Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bay Yanlış Numara
Bay Yanlış Numara

Bay Yanlış Numara

Lynn Painter

Çok satan Filmlerden Daha Güzel kitabının yazarı Lynn Painter’ın bu yeni romantik komedisinde, bilinmeyen bir numaradan gelen ateşli bir mesajın anonim bir ilişkiye nasıl…

Çok satan Filmlerden Daha Güzel kitabının yazarı Lynn Painter’ın bu yeni romantik komedisinde, bilinmeyen bir numaradan gelen ateşli bir mesajın anonim bir ilişkiye nasıl dönüştüğüne tanık olacaksınız.

Kötü şans, daima Olivia Marshall’ın peşinde olmuştur. Ya da belki de ailesinin düşündüğü gibi her şeyi batıran kişi, bizzat Olivia’nın kendisidir. Ama yanlış numaradan gelen “Üstünde ne var?” mesajı, anonim de olsa, hayatının en ateşli ve en eğlenceli ilişkisine dönüşür. Olivia, bir an için şansın, yüzüne gülmüş olabileceğini düşünür. Colin Beck, Olivia’yı her zaman yakın arkadaşının sinir bozucu küçük kız kardeşi olarak görür. Oliva ise başına gelen talihsiz bir olayın ardından Colin’in evine taşınır. Colin, onun tamamen farklı ve insanın aklını başından alan çekici birine dönüştüğünü fark eder. Haftalardır ateşli mesajlar gönderdiği karşı konulmaz Bayan Yanlış Arama’nın, Olivia olduğunu fark edene kadar mesafesini koruyabileceğinden emindir. Ancak şimdi, işler karışmadan önce, ateşi harlayıp harlamayacağına karar vermesi gerekir.

1

OLIVIA

Her şey, evimi yaktıktan sonraki gece başladı.

Abimin mutfağındaki süslü granit tezgâhta oturmuş, Stella’ şişelerini birer birer deviriyor, çubuk krakerleri çiğnemeden yutuyordum. Ve hayır, bir alkol sorunum yoktu. Bir hayat sorunum vardı. Mesela, hayatım berbattı ve uyandığımda geleceğimi planlama şansım olsaydı, komaya girmiş gibi uyumak isterdim.

Bayağı yalvarmamın ardından, Jack, en iyi davranışlarımı sergilemem ve oda arkadaşının yoluna çıkmamam şartıyla bir ay boyunca onunla kalmama izin vermişti. Bu süre, bir iş ve kendi evimi bulmam için yeterliydi Bana sorarsanız, abim, bir oda arkadaşıyla yaşamayacak kadar olgun bir yaştaydı ama ben kimi yargılayabilirdim ki?

Abim bana sarıldıktan sonra bir anahtar verdi. Ardından, Billie’s’teki 50 sentlik tavuk kanadı gecesine gitti, bu yüzden evde yalnızdım. Telefonum çaldığı sırada, abimin Alexa hoparlöründen dinlediğim Adele şarkısına bağıra bağıra eşlik ediyordum. Tanımadığım bir numara mesaj atmıştı:

Pekala, üstünde ne var, söyle bakalım.

Sapık bir yanlış numara mı? Burnumu silip yanıt yazdım: Annenin gelinliği ve en sevdiği tangası.

Yanlış Numara cevap atana kadar en fazla beş saniye geçmişti:

Hmm, ne?

Yanlış yazdım: Cidden, bebeğim, bunu seksi bulacağını düşündüm. 

Yanlış Numara: “Bebeğim” mi? Cidden ne oluyor lan?

Bir herifin mesaj yoluyla sarsıldığı düşüncesi, ufak bir kahkaha atmama neden oldu. Annesinin iç çamaşırına değil de “bebeğim” dediğim yere takılması çok garipti. Ama aynı zamanda, modası geçmiş “üstünde ne var” klişesini kullanmıştı. Böyle bir adam hakkında gerçekten kim ne diyebilir ki?

Yanıt yazdım: Daha az anneci bir şey mi tercih edersin?

Yanlış Numara: Ah, hayır. Kulağa cidden seksi geliyor. Kargo şortum. çoraplı sandaletlerim ve babanın sporcu iç çamaşırıyla uyar mı sana?

Bu, tam da hayatımın çöktüğünü hissettiğim ve ağlama krizine girdiğim bir anda beni gülümsetmişti.

Ben: Şu anda ilgimi çok çektin. Lütfen düzüşürken kulağıma baba esprileri fısıldayacağını söyle.

Yanlış Numara: Evet, bebeğim, şakalar ve hava durumu anekdotları tamamen hazır. Ve bu arada, düzüşmek en seksi kelimedir. 

