ki gerçekten etkili olamıyor. Belki amatör işlere meraklı bir sinema öğrencisi veya her türlü yeniliğe fazlasıyla açık bir meraklı kesimi dışında, pek kimseye öğütlenecek bir film değil A Ay. Ama Reha Erdem’in açık biçimde yeteneği var ve bu ilk denemeden sonra daha sorumlu işler yapmasını beklemek, sanırım hakkımız olacaktır.
Ah para, vah para!…
KAÇ PARA KAÇ
Yönetim ve senaryo: Reha Erdem / Görüntü:Florent Herry, Jean Louis Vialard /
Müzik: Blood Brothers / Oyuncular:Taner Birsel, Zuhal Gencer, Bennu Yıldırımlar,
Ara Güler / Atlantik Film yapımı / 1999
Türk sineması gerçek anlamında kabuk değiştiriyor. Kaç Para Kaç gibi bir filmin TV ekranlarında bol bol izlediğimiz eski Yeşilçam’la hangi benzerliği, hangi göbek bağı var? A Ay’ını saygın ve özgün bir deneme saydığımız (ama doğrusu ayılıp bayılmadığımız) Reha Erdem, yeni filmini yine çok özgün biçimde yakalanmış, sıradan ve mitik, gündelik ve masalsı, güzel ve çirkin, boğucu ve ferahlatıcı bir İstanbul dekoru önünde kurmuş. Alabildiğine sıradan bir yaşamı olan bir tuhafiyeci, günün birinde bir takside unutulmuş yaklaşık 500 bin dolar buluyor. Panik içinde parayı alıp saklıyor, sonra yavaş yavaş ortaya çıkarıp harcamaya koyuluyor. Ve olaylar art arda geliyor. Kaç Para Kaç sıradan bir hayata birden dalan paranın, büyük paranın o hayatı nasıl değiştirebileceği yönünde çağdaş bir masal/mesel.
Çünkü, çok iyi bilindiği gibi, para ancak kendisini kullanmayı bilenlere mutluluk getirir. Bu konudaki Altın Hazineleri, Elmas Hırsızları, Olağan Şüpheliler, Mezarını Derin Kaz veya Basit Bir Plan gibi klasik veya modern filmlerin içerdiği trajedi yerine daha hafif, sanki alaycı ve uçuk bir atmosfer yeğlemiş Erdem… İyi de etmiş. Film son derece iyi düşünülmüş ve uygulanmış çekimler içeriyor. Taksi sahnesi, Boğaz vapurundaki kovalamaca, kahramanımızın para harcamasıyla birlikte düzeyi yükselen lokanta vb. mekânlardaki çekimler harika. Hele o şaşırtıcı, sanki acı bir şaka gibi gelen traji-komik final… Erdem, reklamcılıktan gelen deneyimini kof bir teknik gösteri değil, sinemanın öz nitelikleri yönünde kullanmayı başarmış. Birçok sahnenin, giderek filmin tümünün hafif ve akıcı görünümü ardında gerçek bir sinema ustalığı ve yönetmen başarısı içerdiği dikkatli gözlerden kaçacak gibi değil. Üç başoyuncusu kadar –Taner Birsel’e yine de özel bir övgü– tüm küçük roller de çok iyi. Ve iki yabancı sanatçının emeğini taşıyan görüntüler de cabası. Ki filmin bu yanı Çıplak, Karanlık Sular, Hamam gibi filmlerden sonra yabancı görüntü yönetmenlerinin İstanbul’un gizemini ve büyüsünü kavramada bizimkilerden daha yetenekli olduğunu düşündürüyor. Kaliteli, “sanatsal” bir Türk filminin aynı zamanda nasıl Batı’daki örneklerinden geri kalmayan mükemmel bir eğlencelik olabileceğini ve Reha Erdem’in yeteneğini parlak biçimde gösteriyor bu film… Kaçırmayın…
Toplumda kaybolmuş saf ruhlar
KORKUYORUM ANNE
Yönetmen: Reha Erdem / Senaryo: Nilüfer Güngörmüş, R. Erdem / Görüntü:Florent
Herry / Müzik: Arap (Mısır) albümlerinden seçmeler / Oyuncular: Ali Düşenkalkar, Işıl
Yücesoy, Köksal Engür, Şenay Gürler, Arzu Bazman, Turgay Aydın, Aydoğan Oflu, Bülent Emin
Yarar, Ozan Uygun, Esra Bezen Bilgin / Kenda Dağıtım / 2006
Reha Erdem, çağdaş Türk sinemasının genel yapısı içinde ayrıksı, kişisel bir yönetmen olmayı, tümüyle kendi mecrasında akmayı sürdürüyor. Ama cılız bir su gibi değil, giderek büyüyen ve gürbüzleşen bir ırmak, hatta bir nehir gibi. A Ay’dan sonra Kaç Para Kaç ve derken, önce İnsan Nedir Ki adıyla sunulup sonradan adını değiştiren bu üçüncü filmiyle… Filmin türü komedi. Ne var ki piyasada gördüğümüz, büyük ölçüde TV esinli, bol şamatalı ve starlı ticari filmlerden değil bu… Hatta tümüyle farklı ve kişisel olması, seyirciyi biraz itebilir de… Ama bu dünyaya kapağı atabilenlerin en azından çok eğleneceğini söylemek, bilmem kehanet olur mu?
