Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bazen Bahar
Bazen Bahar

Bazen Bahar

Melisa Kesmez

“Sen ne kadar kaçsan da, ıskalasan da, görmezden de gelsen, kafanı kuma da gömsen, kalbine kilit de vursan, hayatın sana bir diyeceği varsa, sinsi…

“Sen ne kadar kaçsan da, ıskalasan da, görmezden de gelsen, kafanı kuma da gömsen, kalbine kilit de vursan, hayatın sana bir diyeceği varsa, sinsi sinsi bekliyor sırasını, yıllarca. Öyle sabırlı. Öyle fil hafızalı, öyle unutmuyor hayat. Sen sabaha kadar unuttum diye sağalt ruhunu. Gömdüm san. Defter kapanmayınca kapanmıyor.”

Bir domates tohumunun içinde ne saklıdır? Bir telefon kulübesi ne kadar üzebilir insanı? Açık pencereden odaya doluşan kelebekler durdurabilir mi ayrılığı? Yarım kalan bir ilişki kaç zaman bekler pusuda, kıyıda köşede saklanıp? Bir ağacın yaprakları geri çağırır mı çocukluğu, ölüme inat? “Ama”larla bezeli veda konuşmaları doğruyu mu söyler? Büyükşehrin gürültüsünden, keşmekeşinden, yalnızlığından kaçmak mümkün mü? Bir bahçeyi ne kadar bekleyebilir insan? Babadan yılbaşı ağacı olur mu?…

Melisa Kesmez kadın-erkek ilişkilerine, arkadaşlığa, aileye, şehre, doğaya, eşyaya yine farklı gözlerle bakıyor: İncinmişlikleri, kırılmışlıkları, yarım kalmışlıkları ama beri yandan toparlanmaları, hayata tekrar sarılmayı insanın içine işleyen kalemiyle anlatıyor.

Bazen Bahar iz bırakan yaraların, yeni başlangıçların kitabı.

İÇİNDEKİLER

Domates Tohumları
11
Telefon Kulübesi
19
Beyaz Kelebekler
35
Yarım Kalan
47
Bir Yeşil, Bir Beyaz
51
Kurtarma Gemisi
59
Bir Bahçeyi Beklemek
77
Çürümenin Bahçesi
93
Sevgili Çocuk
105
Yılbaşı Ağacı
109

Domates Tohumları 

Vapurda altmış yaşlarında bir kadın, belli ki ömrünü Boğaz’da geçirmiş, öyle bir İstanbul parlıyordu gözlerinde, bir şeyler anlatıyordu yanındaki başka bir kadına. Kızıydı galiba, bir insanın ancak annesini dinleyeceği gibi dinliyordu onu. “Hiçbir şey eskisi gibi değil. Nereden mi bilmiyorum? Domatesten. Domatesi çok değişti bu şehrin” dedi kadın.

O sırada yanlarından baygın tostları, tortusu dibe çökmüş sıkma portakal suları ve sahibini bekleyen sabırsız çay bardaklarıyla dolu tepsisiyle vapurun kıvrak çaycısı geçti, iki sahlep istediler. Adam bir koşu gitti sahlepleri getirmeye, tepsideki kimsesiz çaylar soğurken bir yandan. Sessizlik içinde beklediler. Az görüşen bir anne kız gibiydiler. Aralarındaki o bilindik anne-kız gerginliği sönmüş sanki kız uzaktayken, evleri ayırınca dişil öfkeleri durulmuş, daha geniş bir saksıya alınmış bir bitki gibi çiçek açmış ilişkileri, ferahlamışlar. Özlemişler de sanki birbirlerini, birbirini çok özlemiş iki insanın sevecenliği vardı üstlerinde; ayrı geçen zamanda bütün kavgalarını unutmuş, her şeyi affetmiş, insan etinin ağırlığından sıyrılmış, yüreği hafiflemiş iki insan gibi oturuyorlardı karşımda. Sahlepler geldi sonra. Anne olduğunu düşündüğüm, hafifçe titreyen narin elini uzattı tarçına, nazik bir kar yağdırdı fincanın mis kokusuna. Çaycı gitti. İki kadın tarçınlı sahlebin çocukluğa çok benzeyen tadına baktılar. Kesin güzel bir şeyi hatırladılar. Ne zaman sonra sessizliği bozdu anne olan.

“Domates önemlidir çünkü. Domates çok önemlidir” dedi. Biraz da kendi kendine dedi bunu. Yanındaki kadın gülümsedi, annenin incecikliğine tezat hafif tombulca, galiba bütün güzel kadınların kızları gibi annesine değil, baba tarafına benziyor, sahlebi de tarçınsız seviyordu. Biraz inceleyecek oldum ikisini. Kemerli burunları arasındaki benzerliği, hatta aynılığı tespit ettim anında. Bir anneden kızına miras kalacak en sahici şey kemerli bir burun değilse, nedir? İki başka insanın, gözlerinin şekli, ayaklarının biçimsizliği, saçlarının rengi birbirinden kilometrelerce uzak iki insanın, böylesi bir aynılıkla dünyanın üzerinde dolaşıp duruyor olması gülümsetti beni.