Ben: Katılıyorum.

Yanlış Numara: Yanlış numaraya mesaj attın, değil mi?

Ben: Evet, yanlış numaraya mesaj attım. Hıçkırdım, bira nihayet etkisini göstermeye başlamıştı. Adama bir fırsat vermeye karar verdim. Ama peşini bırakma, dostum. O düzüşmeyi gerçekleştir.:)

Yanlış Numara: Bu şimdiye kadar gerçekleştirdiğim en tuhaf mesajlaşma oldu.

Ben: Benim de. İyi şanslar ve iyi geceler.

Yanlış Numara: Hm, sanırım teşekkürler. Sana da iyi geceler.

Stella beni yormaya başladığında, duş almaya karar verdim -güle güle dumanlı saçlarve yatmaya gittim. Kıyafet bulmak için spor çantamı karıştırdım ama sonra hatırladım ki… Ah, yangın. Sahip olduğum tek şey, spor salonu dolabımın altındaki kıyafetler ve çamaşır günümde arka koltuğumun döşeme tahtalarına düşen, birbiriyle uyumsuz giysilerdi. Bir tane Kurabiye Canavarı pijama üstü buldum ama altıma giyebileceğim tek bir şeyin olmadığını fark ettim: pijama altı yok, kot pantolon yok, şort yok. Sahip olduğum tek şey, şu anda kıçımı kaplayan, kokuşmuş spor şortumdu.

Pantolon sahibi olmamak, benim en dip noktam değil miydi? Şükürler olsun, temiz iç çamaşırım vardı. Arkasında “Eat The Rich” yazan, neon sarısı bir boxerim vardı ve hem bunların hayatımdaki zorunlu varlığı hem de spor sütyenlerimden falan yoksun oluşum yüzünden, pilates ya da yoga esnasında -ya da hemen hemen böyle durumlarda kıçımın hemen üzerinde duran büyük, belirgin göğüslerimi zapt etmem mümkün olmuyordu.

Otuz dakika boyunca duş aldım, yağmur gibi akan suyun altında, Jack’in oda arkadaşının pahalı AF kremi ile sarhoş oldum. Kaygan plastik şişeyi yanlışlıkla elimden düşürdüm. Şişenin pompası koptu, pahalı kremin çoğu duşun her yerine yayıldı. Diz çöküp elimden geldiğince dökülen kremi şişeye geri koymaya çalıştım, sonra şişeyi dikkatli bir şekilde duş rafına koydum ve bunu kimsenin fark etmemesini umdum.

Spoiler: Her zaman fark ederler.

İki saat geçmesine rağmen hâlâ uyanıktım. Abimin çalışma odasındaki gıcırtılı, eski şişme yatağında uzanmış, şişmiş gözlerle tavanı izliyor ve Şikago’dan kaçmadan önce yaşadığım tüm o korkunç şeyleri tekrar tekrar gözümün önünde canlandırıyordum. İşten çıkarılma. Aldatılma. Ayrılık. Yangın.

Sonra dedim ki, “Boş ver! Lanet olsun.”

Yataktan kalkıp, pırıl pırıl olan mutfağa gittim. Gülümseyen, bıyıklı güneş logolu bir şişe tekilayı açtım. Kendime, dünyanın en büyük “iyi geceler” sıcak içkisini yaptım. Sabah başım ağrıyabilirdi fakat en azından biraz uyuyacaktım.

“Livvie, ben annen. Bugün geleceğini sanıyordum.”

Gözlerimi açtım -yani sadece bir tanesi açılmıştı ve annemin bana seslendiği telefona baktım. 8.30 mu? Evine 8.30’dan önce gitmemi mi bekliyordu? Tanrım, annem bir tür sadist, köpeklere işkence eden seri katil gibi biriydi.

Neden telefonu açmıştım ki?

“Gelecektim. Yani, geliyorum. Alarmım çalmak üzereydi.” “Pekâlâ, bugün iş arayacağını sanıyordum.”

Adele’in şarkıları hâlâ dairenin içinde -ya da en azından kaldığım odada çalıyordu. “Alexa, müziği kapat,” diye bağırdım. “Kiminle konuşuyorsun sen?” diye sordu annem.

“Kimseyle.” Müzik hâlâ çalıyordu. “Alexa, Adele’i kapat!”

“Orada arkadaşların mı var?”

“Ah, Tanrım. Hayır.”

Sonunda diğer gözüm de açıldı ve yataktan doğruldum. Müzik aniden durduğunda, başıma büyük bir ağrı saplandı. “Jack’in müzik seti ile konuşuyordum.”