Erdem’in filmi de aslında az şamatalı değil. Bir küçük mahalle öyküsü bu… Bir avuç çok yakın, çok dost, çok sırdaş kişinin arasında geçen… İşsiz-güçsüz insan irisi Ali, zaten garip ve içine kapanık bir genç adamken, geçirdiği bir kazada belleğini de yitiriyor ve özellikle babası Rasih Bey’i tanımayarak yaşlı adamı çileden çıkarıyor. Komşuları, herkesin derdine ortak terzi Neriman ve tıpkı Ali gibi içe dönük, hafiften arızalı oğlu Keten, karnında babasını asla tanımayacağımız çocuğuyla gezen delişmen İpek, kapıcı Rıza ve ailesi, kasap Kemal, İpek’e kiracı gelen fıstık jimnastikçi kız Ümit, arabası sürekli bozulan eski boksör Aytekin, vs. Tüm bu ilginç ve iyi işlenmiş kişilikler, çıkış noktaları muhtelif bir komedi oynar gibiler. Öncelikle Ali’nin bellek sorunu. Sonra Neriman’ın bitmeyen alerjisi, kasabın teşhisiyle, bunun nedeninin 8 yıllık köpeği Çakır olduğunun anlaşılması ve giderek Çakır’dan kurtulma çabaları… Ali’nin Ümit’e abayı yakması, İpek’in mahallenin kuyumcusuna verdiği ve elden ele gezen yüzük… Rasih’in hastalığı, kapıcının karısı Selvi’nin martı nefreti, Aytekin’in askerlik korkusu, vs. Herkesin sorunları iç içe, herkesin sorunları sanki ortak ve tüm gelişmeler, doğal olandan ve gerçek yaşamdan kopmayan bir absürt hikâye kıvamında… Reha Erdem’in saplantılarından biri insan bedeni: filmin çeşitli anlarında bedenimiz ve onun özellikleri üzerine sözlü ve hareketli yaklaşımlar mevcut. Erdem aynı zamanda bir İstanbul hayranı. Haliç’e yukardan bakan bir küçük teras, sanki tüm olayların buluşma mekânı oluyor. Bu kendine özgü film, biraz eski Arzu Film komedilerinden, ama sanki daha çok İtalyan usulü komediden ve de Milo∛ Forman’ın başını çektiği 1960’ların Çek güldürülerinden esinleniyor. Filmin biraz aşırı kullanılan Çigan esintili Arap kökenli müziği ve de yine biraz aşırı uzunluğu, insanı biraz yoruyor. Filmin belki temel kusuru bu… Yine de büyük bir enerjiyle çekilmiş, kıvraklıkla anlatılmış ve belki daha çok bir tür Akdeniz komedisi çerçevesi içinde ele alınabilecek bir güldürü bu. Erdem’in yeni bitirdiği son filmini beklerken, istisnasız herkesin çok iyi oynadığı bu farklı ve kişilikli filmi kaçırmayın.
Bir minarenin çevresinde akıp giden zaman
BEŞ VAKIT
Yönetim ve senaryo: Reha Erdem / Görüntü:Florent Herry / Müzik: Arvo Pärt /
Oyuncular: Özkan Özen, Ali Bey Kayalı, Elit İşcan, Bülent Emin Yarar, Taner Birsel, Yiğit
Özşener, Selma Ergeç, Köksal Engür / Atlantik Film / 2006
Beş Vakit, Türk sinemasında yeni bir zirveyi işaret ediyor. Üstelik bu zirve hemen tüm dünyadan görülecek bir yükseklikte… Belki herkese hitap etmeyecek, belki leziz bir şarap gibi ancak uzun uzun ağızda durduktan sonra gerçek anlamda tadına varılabilecek bir film. Ama bunu yapabilenlerin bu lezzeti asla unutmayacaklarına şüphem yok. Bir Karadeniz köyünde geçiyor film… Sahile yakın, deniz iklimine açık, sert rüzgârlara, aniden düşen yağmura, gökyüzündeki binbir renge alışık bir köy… Burada bize küçük dokunuşlarla tanıtılan, karaktere pek dönüşmeden birer tip olarak kalan birkaç aileyi birden tanıyoruz. Özellikle de çocuklarını… Ömer, Yakup ve Yıldız, bu hikâyenin büyüme çağlarındaki üç ana kahramanı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Sinema-Tiyatro
- Kitap AdıBenim Sevgili ‘6 Silahşörler’im
- Sayfa Sayısı176
- YazarAtillâ Dorsay
- ISBN9789751421937
- Boyutlar, Kapak14,5 X 21,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviRemzi Kitabevi / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Jet Rejisör Çetin İnanç ~ Pınar Öğünç
Jet Rejisör Çetin İnanç
Pınar Öğünç
“Törkiş Star Wars” diye global şöhrete ulaşan tam manasıyla bir kült film, Dünyayı Kurtaran Adam. Onun yönetmeni Çetin İnanç, kovboy filminden edebiyat uyarlamasına, avantürden...
- Politikadan Sinemaya Minör-Oluş ~ Azime Cantaş
Politikadan Sinemaya Minör-Oluş
Azime Cantaş
1968 olaylarının etkisi altında düşüncelerini ortaya koyan ve temsil düşüncesine en fazla karşı çıkan Gilles Deleuze ve Felix Guattari post-yapısalcı yaklaşımda ayrı bir konumdadırlar....
- Evvel Zaman ~ Ercan Kesal
Evvel Zaman
Ercan Kesal
“Her filmin her aşaması, süreçle aynı anda, farkında olarak ya da olmaksızın yaşadığınız bir içsel yolculuğu da içerir. (…) Fakat işin kendisi o kadar...