Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Belki Yaz Erken Gelir
Belki Yaz Erken Gelir

Belki Yaz Erken Gelir

Yekta Kopan

Kitapçıdasın. Rafların arasında dolanıyorsun. Bir kitap dikkatini çekiyor. Kapağında bir kadın var. Kumsalda. Devasa bir can simidi tutuyor. Deniz hafiften dalgalı. Kadının nereden gelip,…

Kitapçıdasın. Rafların arasında dolanıyorsun.

Bir kitap dikkatini çekiyor. Kapağında bir kadın var. Kumsalda. Devasa bir can simidi tutuyor. Deniz hafiften dalgalı. Kadının nereden gelip, nereye gittiğini anlayamıyorsun. Çocukluğun geliyor aklına. Çocukluk, kilidi kırık bir hatıra defteri.

Tam arka kapağa bakacakken biri giriyor kitapçıdan içeri. Dikkatin dağılıyor. Annenin anlattığı masallar, babanın kahkahası eksik fıkraları eriyip gidiyor. Çocukluğun terk ediyor seni, büyüyorsun.

Öyküler, kısa öyküler, masallar diyor arka kapak yazısında. “Keşke roman olsaydı,” diye düşünüyorsun bir an. Sonra hayatın öykülerin toplamı olduğunu hatırlıyorsun. Hayat dediğin, bütün o harflerin, hecelerin, sözcüklerin buluşmasını beklemek.

Hayat dediğin, bitmeyen bir bekleyiş.

Yazarın adı siliniyor kapaktan. Kendi adını görüyorsun orada, bütün o öyküler senin artık. Kitap sadece senin duyacağın bir melodiyle şarkısını söylemeye başlıyor:

Ben bir öykü kitabıyım.

İçten bir tebessümle okurunu bekleyen.

İçindekiler

Lanet ………………………………………………………………………15
Askılar …………………………………………………………………….17
Belki ……………………………………………………………………….19
Gitar ………………………………………………………………………23
Volta ………………………………………………………………………25
Güdük …………………………………………………………………….29
Şükür ……………………………………………………………………..33
İkiyol Köftecisi …………………………………………………………41
Nergis …………………………………………………………………….49
Farklı ………………………………………………………………………51
Sabah Serinliği …………………………………………………………53
Hayalet …………………………………………………………………..55
Güzeldir Mavi ………………………………………………………….59
Renkli …………………………………………………………………….63
Ayşe, Neşe… Bizde Her Şey Beşe! ………………………………..67
Tencere Kapak …………………………………………………………71
Süpüristan’da İşler Kolay Yürümüyor …………………………..75
Örümcek Ağı …………………………………………………………..79
Masallar Vardır …………………………………………………………85
Taçboynuz ……………………………………………………………….93
Tuhaf Bir Hikâye ………………………………………………………99
Basit Bir Soru …………………………………………………………103
Sıvı Sabun ……………………………………………………………..107
Haziran, Vian! ………………………………………………………..117
“Bu Bir Pipo Değildir!” …………………………………………….121
Okunmayanların Şarkısı …………………………………………..125
Yırtık …………………………………………………………………….129
13 Şubat ………………………………………………………………..133
Zerre …………………………………………………………………….135
Dışarlık …………………………………………………………………137
Sonbahar ……………………………………………………………….139
Bayram Harçlığı ……………………………………………………..141
Hayalşehir ……………………………………………………………..143
Şehrin Silueti Değişiyordu ve Üçümüz de
Tülin Özen’i Seviyorduk ……………………………………..147
Çernobil ………………………………………………………………..153
Geçmiş Zaman ……………………………………………………….155
Kabak Dolması ……………………………………………………….157
Kaplanın Fısıltısı ……………………………………………………..161
Sirk ………………………………………………………………………165
Son Günün Sabahı ………………………………………………….167

Ben bir çocuk şarkısıyım.
Sözleri unutulmuş.

LANET

Kozalaklarla dolu bir ormanda ilerliyorduk.