Annem “neden benim kızım böyle kaçık” mesajı veren iç çekişlerinden birini yaptı. “Ee, iş aramıyor musun?”

Biri beni öldürsün lütfen. Kurumuş pis ağzımla, “Arıyorum. Internet, öğle vakti aramaya başlamamın uygun olduğunu söylüyor. Yemin ederim, anne.”

“Ne dediğini bile anlamıyorum. Geliyor musun gelmiyor

musun?”

Burnumdan derin bir nefes aldım, kıyafet sorunlarım aklıma geldi. Şortumu yıkayana kadar boku yemiştim. Bu yüzden, “Gelmiyorum. Daha sonra gelirim. Şu an önceliğim iş. Bu yüzden, bazı iş bulma uygulamalarını yükledikten sonra

dedim.

uğrayacağım,”

Ayrıca bir pantolon bulduktan sonra. “Abin orada mı?”

“Hiçbir fikrim yok.”

“Orada olup olmadığını nasıl bilemezsin?” “Çünkü hâlâ yataktayım ve kapı kapalı.”

“Neden kapı kapalıyken uyuyorsun? Eğer açık bırakmazsan o boş oda gerçekten havasız kalacak.”

“Ah. Tanrım.” İç çekip şakağımı ovuşturdum. “Bir dakika içinde yataktan çıkacağım ve diğer cinsiyetten olan evladını görürsem seni aramasını söyleyeceğim. Tamam mı?”

“Ah, beni aramasına gerek yok. Sadece, abinin orada olup olmadığını merak ettim.”

“Kapatmak zorundayım.”

“Parayı henüz yatırmadın mı?”

Dudaklarımı aralayıp gözlerimi kapattım. Annemi kendi hâline bırakın. Yirmi beş yaşında, burnunuzdan soluyarak şehre geldiğinizde ve kelimenin tam anlamıyla beş kuruşsuz kaldığınızda, anne babanızdan bir yüzlük istemek zorunda kalmanızdan daha kötü olan tek şey, bunu dile getirmek isteyen bir anneye sahip olmanızdı.

“Dün gece saat sekizde bana para verdiğinde banka zaten kapalıydı. Ve ayrıca şimdi yeni uyandım. Yani…”

“Pekâlâ, parayı hemen yatırdığından emin ol.”

“Yatıracağım, anne.”

“Ne olabileceğini herkesten daha iyi sen biliyorsun…”

“Biliyorum, anne.” Geçen yıl tüm paramın her kuruşunu, dolabımdaki bir zarfta tuttuğum için yaşadığım talihsiz olaydan bahsediyordu. Anlaşılan, kredi birliği dairemden ne kadar uzakta olursa olsun ya da bankacılık uygulamaları ne kadar kötü çalışıyor olursa olsun -yangın gibi bir gerçek olasılık varkenparayı dolapta saklamak iyi bir fikir değildi.

Ders alınmıştı.

“Tamam, kibirli olma. Ben sadece yardımcı olmaya çalışıyorum.” Tekrar iç çektim. Gece boyunca her yuvarlandığımda daha da sönen şişme yataktan kalktım. “Biliyorum ve üzgünüm. Sadece birkaç gündür zor zamanlar geçiriyorum.”

“Biliyorum, tatlım. Bir an önce bankaya git, tamam mı?” “Tamam.” Kapıya gidip açtım. “Seni seviyorum. Görüşürüz.” Telefonu masanın üstüne fırlattım. Salondaki doğal ışık göz bebeklerime hücum ederken gözlerimi kıstım.

Tanrım, akşamdan kalmak… Hâlâ araba kullanamayacak kadar alkollü olduğumu vücuduma bildiren denge eğimi devam ediyordu. Kahve içmeye fena hâlde ihtiyacım olduğu için Keurig’e doğru tökezledim.

“Günaydın, gün ışığı.”

Aman. Tanrım.

Jack’in en iyi arkadaşı Colin Beck, mutfağa gidişimi izlerken, yüzüm anında kızardı. Sanki evren beni hâlihazırda altüst etmemiş gibi. o oradaydı. Kahvaltı barının yanında kollarını kavuşturmuş, dikiliyor ve alayla tek kaşını kaldırmış; utanç yürüyüşümü izliyordu. Ben iç çamaşırlarım ve Winnie the Pooh desenli aptalca tişörtle gezinirken, o “ben senden iyiyim” sırıtışını ve o ukala, güzel bakışlarını sunuyordu.

Gözlerimi kırpıştırdım. O, daha da mı çekici olmuştu?