Aynı burundan iki tane olması, bir bedenin diğer tüm uzuvları bu konuda çuvallarken, anneden yavrusuna giden o uzun ve çetrefilli yolda bir burnun genetik kodlarını aynen aktarmak konusunda bu kadar ısrarcı davranmış olması, bir burnun soyunu devam ettirmekteki bu tarifsiz inadı, kendini başka bir bedende aynen tekrar edebilmiş olması… Buna kim karar veriyordu? Yıllar evvel annesine hiç benzemeyen bir kadın olarak Can’la nikah masasında oturmuş, imza atmamıza ramak kala ellerime bakmış ve aniden, o güne kadar kendimle ilgili böyle mühim bir detayı nasıl ıskaladığıma şaşırıp sol işaret parmağımın anneminkine ikizi kadar benzediğini fark etmiştim.

Bir işaret parmağı insanın gözünden nasıl kaçar,her gün binlerce kere gördüğüm bu parmağı gözüm nasıl bir yerden ısırmaz? Nikahımız için toplanmış kalabalığın içinde annemi bulmuştum gözlerimle hemen. Bir salon dolusu albenisiz insanın arasında parıldıyordu. Gümüş rengi sade bir elbise üzerinde, benim kuzguni kıvırcıklarıma uzak, kumral, dümdüz saçlarını bembeyaz ensesinde bir topuzla tutturmuş. Fırından yeni çıkmış bir ekmek gibi yumuşacık, köşesiz ve beyaz. Ellerini görmeye çalışmış ama becerememiştim oturduğum yerden. Oysa hayatımın en büyük hatasına imza atmak üzereyken ve bunu içten içe bilip de yüksek sesle dillendirmeye cesaret edecek yaşa henüz gelmemişken, onun ellerini görmek nasıl iyi gelirdi, epey üzülmüştüm.

Yine de salonu dolduran uğultulu kalabalığın içinden görünmez bir tünel açan küçücük bir bakışma geçmişti aramızda. Annem bana gülümsemişti o tünelin içinden. İçimdeki geç kalmış pişmanlığı bilir gibi, “Olsun kızım, ne yapalım, hayat işte” deyivermişti sanki gülümsemesiyle ve müjdelemişti hep yanımda olacağını. Kendimle gurur duymuştum o zaman. “Ben bu kadının kızıyım” demiştim içimden. Kulağım nikah memurunun ruhsuz ezberine sağır, işaret parmağıma bakmış ve bir kez daha ikna olmuştum onun kızı olduğuma.

Altın bir halkayla dünya evine girmiş yüzük parmağımsa artık bizden değildi. Bir kadının kızı olmak ne müthiş bir şeydi. Kemerli bir burun da olsa, tek başına bir şeye benzemeyen bir işaret parmağı da, muhteşem annelerin bize sundukları bu kutsal hediyeleri ölene dek yanımızda taşıyacak olmamız, ne büyük mucizesiydi hayatın. Bu gizli alametleriyle hep “Sen bendensin” diyeceklerdi bize. “Benim hamurumdan, benim toprağımdan, benim kökümdensin. Aynı bahçenin mahsulüyüz biz.” Bir kiraz ağacının sürgün verdiği yerden uzayıp günün birinde aynı çiçeği açması, aynı yaprağı büyütmesi gibi bir dalın ucunda…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz ~ Melisa KesmezAtları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz

    Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz

    Melisa Kesmez

    “Çıt diye kırılıyor iki insan. Bir vakit kaynadıkları yerden. Kimse duymuyor. Arabalar geçiyor sokaktan. Çocuklar koşuyor. Küfrediyorbiri. Bir kadın camdan bağırıyor mahalle bakkalına: ‘Kadir,...

  2. Nohut Oda ~ Melisa KesmezNohut Oda

    Nohut Oda

    Melisa Kesmez

    “Elini sürmediği bahçe gözlerinin önünde yabana dönmüş, böylece kendisinden sonra ne hale geleceğini görmüştü. Gözü arkada kalmayacaktı. Hayatta kalmayı başaranlar da bakacaklardı kendi başlarının...

  3. Küçük Yuvarlak Taşlar ~ Melisa KesmezKüçük Yuvarlak Taşlar

    Küçük Yuvarlak Taşlar

    Melisa Kesmez

    “Toprak ayağımızın altında yumuşacık, kırmızı. Bacaklarımızı ısıran dikenlere aldırmıyoruz. Çalıların içinde bin bir çeşit hışırtı, kıpırtı, çıtırtı, vızıltı… Kuşlar, böcekler, taşlar… Uçanlar, koşanlar, sürünenler,...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Eski Sevgili ~ Leyla ErbilEski Sevgili

    Eski Sevgili

    Leyla Erbil

    “Leylâ Erbil’in ilk novellası olan Eski Sevgili’deki aynı adlı uzun metin 1973-76 tarihlidir. Novella biçimi, hayat kısıtlanır ve olasılıklar teker teker sönerken bile bu...

  2. İki Deli Derviş – Yazyalnızı ~ Behçet Çelikİki Deli Derviş – Yazyalnızı

    İki Deli Derviş – Yazyalnızı

    Behçet Çelik

    “Bir ara kıyıya takıldı gözüm. Çırılçıplak bir çocuk vardı. Yan yan yürüyordu, yere bakarak. Bir yengeç olmalıydı yerde. Bakıp öykündüğü. Başımı çevirmiş iskambil oynamaya...

  3. İyiyi ve Kötüyü Bilme Ağacı ~ Tecelli Sercan Sırmaİyiyi ve Kötüyü Bilme Ağacı

    İyiyi ve Kötüyü Bilme Ağacı

    Tecelli Sercan Sırma

    Simla, Bar’ın müdavimlerinden biri haline gelmişti. Her seferinde dipteki loş köşeye geçip oturuyordu. Garsonlar sadece günde bir iki kez masaya uğruyor, su bardağını sessizce...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur