“Bu kitap geçmişte yaşadıklarını ve bunlara bağlı aldığın yaraları, müstakbel doğum izleri olarak görmene vesile olabilir, dingin ve yavaş bir şekilde. Geçmişin izlerini bir mağduriyet timsali olarak taşımaktan vazgeçeceksin belki de. Belki de geçmişindeki seni sürekli suçlamak yerine ona içten içe minnet duymaya başlayacaksın, kim bilir?
Ve kitabı kapatırken ardında bıraktıklarına, yitirdiklerine, kazandıklarına, kaçındıklarına yeni bir bakış açısıyla bakmaya başlayacaksın.”
Geçmiş bir daha ayak basmayacağımız uzak bir ülke midir? Yoksa bizi var eden, büyüten, besleyen, kimi zaman acıtan kimi zaman yaralarımızı saran anayurdumuz mudur? Dizkapaklarımızdaki çocukluk sızısını, bazen boşluğu tutan elimizi, kırılan kalbimizi, suya düşen hayallerimizi, olmamışlıklarımızı, yaşanmamışlıklarımızı ardımızda bırakıp kendimizi var edebilir miyiz? “Geçmiş benim” demeden güçlü olmak mümkün mü?
Selen Baranoğlu öyküler üzerinden, en gizli yaralarımızla söyleşiyor, bizi biz yapan, güçlendiren, her adımda daha insan kılan yaralarımızla. Çünkü, şairin de dediği gibi
İçindekiler
Teşekkür ………………………………………………………………………………. 9
Kendi Vaktini Bekleyen Kitap………………………………………………….. 11
Merhaba içimdeki deniz……………………………………………………… 13
Bazı yaralar yararlıdır, buna inan……………………………………….. 16
HUZURSUZLUK……………………………………………………………….. 19
Bitmeyen senaryolar, sonsuz olasılıklar…………………………………… 25
Mağduriyet mağdurları …………………………………………………………… 28
Aradığınız seçeneklere şu anda ulaşılamıyor…………………………… 30
Geçmişin gücü adına ……………………………………………………………….. 35
Ona göre mi? Buna göre mi? Göz göre göre mi?………………………. 38
UYAN…………………………………………………………………………………. 41
Özne olmaktan korkuyorsan nesne olmaya mahkûmsun ……….. 46
Aylak Adam…………………………………………………………………………….. 49
Hazır kalıplar ayrıntılardan yoksundur…………………………………… 53
Kendini bırakıp başkalarını taşıma ………………………………………….. 56
TARUMAR………………………………………………………………………… 59
Bedelini ödemekten kaçtığın şeyler sana daha pahalıya mal olur65
Vazgeçemediklerinin kölesi olursun………………………………………… 69
Çok seviyordum Hâkim Bey……………………………………………………. 71
Kandıramazsın beni…………………………………………………………………. 74
KAYIP SÖZCÜKLER…………………………………………………………. 77
Her susuş bir sesleniştir…………………………………………………………… 82
Kelimeler bazı anlamlara gelmiyor………………………………………….. 85
Sabret, sabret, az daha sabret …………………………………………………… 88
AKUT KALP ZEHİRLENMESİ…………………………………………. 91
Senaryo kötü, oyuncular Oscarlık ……………………………………………. 99
Nereye gitmek istediğini bilmiyorsan
hangi yoldan yürüdüğünün önemi yok…………………………….. 102
Mükemmel mi? O da ne?……………………………………………………….. 106
Kendinden mahrum kalma ……………………………………………………. 110
DAVETSİZ MİSAFİR………………………………………………………. 113
Sen dur, bahanemi ben bulurum……………………………………………. 120
Bana bakın, beni beğenin, beni onaylayın, beni sevin…………….. 123
Bekledim de gelmedin –çaba üzerine …………………………………….. 126
SEMRA…………………………………………………………………………….. 129
İçinde aşk var…………………………………………………………………………. 136
Kâğıt kesiği…………………………………………………………………………….. 140
AYRIŞMA BOYASI…………………………………………………………. 143