Parmak uçlarında yürü, yoksa büyüyü bozarsın, dedi dayım. Yüzü anneannemin yüzüne benziyordu. Köyün umutsuzlarına kurşun dökmekten yoruldum, diyen anneanneme.

Kuru dallara bastım bir an, olmayacak şey işte. Dikkatsizlik.

Orman çatırdadı. Kanat sesleri kapladı dalları.

Ürküttün hepsini, diye fısıldadı dayım. Yüzünü ekşitince dedeme benzedi. Bütün sülaleyi ben mi gömeceğim, diyen dedeme.

Omuzları düştü dayımın. Kaçırdın kuşları, dedi. İnsan gözlemcisidir bu kuşlar. Sadece bu ormanda yaşarlar.

Büyü bozuldu artık. Kimse bize sahip çıkmayacak. O eve döneceğiz lanetlenmiş adımlarımızla.

Rüzgâr sert vurdu. Yapraklar hışırdayarak perdeledi güneşi. Orman karardı.

Dönüş yolunda dayımın yüzüne baktım. Kimseye benzemiyordu.

ASKILAR

Kaldığımız pansiyonların derme çatma gardıroplarında unutulmuş askılar olurdu. Belki de bilerek terk edilmiş. Plastik, tel, tahta, kırık elbise askıları. Biraz görgüsüzce, biraz da umursamaz bir tavırla pansiyon sahiplerine bırakılmış fazlalıklar. Tatilin son gününde gelen yüklerden kurtulma isteği.

Onlara bakarak önceki ziyaretçilerin hayatlarını tahmin ederdik. Hep oynadığımız bir oyundu bu. O askılara geçirilmiş gömlekleri, bluzları, elbiseleri, pantolonları, hayatları hayal ederdik deniz kenarında bir şeyler içerken. Genç bir çiftmiş, çok elbise getirmişler, belli ki çocuklu bir aileymiş, yalnız ve mutsuz bir kadınmış…

Deniz kenarına inerdik. Pansiyonun köpeği ayaklarının dibine uzanırdı, orada hep iyi şeyler olduğu izlenimi vermek istercesine. Oysa biz bilirdik kavgaların, bağrışmaların, gözyaşlarının, mide kanamalarının da o odalardan geçtiğini.

Güneş inene kadar devam ederdi sohbetimiz. İlk içkilerimizle birlikte biterdi unutulmuş elbise askılarından fal tutma oyunu. O anda, tam o anda bir üşüme gelirdi sana. Hemen odaya koşar, sana çok yakıştırdığım turkuvaz ceketini alırdım gardıroptan. Hızla çekerdim askıdan. Aceleciliğime, hoyratlığıma isyan eder kendi halinde sallanmaya başlardı boş kalan elbise askısı. Dolaptaki metal boruya sürtünürken çıkardığı gıcırtı odayı kaplardı.

Sen uzaktan duyardın o sesi. Senin sesinin de zaman zaman uzaktan duyulduğu gibi.

BELKİ

Cambaz’a

Kalabalıktan, kutlamalardan, hediyelerden uzak bir doğum günü. Zorlama kahkahalar yok. Mutluluk heybesinden çıkarılmış ezbere replikler yok. Kimse yok.

Sadece Cambaz ve ben varız.

Karşılıklı oturuyoruz.

Uzun bir sessizlikten sonra, “Bugüne kadar seninle ilgili bir şey yazmadığım için özür dilerim,” diyorum.

Şöyle bir çeviriyor boynunu, umursamazca. “Böyle bir beklentim olmadı hiç,” diyor. “Tarçın’la Silgi için yazdıklarını okudum, onlar yetti bana.” Bir an durup düşünüyor. “Tarçın için yazdıkların daha güzeldi sanki.”

“Kıskanmadın yani. Ya da kızmadın.” Mahcup bir ifade takınmaya çalışıyorum. Pişman olduğumu anlamasını istiyorum.

“Bir tek mamamı unutursan kızarım. Gerisi boş.”

İkimiz de gülmüyoruz bu zorlama şakaya.

Konuyu değiştirmek için önce sol patisini yalıyor sonra da biraz geriniyor. “Nasıl hissediyorsun bu gece?

Bir yıl daha yaşlandın.” Sanki amacı halimi sormak değil de inceden laf sokmak.

“Yorgunum be Cambaz. Bazı yaralar hâlâ kabuk bağlamadı. Ufuk çizgisini göremiyorum, sis kaplı denizin yüzeyi. Ayrıca…”

“Bırak bu şiirsel anlatımları,” diye kesiyor sözümü.

“Sözün büyüsüne sığınma. Düz konuş. Bok gibi hissediyorsun yani.”

“Bu sözler bir kedinin ağzına yakışmıyor ama.”

“Nesi yakışmayacak be? Unutma, kendi kıçını yalayarak temizleyen bir canlıyım ben.”

Bu kez ikimiz de gülüyoruz. Çok gülüyoruz. Gözümden yaş geliyor kahkaha atarken. Onun da bıyıkları titriyor. Kahkahalarımız yavaşlayıp nefeslere karışınca duruyoruz bir süre. Ben masadan bir kalem alıp öylesine çeviriyorum elimde. Cambaz da kendi çevresinde bir tur atıp yeniden kuruluyor minderine.

“Avare yaz günlerini özlüyorum en çok,” diyorum.

“Gün doğarken yürüyüş yapmayı, öğlen uykularını, günbatımı sohbetlerini, uzun süren akşam yemeklerini, saatin kaç olduğunu bilmeden denizi seyretmeyi…”

“Yine şiirsel anlatımlar. Bir romantikleştirme çabası.

Hep bir haller, bir edalar. Şimdi sen, Bu şehir üstüme geliyor, falan da dersin. Yaşanmaz bu ülkede sohbetine gireceksen ben içeri gideyim. Hiç çekemem.”

“Bugüne kadar neden seninle ilgili bir şey yazmadığımı şimdi anlıyorum. Bu alaycılıkla başa çıkamam ben.

Şurada iki dertleşelim dedim, her lafımı ağzıma tıktın.”

Gözlerini kısıp bakıyor bana. Belki de bana öyle geliyor. Her an uykuya dalabilir. Kedi işte.

Birden gözlerini yüzüne el feneri tutulmuş gibi kocaman açıp, “Seni böyle üzgün görmek içimi acıtıyor.

Biraz sarsıp kendine getirmek istiyorum sadece. Benim işim kolay; temiz tuvalet, bol su, bir kap kuru mama yetiyor bana. Uyuyacak yeri zaten kendim buluyorum.

Güneşli günleri sevmem zaten, kış canlısıyım ben. Uzun sohbetlerden nefret ederim, işim olmaz. Sessizlik iyidir.”

“Haklısın,” diyorum, “içim çöle dönünce herkes o susuzluğu hissetsin istiyorum belki de. Dünya kötüleştikçe insan bencilleşiyor.”

Yerinden kalkıp bana doğru iki-üç adım atıyor. Ön patilerini uzatıp geriniyor. Sırtını kabartıyor. Pat diye poposunun üstüne bırakıyor kendini. “Doğum günün için güzel bir dilek hediye edeyim sana.”

Kulaklarını ileri geri oynatışında bir yumuşaklık var.

Mırıltısıyla sarılıyor bana.

“Belki en güzel yılın olur bu. Yaraların kabuk bağlamaz, hayat buna izin vermez. Ama korkma. Onları nasıl saracağını daha iyi öğrenirsin belki. Gittiğin her şehir kucaklamayabilir, yine de bilirsin ki döndüğünde seninle
sohbete oturacak bir evin var burada. Gidenlerin gülüşleri aklına düşer, kimsenin sesini unutmazsın, öfkeye yenik düşmez anıların. Gün konuşarak doğar, gece sessizlikle batar. Belki yaz erken gelir. İyiliğin şelalesi coşar,
umut balkondaki saksılardan taşar. Olur ya, her yürüyüşünde, insanların önemsiz bulduğu o küçük anlardan birine rastlarsın yol kenarında. Saatine her baktığında duvarlar kaybolur. Belki bu yıl, hayatını bir hayvan olarak da yaşayabileceğini öğrenirsin.