Mankafa.

Onu son gördüğümde, yurttan atıldığım ve dönemin son ayını ailemle geçirmek zorunda kaldığım, üniversitenin birinci senesiydi. Bir pazar günü, Jack onu spagetti yemeye eve getirmişti ve Colin, anlattığım hikâyenin (Kurtardığım bir sokak köpeğinin, yurtta kalan birkaç öğrenciyi hırpalaması ve yangın söndürme sisteminin açılmasıyla yurt çapında büyük bir sel baskının meydana gelmesi…) şimdiye kadar duyduğu en komik şey olduğunu söylemişti.

Koşudan yeni gelmiş gibi görünüyordu bugün. Islak tişörtü, süper belli olan her yerini sarmıştı ve sağ kolunda bir tür kabileye benzeyen dövme vardı.

Böyle kim olduğunu sanıyordu, The Rock mı?

Colin, çıkık kemikleri ve sıkı çenesiyle o aşina olduğumuz film yıldızlarının yüzlerinden birine sahipti fakat mavi gözlerinde, güzelliğini dengeleyen bir kıvılcım vardı. Haşin gözler. Bu surata on dört yaşındayken kısa bir süreliğine âşık olmuştum. Fakat on beş yaşında, benden “küçük ucube” diye bahsettiği bir sohbete kulak misafiri olduktan sonra, sert bir U dönüşü neticesinde, sevgim nefrete dönmüştü ve asla geri adım atmamıştım.

“Burada ne işin var?” Colin’in yanından geçip, kahve makinesinin durduğu düz tezgâha doğru yürüdüm ve makineyi çalıştırdım. Soğuk hava, kıçımın aptalca görünen boxerımın içinde tamamen açıkta kaldığını bana hatırlattı. Fakat bunu unutmaya çalıştım çünkü Colin’in beni korkutma yeteneğine sahip olduğunu düşünmesine izin verirsem kahrolurdum. Mutfak dolaplarında kahve ararken, Kurabiye Canavarı pijamamı boxerin üstüne çekmemek için kendimi zorladım. Kendi kendime o sadece bir kıç derken, “Kansas ya da Montana’ya taşındığını sanıyordum,” cümlesi çıktı ağzımdan.

Colin boğazını temizledi. “Buzdolabının yanındaki dolapta.” Ona baktım. “Ne?”

“Kahve.”

Her şeyi bilen biriydi. Bana, her şeyi bilen ve her zaman haklı olan bir doğu yakası gangsterini hatırlatmıştı. Bu yüzden yalan söyledim: “Şey, kahve aramıyordum.”

Colin tek kaşını kaldırıp kahvaltı barına yaslandı. “Kahve aramıyordun.”

“Hayır.” Alt dudağımı ısırdım. “Aslında, ben, şey, çay arıyordum.”

“Ah. Tabii.” Bana, çaydan nefret ettiğimi bildiğini söyleyen bir bakış fırlattı. “Kahveyle aynı dolapta. Buzdolabının yanında.”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Filmlerden Daha Güzel ~ Lynn PainterFilmlerden Daha Güzel

    Filmlerden Daha Güzel

    Lynn Painter

    Lynn Painter’ın çıkış kitabı “Filmlerden Daha Güzel”de, romantik komedi filmlerine takıntılı bir genç kızın, hayalinde büyüttüğü aşkın peşinden koşmasının ve daima yanında olan birine...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. İki Şehrin Hikâyesi ~ Charles Dickensİki Şehrin Hikâyesi

    İki Şehrin Hikâyesi

    Charles Dickens

    İki Şehrin Hikâyesi Fransız Devrimi’nin şiddet ve coşku atmosferini Paris ve Londra ekseninde ele alır. Aristokrasinin halka zulmünü de; devrim yanlılarının, intikam dürtüsüyle kirlenmiş...

  2. 27 Kemik ~ Jonathan Nasaw27 Kemik

    27 Kemik

    Jonathan Nasaw

    St. Luke adasında her birinin sağ eli bileklerinden kesilmiş üç ceset bulunmuştur. Adanın tek gelir kaynağı olan turistleri kaçırmak istemeyen St. Luke polis şefi,...

  3. Sonunda Ben de Sevdim ~ Victoria AlexanderSonunda Ben de Sevdim

    Sonunda Ben de Sevdim

    Victoria Alexander

    1854 yılında Londra’da evliliğe kesinlikle karşı olan dört yakın arkadaş birer şilin ve bir şişe kaliteli konyağın ödül olarak belirlendiği bir bahse tutuşurlar. Aralarında...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur