
Otobiyografik özellikler taşıyan Fadiş, çocuk kitapları alanında Türkiye’nin ilk çoksatarıdır. Halen 156. baskısı dördüncü kuşaklar tarafından okunan roman, kahramanına verilen yatılı okul vaadiyle son buluyordu. Yıllardır okullarda, söyleşilerde ve çeşitli iletişim ortamlarında Fadiş siz misiniz? Fadiş sonra ne yaptı? Nasıl bir insan oldu? gibi sorularla karşılaşan Gülten Dayıoğlu işte bu soruların yanıtlarını içeren bir kitap yazma vaadini Bende Kalmasın ile yerine getiriyor.
Bende Kalmasın çokkatmanlı bir toplumun çatışmalı değerleriyle kuşatılmış halde, düşe kalka kendi yolunu çizen Fadiş’in öyküsü. Gülten Dayıoğlu, elinizdeki kitapta yalnızca Fadiş’in hayatını, kişisel ve entelektüel gelişimini anlatmakla kalmıyor, keskin gözlemleri ve duyarlı bakışıyla kırklı yıllardan başlayarak Türkiye’nin toplumsal ve kültürel bir panoramasını da çiziyor.
**
Pek özel haldeşlerim selam!
Yediden yetmişe, hepinizi coşkuyla kucaklıyorum. Fadiş adlı romandan tanışıyoruz; o romanın kahramanını dört kuşaktır çocukluk arkadaşınız, dostunuz, kardeşiniz gibi sevdiniz, onunla özdeşleştiniz. Ben o romanı, çocukluk anılarımdan esinlenerek yazmıştım. İnsan yaşamında öyle romanlar vardır ki, özellikle başkahramanı, okurun belleğine taht kurup yaşam boyu orada varlığını sürdürür. Fadiş de işte bu tür eserlerden biri. Fadiş, elli yılı aşkın bir süredir, yerli yabancı okurlar tarafından okunuyor. Okurlar okul söyleşilerinde, dijital yazışmalarda, kitap fuarlarında düzenlenen imza günlerinde yazarına türlü sorular soruyorlar. Örneğin roman kahramanının günümüze kadar nerede, nasıl bir yaşam sürdüğünü, hangi okulları bitirdiğini, halen nerede yaşayıp neler yaptığını bilmek istiyorlar. Çünkü Fadiş, okudukları o romanda, bozulmuş bir yuvadan yere düşen yavru kuş gibi ortada kalakalmıştır. Her ne kadar annesi onu sahiplenmeye çabalamışsa da Fadiş, para karşılığında bakıldığı sekiz ayrı akraba evinde büyümeye çalışmıştı. Üstelik oralarda, gerçekten yürek burkucu bir yaşam sürmüştü. Romanda, onun küçük yaşlarda çektiği zorluklar olanca gerçekliğiyle sergilenmektedir. Kitabın sonunda Fadiş’in annesi, dört yaşında bir erkek çocuğa dadılık yapmaktadır. Çocuğun paşa dedesi, dadının köydeki kızının durumunu öğrenmiştir. Bu nedenle ona şöyle bir söz verir: “Okullar kapanınca köydeki kızını İstanbul’a getirtirsin. Yazı burada, torunumla oynayarak geçirir. Ben de onu, sonbaharda parasız yatılı bir okula yerleştiririm.” Böylece roman, Fadiş’in Örenköy’den ayrılışıyla sona erer. Bu arada yatılı okul haberi tüm köye yayılmıştır. Herkes tarafından sevilen Fadiş bu umutla, sevinç içinde İstanbul’a uğurlanır. Okurlar da onun bu gidişine pek sevinirler. Herkes sanır ki, köydeki aile yanında sığıntı gibi yaşayan küçük kızın sıkıntıları son bulacak! Kendisini artık güllük gülistanlık bir yaşam beklemektedir. Fadiş kızla zihinsel, ruhsal, duygusal yönden çok yakınlaştığınızı biliyorum. Sizler de onun çok duyarlı, sabırlı, sevecen, çalışkan bir kız olduğunu biliyorsunuz. Onun