Kötülükleri unutur, her sabah başka bir ağacın dibinde doğrulursun. Bir kedinin sözüne ne kadar güvenirsin bilmem ama dedim ya, belki de bu yıl en güzel yılın olur.”

İnsanlardan uzak bir doğum günü. Cambaz’la karşılıklı duruyoruz öylece. Hiçbir şey söylememem gerektiğini biliyorum. Belki de tam şu anda dünyanın dört bir yanında yün yumakları yuvarlanmaya başlıyor.

Kalkıp Cambaz’ın yanına oturuyorum. Uzun uzun bakışıyoruz. Sonra güneş desenli halının üstüne öylece kıvrılıp uzanıyoruz.

GİTAR

“Benim ellerim yetişmez oraya,” diyor küçük kız.

Haklı diye düşünüyorum. Elleri küçücük. Yorulmamış.

Beyaz saçlı adam, kızın kucağına yerleştirip çelimsiz kollarıyla kavramaya çalıştığı gitara bakıyor. İşaretparmağını komşu iki perdede gezdiriyor. “Önce buraya, sonra da buraya basabilirsin,” diyor. Kız hemen uyguluyor
adamın dediklerini. Bir dili dışarıda, bakışlarını parmaklarından ayırmıyor. Tuhaf sesler çıkıyor gitardan. Bir daha, bir daha deniyor.

Tatil köyünün havuzundan abartılı kahkahalar yükseliyor. Aslında yüzülecek hava değil. Serin. Yıllık izinleri boşa gitmesin diye, üşümek pahasına suya atlıyor taksitli tatilciler.

Bu gürültüde kitap okunmuyor. Dakikalardır aynı paragrafın içinde kulaç atmaya çalışıyorum. Neredeyse boğulacağım. Adamla küçük kızın konuşmaları can simidi gibi.

“Basamıyorum,” diyor küçük kız. “Çok sert bu teller, parmaklarım acıyor.” Dudaklarını ısırıyor, yüzünü ekşitiyor, burnunu büzüştürüyor, yine de olmuyor. Sonunda başarısızlığın küskünlüğüyle gitarı adama uzatıyor.

“Ben de basmıyorum zaten diyor,” adam. “Bak böyle hafifçe dokunuyorum tellere. Yavru bir kedinin başını gıdıklar gibi.”

Utangaç bir gülümseme ziyaret ediyor kızın yüzünü. Belli ki hiç böyle düşünmemiş. Adam gitarı yeniden uzattığında, heyecanla alıyor kucağına. Minicik parmaklarıyla yavru bir kedinin başını okşuyor, yavaşça geziniyor tellerde.

Huzurlu bir sonbahar müziği yayılıyor aniden. Kuşlar, kediler, insanlar şarkı söylüyor sanki. Bu sesler gitardan mı yoksa adamla küçük kızın gülüşlerinden mi geliyor, anlayamıyorum.

VOLTA

Fazıl Say için…

Sahneye çıkmasına yedi dakika kaldı.

Kulisin ışıklı aynasında son bir kez kendine bakıyor; saçı başı düzgün. Aynanın kenarına sorgu ışığı gibi sıralanmış ampullerden biri patlak, gözü ona takılıyor. Zihninde bir notaya dönüşüyor karanlık ampul.

Kulisteki odasından sahneye kırk bir adımlık bir mesafe var. Hızla arşınlıyor o arayı. Sahne kenarındaki gölgeye saklanıp şöyle bir bakıyor salona. Boş yer yok.

Tıklım tıklım. Önden ikinci sıradaki bir çift dikkatini çekiyor, sevdiği dostları da gelmiş.

Altı dakika.