Hoşgörü geliştirme merkezi…………………………………………………… 149
Özür kabul edildi, erişim reddedildi ……………………………………… 153
Az öte git ……………………………………………………………………………….. 157
YEŞİL SERAMİK SAKSIDAKİ SUKULENT ………………….. 161
Sevme eylemi…………………………………………………………………………. 168
Bırak boş kalsın ……………………………………………………………………… 171
NEŞEMİ KAYBETTİM, HÜKÜMSÜZDÜR…………………….. 173
Bulantı……………………………………………………………………………………. 181
Yaşamak şakaya gelmez…………………………………………………………. 184
Kendi Vaktini Bekleyen Kitap
Bazen bir bütünün tüm parçaları farklı farklı yerlerde toprağa temas eder ve oralarda yeşerir, büyür, serpilir. Her bir parça başka bir şehirde, farklı bir kişide, farklı bir evde, farklı bir ruhta, desende, seste, görüntüde olur. Sonra bir gün bir şey olur ve tüm dağınık parçalar bir araya toplanmaya ve birbirine çekilmeye başlar. Bir gün bir şey olur ve o parçalar gözüne kocaman bir bütünün anlamlı detayları olarak gözükür ve hepsi bir araya toplandığında bir süredir aradığın, nerede diye bakındığın cevabı sana sunar. İşte bu kitabı yazmaya başlayışım da bu şekilde oldu. Uzun zamandır içimde doldurduklarım beni bir gün masaya oturttu heyecanla yine. Zihnimde ayrı ayrı duran parçalar bir bütüne hizmet edercesine bir araya toplandılar ve birbirlerine çekildiler. Bir doğum süreci gibi ilerledi her şey; içimde beslediklerimin dışarıya çıkmaya hazırlanması gibi, küçük sancılarla kalemi elime alışım ve gitgide doğuma doğru ilerleyen bir süreç.
Ayrı defterlerde, dosyalarda duran öyküler burada bir bütün halinde birbirlerine bağlandılar, söyleyeceklerime anlam kattılar. Zihnimin bir köşesinde demlenmeye bıraktığım düşünceler oldular, kitabın tüm çerçevesini çıkarttılar. Profesyonel koçluk eğitimi aldığım dönemde, sınıf içinde bir çalışma yapıyorduk. Bu çalışmaya göre herkes geleceğe bir kitap hazırlayacaktı. Başlığını, kapak tasarımını, içindekileri tek tek düşünmemiz ve sonrasında da hepsi için kendimize sorduğumuz “Neden” sorusuna cevap vermemiz ve bunu sınıfa anlatmamız gerekiyordu. Bu sıralarda ise benim zihnimin bir köşesinde Sınırları Aşmak kitabım için planladığımız bir imza etkinliği vardı ve yeni kitap çıkarma düşüncesine ayıracak zihinsel enerjide olmadığımı düşünüyordum fakat sınıf içi etkinliğe de katılmam gerektiği için odaklanıp düşünmeye başladım konu üzerine.
İlk önce aklıma, bilgisayarımda duran ve zamanında çeşitli edebiyat dergilerinde yayımlanmış kısa öykülerim ve denemelerim geldi. Ardından çeşitli defterlere karaladığım yazıları düşündüm. Sonra önümde açık duran bilgisayarımın masaüstünde, üzerinde “devam eden kitap projeleri” yazan klasöre takıldı gözüm. İçinde başlamış olduğum ve tamamlanmayı bekleyen dört farklı kitap dosyası vardı. Sınıf etkinliğini bitirmem için sürem daralıyordu. O günlerde içinde bulunduğum hayat gerçekliği ve ruhsal durumuma göre içimden en çok geçirdiğim cümle “olanın hayrına inan” cümlesiydi. Sonra birden kitabın başlığı, kapağı, içeriği gözümde canlanmaya başladı ve hızlıca önümde kâğıda bir şeyler karalayıp sınıfa sundum.
O sunum sırasında herkese henüz ortada olmayan bu kitabı anlattım, detaylarını verdim, üzerine yorumlar yaptık ve o an bu kitabın gerçekten ortaya çıkması gerektiğine inandım. İşte bu yüzden, bu kitabın kendi zamanını seçtiğini düşünüyorum bir yerde. Pek çok duyguyu aynı anda yaşayarak yazdığım bir kitap oldu. Kitabın adını üç kere değiştirdim yazma sürecinde ama kitabın kişiliği değişmedi. Kitabın ana vurgusu geçmiş üzerine. Geçmişi ayağına bağ olmuş bir pranga gibi değil, şimdiyi ve geleceği okumanı sağlayan bir rehber gibi görmenin mümkün olduğuna inanıyorum. Nasıl ki bir ulusun tarihi onun kimliğini ve geleceğini şekillendiriyor ve toplumsal hafızasını yok sayan toplumlar yozlaşmaya başlıyorsa, kendi bireysel tarihimiz de bizim kim olduğumuzu ve buna bağlı olarak başımıza gelecekleri şekillendiriyor. Kendi bireysel tarihini yok sayan insanlar ise hafızasını kaybetmiş olarak akıntıya kapılıp yok oluyor.
Bu kitapta büyük harflerle yazılmış iddialı flaş cümleler yok. Bu kitaptaki sözcükler bağırmıyor. Bu kitap geçmişte yaşadıklarını ve bunlara bağlı aldığın yaraları, müstakbel doğum izleri olarak görmene vesile olabilir dingin ve yavaş bir şekilde. Geçmişin izlerini bir mağduriyet timsali olarak taşımaktan vazgeçeceksin belki de. Belki de geçmişindeki seni, sürekli suçlamak yerine ona içten içe minnet duymaya başlayacaksın, kim bilir? Ve kitabı kapatırken ardında bıraktıklarına, yitirdiklerine, kazandıklarına, kaçındıklarına yeni bir bakış açısıyla bakmaya başlayacaksın.
Hayattaki tecrübelerimizin sonucunda elde edeceğimizi düşündüğümüz her şeyi aslında süreçte demlenerek kazanıyor, kendimize katıyoruz. Bunu fark edebilmek, hayatı hedef ve skor odaklı yaşama halinden çıkartıyor bizi. Yolda kazandıklarına şükredebildiğinde yolun sonuna varmanın önemi de kalmıyor. Savunmacı ve korumacı halden meraklı ve açık hale geçiyorsun sürecin önemini anladığında.
O zaman tüm pişmanlıklarını “iyi ki”lerle, keşkelerini de şükürlerle değiştirebiliyorsun. Ortaya çıkmak için kendi zamanını seçen bu kitap, bir “oku-uygula” kitabı değil. Bu bir “sorulara cevap bulma” kitabı da değil. Bu, kendi sorularını oluşturma kitabı. Kısa öykülerle denemelerin, kurguyla gerçeğin iç içe geçip bir bütün oluşturduğu bir kitap bu. Unutma ki yol sana özgü ve asıl yolcu sensin. Bu kitap senin yolunda bir eşlikçi olabilir ama yolu yine sen yürüyeceksin kendi hızında, kendi seçimlerinle ve seçimlerinin getirdiği yeni kararlarla.
Merhaba içimdeki deniz
Küçükken her insanın içinde deniz olduğuna inanırdım. Yaz aylarını denizin içinde, deniz kokusuyla, deniz sesiyle geçiren bir çocuktum. Yazlık evimizin bulunduğu sitenin önü denize açılıyordu ve ben o denizi hep içimde taşıyordum; çünkü kaygılandığım ve korktuğum her zaman bana geri döneceğim bir kucak açıyordu o deniz. Çocukken en büyük korkularımdan biri ise dişçiye gitmekti. O kocaman deri koltuğa oturup, ismini ve cismini bilmediğim bilumum metal kesici aletlerle dolu bir standın önünde ağzımı kocaman açmak hayatımın kâbusuydu. Gittiğim dişçinin bir aile dostumuz olması gerçeği de korkumu hiç azaltmazdı. O koltuğa her oturduğumda babam yanımda durur ve elimi tutardı. Tabii bu durum bir gün sekteye uğradı. O gün bir işi olduğu için, beni dişçiye bırakıp gitmesi gerekiyordu babamın.
Korkum daha da büyümüştü, çünkü ilk defa tek başıma o koltuğa oturacaktım ve bırak yanımda olup elimi tutmayı, bekleme salonunda bile olmayacaktı babam. “Karnım ağrıyor, midem bulanıyor” dedim babama. O da bana şöyle dedi: “O koltuğa oturduğunda derin bir nefes al ve gözlerini kapat, seni en çok rahatlatan şeyi düşün, nedir o?” “Yazlığa, denize gitmek.” “O zaman gözlerini kapatıp, denizi düşün, o koltukta ne olursa olsun kısa bir süre sonra yaz tatilinin geleceğini ve denize gireceğini düşün.” Gerçekten de gözlerimi kapatıp denizi hayal ettim o gün ve hiçbir şey korktuğum kadar kötü olmadı.
İçimdeki deniz o günden sonra hep orada kaldı, hep aynı görsel ile zihnimde durmaya devam etti ve ben ne zaman korkutucu ve kaygılandırıcı bir süreçten geçeceğimin farkına varsam, gözümün önüne hep o denizi getirdim. O denizi zihnimde oynatmak benim için “bu da geçecek” demenin en net yoluydu. Büyüdüğümde de pek bir şey değişmedi, zihnimdeki aynı görüntü hâlâ duruyor. Ne kadar fırtına yaşarsam yaşayayım her şeyin bir gün dinginleşip yoluna gireceğine ama bunun için önce o fırtınaya göğüs germem gerektiğine inanıyorum.
Küçük bir çocukken beni rahatlatan deniz, büyüdüğümde bana neleri yapabileceğimi hatırlatan bir sembole dönüştü. Çoğu zaman bir hayat geçip gider, o denizin içindeki varlığının farkına bile varmadan. Öte yandan içindeki denize bir kere de olsa ulaşabilmişsen şayet, şanslısın. Hayat bir yol serüveni. Bu serüvende bir gün bir şey olur ve minicik bir damla sana içinde taşıdığın o büyük denizi yeniden fark ettirir, yeniden hatırlatır. Deniz oradadır; içinde kendine özgü tüm çeşitliliğiyle, maviden laciverte, yeşilden camgöbeğine, turkuaza kadar değişen derinliklerinin renkleriyle o denizi içinde taşırsın. Deniz seni rahatlatan inancındır, deniz alternatif yollar bulmanı sağlayan yaratıcılığındır, hayal gücündür, sana özgü olan potansiyelindir. Deniz dışarıdan gelen değil, senin içinde olandır zaten.
O senin derinliğin, senin bilgeliğin, senin renklerindir. Buradaki asıl güzellik onu fark edip içindeki zenginliğe dalabilmekte aslında. Yani içinde taşıdıklarınla tanışabilmekte asıl mesele. İçindeki denizin ihtişamını ve gücünü fark ettiğin an kendi kapasitesini fark ettiğin andır. Bu farkındalıktan sonra nasıl yaşamak istiyorsan o yolları döşersin önüne. İstediğinde koşarsın, yorulursan kimseye sormadan “pat” diye duruverirsin yolun ortasında, bazen yavaşlarsın sadece, bazense hızla yürürsün.
Devam edersin yani kendi yolunda ve hep kendi hızında. O yolda sana eşlik etmek isteyenler çıkar mutlaka, bazen de sen istersin sana eşlik edilmesini. Kimileri bir noktaya kadar yol arkadaşlığı yapar sana, kimileri çok kısa bir süre yürür seninle, kimileri çok uzunca bir süre yanında kalır. Bu zamanlarda eşlikçilerinden bazıları yoldaki çukurları, önündeki engelleri, taşları, su birikintilerini gösterir sana. Bazıları yolunun ne kadar eşsiz olduğunu fark ettirir. Bazıları zorlar seni; kalbini yorar, yolun güzelliğine odaklanmaktan seni alıkoyar ama onlar da öğretir. Bazıları ise senin daha fazlasını keşfetmeni sağlar o yolda. Bazılarının hemen gitmesini istersin yanından, bazılarıyla ömür boyu yürümek istersin.
Fakat o yolun asıl yolcusu sensindir ve o yol senin yolundur, sana özel, seninle müstesna. Bu kitabı yazma sürecinde pek çok yol dönemecinden geçtim, önüme çıkan her yol ayrımındaki işaretleri okumayı öğrendim ve hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığına daha da çok inanmaya başladım. Olanı görmek ile olanı yorumlamak arasındaki farkı kavradım. İnsanın en büyük manipülasyona kontrol edemediği zihni tarafından maruz kaldığını anladım.
Hepimiz önümüze çıkanları kendi yaşantılarımızın, görüp geçirdiklerimizin, başımıza gelenlerin, geçmişte aldığımız yaraların ve madalyaların etkisiyle yorumluyoruz. Sen ne yaşadıysan, yaşadıklarından sana ne kaldıysa ve senden geriye ne bıraktılarsa onunla görür ve anlamlandırırsın olanı. Çok güvendiğin biri tarafından sarsıldıysa güvenin mesela, her yeni ilişkiye güvensizlikle başlayabilir, bu konuda önyargılarınla hareket edebilirsin. Küçük bir çocukken annene hiç sarılmadıysan, kendi çocuğuna sarılmak sana önemsiz ve gereksiz gelebilir. Ve sana sarıldığında evladın, bunun ne anlama geldiği hakkında kafan karışabilir. İşte bu yüzden geçmişin ve onu yanında nasıl taşıdığın çok önemli yaşam yolculuğunda. Aynı resme bakıp birbirinden tamamen farklı şeyler görüyorsak, bunda yaşanmışlıklarımızın payı hiç de azımsanamaz.
Bazı yaralar yararlıdır, buna inan
Yaşamak başlı başına bir kişisel tarih oluşturma süreci. Zaman, hepimiz için evrensel bir doğrulukta sürse de yani bir yıl hepimiz için 365 gün, bir gün hepimiz için 24 saat, bir saat hepimiz için 60 dakika olsa da yaşadıklarımızın niteliğiyle o ortak evrensel doğruluktaki zaman dilimleri bir sürü farklı şekle bürünür. Bazen bir yılı on yıl gibi hissedersin. Bazen sadece bir gün sana geçmek bilmeyen koca bir ay gibi gelir. Bazen bir saat bitmek bilmez, uzadıkça uzar.
Bazense o bir saatin bir dakika gibi geçtiğine yemin edebilirsin. Tüm bunların hepsi neyi nasıl yaşadığın ve algıladığınla birebir ilgili. Mesela mutluyken, yanında sevdiğin biri varken genelde zaman su gibi akıp geçer, üzgün veya kaygılıyken bir türlü geçmek bilmez. Dolayısıyla bir konu hakkındaki görüşünü yaşadıkların ve onları zihninde anlamlandırma şeklin oluşturur. Trafikte sıkışıp kaldığında eğer bir yere yetişmek üzere yola çıkmışsan, bu seni oldukça strese sokar. Öte yandan, acelenin olmadığı keyifli bir günde sevdiğinin ellerini tutarak trafikte sıkışıp kalmak hoşuna bile gidebilir. Yaşanan aynı durumlar bambaşka izler bırakabilir her insanın ruhuna.
İşte geçmişi algılama şeklimiz de böyle oluyor tam olarak, eğer yaşadıklarımızdan bir şeyler öğrenebilmişsek geçmişi güzel yâd edebiliyoruz, aksi halde ona öfke duyuyor, ona sırtımızı çeviriyoruz bir hışımla. Peki bu durumda geçmiş gerçekten de adı gibi geçip giden mi? Pek de öyle değil aslında. “Her şeyi ardında bırak” sözü bana her zaman gerçek dışı bir dünyaya ait yapay bir cümle gibi gelmiştir. Her şeyi ardında bırakamazsın ve açılan yaralarını, üzerlerine yapıştırdığın renkli yara bantlarıyla gizleyerek yok edemezsin; zaten bunun için de uğraşmamalısın. Bu, kendini inkâr etmek olur bir yerde. Geçmişe takılıp kalmak değil onu iyi okumak asıl mühim olan. Geçmiş, insanın bugününü ve yarınını açığa vuran bir turnusol kâğıdı, kalpte biriken tüm pişmanlıkların ve keşkelerin anavatanı.
Kazanılan tüm zaferlerin ve yaşanılan tüm yenilgilerin merkez üssü. Geçmiş, temize çekilemeyen her acının, unutulamayan her anının, affedilemeyen her kırıklığın verimli toprağı. Geçmiş, ruhumuzda taşıdığımız tüm hasarların alındığı muharebe alanı. Geçmiş ardında bırakıp bitti, geçti gitti diyebileceğin ve bir daha hiç uğramayacağını düşündüğün bir durak değil, varlığını şu an dahi her an hissedeceğin, sana ait, senden bir parça. Tıpkı ellerin gibi. Şimdi rahat ve sessiz bir yere geçsen mesela. Belki fonda da sevdiğin dingin bir müzik eşlik eder sana. Dursan biraz öylece. Biraz nefes alsan derin derin. Sonra ellerine baksan. Önüne arkasına, sağına soluna, tırnaklarına, tırnak etlerine, parmaklarına baksan.
Ellerin ne söyler sana geçmişinle ilgili? Belki kopartılmış tırnak etlerin veya yenmiş tırnakların var. Ne der onlar sana konuşabilseler? Ellerin geçmişinden neleri taşıyor şimdiye? Belki ellerinin üzerinde küçük lekeler var, belki birkaç iz görüyorsun. Belki bir deformasyon, belki belli belirsiz, belki de şiddetli bir titreme var ellerinde. Geçmişin orada işte. Ellerin sana geçmişinle ilgili çok uzun cümleler kurabilir. Dikkatle bakarsan ellerin sana tüm geçmişini hatırlatabilir çünkü ellerin yanında taşıdığın geçmişindir. Dokunduklarının, sana dokunanların hepsi oradadır.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıBazı Yaralar Yararlıdır
- Sayfa Sayısı192
- YazarSelen Baranoğlu
- ISBN9786258004847
- Boyutlar, Kapak13.7 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDoğan Novus / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Klas Duruş ~ Nuri Pakdil
Klas Duruş
Nuri Pakdil
Nuri Pakdil, ‘Klas Duruş’uyla okurlarını etkilemiş bir yazardır. İçinde bulunduğum kuşak ve şüphesiz bizden sonra gelecek kuşaklar da bu ‘Klas Duruş’tan nasipleneceklerdir. / Hatice...
- Yaşamın Ucuna Yolculuk ~ Tezer Özlü
Yaşamın Ucuna Yolculuk
Tezer Özlü
Tezer Özlü, bir başka kutupta kendisiyle aynı yazgıyı paylaşan Oğuz Atay gibi, beklenmedik bir anda edebiyatımızdan demir aldı. Yazar ile sahici efsanesini birleştiren bu...
- Metafor Olarak Hastalık – Aids ve Metaforları ~ Susan Sontag
Metafor Olarak Hastalık – Aids ve Metaforları
Susan Sontag
Susan Sontag kendisine meme kanseri teşhisi konduğunda, hastalıkla baş edebilmek için çoğu kez hastalık hakkındaki gerçekleri saptıran ve hastayı izole eden bir mit oluşturulduğunu...