romanda anlatılan zorlu yaşamından, analı babalı yuva özleminden, çektiği acılardan elbette etkilendiniz. Zaman zaman yaşattığı hüzne karşın, kitabın okurlara insan sevgisi, doğa sevgisi, yaşama sevinci verdiği yadsınamaz. Bununla birlikte, her şeye karşın zorluklara direnmeyi, yaşama dört elle sarılıp yarınlar için umut üretmeyi de aktardığı apaçık ortada. Sizlerin de bu içtenlikli duygu, düşünce ve görüşleri benimsediğinize yürekten inanıyorum. Öyle olmasa Fadiş kitabı, böylesine kuşaklar boyunca okunmazdı. Yazar yıllardır, okur buluşmalarında ve iletişim ortamlarında “Gelecekte Fadiş’in o romanın bitiminden günümüze uzanan yaşamını, yeni bir kitap yazarak sizlerle paylaşacağım” demiştir. Elinizdeki kitapla, okurlarına verdiği sözü yerine getirmektedir. Bu kitapla Fadiş’in gökkuşağını andıran rengârenk yaşam serüvenini, şaşırtıcı gerçekliğiyle öğreneceksiniz. Bu kitap, roman değil; Fadiş olarak tanıdığınız Gülten Dayıoğlu’nun doksan yaşına kadar sürdürdüğü gerçek yaşamıdır.
DÜNYAYA GELDIĞIMDE
Dünyaya geldiğimde, annem adımın Fadiş olmasını istemiş. Çünkü anneannemin adı Fadime’ymiş. Babam ise bu adı istememiş. Kimlik kartıma dönemin yeni moda adlarından olan Gülten’i yazdırmış. Bense, kendi yaşamımdan esinlendiğim ilk romanımı yazarken, baş kahramana Fadiş adını verdim. Okurlarım, Fadiş adlı romanımla tanıdılar beni. “Sen o musun?” diye soran sorana… Okurlarıma, yaşam boyu hep şu yanıtı verdim: “Ben Fadiş adlı romanımı kendi yaşamımdan esinlenerek yazdım.” O zamanlar henüz roman yazmayı filan bilmiyordum. Ama o kitabı ille de yazmak istedim. Bu nedenle, içselleştirdiğim her şeyi anımsadığım, duyumsadığım haliyle kitaba yazdım. Sanırım bu nedenle, anlattıklarım kuşaklar boyunca, yediden yetmişe okurlarım tarafından sevilip benimsendi. Fadiş’i yazarken, annemden öğrendiğim, üç yaşıma kadar olan yaşamıma değinmemiştim. Çünkü Fadiş, çocuk romanıydı. Ama Fadiş kimliğinin oluşumunda, o dönemlerde yaşananlar da önemli bence. Okurlarımı, bu ilk üç yıllık dönemdeki bilgilerden yoksun bırakmak haksızlık olacaktır. Bu kitapta, Fadiş’in daha ana karnındayken istenmediğini, kundak bebeğiyken ölmekle yaşamak arasındaki iki ilginç sınavı, iki buçuk yaşlarındayken de kasabada kayboluşunu bilmeyi hak ediyor okurlarım. Cemile’nin eşiyle aralarındaki uyumsuzluğun kökeninde, onun tutuculuğu kadar, Atatürk devrimlerine tutkuyla inanan eşinin bu doğrultudaki duruşu da yer alır aslında. Açıkçası, eşler arasındaki bu uyumsuzluk, Kâmil’in yuvadan uçup gitmesine neden olmuştur. Cemile, Fadiş’e hamile kaldığında, Kâmil’in o bebeği istememesinin temelinde de bu vardır. Kâmil’in hamile olan Cemile’yi, sırtına buğday dolu çuvalı yükleyerek evin ikinci katına çıkan merdivenleri inip çıkma denemelerine zorlaması da bu uyumsuzluktan kaynaklanmaktadır. Tüm bu gelişmeler, Kâmil’in zaten Cemile’yi, Fadiş’i bırakıp gideceğinin apaçık kanıtıdır. Ama Cemile bunları anlayacak kültürle yetiştirilmemiştir. Sonuçta istenmeyen Fadiş bebek, yine de yaşama dört elle tutunur.
EKMEK FIRININDAKI BEBEK Minik kız bebekken, babasının, ailesini Emet’te bırakıp Kütahya’ya gittiği dönemlerde, Cemile karakışta yakıt sıkıntısına düşer. İlkbahar geldiğinden hava biraz yumuşamıştır. Ama evlerin içi buz gibidir. Cemile, komşusu olan genç kadınlarla yakınlardaki koruya çırpı toplamaya gider. Topladıklarını demetler, urganla sıkıca birbirine bağlayıp sırtına yüklenir. Ama bu ısınma zorluğu, çalı çırpıyla aşılacak gibi değildir. Cemile’yi bir yandan da annesinin durumu zorlamaktadır. Kendi evinde yaşayan annesi Naciye Kadın, inme nedeniyle yatağa çakılı kalmıştır. Cemile iki ev arasında mekik dokur o günlerde. Çünkü evlenmeden önce annesini de kendi evine almaya söz veren Kâmil, nikâhtan sonra bu sözünde durmamıştır. Naciye Kadın kendi evinde yaşamayı sürdürür. Cemile, annesine çok bağlıdır. Onu hiç zor durumda bırakmaz. Hep yardımına koşar. Bu aşamada, eşinin geri döneceğine ya da kızıyla kendisini Kütahya’ya çağıracağına inanmaktadır. İyileşmesi olanaksız hale gelen Naciye Kadın ölünce umutlarının gerçekleşeceğini sanır. Eşi son gelişinde, “Yatalak anan ve bebeğinle seni Kütahya’da barındıramam. O ölünce ne yapacağımı düşüneceğim” demiştir. Bir gün Cemile, anasına bir kap yemek götürmek için Fadiş bebeği kundaklayıp salıncağa yatırır. Eski bir hamam peştamalıyla da kızını salıncakla birlikte sımsıkı sarmalayıp anasının evine koşar. Onu doyurup altını temizler. Soluk soluğa evine döner. Fadiş hâlâ uyumaktadır. Cemile telaşla sargıları çözer. Bebeği kucağına aldığında burnunun buz kestiğini, yüzünün ve dudaklarının morarmış olduğunu görür. Nefesi de zayıftır. Çığlık atarak bebeği bağrına basıp iki ev ötedeki komşusuna atar canını. O komşu, avlusundaki fırında konu komşunun ekmeğini pişirerek ailesini geçindirmektedir. Fırıncı kadın, Fadiş bebeği görünce yavrucağın donmaya başladığını düşünür. Orada birkaç kadın daha vardır. Hepsi de telaşla bağrışıp çocuğu canlandırmaya çabalar. Fırıncı kadın bulur çözümü: “Ekmekleri çıkaralı bir saat oluyor. Birazdan fırını yeniden yakacağım. Şu anda içi ıpılıktır” diyerek bebeğin kundağını çözer, onu küçük maya teknesinin içine yatırır. Sonra da tekneyi kürekle fırına sürer. Fırın kapısı açık bırakılır. Kadınlar kaş kaş olup gözlerini fırındaki Fadiş’e odaklarlar. Cemile orada, bir taşın üzerine oturmuş, başını ellerinin arasında içini çeke çeke ağlamaktadır. İşin kötüsü, olayı öteki komşuların da duymuş olmasıdır. Giderek fırın evi dolmaya başlar. Gerçekten Fadiş, bir saate kalmadan “ıngaaa”yı basar. Fırıncı kadın hemen maya teknesini fırından dışarıya çekip, teknenin içinde debelene debelene ağlayan bebeği alıp, ağzını anasının memesine yanaştırır. Fadiş aç kurt gibi emmeye başlar. Zaten ana sütünü çok sevmektedir. Öyle ki, üç yaşını bitirinceye dek anasını emmeyi bırakmaz. Cemile, onu sütten kesmek için âdetlere uyarak göğsüne kurutulmuş tavşan ayağı koyar. Fadiş tavşan ayağını tutup atar. Cemile meme ucuna acı biber sürme âdetini yavrusuna kıyamadığı için uygulayamaz. Fadiş de evin baş yemeği olan tarhana çorbası ve sahanda yumurtayla karnını doyurduktan sonra doğruca anasına yanaşır. Bu fırın serüveni, Fadiş’in gelecekte yıllarca kapalı yerlerde soluma zorluğu çekmesine neden olur. Sonradan psikoloğun Fadiş’in geçmişine inip de fırın olayını öğrenmesiyle Fadiş sağlığına kavuşur.
FADIŞ KAYBOLUR
Fadiş iki buçuk yaşındayken bir akşamüstü Emet ilçesi, Hamam Mahallesi’ndeki evlerinden çıkıp kayıplara karışır. Annesi kapı önünde komşularıyla laflarken az ötede çocuklarla oynayan Fadiş Kız, sessizce yok olur. Cemile’nin, birbirleriyle çene yarışına girişmiş komşu kadınların ve çocukların ruhları bile duymaz. Hava kararmaya yüz tuttuğunda hepsi de evlerinin yolunu tutarlar. Cemile de tozun toprağın içinde oynamakta olan çocuklara yönelir, kızını alıp eve götürecektir. Ama onu bulamaz. Komşular onun telaşlı sesini işitince yanına dönerler. Fadiş’in babası, yine mal almak bahanesiyle Kütahya iline gitmiştir. Cemile bağıra çağıra ev ev dolaşarak durumu kendi akrabalarına duyurur. Konu komşu, akrabalar, hatta çarşı esnafı ayaklanır, çevre aranıp taranır.
Kız yok! Sonunda tellal bağırtmaya karar verir büyükler. Cemile iki gözü iki çeşme dizlerini döver durur. Tellal, davulunu çala çala mahalle aralarında haberi yaymaya başlar: “Ey ahali, duyduk duymadık demeyin! Gedizli esnaf Kâmil’den olma, Gamgamların Cemile’den doğma Fadiş adlı kız çocuğu kaybolmuştur. Allah rızası için yardım edin! Kızı bulanlar ahrette peygamberimize komşu olacaktır. Duyduk duymadık demeyin!..” Emetliler ayaklanır. Bu kız, çocuk haliyle yerle gök arasında sır olup gitti, diye yakınanlar yanında, kaçırılmasından da söz edenler vardır. Çünkü o gün Emet’te pazar kurulma günüdür. Çevre köy ve kasabalardan, hatta ilden yaymacılığa (tezgâh açmak) gelenler olmuştur. Özellikle iç ve dış giyim için kumaş satan yırtmacılar, halı kilimciler, bir de çömlekçi ve testici esnafı yabancıdır. Kasaba böylesine karmakarışık olunca jandarma da halk arasına karışır. Kumandanın emriyle soruşturma başlatılır. Fadiş’i kim bulur biliyor musunuz? Annesi Cemile! O önce, kızının neleri ve nereleri sevdiğini düşünür ağlaya ağlaya. Deneyimlerine dayanarak ilk iş, avludaki tavuk kümesine başını sokar. Çünkü hava kararınca, tavuklar kendiliklerinden kümeslerine girerler. Fadiş’in anaç tavukların gagalamasına karşın, civcivleri eline alıp okşamak için kümese girip bitlendiğini mahallede bilmeyen yoktur. Ancak Cemile, kümesten eli boş döner. Sonra bahçede, odunlukta dibi köşeyi araştırır. Kız yok. Hemen sokağa çıkıp Aşağı Hamam kaplıcalarına giden yola atar kendini. İçinden gelen bir dürtüyle hamam yolunda demir oluktan gümbürdeyerek akan Kocapınar’a ulaşır. Pınarın suyu, koca bir ağaç gövdesinden oyularak yapılmış olan yalakta toplanmaktadır. Bazı büyükbaş hayvanlar otlaktan evlerine dönerken bu yalaktan kana kana su içerler. Ancak akşamın o saatinde hiçbir hayvan yoktur ortada. Cemile, kızını bulmak için dua ederken, alışkanlıkla başını gökyüzüne kaldırır. O anda, kendini bileli beri her zaman saygıyla selamladığı Çobanyıldızı’nı görür. Sonra bakışlarını, havuzun fazla sularının aktığı yerde kımıldayan karaltıya çevirir. Hemen oraya fırlar. Kızını, beline kadar ıslanmış halde çamurla oynarken bulur. Onu, anaca bir coşkuyla bağrına basmaya yeltenir. Ancak Fadiş annesini iter. Hatta ondan kaçmaya kalkışır. Alacakaranlıkta iri iri açılmış gözleriyle, sanki bir şeylerden korkmuş gibi yoz yoz bakar anasına. Onu bu halde görünce, Cemile hemen üstüne atılıp yavrusunu kollarının arasına alır. Kız nice çırpınsa da kurtulamaz. Eve yaklaşırlarken, kendilerini kapı önünde beklemekte olan birkaç komşu çevrelerini alır. Cemile ayaküstü durumu anlatmak zorunda kalır. Komşulardan, çakır gözleri akşam karanlığında ışıl ışıl parlayan orta yaşlı bir kadın, kızı kucağından indirip orta yere dikeltmesini söyler. Küçük kız bu kez anasının kucağından ayrılmak istemez. Ama Cemile onu sevip okşayarak, “Yarın horoz şekeri alıvecem” diyerek yere indirir. O anda çakır gözlü kadın sesini yükselterek “Şamatayı kesin. Kız pek kendinde değil. Besbelli kendisine, su kıyısında eyleşenlerin yeli değmiş. Kuran-ı Kerim’den, bu hal üzere okunup kızın üstüne üflenecek dualar var ezberimde. Sessiz olun ki okuduklarımı işitip sözleri sizler de yineleyin” der. Oracıkta dikilenler hemen derlenip toparlanarak “Selamün kavlen mir rabbir rahim” söylemiyle, çakır gözlü kadının sözlerini yinelemeye başlarlar. Cemile, olup bitenlerden korkup ağlamaya başlayan kızını kucaklayıp sıkıca bağrına basar. Fadiş başını anasının çene altına gömerek ağlamayı keser. Cemile de duaya katılır. Çakır gözlü kadın duayı bitirince herkes gözlerini ona çevirir. Çünkü günahsız kız çocuğuna çeşme başında neler olduğunu çok merak etmişlerdir. Ancak kadın hiçbir açıklamada bulunmaz. Zaten kızının kaybı nedeniyle tepeden tırnağa sarsılmış olan Cemile, kucağında çocukla daha fazla orada kalamayacağını anlar. “Korkudan dizlerimin bağı çözüldü. Bir de gözlerim kararıyor. Eve gidip aklımı başıma toplayacağım. Kızın üstü başı da ıslak. Üstelik açtır da garibim. Daha sonra da hısımlara kızın bulunduğunu bildirmeye gideceğim. Hepinizden Allah razı olsun” diyerek evine doğru yürür. Hava da kararmıştır. Eve varıp da gaz lambasını yaktığında, küçük kızın ışıyan yüzünü görür. Çocuk mutlu, hatta dingin görünmektedir. Cemile pek sevinir. İlk iş çocuğun üst başını değiştirmeye girişir. Islak giysileri üstünden çıkarınca irkilir. Fadiş’in sağ bacağında, sanki güçlü biri başparmağıyla kızın bacağını sıkıp morartmış gibi bir leke oluşmuştur. Cemile, kızının doğuştan böyle bir lekesi olmadığını düşünüp korkuya kapılır. Ama içinden gelen sese uyarak bu leke konusunu kimseye açmamaya karar verir. Gaz lambası ışığında yakından incelediği lekeyi yıldıza benzetir. Önce uğurdur, diyerek sevinir. Sonra korku girer içine. Masallarda adları geçen su kıyılarındaki periler dirilir belleğinin tortuları arasında. Ancak ne konuyu açıp konuşabileceği biri vardır ne de onun kuşkularını algılayabilecek eşi, anası, kardeşi… Halk arasında Nizipli Hoca diye anılan çakır gözlü kadının eşi, Emet Hükümet Konağı’nda ayak işlerine bakmaktadır. Nizip’te askerlik yaparken komutanın yakını olan bu kadınla evlendirilmiştir. Konu komşu ona çocuk ve hastaları okutur. Hoca gözüyle bakıp saygı gösterirler. Cemile, yıllar sonra, geçmişte bu olup bitenleri Fadiş’e bir bir anlatmıştır. Fadiş, Nizipli kadının kendisiyle ilgili yorumlarını da bilmektedir. Cemile çakır gözlü kadının yorumlarını içine sindirememiştir. Ama bir yandan da kızının apaydınlık yüzünü görmenin güvencini yaşıyordur. Ayrıca kasaba halkının inandığı çakır gözlü Nizipli kadına inanmak gelir içinden. Çünkü Fadiş, daha dokuz aylıkken yarım yamalak sözcüklerle konuşmuş, on aylık olunca da kendiliğinden eşyalara tutuna tutuna yürümeye başlamıştır. O zaman da çakır gözlü komşu, kızın bu çat pat konuşmasına ve kendi gayretiyle yampiri yampiri yürümeye başlamasına kendince bir yorum getirmiştir. Bir gün Cemile’yi görmeye geldiğinde, yorumunu yineler: “Bu kız, yaşının bebeği değil. Neden dersen, gözümün önünde dokuz aylık konuştu. On aylık yürüdü. Bu haller pek hayra alamet sayılmaz. Böyleleri ya kendi başını yer. Yani çok yaşamadan ölür. Ya da ana babası ayrılır, yuva yıkılır. Çocuk da iki arada bir derede kalır. Ancak içime doğan duyguya göre, bu çocuk bilinmeyen bir güç tarafından korunmakta. Nasıl dersen, bu günahsız kız daha ana karnında yok edilmek istendi kocan tarafından. Bunu herkes biliyor. Bir de bebekken, salıncakta donarak ölmekten kurtuldu. Üstelik kaybolduğu sırada, suyla oynarken bilinmezlerin üfürdüğü yel ile varlığı sıvazlandı. Onu koruyan bu hayırlı güç, elbette ölümüne engel olamaz. Çünkü ölüm emri Allah’tan gelir. Bence, eğer ölmez de yaşarsa korunması sürecek” demiştir. Cemile, kızıyla baş başa kaldığında, bunları düşünerek çocuğu sorguya çeker. Çeşme başına neden ve nasıl gittiğini sorar. Orada kimseyi görüp görmediğini anlamaya çalışır. Başından tatsız bir şeyler geçip geçmediğini bilmek ister. Ama sorduğu sorulara yanıt alamaz. Cemile, o anda kızının kendisini dinlemediğinin, gözlerini çevrede gezdirerek gülümsediğinin ayrımına varır. Daha sonra bu konu kapanır. Ancak Cemile her gün, kızın bacağındaki yıldızı andıran lekeyi gözden geçirir. Esmer buğday rengindeki leke öylece durmaktadır. Cemile, kasabada çocuğun adının lekeli kıza çıkmaması için o konuyu hiç kimseye açmaz. Hamamda çocuğu yıkarken lekeyi sıkı sıkı keseler. Elde örme sabun beziyle bastıra bastıra temizlemeye çalışır ama leke hiç değişmez. Fadiş’in yaşamı, bu olup bitenleri gölgede bırakacak nitelikte yaşanmışlıklarla örülmüştür. Yukarıda anlatıldığı gibi, romanının sonunda annesinin işvereni tarafından, kendisine Ankara’da yatılı bir okul bulunduğu müjdesi verilmiştir. Bu haber karşısında onunla özdeşleşen tüm okurların içsel dinginliğe ulaştığını sanıyorum. Üzgünüm ama o zamanlar Cemile’yi, Fadiş’i ve okurları çok sevindiren yatılı okul konusu gerçekleşememiştir. Fadiş’in yaşam akışına girmeden önce, sizlere kısa bir açıklama yapmam gerek. Bu yaşanmışlıklar kitabında, içimden gelen bir dürtüyle ben, yine üçüncü tekil anlatıcı olmaya yöneldim. Üstelik Fadiş’in gözünden çünkü Fadiş’ten hiç kopamadım. Kendimi geliştirmek için tüm çırpınışlarıma karşın, Fadiş’ten sıyrılıp çıkamadım. Bu duruştan, aile içi etkileşimlerde, günlük yaşamda, öğrencilik yıllarımda, hatta öğretmenken bile kurtulamadım. Başarılarım nedeniyle bana büyük ödüller sunulurken, kimi konferanslarımın açılışında İstiklal Marşımız okunurken, devletimin en üst yöneticileri tarafından sevgi ve saygı söylemleriyle kutlanıp kucağıma verilen ödülleri bağrıma basarken… Aynı romandaki Fadiş gibi boynum büküktür. Nice gülümsesem de hüzün, varlığımdan akmaktadır.
GELELIM İÇ İÇE YAŞADIĞIMIZ FADIŞ VE GÜLTEN’IN YAŞAMINA
Roman kahramanı Fadiş’in (Gülten Dayıoğlu’nun) Örencik’ten, annesi tarafından İstanbul’a getirtilmesiyle yaşamı daha karmaşık bir hal alır. Oysa küçük kız, annesine kavuşunca tüm sıkıntıların, özlemlerin biteceğini düşlemektedir. Sonradan, bu düşü pek erken kurmuş olduğunun ayrımına varacaktır. Sakın karamsarlığa kapılmayın sevgili okurlarım. Aslında bu kitabı okurken yepyeni bir Fadiş’le yüz yüze geleceksiniz. Onun, tüm olumsuzluklara ve zorluklara karşı direncine şaşıracaksınız. Önlerine çıkan engelleri annesiyle birlikte aşa aşa ilerleyişlerine tanık olmak, varlığınızda merak ve ilgi oluşturacak. Onlarla birlikte hiç pes etmeden, adım adım doruklara doğru tırmanışa geçeceksiniz. Cemile’nin işvereni, “Köydeki kızını, okullar kapanınca buraya getirebilirsin. Oğlumla oynarlar. Okullar açılınca da Paşa babam, onu parasız yatılı okula yazdırmaya söz verdi biliyorsun” demiştir. Cemile, Seniha Hanım’ın bu sözlerine uyarak sevinçle kızını Örenköy’den İstanbul’a getirtir. Ne var ki, dadısına çok alışan, hatta ona ana gibi bağlanan dört yaşındaki Memo, Fadiş’i hiç istemez. Hele ki dadısının, kızına özlemle sarıldığını görünce var gücüyle çığlık atmaya başlar. Ancak sonradan iki çocuk birbirlerine alışırlar. Kardeş gibi oynamaya başlarlar. Ana kız, birlikte aynı evde yaşamanın, aynı yerde uyumanın gönencini yaşarlar. Memo’nun babası, Ankara’da mühendislik yapmakta ve haftanın beş günü orada yaşamaktadır. O yıllar, büyücek bir kasaba görünümündeki Ankara, hızlı bir yenilenme içine girmiştir. Kentin sokak ve caddelerinin yapımı hızla sürmektedir. Memo’nun babası, Almanya’da yetişmiş çok değerli bir mühendistir. Ankara’yı yenilemeyi üstlenen şirkette görev yapmaktadır. İstanbul’daki evine sadece iki gün, hafta sonları gelebilir. Bu buluşmalar bazen aksar. Çünkü baba, işinde önemli sorumluluklar yüklenmiştir. Gece gündüz işinin başında olmak zorundadır. Memo, babasının evdeki fotoğraflarını Fadiş’e göstererek “Bak, babam, benim babam!” diyerek özlemle coşar taşar. Memo’nun annesi de ikinci bebeğini beklemektedir. Fadiş, yatılı okul düşleriyle İstanbul’a, o eve geldiğinde tam bir köylü kızı görünümündedir. Ayaklarında, elde eğirilen koyun yününden örülmüş nakışlı çorapları ve keçi derisinden yapılma, kaba saba ayakkabılar vardır. Beline inen çok örgülü saçları, çiçekli basmadan, elde dikilme uzun entarisiyle gelmiştir annesinin yanına. Evin hanımı, daha ilk günden onun giysilerinin tümünü apartman görevlisine verip kalorifer kazanında yakmasını söyler. Saçlarını da kesmek ister ama Fadiş çok ağlar. Annesi de Hanım’a yalvarır. Bu arada Memo, onun gözyaşlarını siler. Memo’nun en sevdiği oyun, Fadiş’i tahta atının yerine koyup sırtına binerek “deh!” diye coşkuyla bağırmaktır. Fadiş, bunu yaparken birden, annesinin de küçüklüğünde onu sırtına bindirdiğini anımsar. At olmayı olağan karşılar. Aslında Memo’nun evin en kıymetlisi olduğunu anlamıştır. Çocuğun annesi, evde konuk olan teyzesi, onun eşi ve dadısı Cemile, oğlanın üstüne titremektedirler. Ev halkı tarafından Fadiş’e, daha ilk günden Memo ile iyi geçinmesi öğütlenmiştir. Bu nedenle Fadiş, Memo sırtındayken saç örgülerini yular gibi tutarak çekiştirmesine ses çıkarmaz. Annesi, Fadiş’in de kendisini Memo’dan kıskandığını çoktan anlamıştır. Bu yüzden ikide bir “Memo’ya iyi davran. Paşa dedesi, seni yatılı okula yazdıracak. Orada okuyup adam olacaksın. Memo ile bozuşursan burada bizi istemezler biliyorsun. Gidecek evimiz de yok. Çünkü İstanbul’da kiraladığım odayı boşalttım. Eşyalarımızı Hatice teyzelerin odunluğunun bir köşesine yerleştirdim” deyip durmaktadır.
BIZIM EVIMIZ YOK MU ANNE?
Fadiş irkilerek, “Şimdi bizim evimiz yok mu anne? Burada bizi istemezlerse ne yaparız?” diye sorar. Annesi, “Evimiz yok. Çünkü sen yanımda yokken boş yere kira ödemekte zorlandım kızım” der. Fadiş’in, “Ben Memo’ya iyi bakıyorum zaten ama ya bizi başka bir şey yüzünden istemezlerse? Evimiz de yok, sokaklarda mı kalırız?” sorularına Cemile, “Bu kadar korkma kızım. Ben iş değiştirirken akraba ve hemşehrilerin evlerine sığınıyorum üç beş gün. Yine öyle yaparız. İnşallah sana yatılı okul bulunur da birbirimizden ayrılmayız” cevabını verir. Bu sefer Fadiş “Neden ayrılacağız?” diye sorar panikle. Annesi, “Burada bizi istemezlerse seninle birlikte iş bulamam da ondan. Küçüklüğünden beri yaptığımız gibi, Emet ya da Kütahya’daki akrabalara gönderirim seni” der. Fadiş, at olup Memo’yu sırtında gezdirirken bir yandan da bunları düşünmektedir. Okullar açıldığında Fadiş, kapı önünden geçen öğrencileri görünce annesine yalvarmaya başlar. Okula gitmek istemektedir. Açıkçası aylardır, Hanımın Paşa babasından Fadiş için yatılı okul haberi beklenmektedir. Ama ses soluk çıkmaz Ankara’dan. Cemile, Seniha Hanım’a, Fadiş’in okula gitmek için başının etini yemekte olduğunu söyler. Hanım önce, eve mikrop taşır, diyerek okul konusunu savsaklar. Ancak Paşa babasının, Cemile’ye yatılı okul sözü verdiğini anımsayınca yaptığı haksızlığın ayrımına varır. Fadiş’i Cihangir’in
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Anı-Biyoğrafi
- Kitap AdıBende Kalmasın
- Sayfa Sayısı160
- YazarGülten Dayıoğlu
- ISBN9789750865428
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2025