Başlıyor o kırk bir adımlık yolda bir ileri bir geri yürümeye. Kendi deyişiyle “volta atıyor”. Kulistekiler onun bu âdetini gayet iyi bildiğinden önünden geçmiyor kimse. Bir âdet, alışkanlık, ritüel. Babasından bir miras volta atmak. O bitmeyen yürüyüş ruhunda varmış babasının, hapishane günlerinde iyice pekişmiş. Yürürken düşünmek ailenin geleneği, hatta genetiği. Bir ritmi var adımlarının, kararlı bir sesi. Her adımda binlerce nota geçiyor kulis koridorundan. Kil tabletlere oyulmuş, papirüslere

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Öykü
  • Kitap AdıBelki Yaz Erken Gelir
  • Sayfa Sayısı
  • YazarYekta Kopan
  • ISBN9789750764578
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri ~ Yekta KopanAşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri

    Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri

    Yekta Kopan

    2002 SAİT FAİK HİKÂYE ARMAĞANI * Yeni baskısını sunduğumuz Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri, öyküleriyle, romanlarıyla tanıdığımız Yekta Kopan’ın ikinci kitabı. 2002 yılında ülkemizin en...

  2. Bir de Baktım Yoksun ~ Yekta KopanBir de Baktım Yoksun

    Bir de Baktım Yoksun

    Yekta Kopan

    Buzdan bir kütle, mumyadan bir heykel gibi izledim kaderimi. Babam yanımda olsa bir tokat atar kendime getirirdi beni. Çocukluk düşlerinden yapılmış bir evin gölgeleri içinde babanın hayaletiyle karşılaşmak... Portobello’da, George Orwell’ın evinin önündeki kaldırımda

  3. Kar İzleri Örttü ~ Aslı E. Perker, Ayşegül Çelik, Barış Müstecaplıoğlu, Cem Selcen, Doğu Yücel, Yekta Kopan,Ece Erdoğuş,Elif Tanrıyar,Gül İrepoğlu,Yazgülü Aldoğan,Gülşah Elikbank,Hacer Yeni, Hakan Günday, İlknur Özdemir, Levent Mete, Menekşe Toprak, Mine G. Kırıkkanat, Nermin Yıldırım, Sibel Oral, Tuna KiremitçiKar İzleri Örttü

    Kar İzleri Örttü

    Aslı E. Perker, Ayşegül Çelik, Barış Müstecaplıoğlu, Cem Selcen, Doğu Yücel, Yekta Kopan,Ece Erdoğuş,Elif Tanrıyar,Gül İrepoğlu,Yazgülü Aldoğan,Gülşah Elikbank,Hacer Yeni, Hakan Günday, İlknur Özdemir, Levent Mete, Menekşe Toprak, Mine G. Kırıkkanat, Nermin Yıldırım, Sibel Oral, Tuna Kiremitçi

    Lapa lapa yağan kar, yaklaşan Yılbaşı'nın telaşı ve bir cinayet ya da birkaç cinayet. Bu kitabı elinize aldığınızda karşılaşacağınız üç öğe bunlar. Bu üç öğe etrafında örülmüş tam yirmi öykü, yirmi farklı hikâye.

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Kaf Dağının Önü ~ Murathan MunganKaf Dağının Önü

    Kaf Dağının Önü

    Murathan Mungan

    Zar saydamlığında, kahverengiye durmuş derinin incecik damarları seçilebiliyor. Rengi atmış, çizgileri solmuş, kırmızı bir ibrişimle dürülmüş olarak duruyor sandığıın dibinde. Sandığın dibi, ibrişim düğümünün...

  2. Uç Artık ~ Etgar KeretUç Artık

    Uç Artık

    Etgar Keret

    Çağdaş edebiyatın en hınzır, en yaratıcı ve en kıvrak kalemlerinden Etgar Keret’ten pırıltısıyla göz kamaştıran bir kitap: Uç Artık. Umduklarına kavuştuklarında bulduklarını yitirenler, kanatlanmak...

  3. Şeytan ~ Lev Nikolayeviç TolstoyŞeytan

    Şeytan

    Lev Nikolayeviç Tolstoy

    Tolstoy, Şeytanı, Anna Karenina’dan yaklaşık on yıl sonra, 1898 yılının Kasımı’nda yazmıştır. Bu ilginç uzun öykü, okuru, Kreutzer Sonat ile birlikte Tolstoy evreninin en...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur